10 Kasım 2015 Salı

Korkmaya Devam Edin! Çünkü ‘ATATÜRK Biziz!’ / Banu AVAR




‘Benim naçiz vücudum bir gün elbet toprak olacaktır! Ama Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır!’
Böyle demişti. Çevresine ve tüm vatana sızmış solucanların O’nun ölümünden sonra hızla faaliyete devam edeceklerini biliyordu. Aynı zamanda bu milletin azmine ve İRADESİNE sonuna kadar inanıyordu.
Bugünküne çok benzer şartların içinden geçmiş, hıyanetin her çeşidiyle yüzyüze gelmişti…
Anadolu fiilen işgal edilirken, aynı zamanda çeşitli ‘cemiyetler’ vasıtasıyla içten çökertme operasyonu da devreye girmişti.
İngiliz Muhipleri Cemiyeti bunlardan biriydi… O yıllarda da İngilizlere muhabbet duyanlar para ve güce “âşık” olanlar İngilizlerle elele vermişti.
İngiliz Büyükelçiliğinin görevlendirdiği adamlar içerdeki işbirlikçileri tespit etmekte hiç zorlanmadı… Papaz Frew ve Tercüman Ryan, ve General Deeds operasyonu yönetenlerdi, kendilerine parmak kaldıran Sait Molla başta olmak üzere bir çok hainle elele verdiler.
İngiliz Severler Cemiyeti’ni içerden biri kurmalıydı… Sait Molla’da karar kılındı.: Taktik: İslamcı tarikatlarla işbirliği yapılarak büyük kitleleri etkilemekti. Sonuç: ‘İngiliz İslam’ı‘ olacaktı.
21 Mayıs 1919’da Alemdar gazetesi sevinçle İngiliz Sever Cemiyeti’nin kuruluşunu ilan etti.
Birkaç ay sonra Sait Molla, Papaz Frew’a yazdığı mektupta Cemiyetin gizli amaçlarını teyidetti.
1) Anadolu’da ayaklanmalar çıkarmak
2) Milli iradeyi felç etmek
3) Kurtuluş için tek yolun İngiliz himayesi olduğunu yaymak
4) Suriye, Filistin ve Irak’ı İngiltere’ye bağlamak için çalışmak!
Çalışmaları sonuç verdi… 1919 ve 20’de Aznavur isyanı, Bolu-Düzce isyanları, Konya-Bozkır isyanı, Cemil Çeto Kürt isyanı, Pontus Rum isyanı, Yozgat, Zile isyanı İngilizlerden gelen altınlarla örgütlendi… Devamı da gelecekti…
İngiliz Muhipleri Cemiyeti kurulduktan yaklaşık bir yıl sonra İstanbul’u İngiliz çizmesi çiğneyecekti… 16 Mart 1920’de İstanbul İngiliz işgali altına girdi. Türkler sokağa çıkamaz hale geldi… Cemiyet kısa zamanda o kadar etkili oldu ki 11 Nisan 1920’de Osmanlı Meclisini kapattırmayı becerdi.
İngiliz sever Alemdar gazetesi, ‘Geç kaldılar! Daha önce gelmeliydiler!’ demişti.
Papaz Frew, Sait Molla ile elele İngiliz İslam’ını yaymaya başladı. İngiliz Muhipleri Cemiyeti’ne mensup imamların sayısı çoğaldı, bu imamlar Yunan İşgal kuvvetlerine destek vaazları verdi, kendi milletinin katline seyirci kaldı!
Bu arada Şeyhül İslam Dürrizade’den, sadrazamlara, nazırlara kadar İngiliz parası cebine girmeyen hain kalmadı…
Anadolu’da Kurtuluş savaşı için şuralar toplayan Mustafa Kemal’in kellesini istiyorlardı.
Mütareke basını, Ali Kemal’in yazdığı Peyamı Sabah, İngiliz parasıyla çıkan Yeni İstanbul gazetesi, Refi Cevat Ulunay’ın Alemdar’ı, Anadolu’daki DİRENİŞ’i örgütleyen Mustafa Kemal Paşa için ‘Cezası idamdır!’ manşetleri atmışlardı…
Padişah Vahdettin İngilizlerle gizli anlaşmalar yapıyordu…
BUGÜN, ‘Zavallı Saltanat’ın yürek burkan hikâyesini yazanlar ve ABD adına Neo-Osmanlı düşüncesine zemin hazırlayanlar bu gizli anlaşmaları gayet iyi biliyorlar…
Bu anlaşmalara göre Saltanat,
1) İngiliz mandasına girmeyi;
2) Bağımsız Kürdistan projesinin hayata geçmesini;
3) Hilafet nüfuzunun İngiliz çıkarları için diğer Müslüman ülkelerde kullanılmasını;
4) Türk milli kuvvetlerini bastırmak için Hilafet ordusu oluşturmayı;
5) Kıbrıs’dan tümüyle vazgeçmeyi
12 Eylül 1919’da kabul etmişti.
İngiliz Severler Cemiyeti tek başına değildi… Kürt Teali Cemiyeti de Sait Molla ile eleleydi. İngiliz kontrolündeki Askerî Nigâhban Cemiyeti vatanseverleri yok etmekle görevliydi.
Sahte imamlarla Millî direnişi kırmak için uğraşan Teali İslam Cemiyeti de İngiliz parasıyla iş çevirmekteydi.
Türk Zabıta-i Hususiye Teşkilatı, İngiliz fonu ve emriyle, Mustafa Kemal’in yanında olanları ’avlamakla’ görevliydi.
Bugünde gerek İslam’ı gerek Sol’u gerekse Türkçülüğü KULLANARAK batıyla elele bu vatana ihanet edenler vardır.
Onlara Sait Molla gibilerin sonunu hatırlatmak isteriz…
İngiliz Muhibi Sait Molla, ve diğer işbirlikçiler Paris’de, Roma’da Atina’da, Kahire’de dolanmışlar, batılı devletler adına ajanlık faaliyeti yapmışlar, vatansız ve şerefsiz olarak tarihin derinliklerinde yok olmuşlardır.
Mustafa Kemal Atatürk’ün ‘naçiz bedeni’ 75 yıl önce toprak olmuştur ama düşünceleri en taze şekilde bizlere yol göstermektedir.
O bizde yaşamaktadır ve bizimledir!
‘Siz ölürseniz biz n’aparız?’ diyen köylüye ‘Atatürk sensin!’ demiştir..
İçinden geçtiğimiz bu günlerin gelebileceğini düşünerek, yol haritasını NUTUK’da önümüze sermiştir.
‘Atatürk Biziz!’ Bu cümle bu milletin genetik hafızasında vardır… O nedenle üzerimizde olmadık oyunlar oynanmaktadır… Bu cümleyi sindiren bir millet, İngiliz- AB/ABD severlerin, İslam’ı Haçlılar için kullananların, Atatürkçülüğü Rotary, Lions Masonluk’la bir araya getirenlerin pis oyuna gelmeyecektir!
Allah rahmet eylesin!
O’nu AŞKLA anıyoruz! O biziz, Biz O’yuz!

Banu AVAR
9 Kasım 2013

"Sap Gibi Ayakta Durmaya Gerek Yok” Diyenlerin İkiyüzlülüğü



BASIN AÇIKLAMASI

“Sap Gibi Ayakta Durmaya Gerek Yok” Diyenlerin İkiyüzlülüğü
Türk ulusunu “emperyalizm ve kapitalizm tahakkümünden ve zulmünden kurtararak, “yönetim ve egemenliğin gerçek sahibi” kılan, ortaçağ karanlığını yırtıp toplumu aydınlığa kavuşturan, Mustafa Kemal Atatürk’ün bedensel varlığının aramızdan ayrılışının 77. Yılındayız.
Isparta da bu gün için onlarca etkili ve yetkili kişi, siyasi parti, dernek, sendika, meslek odası başkanları açıklama yaptı. Yaptıkları açıklamalar yerel basının 1. Sayfalarında yer aldı…
Zaman ayırıp bu açıklamaları okursanız, Atatürk’ün;
“Cumhuriyetimizin kurucularından biri olduğu”,
Türk milletini; çağdaş medeniyetler seviyesine” ulaştırdığı,
Bu nedenlerle aramızdan ayrılışının “77. sene-i devriyesini saygı, özlem ve rahmetle yâd” edildiğini, okuyacaksınız.
Peki; Bu gün Türk ulusunun Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün öncülüğünde kan ve can bedeli kurup yücelttiği Cumhuriyetten geriye “kimi resmi kurumlarda ve okullarda, yasal zorunluluk olarak asılan resimleri dışında” ne kaldı?
Bu, her 10 Kasım’da birbirini çağrıştıran süslü, içtenlikten uzak açıklamaların sahipleri onun düşüncelerine, ilkelerine, devrimlerine, kurtardığı vatan topraklarına, kurduğu laik cumhuriyete ne kadar sahip çıkmışlar?
Sorarsanız bunların hepsi ATATÜRKÇÜ!
Peki, Nedir Atatürkçülük?
“Atatürk düşüncesine vurulmuş ilk ve en büyük darbe,  1950’li yıllarda bir kavram operasyonuyla "Kemalizm" yerine "Atatürkçülük" kavramının getirilmesidir. Böylece zaman içinde Türkiye'de Kemalizm’den Korkan Atatürkçüler ortaya çıkmıştır. S.Meydan
Bu yıllar aynı zamanda Türkiye’nin emperyalizmin silahlı askeri gücü NATO’ya katıldığı dönemdir. Yani “Atatürkçülük bir NATO operasyonu”  ürünüdür.
 Atatürk’ün bize bıraktığı düşünsel yol haritasının adı “Kemalizm’dir.
 Kemalizm;  temel ilkesi emperyalizme karşı tam bağımsızlık olan bütünlüklü bir devrimci mücadelenin programıdır. Bu program, emperyalizme, gericiliğe, bölücülüğe ve emperyalist sistemden kopuş amacından dolayı liberal kapitalizme karşı direnişin, batılılaşmadan/batıcılıktan kopuşun adıdır.
 Yani Kemalizm, Türk devrimidir. Tam bağımsızlıktır. Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Laiklik, Devletçilik, Halkçılık ve Devrimciliktir. Akıl ve bilim ilkeleri doğrultusunda çağdaşlaşmaktır. Kendi tarihinden beslenmek, kendi diline sahip çıkmaktır. İnsan sevgisi, doğa dostluğu ve barışseverliktir. Ulusal kültürle evrensel uygarlığa katkı sunabilmektir. Atatürk’ün ifadesiyle, “Bizi mahvetmek isteyen emperyalizme ve bizi yutmak isteyen kapitalizme başkaldırabilmektir”. Kemalizm, Yeni Sevr’in eşiğine sürüklenmiş Türkiye’de devrim yapma kararlılığının adıdır.
Kemalizm; “Kahredici bir istibdada karşı ancak ihtilalle cevap vermek ve köhnemiş olan çürük idareyi yıkmak, milleti hâkim kılmak, hülasa vatanı kurtarmak için sizleri vazifeye davet ediyorum” diyebilmenin adıdır. Emperyalist yağmacıların işgallerine karşı “Ya İstiklal, Ya ölüm” kararlılığı ile ayağa kalkmaktır.
Türk devrimi, emperyalizmle girdiği en sert hesaplaşma dönemlerinde, her zaman karşısında gerici –bölücü ayaklanmaları ve şeriatçı hareketi bulmuştur. Laik devrimlerin en kökten uygulandığı dönemler, emperyalizmden kopulduğu ve gericiliğin ekonomik altyapısının zayıfladığı dönemlerdir. Emperyalizme bağımlılık ise Türkiye’de gericiliği ve bölücülüğü hortlatmıştır.
“Kemalist devrim; Sicilli Cumhuriyet düşmanları ile işbirliği yaparak, onlara ödün verilerek savunulmaz!  Kemalist devrim; her türlü gericilikle, Gericiliği besleyen iç ve dış ihanet cepheleriyle kararlılıkla,  ödünsüz savaşarak savunulur”
Şimdi bir kez daha düşünelim ve kendimize soralım; Isparta da bu gün için onlarca etkili ve yetkili kişinin, siyasi parti, dernek, sendika, meslek odası başkanlarının yaptıkları açıklamalarda bunlar niçin yer almaz?
Bir başka soru daha soralım  “Kemalizm;  temel ilkesi emperyalizme karşı tam bağımsızlık olan bütünlüklü bir devrimci mücadelenin programıdır.” Diyen açıklamalar niçin yerel ve yaygın medyada hiç mi hiç yer almazda, kimi “NATOTÜRKÇÜ”lerin “sade suya tirid” açıklamaları hep öne çıkarılır?
Bu soruların yanıtlarını bulduğumuz ve hesabını sorduğumuz gün gerçekten Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü anmış olacağız. Gerisi “sap gibi ayakta durmaya gerek yok” diyenlerin ikiyüzlülüğüdür.
İşte bu "ahval ve şerait" içinde dahi, ulusal uyanışı gerçekleştirip, milli cepheyi kuracak ve ulusumuza dayatılan  "Büyük Ortadoğu Projesini " yırtıp Sevr'in yanına, tarihin çöplüğüne atacağız. Kemalist Devrimi yeniden inşa edeceğiz. Kemalist Cumhuriyeti,  etrafını saran ayrık otlarından temizleyeceğiz.
Emperyalizme karşı ilk ulusal kurtuluş hareketini gerçekleştiren, Müslümanların namusunu, ezilen halkların onurunu kurtaran Mustafa Kemal Atatürk’ü kalbimizin durduğu bugün 10 Kasım'da saygı ile anıyor... Arıyoruz.09.11.2015
  
Yönetim Kurulu Adına:                                                                                 Mahmut ÖZYÜREK
Ulusal Eğitim Derneği
Isparta Şube Başkanı

9 Kasım 2015 Pazartesi

Yeni CHP...



 (12 Eylül'den sonra yurtdışına gitmek zorunda kalan siyaset bilimi uzmanı bir profesörden siyasi analizler)

Siyasette iki kez yapılan hataya artık hata denilmez
Ne yazık ki biz siyasette iki değil on iki kez hata yapanı, iki değil on iki kez seçim kaybedeni bile başarılı görüyoruz.
Bakın şu seçim sonuçlarına...
İki milliyetçi parti neredeyse baraj altı kaldı.
İktidara aday olduğunu söyleyen ya da iktidarın en büyük ortağı olmayı planlayan parti de oyunu sadece binde üç arttırdı.
Ama on üç yıldır tek başına iktidar olan, ülkeyi karanlığa gömen partiyse neredeyse oyunu on puan arttırarak tek başına iktidar oldu.
Yoktur bunun dünyada bir örneği...
On üç yıl aralıksız iktidarda kal, girdiğin her seçimi kazan ve dört yıllığına tekrar iktidar ol.
Yoktur bunun dünyada örneği,...
On üç yıldır yıpranan bir partiye rağmen her seçimde oy kaybet ama hala ben başarılıyım de.
Hani çoğumuzun örnek aldığı Batı medeniyetleri  var ya, Batı'da  bu kadar seçim kaybetmiş parti liderlerini koltuklarda oturtmazlar. Zaten onlar o kadar erdemli siyasetçilerdir ki, kendileri onurlu bir şekilde istifa ederler.
Ya bizde?..
İstifa etmek yoktur, seçimin kaybedilmesinin sebeplerinin faturası liderler tarafından hep halka kesilir ve hep hatalarımızdan ders alacağız derler ama o dersin ne olduğunu hiç kimse bilmez ve o ders de hiç alınmaz. 
Sizin oyunuzu bilmem ama benim bir oyum çok kıymetli. Ve ben o bir  oyumun hesabını sorarım.
Bugün Kılıçdaroğlu'ndan sorarım,haftaya da Bahçeli'den
Geçenlerde sizlerle paylaştığım bir yazımda Erdoğan ailesi ile Cemaat'in barıştığını iddia etmiş buna da dayanak olarak Bilal Erdoğan'nın ABD derin devleti ve Gülen Cemaati'nin himayesinde olan Johns Hopkins Üniversitesinde eğitimine tekrar başlamasını göstermiştim.
İşte bu Cemaat ve ABD derin devleti kontrolündeki Johns Hopkins Üniversitesine  bağlı Amerikan-İsveç merkezli Silkroad Enstitüsü tarafından 2008 yılında bir rapor hazırlandı.
75 sayfalık raporun altında Svante E.Cornell ve Halil Magnus Karavelli imzaları var
Türk okurları, Halil Magnus Karavelli'yi, Cumhuriyet Gazetesi'nin 2. sayfasında yayınlanan yazılarından hatırlayabilirler. Karavelli, İsveç'te bir gazetenin de başyazarı. Enstitü'nün İsveç'teki Türkiye çalışmalarını o yönetiyor. Svante E. Cornell ismine ise, İsrail'de yayınlanan sağ eğilimli The Jerusalem Post Gazetesi'nde sıkça rastlamak mümkün. Cornell, bu gazetede makaleler yazıyor. İlginçtir, zaman zaman The Jerusalem Post'ta Halil Magnus Karavelli'nin de yazıları yayınlanıyor. Cornell ve Karaveli ikilisinin ortak özellikleri, İsrail'le yakın ilişkileri.
Bunları niye mi yazdım? Çünkü raporda yer alanlar, bu isimlerin kişilikleri, kimlikleri ve üniversitenin yapısı ile birleşince önem kazanıyor!
Şimdi gelelim rapora
Ekim 2008'de yayınlanan raporda yer alan Türkiye senaryoları son derece önemli.
Raporun içinde Türkiye'yi sarsacak öngörüler yer alıyor. Raporun 72. sayfasındaki ifadeler, aynen şöyle:
"CHP'den istifa etmeye ikna edilecek Deniz Baykal'la, yolsuzluklar konusunda kamuoyunun dikkatini çeken Kemal Kılıçdaroğlu yer değiştirecek. CHP, yeniden Avrupa tarzı bir sosyal demokrat parti olarak ortaya çıkacak."
O tarihte Kemal Kılıçdaroğlu, henüz çiçeği burnunda bir Grup Başkan Vekili.
Seçimler yapılmış ve ardından CHP'ye Grup Başkan Vekili seçilmiş. Ayrıca, uzun bir CHP geçmişi yok. Örgütler üzerinde de herhangi bir etkisi bulunmuyor.
Deniz Baykal ise, CHP'nin tartışmasız ve yıkılması düşünülemeyen Genel Başkanı.
Örgütler üzerinde son derece hakim bir isim olan Genel Sekreter Önder Sav'ı çağırıp, "Yaşlandın Önder, artık ayrılman lazım" diyebilecek kadar kendine güveniyor.
O günlerde "Baykal istifa edecek ve yerine Kılıçdaroğlu gelecek" şeklindeki bir düşüncenin akla gelmesi bile mümkün değil.
Biri çıkıp böyle bir tez ortaya atsa, o günün şartlarında siyaseti bilen herkes tarafından verilecek cevap belli:
- Hadi oradan, Kılıçdaroğlu da kim ki Baykal'ı devirip yerine oturacak!
Silkroad Enstitüsü ise, Türkiye ile ilgili senaryosunda, "Baykal istifaya ikna edilecek, yerine Kılıçdaroğlu gelecek" diyor
Bu öngörü de aynen gerçekleşiyor!
Birileri, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ın uygunsuz kasetlerini internet sitelerine servis ediyor. Yaşanan çalkantının ardından Baykal istifaya ikna ediliyor!
Ardından da "olmaz" denilen oluyor.
Kemal Kılıçdaroğlu, CHP'nin başına geçiyor.
Son derece ilginç değil mi? ABD'nin 2008 yılındaki Kemal Kılıçdaroğlu ile ilgili öngörüsü, 2010 yılında aynıyla vaki oluyor!
Şimdi soruyorum:
- Bu kadar ilginç bir öngörü ve bu denli büyük bir tesadüf olur mu?
Devam edelim...
Tesadüfler bu kadarla sınırlı değil. Silkroad Enstitüsü'nün 2008 yılında hazırladığı raporda, 2010 yılında gerçekleşen ve bugün CHP'de ciddi tartışmalara yol açan bir başka kehanet daha var
Raporda, "Yeni CHP'den" söz ediliyor!
Enstitü, Kılıçdaroğlu'nun "Yeni CHP" dediği, CHP içindeki pek çok milletvekillinin ise, "CHP, CHP olmaktan uzaklaştırılıyor" ifadeleriyle özetlediği, partinin bugünkü yapısını da o günden görmüş!
Aynen şöyle deniliyor:
"CHP, yeniden Avrupa tarzı ve merkezli bir sosyal demokrat parti olarak ortaya çıkacak."
Rapor ortada. 2008'de CHP ile ilgili olarak yapılan öngörüler son derece net!
Amerikan-İsveç Merkezli Enstitü, "Baykal gidecek, Kılıçdaroğlu gelecek" diyor; Kılıçdaroğlu geliyor."Partinin yeniden düzenleneceğini" bildiriyor; "Yeni CHP" ortaya çıkıyor. r edilen Kemal Kılıçdaroğlu ile ABD derin devleti ve Gülen Cemaati ile birlikte dizayn ediyor ve yavaş yavaş Gülen Cemaati'nin eline geçiyor.
Bu sayede AKP zihniyeti her seçimde oyunu arttırarak tek başına iktidara geliyor.
Sizce bütün bu yaşananlar tesadüf olabilir mi?
Buyurun, cevabı siz verin!

Prof.Dr.Güler Korutürk


*Bazı haber sitelerinden ve gazetecilerden alıntı yapılmıştır.

8 Kasım 2015 Pazar

AKP'nin İçkiyle Yalan İlişkisi ve Atatürk'e Hakaret Eden Köylü


AKP’nin, yılbaşı öncesi market raflarına yerleştirilen sepetlerden içkilerin çıkarılması kararı sosyal medyada tartışmalara neden oldu. İlginçtir… Kaçak rakı içtiği için yaşamını kaybeden 30 kişi bu kadar konuşulmadı. Bunun sebebi; zengin ve yoksul ayrımı mı? Ya da İslam’ın yasakladığını içtiği için ölen kişilerin, insan yerine konulmaması mı? Ayrıca… Bu ölümlere yol açan AKP zihniyetinin suç ortaklığını konuşmayacak mıyız? İçki meselesine değinmek şart…
Hint, Yahudi, Yunan, Macar, Bulgar, İran, Türk…
Birçok ülkenin söylencesi birbirine karışmıştır ve benzerlik gösterir.
İşe mutlaka şeytan karıştırılır.
Şeytan, Hz. Nuh’u zorla ikna edip üzüm veren asma yetiştirme işine ortak olur.
Şeytan, üzüm asmalarını önce tavus kuşunun kanıyla, sonra sırasıyla aslan, maymun ve domuz kanıyla sular.
Bu “sulama” nedeniyle…
İçkiyi az içenin yüzü tavus kuşu gibi renklenir ve davranışları gösterişli olur.
Daha çok içen kendini aslan gibi yürekli görür.
Ardından içmeye devam ederse, maymun gibi şehvetli hale gelir.
Ve içip kendinden geçer ise, domuz gibi her pisliği yer, her pislikte yatar!
İnsanoğlunun içki ile ilişkisi mitolojinin bile konusu olmuştur…

ARAPLARDA YASAKTI
Musevilikte içki yasağı yoktur; hatta şarap içmek özendirilir.
Hıristiyanlıkta şarap kutsaldır.
İslam öncesi Arap toplumunda olduğu gibi İslam da içkiyi yasakladı. İçki murdardı.
Köklü bir içki alışkanlığı tüm yasaklamalara karşın günümüze kadar geldi.
“Osmanlı’nın yasağı üç gün sürer” sözü içki yasağını anlatmak için kullanılır.
İçkiyi içmeyen pek az padişah oldu. Ama…
İçkiyi yasaklayan pek çok padişah oldu.
İlk yasaklayan Kanuni Sultan Süleyman idi.
Çünkü…
Şair Baki’nin demesiyle….
“Meyhaneler Kabe, meyhaneci ise Harem-i Şerife” olmuştu!
Tüm içki alınıp satılan yerler kapatıldı.
İçenler ağır cezalara çaptırıldı.
Sadece Kanuni değildi…
III. Murat, Genç Osman, I. Ahmet, IV. Murat, IV. Mehmet…
Ve en son III. Selim içki yasağı koydu.
Hemen tüm içki yasakları kısa sürede tavsadı.
Bunun bir nedeni…
Sadrazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa ya da Yeniçeri Ağası Gürcü Kenan Paşa gibi yöneticilerin rüşvet yemesiydi.
Ancak hepsinden önemli bir başka gerçek vardı:
Para… Para… Para…
HAMR EMANETİ
Tarihi ezberleri bozmamız gerekiyor.
Bunun temel şartı, tarihe iktisat perspektifinden bakmaktır.
Şöyle…
Denir ki…
“Osmanlı’da içki yasağı olmuştur ama bu halk tarafından kabul görmediği için kaldırılmıştır.”
İşte bu, iktisat temelli düşünemeyen tarihçilerin uydurmasıdır.
İçki yasağının kalkmasının sebebi, “zecriye” adı verilen gelir vergisiydi.
Osmanlı devleti ekonomisi her bozulduğunda/ hazinesi her allak bullak olduğunda bu vergilere ihtiyaç duyulduğundan içki yasağı kaldırılırdı.
Yani…
Osmanlı Dönemi’nde içkiden alınan vergileri tahsil eden maliye dairesi; Hamr Emaneti’nin Galata Domuz Kapusu’ndaki yeri bir açılır, bir kapanırdı!
Yani…
Kanuni kapattı ise oğlu II. Selim, Hamr Emaneti’ni tekrar açtı.
Nasıl açmasın, ekonomi krizdeydi ve içki vergisi hazineyi doyuruyordu!
Osmanlı ekonomisinin içki ticaretine ihtiyacı vardı.
IV. Mehmet döneminin vakanüvisi Silahtar Fındıklılı Mehmet Ağa, 1687 yılı olaylarını anlatırken şöyle yazdı:
“Hamr Emaneti kaldırılmış, meyhaneler yıktırılmıştı. Hazine çok sıkıntı içinde idi, içki yasağı kaldırıldı, Hamr Emaneti yeniden kuruldu.”
Yani…
Tıpkı bugün AKP’nin içkiden çok vergi alması nedeniyle içki konusunda yasakçı davranamaması gibi…
Evet…
Asıl konumuza geliyoruz…
SUÇ ORTAĞI, AKP
Tamam…
AKP içkinin vergisinden vazgeçemiyor.
Üstelik sürekli içki vergisini artırıyor.
Litresi 90 lira olan rakıdan, 49 lira 31 kuruş vergi (ÖTV) alıyor!
2008 yılında içkiden 1.9 milyar TL vergi toplarken, 2014 yılında bu rakam 5.9 milyar TL’ye çıktı! Yakında yine artıracaklar.
Peki… Bu neye yol açıyor?
Bir bilgi daha ekleyeyim:
Türkiye’de rakı tüketimi 2004 yılında 44 milyon 167 bin litreden 2014 yılında 40 milyon 267 bin litreye düştü.
Rakı tüketiminde bir gerileme mi var? Yoksa…
Tüketici içkiyi başka yollardan/kayıt dışından mı elde edip içiyor?
Sorumuza dönersek: Sürekli artırılan vergiler içki fiyatlarına yansıyor.
Evet, bu neye yol açıyor?
Kaçakçılığa!..
Bu durum neye yol açıyor?
Türkiye’yi kaçak-sahte içki merkezi yapmaya.
Ve en kötü yanı ise, ucuz içki diye sahte rakı-şarap alan insanların ölümlerine sebep oluyor!
Sadece İstanbul’da 5 liraya satılan sahte rakıdan içen 30 kişi hayatını kaybetti.
Anadolu’da neler oluyor bilgi yok.
Bilinen…
“Bulgar rakısı” diye satılan binlerce şişe sahte rakının piyasada olduğu.
AKP neden bir türlü önlem almıyor?
Sahte rakıdan ölenleri İslam’ın emrine uymadığı için adam yerine mi koymuyor?
Soru çok…
Tehlike de…
BEKRİ MUSTAFA FIKRASI
Gece gündüz içenlere bekri denirdi.
Osmanlı döneminde meşhur “Bekri Mustafa” vardı.
Bugün İstanbul’un kimi mezarlıklarındaki taşlarda adı yazsa da, kuşkusuz hayali bir tipti. IV. Murat’ın içki yasağı döneminde yaratılmıştı.
Hakkında ne hikayeler anlatılmaz ki…
İşte biri…
IV. Murat içki yasaklarına uyulup uyulmadığını denetlemek için tebdil-i kıyafetle gezmektedir.
Veziri ile birlikte bir kayığa biner; bir süre sonra kayıkçının testisinden içki içmekte olduğunu fark eder.
- Babalık içtiğin nedir, diye sorar.
- Bade.
- Bize de bir içimlik versene.
- Vazgeçin. Ben kırk yıllık Bekri Mustafa’yım. İçtiğimi belli etmem. Siz çaktırırsınız. Hem kendinizi hem beni yakarsınız.
IV. Murat çok üsteleyince Bekri Mustafa testiyi gönülsüzce verir.
IV. Murat bir yudum içip testiyi vezire uzatır ve sorar:
- Padişahtan korkmuyor musun?
Bekri Mustafa’nın aldırmadığını görünce vezirden testiyi alır ve bir yudum daha içer, ve sonra şöyle der:
- Ben Padişahım yanımdaki de Vezirim!
Bekri Mustafa bunun üzerine şu yanıtı verir.
- Ben demedim mi ‘kaldıramazsınız’ diye. Daha ilk yudumda biriniz padişah diğeriniz vezir oldu. Bir yudum daha içerseniz biriniz Allah diğeriniz peygamber olursunuz!..

Bunları biliyor musunuz?
TÜRKLERiN iÇKi TARiHi
- İçkisiz Şaman töreni olmazdı.
- Türklerin içki alışkanlığı hayvansal içki alışkanlığından tamamen bitkisel içki alışkanlığına geçmiştir. Yani, göçebelikten yerleşikliğe geçince kımızın yerini de şarap-rakı aldı.
- Türk’ün tarihsel içkisi -kısrak sütünden yapılan ve tadı ekşi ayranı anımsatan- kımız’dır.
- Altaylardan, Özbeklere- Tatarlara kadar sarayın vazgeçilmeziydi kımız. Kırgız ve Kazaklarda Kımızmurunduk (Kımız Açılışı) adlı içme törenleri yapılmaktadır.
- Dede Korkut’ta da geçen kımız, deriden yapılmış çölpü ve ucav adı verilen özel kaplarda içilirdi.
- Çinli tarihçi Sı-ma Çyen, kımızı Hunların içkisi diye yazdı:
“Çin’in kuzey kıyılarında kısrak beslerler. Bunlara binmezler, sütünden Chuglo denen içki yaparlar.”
- Hunlardan günümüze kalan 26 sözcükten biri, kimos’tur ve içki anlamındaydı. Çin kaynaklarına göre, Hunlar arasında bir de, yoğurt, kayısı ve kiraz ile yapılan lo adlı içki vardı.
-Türklerde buğday ve darıdan begni adlı içki yaparlardı. Tatlı şarabın adı, şüçik idi.
Kaşgarlı Mahmut’ta geçen kumlak;
içine bal katılan rakı tadına benzerdi.
- Cengizhan içkiyi kaldırmanın güç olduğunu bildiği için, ayda sadece üç kez sarhoş olmaya izin verdi.
- Şeyhülislam Ebussuud, cuma namazı kılınırken açıkta içki alınıp satılmasının doğru olmayacağını ifade edince, Akşamcılık denen gelenek 16. yüzyılın sonunda ortaya çıktı. Peçevi tarihine göre, ilk akşamcı Özdemiroğlu Osman Paşa idi.
- Yakın tarihin ünlü Akşamcıları; Namık Kemal, Mithat Paşa, Muallim Naci, Ebüzziya Tevfik ve kuşkusuz Ahmet Rasim idi…
- Şarap Türkçe değil. Türkçe’deki adı, çakır’dı. “Çakırkeyf olmak” buradan geliyordu.
- Türkler 18. yüzyıla kadar şarap içerdi; zaten içki denilince şarap anlaşılırdı. Rakı/(rakia), 17. yüzyılda, içki yasağı döneminde, renginin sudan farksız olması nedeniyle içilmeye başlandı. Ama çok yaygınlaşması 19. yüzyıl başlarında oldu.
- Türklerin ilginç kadeh geleneği vardı. Eski Türklerde kafatası, altın, gümüş gibi değerli madenlerle kaplanan içki kadehleri vardı! MÖ 100 yılında Şi-Ki adlı Çin kitabında Hun Beyi Kün-Çin’in, Yüen-çi kralını öldürüp kafatasını altınla kaplatarak kendine kadeh yaptığı yazılır. Avarlar’da, Peçenekler’de, İskitler’de
örnekler çok. Töreye göre, kafatası
doğaüstü güçlerin merkezi…
- Ahmet Rasim’in duble adını verdiği kadehin ismi aslında, 10 cm oylumundaki dibi ağzına göre dar olan leylekboynu idi. Bir diğer adı, bade idi. Tektekçiler ise, yüksük kadeh ile içerdi; tek rakı ölçüsündeydi bu. Mini rakı kadehlerine bülbülağzı da denirdi.
- Meyhane masalarına gelen güğüm, testi kapların şu özelliği vardı. Rakı kapları kalaylı bakırdan, şarap kapları ise topraktan olurdu. Bakır rakı kapların üzerine sarı pirinçten bir kalp konurdu.
- Meyhanelere eskiden şerbethane denirdi. Osmanlı’da resmi çalışma izni almış meyhanelere gedikli denirdi.
Abdülaziz döneminde bunların ismi, Selatin Meyhaneler oldu. “Ayaktakımı” ise genellikle koltuk meyhanelere giderdi. Bir de, gezici içki satıcıları vardı; ayaklı meyhane! Ucu musluklu rakı ya da şarap dolu damacanayı uzun bir koyun barsağıyla beline sarar; sırtına cübbe giyer; cübbenin içinde kadehler ve mezelik meyveler vardır. Kadehi bir yudumda yuvarlayan kişi ağzını elinin tersiyle silerse buna yumruk mezesi denirdi.
- Evliya Çelebi’ye göre, içkiye “aslan sütü” denilen 17. yüzyılda İstanbul’da yaklaşık bin dört yüz meyhane vardı:
“Genellikle Samatyakapısı, Kumkapı, Balıkpazarı, Unkapanı, Cibalikapısı, Fenerkapı, Balat ve Hasköy. Hele Galata demek meyhane demekti.”
- Genellikle sakız rakısı tercih edilirdi. Meze olarak sakız leblebisinin seçilmesinin nedeni, hem ağız kokusunu alması hem de mide suyunu emmesiydi. Ama en vazgeçilmez meze, haşlanmış yumurta idi.
- Mezenin karın doyurmak amacıyla yenilmesi görgüsüzlüktü.
- İçki insanın ölçütaşıdır…
,,************
 Atatürk'e Hakaret Eden Köylü



Şükrü Kaya (Eski Içişleri Bakanı)nın anılarından alın­mıştır :

Atatürk'e hakaret etmekten sanık bir köylü hakkında gerekli işlemler yapılmaktaydı.

Durumu bir defa da Atatürk'e anlatma gereğini duy­dular.

Kendisi Antalya'da idi.

Konu kendisine anlatıldıktan sonra, Atatürk merakla sordu:

- Ben ne yapmışım ona?

Köylünün dosyasını inceleyenler derhal bir açıklama yaptılar:

- Gazete kağıdı ile sardığı sigarayı yakarken, kağıt tutuşmuş da ondan.

Atatürk'e bu durumu nakleden bir Milletvekilidir.

Atatürk o Milletvekiline döner ve sorar:

- Siz, gazete kağıdı ile sigara içtiniz mi?

Milletvekili bu sorunun nedeni anlayamaz ve cevap verir:

- Hayır, Efendim.

Atatürk, Milletvekiline döner ve şöyle cevap verir:

- Ben Trablus'ta iken içmiştim, bilirim. Pek berbat bir şey. Köylü bana az bile küfretmiş. Siz bunun için onu mahkemeye vereceğinize, ona insan gibi sigara içmesini sağlayın.