4 Kasım 2015 Çarşamba

Seçimlerde Sahte Atatürkçüler, AB mandacıları, NATO muhipleri, ABD vesayetçileri yenilmişlerdir.



1 Kasım 2015 Pazar günü yapılan seçim sonuçlarına bakıp Kemalistlerin, yurtseverlerin, ulusalcıların kaybettiğini söylemek; yaratılmak istenen algı operasyonunun rüzgârı önünde sürüklenmekten başka bir anlam taşımaz..
Öncelikle şu yalın ve acı gerçeği görelim. Kemalistleri, yurtseverleri, ulusalcıları temsil eden bir siyasal parti bu ve önceki seçimlere katılmış değildir..
Bu nedenle Türkiye'de seçim sonuçlarına bakıp Kemalistlerin kaybettiğini düşünen herkes yanılıyor..
Seçimlerde Sahte Atatürkçüler, sahte ulusalcılar, AB mandacıları, NATO muhipleri, ABD vesayetçileri yenilmişlerdir. Bu doğrudur. Ama kesinlikle belirtelim ki; Kemalistler bu seçimlerde yenilmedi.
Bu seçimlerde “CHP'den tüm Kemalistleri, Atatürkçüleri, gerçek Ulusalcı aydınları KOVAN; partiyi ABD vesayetçileri, AB Mandacıları, NATO'cular, Kürtçüler, FETÖ'cüler, Deşifre olmuş CIA ajanları ve Masonlarla DOLDURMUŞ olan Kemal Kılıçdaroğlu ve ekibi yenilmiştir..
Üstelik Kılıçdaroğlu ve ekibi bu yenilgiye bilerek ve isteyerek yönelmişlerdir..
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, 1 Kasım seçim sonuçlarına ilişkin aynı gece saatlerinde basın toplantısı düzenledi. Çıkan sonucun CHP’nin sorumluluğunu arttırdığını söyleyen Kılıçdaroğlu “İktidarı yakından izlemek, çıkaracağı yasaları izlemek, toplum adına gereken muhalefeti yapmak temel görevimiz olmaya devam edecektir” dedi.
Bu açıklama AKP’nin 13 yılda yarattığı faşist diktatörlüğe direnmek, akıl tutulması ile özürlü olmayan hemen herkesin kuşku ile yaklaştığı seçim sonuçlarını kabul etmemek yerine, meşrulaştıran bir düşüncenin ürünüdür.
Ülkenin başına çöreklenmiş bu hırsız ve katil çetesinin yarattığı AKP Türkiye’sinde muhalefetçilik oynayarak toplumsal muhalefeti iğdiş eden bir anlayıştır.
AKP’nin 13 yıllık iktidarı tartışmasız bir dinci faşist diktatörlüktür.
Peki, Faşizm nedir?  
Faşizm, Emperyalizmin bataklığında ortaya çıkan, zamanda tanı konulup önlem alınmazsa ölümcül sonuçlar doğran bir" kanser"dir.
Öyleyse faşizmi engellemek, ilk önce ve her şeyden önce emperyalizme karşı ödünsüz, kararlı bir savaşımla olanaklıdır.
Sözün burasında Mustafa Kemal Atatürk'ün konuya ilişkin görüşlerine yer verelim.
"-Biz bu hakkımızı saklı tutmak, bağımsızlığımızı emin bulundurmak için genel kurulumuzca, ulusal kurulumuzca bizi mahvetmek isteyen emperyalizme karşı ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı kavga vermeyi uygun gören bir yolu izleyen insanlarız"
"-Biz Batı emperyalistlerine karşı yalnız kurtuluş ve bağımsızlığımızı korumakla yetinmiyoruz. Aynı zamanda Batı emperyalistlerin güçleri ve bilinen her aracı ile Türk ulusunu emperyalizme araç yapmak istemelerine engel oluyoruz. Böylece bütün insanlığa hizmet ettiğimiz kanısındayız"
CHP’nin kurucu iradesinin aksine AKP Türkiye sini kabul eden, bu Türkiye tablosuyla bir dertleri olmadığını ilan eden, üstelik bu tablonun meşrulaşması için AKP ile koalisyon yapmayı peşinen kabul eden CHP’nin aldığı oy oranına bakarak Kemalistler, ulusalcılarla ilgili kimi yargı, değerlendirme ve sonuca varmak anlamsız ve yanıltıcı olur.
Bu nedenle seçimlerde yenilen Kemalistler, yurtseverler, ulusalcılar değil, CHP’nin Kurucu iradesini, öncelikli, vazgeçilmez ilkelerini ret ve inkâr eden AKP Türkiye sinin düzeni içinde kalarak çizilen bir karikatür haline getirilmiş Y-CHP’dir.
Samimi Atatürkçülerin, yurtseverlerin, tüm bu olup bitenlere karşın umudunu Y-CHP’ ye bağlamış milyonların kabul etmeleri gerekir ki, Y-CHP; Kemalistlere, ulusalcılara, yurtseverlere sırtını dönmüş, aynı anda gericiliğin, bölücülüğün her türlü rengine de kucak açmış, emperyalist projelerin taşeronluğuna teşne bir partiye dönüşmüştür. 
Seçimlerde bir parti az ya da çok oy alabilir. Türkiye gibi çok derin eşitsizliklerle malul bir ülkede hiçbir seçim sağlıklı değildir. Seçim mekanizmasının garipliği yalnızca hile ile de açıklanamaz; Türkiye'de seçim sandıklarda çevrilen numaralardan bağımsız olarak doğası gereği şaibelidir. Bu koşullarda oy oranları ve rakamları Türkiye hakkında yalnızca bir fikir verebilir. Ama bir parti seçimi aldığı oy nedeniyle kaybetmez.
Kemalistler bir partinin kaybetmesi ye da kazanmasını sandıktan çıkan kafa sayısı ile değerlendirmezler. Partinin ya da siyasal örgütlenmenin sisteme, yani emperyalizmin programına, faşizme karşı duruşuna bakarak değerlendirirler. “Rakamlar, yüzdeler, koltuk sayıları, meclis aritmetiği” bu yalın gerçeğin üzerini örtmeye, yığınlarda kafa karışıklığı yaratmaya yönelik oyundan başka bir şey değildir.
Bu gün emperyalizmin programının taşeronları, iktidar olabilmek için emperyalist merkezlerin icazetini alma yarışına giren düzen partileri halka  “Siyasetin seçimden ve dolayısıyla parlamentodan ibaret, iktidarın tek kaynağının kafa sayısı olduğu” kuyruklu yalanını her gün yineleyerek,  halkın kendi hakkına sahip çıkmasını, kendi iktidarına yürümesini, mevcut sisteme başkaldırmasını engelliyorlar.
Diğer taraftan, CHP den dışlanan, daha açık bir söylemle etkisiz, eylemsiz kılınan Kemalistlere, ulusalcılara, yurtseverlere AKP’nin yarattığı dinci faşist diktatörlüğe bir daha ki seçimlere kadar rıza göstermeleri gerektiğini söyleyerek “umutsuzluk” virüsünü yaygınlaştırıyorlar.
Bu “sandık siyasetinden” beslenen, emperyalizmin yedek gücü olmak dışında bir işlevi kalmamış anlayışı Kemalistler, ulusalcılar, yurtseverler olarak şiddetle reddediyoruz.
Bizler gerek 7 Haziran,  gerekse 1 Kasımda Saltanatın, Faşist diktatörlüğün sandık siyaseti ile yıkılamayacağını bir kez daha gördük.
Bizler “emperyalizmin sömürgeleştirme programına kafa tutmayan/tutamayan” kendi halkı dışında her güçten, emperyalizmin yıkım programının esas ortaklarından medet uman bu zavallı, bu akılsız siyaset tacirleri ile Tam bağımsızlığın, Kemalist Cumhuriyetin, Türk devriminin kazanımlarının korunamayacağını da gördük.
Yapmamız gereken eylem, çizmemiz gereken yol haritası açık ve net olarak ortadadır. Üstelik bu yol haritası yeni çizilmiş de değildir. 19 Mayıs 1919 da Mustafa Kemal Atatürk tarafından çizilmiştir.
Öncelikle şu gerçeğin altını çizelim.. Türkiye’de Kemalist, ulusalcı yurtsever güçler 1950'li yıllardan bu yana sahipsizdir. Başka bir söylemle bilinçli olarak sahipsiz bırakılmışlardır.
Yalnızca bu güçler değil Türkiye sahipsiz bırakılmıştır.
Öyleyse, Yalnızca AKP faşizmini değil, Emperyalizmin kanlı elini kıracak Kemalist, ulusalcı, yurtsever bir siyasi iradenin örgütlenmesi yaşamsal bir gerekliliktir.
Türkiye topraklarında bu iradenin alt yapısı, temeli vardır ve çoğunun söyleminin tersine aynı zamanda  güçlüdür.
Yalnızca AKP’yi geriletmeye değil, elden çıkan ülkemizi kazanmaya, Emperyalist haydutları bir kez daha Akdeniz in sularına gömmeye, kukla faşist diktatörlüğü yakmaya yürüyecek bir siyasi irade örgütlenmeden kurtuluş olanaksızdır… 04 Kasım 2015  Isparta
Mahmut ÖZYÜREK

a




1 Kasım 2015 Pazar

“ATATÜRK SEVİCİSİ” MASKELİ ATATÜRKÇÜLER


Bu yazıyı 8 Mayıs 2014 de yazıp yayınlamşız.. HAKLI ÇIKMAYI İSTEMEZDİM AMA ÜZÜLEREK HAKLI ÇIKTIK... BİR KEZ DAHA YİNELEYELİM.. “Tarihte tek bir diktatör yoktur ki seçimle gitsin. Evet, seçimle gelirler ama asla ve asla seçimle gitmezler.”


“ATATÜRK SEVİCİSİ” MASKELİ ATATÜRKÇÜLER

 “Vaziyeti muhakeme ederken ve tedbir düşünürken; acı olsa da, gerçeği görmekten bir an geri kalmamak lazımdır. Kendimizi ve birbirimizi aldatmak için lüzum ve mecburiyet yoktur.” K. Atatürk

          Atatürkçü Düşünce Derneğinin “ Kuruluş nedeni” Tüzükte şöyle bir girişle başlıyor. “ ..Atatürk; Sadece "bağımsızlığı tümüyle tehlikeye düşmüş Türk Ulusunu ve yurdunu emperyalist güçlerin işgalinden kurtaran bir büyük asker "değildir. O, bunun çok daha ötesinde, örneğin siyasal, kültürel ve ekonomik alanlar başta olmak üzere, her alanda bağımsızlığımızı yok edici ya da kısıtlayıcı olumsuz bağları koparan; Ulusal egemenliği gerçekleştirerek Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran,…”
Buradan da anlaşıldığına göre; Kemalizm, ilk önce ve her şeyden önce Emperyalizme karşı ve onunla savaşarak doğmuş, tam bağımsızlıkçı bir dünya görüşünün adıdır.
Eğer bu tanımla devam edersek, Atatürkçü Düşünce Derneği, Antiemperyalist bilinçle donatılmış, tam bağımsızlıkçı bir örgütlenmenin adıdır.
Araştırmacı yazarlarımızdan Sn. Metin Aydoğan Kemalizm’in Antiemperyalist bilincini şöyle açıklıyor. “Kemalizm’deki anti-emperyalist bilinç, sosyal içeriklidir ve yüksek düzeylidir. Irkçılıkla bezenmiş yabancı düşmanlığından uzaktır. Ülke savunmasıyla sınırlı değildir. Ulusçu ve toplumcu temeller üzerinde yükselir. Evrensel boyutludur. Anti-emperyalist eyleme ve bilimsel araştırmaya dayanır.”(s.717)
1990 lı yılların başında Sosyalist sistemin çöküşü, Kapitalist sistemin öncü gücü ABD ve Batılı Emperyalistlerin, dünya egemenliği önündeki en büyük engelin ortadan kalkması anlamına geliyordu. Bu nedenle, bu tarihten sonradır ki mazlum milletlerin bağımsızlıkçı mücadelelerine ve ideolojilerine karşı amansız bir saldırı başlatıldı. Emperyalizmin ideologlarına göre "Yeni Dünya Düzeni” ve “küreselleşme” olgusu “tarihin sonu” dur. Artık liberalizm, yani kapitalizm, evrensel bir sistem olarak sonsuza dek dünyanın kaderini belirleyecektir.
Bu yayılmacı propagandanın ülkemiz üzerindeki yıkıcı etkisi, dünyanın diğer mazlum milletlerden daha fazla oldu. Çünkü “tarihin sonu” gelmişse özünde antiemperyalizm demek olan, Kemalizm’in de sonu geldi demektir.
Bu propagandanın etkisi altında, Kemalizm’in içini boşaltmaya kalkışanlar yalnız numaralı cumhuriyetçiler olsaydı sorun belki daha kısa sürede çözümlenebilirdi.
ABD ya da AB ülkesi pasaportu taşıyan devşirme sömürge aydınları ve Türkiye Cumhuriyeti kimlikli yabancı ajanlar, deşifre edilmemiş masonlar, Maaşını “Büyük Locadan”, ya da Pensilvanya’dan alan, medyanın köşe başlarını tutmuş keskin kalemler, kendilerini Kemalist mücadeleye değil de, birtakım makamlar ya da etiketler elde etme hayaline kapılanlar, milyon dolarlarla gazetecilik yapanlar, Atatürkçülüğünü, arada bir anımsayan, emekli olduktan yapılacak bir “hobi” olarak görenler, “Atatürksüz bir Kemalizm” yaratarak Atatürkçü Düşünce Derneğinin içine çöreklendiler.
Bu işgüzar ekip, Antiemperyalizmden, devrimci, halkçı, devletçi özünden kopartılmış, Batıcı bir laikliği önceliğine koyan, 10 Kasımlarda, 29 Ekimlerde Anıtkabir’e koşan, Balolar, şenlikler, konserler düzenleyen, Anadolu’yu, sokakları, meydanları, değil, lüks salonları kendilerine çalışma alanı olarak belirleyen, Batı ile bütünleşmiş iktidarların keyfini kaçırmayacak eylemlerle yüz binlerin gazını alan bir örgüte dönüştürüldü Atatürkçülük ve Atatürkçü Düşünce Derneği.
Senaryo yazarları tarafından ciddiyetle kurgulanan, Sistemin, sınırları içerisine hapsedilmiş, sistem tarafından denetim altına alınmış, “yeni Kemalizm” adı verilen Atatürkçülük anlayışı Kemalizm’e son darbeyi vurma operasyonudur. Eğer kitlesel bir körlük ve akıl tutulmasına uğratılmış değilsek, operasyonun aktörlerini tanımak hiç de zor değildir.
Onlar; asla bir şeyler kaybetmeyi göze alamayan, çünkü kaybedecek şeylerinin çok olduğunu bilenlerdir. Oysa mücadele bir şeyleri kaybetmeyi göze almadan yapılamaz!
Onlar; Atatürkçülüğü, kermeslere ve Tatlısu mitinglerine, salonlarda balo ve kokteyllere hapsedenlerdir.
Onlar, Aşırı dinci olmayan herkesin kendisini ‘laik’ olarak tanımladığı bir ortamda, yalnızca “laikliğe sahip çıkıyor” diyerek, Türk düşmanı masonları, misyonerleri ve hatta bölücüleri bile “Atatürkçü” olarak kabul edenlerdir.
Onlar; Davayı bugün için sahiplenmiş görünerek, Kemalist felsefeyi hobi malzemesi olarak gören ve edilgenleştirenlerdir.
Atatürkçü Düşünce Derneğinden beklenen, Davaya inanmış ‘Kemalist’ militan yetiştiren bir okul olmasıdır. Atatürkçü Düşünce Derneği “ne olursan ol gel” diyen bir Mevlana dergâhı değildir ve olmamalıdır.
 Kemalizm, meşruiyetinin kaynağını Sistemin sınırları içinden değil, antiemperyalist, tam bağımsızlıkçı, halkçı, devrimci mücadelesinin haklılığından ve bu temelde kazanılan kitle desteğinden alır.
Kemalist mücadeleyi, ABD, AB nin dayatmaları sonucu ortaya çıkan, işbirlikçi iktidarların insafına, hoş görüsüne dayanarak sürdürmek , başlangıçta kimi sözde Atatürkçülerin ve elbette iktidar yandaşlarının övgüsünü alıyor olabilir. Bu övgülerin ardına gizlenilerek , mücadele verdiklerini sananların söz ve yazı düzeyinde, iddiaları her ne olursa olsun sonuçta karşı devrimin değirmenine su taşımaktan öteye bir işlevi olamaz.
Bu nedenle böylesi siyasal yaklaşımların parlatılmış elamanları, milyonların büyük özveriler göstererek elde ettikleri siyasal kazanımların heba edilmesine aracılık yapmak için üretilmişler ve sahneye sürülmüşlerdir.
Kemalizm, salt ülkeyi ve bağlı olarak dünyayı yorumlamakla yetinen bir dünya görüşü değil, bununla birlikte ve aynı zamanda ülkenin ve ulusun ters giden yazgısını değiştirmek üzere bilinçli, kararlı tutarlı, antiemperyalist, halkçı, devrimci bir mücadelenin yol haritasıdır.
Yalnızca kısır yorumlar üreterek, 29 Ekimlerde, 10 Kasımlarda Anıtkabir’e şikâyette bulunarak vatan kurtardığını sananlarla, “Atatürk seviciliği” dışında hiçbir “meziyeti” olmayanlarla, ne Kemalist mücadele verilir, ne de var olan mevziler korunabilir. Kavgaya girmekten, şeytan görmüş gibi kaçarak, kendileri sütre gerisinde kalmak koşuluyla birilerinin, kendileri adına “vatan savunması” yapmasını bekleyenler şimdi yeni bir tezgâhın peşindeler.
Geldiğimiz süreçte, toplumsal muhalefetin yükseldiği, Kemalist düşünceyi temel alan örgütlenmelerin etrafında kümelenmelerin arttığı gözlemlenebilir bir gerçekliktir. Toplumsal muhalefetin bu yükselişini ABD ve AB’nin kurnaz mimarları ve onların içimizdeki mason maskesi takmış organizatörlerinin dikkatlerini çekmediğini söylemek safdilliktir. Bu nedenle “muhalefet” adı altında, AKP karşıtlığı üzerinden, kökü dışarıda bir “Atatürkçü Parti” senaryosu uygulamaya konuldu.
AKP’yi alaşağı etmek için bazı platformlar oluşturulmakta, kapalı kapılar ardında “derin” pazarlıklar yapılmakta, sonuçları önceden programlanmış anketler yaptırılmaktadır. Bu pazarlıklı anketlere göre Türk halkının %65’i yeni bir parti kurulmasını istiyormuş. Hatta AKP’ye Oy verenlerin %30 dan fazlası bu yeni kurulacak partiye oy verecekmiş! Sözün özü Türk halkı bir kez daha “Atatürk le aldatılıyor.”
Biz bu filmi bir değil birkaç kez seyrettik. Atatürkçü Düşünceye gönül vermiş Toplumsal muhalefet, ne zamanki yükselişe geçti, önce birileri “Türk Halkı yeni bir partiden yana” söylemini dillendirmeye başlar. Arkası çorap söküğü gibi gelir. Atatürkçülerin en aktif, en militan unsurları yeni kurulan partiye kaydırılır. Bu parti ile birlikte orada görev alan unsurlarda eritilir, yok edilir.
Yeni “Merkez Parti” düşüncesi bir kez daha “temelsiz çatı” inşa etme meraklısı, AB-D imalatı “yeni Kemalizm” ideologları ve onların dümen suyundan giden bilcümle akademisyenler, entelektüeller, sol liberaller tarafından tedavüle sürülmüştür. Ve bir kez daha kitlesel düzeyde bir körlük ve akıl tutulması dönemi yaratılmak istenmektedir.
Sisteme muhalifmiş gibi görünenlerce yükseltilen, kafa karıştırıcı, ortamı bulanıklaştıran bu senaryo , Kemalist mevzide mücadele veren geniş katmanların, AKP nin iktidardan uzaklaştırılmasına “fit” olup, Kemalizm’in temel değerlerinin ve toplumsal muhalefetin bir kez daha güç ve enerji yitimine, yenilgisine neden olacaktır.
Günümüz koşullarında stratejilerini yalnızca AKP’nin alaşağı edilmesi ile sınırlandıranlar tarihsel bir yanılgı ile karşı karşıyadırlar.
AKP Emperyalizmin Türkiye üzerindeki emellerinin eksiksiz gerçekleşmesi yolunda önemli bir araçtır. AKP nin yedeği ve yedekleri yıllar öncesinden hazırlandı. Değişikliğin ne zaman ve nasıl olacağına karar verenlerin elleri “düğmenin” üzerinde hazır bekliyorlar.
Ülkenin ve ulusun parmak hesabıyla kurtarılabileceğini, demokratik  yöntemler kullanılarak bir şeylerin geri çevirebileceğini, düzelebileceğini sananlar ya gerçekten saf, ya da birileri tarafından aldatılıyorlar.   İktidara seçimle(sandıkla) gelen diktatörler çok görülmüştür. Bazen darbe ile gelenlerde olmuştur. Ama yeryüzünde hiçbir diktatör seçimle iktidardan gitmemiştir. Diktatörler,  ya devrimle ya ihtilalla ya suikastla devrilmişler, ya da ülkeyi yabancı düşmana teslim ederek apar topar ülkesini pazarladığı bir ülkeye sığınırlar.
Diğer yandan, günümüzde iktidar yâda muhalefette olan sistemin sınırları içinde varlığını sürdüren siyasal partilerin programları arasındaki farklıklar azalmış hatta kalmamıştır. Hangisine neden sağ ya da hangisine neden sol parti vb. dendiğinin de giderek hiçbir kıymeti harbiyesi kalmamıştır. Bu nedenle var olan siyasal partilerin hükümet etmede yer değiştirmeleri, sonuçta hiçbir köklü değişime yol açmayacaktır.
Mustafa Kemal Atatürk’ün yolundan giderek, en geniş “antiemperyalist cepheyi “ inşa etmek yerine, kendi siyasal kimliklerini sürdürecek, güvenli bir şemsiye arayanlar, ulusal bağımsızlık mücadelesine hep kendi çıkarları açısından yaklaşanlar, bizleri bir kez daha “Atatürk le aldatmanın” hesabı içindedirler.
Bu nedenle bu küresel çetenin tezgâhlayarak sahneye sürdüğü bu oyunu bozmak, gerçek olguları, akıl ve bilimin, Kemalist felsefenin yol göstericiliğinde çözümleyerek, bağımsızlığa giden yolu ışıklı kılmak tarihsel görev ve sorumluluğumuzdur.
Bu sorumluluğun yerine getirilmesi sırasında kimi bedellerde ödenecektir. Bedel ödemeyi göze alamayanların, sahibine tapınanların davaya yarar değil, zarar getireceklerinin de bilincinde olmalıyız. Çünkü “Sahibi olanlar, bu DAVA’ ya hizmet edemezler...” Güncelleme: 08.05.2014 - Isparta


Mahmut ÖZYÜREK

31 Ekim 2015 Cumartesi

İNSANLIĞIN SERİ KATİLİ ABD'DEN ÖDÜLLÜ BİR SOROS BESLEMESİ



İNSANLIĞIN SERİ KATİLİ ABD'DEN ÖDÜLLÜ BİR SOROS BESLEMESİ
F Tipi’nin onlarca hayatı karartan tertiplerinde görev alan gazete ve televizyonların sahibi olan İpek Holding’e yönelik operasyonlara, bazı kesimler “basına müdahale” gerekçesiyle tepki gösterdi
Ergenekon, Balyoz, Odatv, Şike davası başta olmak üzere AKP-FETÖ işbirliği tarafından düzenlenen operasyon ve tertiplerde AKP’nin en ateşli savunuculuğun yapan bu gruba yönelik operasyona en büyük tepkiyi de “muhalif” siyasetçi ve yazarlar gösterdi.
Bunlardan birisi de CHP Milletvekili Şafak Paveydi. Pavey: " Fikirler cebren ve hile ile susturulamaz. Yani şuanda 'stanilist' bir hükümetin davranış biçimine şahit oluyoruz" dedi.
Varsayılım ki Stalin dönemi diktatörlüktü. Ama tarihin çok gerilerinde kaldı. Şimdi Dünya egemenliğini eline geçirmek için, başta Ortadoğu ülkeleri olmak üzere Dünyayı kan gölü değil, kan denizine çeviren “emperyalist” diktatörlüğü aklamaya çalışan Şafak PAVEY Kimdir?
Ayşe Önal'ın kızıdır. Londra Westminster Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nü bitirdikten sonra yüksek lisansını London School of Economics'de tamamlamıştır. Türkçe, İngilizce, Almanca, Fransızca, İtalyanca ve giriş seviyesinde Arapça, Farsça bilmektedir. Uluslararası işaret diliyle de konuşabilmektedir
Şafak PAVEY  bir Soros -TESEV prodüksiyonudur.
Şafak Pavey : Emperyalizmin  ülke ve ulusları parçalayarak diktası altına almak amaçlı Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP’un)  arazide çalışan memurlarından biridir.
Şafak Pavey : insanlığın seri katili abd'den ödüllü bir Soros beslemesidir.
Şafak Pavey, Kemal Derviş’ten boşalan BM’e ait CHP’deki milletvekilliği kadrosuna atanmıştır  
 Mahmut ÖZYÜREK
***
Ulusal Kanal Genel Müdürü Turhan Özlü, Kaynak Yayınları'ndan Şubat 2015'te çıkan "Y-CHP" kitabının bir bölümünde yer verdiği Pavey'i şöyle tanımlıyor:

MECLİS'E TÜRBANLI VEKİL İÇİN CHP SÖZCÜSÜ
……
İlan edildiği gibi 31 Ekim günü 4 AKP’li milletvekili Meclis’e türbanla geldiler.
CHP yönetimi, Grup toplantısında benimsediği “direnmeme” kararını uyguladı. Kılıçdaroğlu Meclis’e bile gelmedi. Grup Başkan Vekili Muharrem İnce’nin “Benim bacım da türbanlı” diye yüksek perdeden konuşmasını AKP’li vekiller alaylı bir gülümsemeyle dinlediler. Çünkü sonucu biliyorlardı. Şafak Pavey’in konuşmacı olarak belirlenmesi bile CHP’nin tavrını anlamaya yeterlidir.

Pavey Meclis kürsüsünden şöyle seslendi:

“Türbanlı kadın vekillerden beklentim büyük. Artık türbanı bir insan hakları ihlalinden, bir insan hakları kazanımına dönüştürmek onların sorumluluğundadır.”

Dahası da var. Pavey, “Kadın polislerin” türban takmasına onay veren sözler söyledi: “Ben polisin başındaki türbandan değil bana -uyguladığı- şiddetten korkuyorum” dedi. Türban konusundaki “hassasiyetin”, Ruhban Okulu, azınlık okulları ve cemevleri için de gösterilmesini istedi. Konuşma AKP sıralarından da alkış aldı.

Pavey’in ardından kürsüye gelen AKP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Arınç, CHP, MHP ve BDP’ye teşekkür etti. Ertesi günü Tayyip Erdoğan da diğer partilerle birlikte CHP’ye teşekkür etti:

“Çok önemli bir birliktelik ve dayanışma vardır. Destek verenlere çok teşekkür ediyorum.”

Kılıçdaroğlu, Cumhuriyet tarihinde ilk kez Meclis’e türbanla girilmesini “Bugün çok mutluyum” sözleriyle anlatıyordu. Meclis’te konuşan milletvekillerine; ama özellikle Şafak Pavey’e teşekkür etti. “Tarih yazdık, çok önemli bir gerçeği Türkiye’nin gündeminden çıkardık” diyordu.

CHP yönetimi mutluluktan uçmaktadır. Grup Başkan Vekili Akif Hamzaçebi’nin şu sözleri; Şafak Pavey’in Meclis konuşmasıyla aynı kalemden çıkmış gibidir:

“Kadın milletvekillerimizin başörtülü olarak Genel Kurul’a girmeleri bir özgürlük meselesidir. Farklı yaklaşımlar yanlıştır. Sorun geride kalmıştır. Bu, demokrasi adına çok büyük bir kazanımdır.”

İNSANLIĞIN SERİ KATİLİ ABD'DEN ÖDÜL ALDI

ABD Dışişleri Bakanlığı, 2012 "Uluslararası cesur kadınlar ödülü"nü CHP milletvekili Şafak Pavey’e verdi.

Pavey ödülünü, 8 Mart 2012 tarihinde ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton ve Obama’nın eşi Michelle Obama’nın ellerinden aldı.

Batıcı medya günlerce olaya büyük yer verdi. Pavey yıldızlaştırıldı. Ödül, “tüm dünyada savunmasız topluluklar, mülteciler ve engellilerin hakları için yaptığı çalışmalar” için verilmişti. Pavey’in bu alanda hangi çalışmalar yaptığı bilinmiyor.

Şafak Pavey tabi soramazdı! Ama bir tek CHP’li çıkıp da “Irak’ta, Afganistan’da, Libya ve Suriye’de ABD bombalarıyla sakat kalan kaç engelli var” diye sormadı.

Binlerce Müslüman kadına ABD askerleri ve müttefikleri tarafından tecavüz edildi. ABD işgali yıllarında Irak’ta Ebu Garip hapishanesindeki kadınlar dışarıya “biz artık kirletildik, yaşayamayız” diye haber gönderdiler. Hapishanenin vurulmasını istediler.

Iraklı direnişçiler hapishaneyi gören bir yerde cenaze namazı kılıp füzeleri fırlattılar.

Şafak Pavey ve Y-CHP yönetimi o kadınların çığlıklarını duymadığı gibi, insanlığın seri katilinden insan hakları ödülü aldılar.

Pavey ailece ABD ödüllü. 16 yıl öncede annesi Ayşe Önal’a Clinton, cesaret ödülü vermişti. ABD Büyükelçisi Ricciardone bu bilgiyi, Pavey’in onuruna düzenlediği resepsiyonda verdi.

Elçilikte düzenlenen davette Kılıçdaroğlu’yla birlikte Gürsel Tekin de yer aldı. BDP milletvekilleri Hasip Kaplan ve Sırrı Sakık da Ricciardone'nin davetlileri arasındaydı.


İNGİLTERE'DEN LAİKLİKLİK ÖDÜLÜ

Pavey’e, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Ödülü”nden sonra bir ödül de İngiltere’den geldi. 2014 Mart ayı sonunda verilen “yılın laik kişisi” ödülü, türban konusunda gösterdiği cansiperane çabayla ilgilidir! Pavey, ödülü İngiltere’nin “Gölge Dışişleri Bakanı” Kerry McCarthy’nin elinden aldı.

Kılıçdaroğlu'nun Ricciardone ile Büyükelçilik rezidansında buluşmasında yanındaki iki isim dikkat çekicidir: Sezgin Tanrıkulu ve Şafak Pavey; her ikisi de ABD devletinin ödüle layık gördüğü kişilerdir.

ulusalkanal.com.tr