1 Nisan 2015 Çarşamba

Yeşil-Turuncu-Oynak (YTO-CHP) Kılıçdaroğlu Partisi / Mustafa YILDIRIM





Gelecekte açılacak “CHP darbecileri” davasına belge olsun diye bir kez daha yayınlıyorum:
Askeri cunta ve Özal hükümetlerinin baskıcı döneminden bunalan pek çok kişi, özgürlük ortamının genişlemesiyle somut çalışmalar için derneklere-vakıflara katıldılar; “STK” denilerek örtülen kuruluşların “project democracy” operasyonunun bir parçası olduğunu görünce de ayrılmak istediler.

Saim Sanlı da iyi niyetle TESEV kurucusu olmuştu; ancak daha sonra ayrılmak için bir dilekçe gönderdi:
“TESEV’in giderek artan bir biçimde, ulusal birlik ve bütünlüğümüzü ayrıştırıcı, başta Cumhuriyetimiz olmak üzere birçok ortak değerimizi aşındırıcı mahiyetteki rapor ve çalışmaların adeta odağı haline geldiğini –bilerek veya bilmeyerek- ülkemizin ihtiyaç ve çıkarlarıyla giderek ters düştüğünü ve amacından uzaklaştığını üzülerek müşahede ettim.Üyesi olduğum TESEV’den istifa ederek ayrılmaya karar vermiş bulunuyorum.
İstifamın gereğinin yapılmasını rica ederim.”
Saim Sanlı’nın ayrılma isteği kabul edilmedi. TESEV’den ayrılma dilekçesi gazetelerde manşete çıktı. Devlet Eski Bakanı Ufuk Söylemez, köşe yazısında bu dilekçeye yer verdi; “deşifre olan kimi niyetler ve ilişkilerin onların ‘tarafsız-masum-bilimsel-çağdaş bir sivil toplum örgütü’ gibi görülmesine mani olduğunu” belirttiği TESEV’in “ciddi bir özeleştiri”yapmasını ya da çalışmalarını durdurmasını istedi.
2006’daki bu olaydan altı yıl sonra, TESEV kurucusu CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, örgütten ayrılmama nedeni sorulduğunda, TESEV’de “iyi aydınlar da var" demekle yetindi(Sivil Örümceğin Ağında, 26. Basım, s. 320)
Kılıçdaroğlu ve darbeci ekibinin CHP yönetimine parti dışından CHP programıyla, tarihiyle ilgisiz adam alınmasını eleştirenler! Konu o kişilerin siyasal inançları değildir!
Kılıçdaroğlu ve turuncu darbeci adamları CHP yönetiminde federasyonlaşan Türkiye’ye uygun etnik temsilciler alıyorlar! CHP yönetimi de ülkenin parçalanmasına uyduruluyor!
Örneğin Bekaroğlu, siyasal gücü nedeniyle mi alınıyor? Adamın Rize’deki oyları %1’i bulmuyor. Canı sıkılanlar Bekaroğlu’nun Laz milliyetçiliği girişimlerini anımsamalıdırlar.
Faruk Loğoğlu, Türkiye’nin federasyonlaşmasını (Etnik devletlere bölünmesini) isterken siyasal akıl mı yürütüyordu, yoksa Adigeleri mi temsil ediyor?
Tanrı’nın Kulu Sezgin, CHP’de Kürtleri, Hüseyin Aygün, Dersim özerk milliyetçilerini temsil etmiyorlar mı?
A. Davutoğlu’nun tez hocası, TESEV’in has elemanı Toprak Binnaz, yıllarca federasyonlaşmanın İslamcı alt yapısının kurulmasına yardım etmedi mi?
CHP’de İslamcı cemaatlerin (Yalnız Nurcular değil, şeyh-şıh örgütlerinin tümünün) temsilcileri yönetime alınmıyor mu?
Cin adam, oradan oraya uçan, kurnaz Kılıçdaroğlu, “İslamla uzlaştık, Kürtlerle de uzlaşıyoruz” derken kulağınızı tıkadıysanız
Siz, ulusal birlikçilik-Atatürkçülük- İslam devletçiliğine karşılık- halkçılık- çağdaşlık üstünde söz yarıştıra durun; atı alan, kılıcı kuşanan 2. Tayyip, Yeşil-Turuncu-Oynak CHP’yi kurdu bile!
CHP’de milletvekili olup da bu gelişmelere sessiz kalan, ya da mezhepçilik şımarıklığıyla partili arkadaşlarına hakaret eden milletin sözde vekilleri, suspus oturan kadınlı-erkekli sözde Kuvayı Milliyetçi CHP vekilleri şurası kesindir ki, yalnızca iktidar sahipleri değil, sizler de Türkiye’nin parçalanmasından sorumlu tutulacaksınız!
Ya siz, emirle parmak kaldıran, tüm bu gelişmeleri alkışlamak için sıraya giren atanmış parti delegeleri, siz de ayrı tutulmayacaksınız! Delege listeleri tarihin dosyasına çoktan girdi.
Seçim sandığı şantajıyla bu gelişmelere sessiz kalan, boyun eğen CHP üyeleri! Siz kendinizi sorumsuz mu sanıyorsunuz?
Davada herkese yer var! Hiç kuşkunuz olmasın!
Not: Çocukları zorla İmam Hatip okullarına sokularak Arapçaya-Arap kültürüne mahkûm edilen aileler çaresizce isyandalar! Kılıçdaroğlu sessiz, partisini, üyelerini harekete geçirip neden bu Cumhuriyet yıkıcılığını önlemeye çalışmıyor? Böyle sorunca “mezhep düşmanlığı” yapıyormuşuz! Haydi oradan utanmaz! CHP’nin mihenk taşı ne zamandır din ya da mezhep oldu?

Mustafa YILDIRIM, 3 Eylül 2014

31 MART: ÖZGÜRLÜK VE BAĞIMSIZLIK DÜŞMANLIĞI! - Prof. Dr. Özer OZANKAYA



31 Mart 1909'da baskıcı Abdülhamit yönetimi, II. Meşrutiyet yönetiminin amaçladığı 'anayasaya bağlı, özgürlükçü yönetim düzeni'ni, "dine aykırılık" yalanıyla yıkmak amacıyla kanlı bir gerici ayaklanma girişiminde bulunmuş, Mustafa Kemal'in hazırlayıp Kurmay Başkanı olduğu Hareket Ordusu tarafından bastırılmıştı..
31 Mart – 1 Nisan 1921 ise, Türk ulusunun bu çağdışı Osmanlı yönetimi yüzünden ters dönmüş olan yazgısının yenilgiye uğratıldığı gün olarak, bağımsızlık savaşının zaferle sonuçlanması yolunu açan İkinci İnönü Zaferi’nin yıldönümüdür.
Özgürlükçü düzene düşman ve sömürgecilerin işbirlikçisi gerici güçler, kendilerini hem 1909’un, hem de 1921’in 31 Martında yenilgiye uğratan Mustafa Kemal’e ve çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’ne o günden beri el ele vermiş, dinmeyen bir kin kusmaktadırlar.
Bu kinledir ki, ulusal bağımsızlık ve özgürlüğümüzün güvencesi olan “Eğitim Birliği Düzeni”ni yerle bir etmeyi amaçlayan 4+4+4 yasasını, gericilik ve baskıcılığın simgesi olan 31 Mart’ın ayaklanmasının yıldönümüne rastlattılar!
Ama bununla, aynı zamanda Kurtuluş Savaşından beri işbirliği ettikleri sömürgeci Batı’nın II. İnönü Savaşında uğradığı büyük yenilginin hıncını da kusmuş oluyorlardı!
Çünkü bağımsızlık ve özgürlük mücadelemizin başlıca olaylarını yıldönümlerinde anmamızın, bellek ve bilinçlerde canlı tutmamızın, ulusumuzu güçlü tutmak için zorunlu olduğunu çok iyi bilmekte, BOP eşbaşkanı olarak bu günlerin anılmasını önlemeğe çalışmakta, ya da gericilik ve baskıcılığı simgeleyen olayları aynı günlerle çakıştırmaktadırlar. Böylece Türk ulusunu belleksiz ve bilinçsiz bir yığına indirgemek, birlik bilinç ve dayanışmasını köreltmek istemektedirler.
Türk ulusunun özgürlük, ulusal bağımsızlık, birlik ve yurt bütünlüğümüze karşıt, yıkıcı eylemlere izin vermeyeceği inancıyla, 31 Mart 1909 ve 31 Mart/1 Nisan 1921’in kurtarıcı önderi Mustafa Kemal Atatürk’ü ve en yüksek rütbe ve mevkiden en küçük rütbe ve mevkiye dek onunla birlikte çalışan tüm özgürlükçü ve bağımsızlıkçı arkadaşlarını saygıyla, gönül borcu ve sevgiyle anıyoruz.

26 Mart 2015 Perşembe

ZORUNLU DİN DERSİ VE “SÜNNİ”LER (*)




Ali TARTANOĞLU
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Türkiye’den bir Alevi yurttaş’ın talebi üzerine, 12 Eylül kalıntısı zorunlu din dersi uygulamasının, insan hakları ve özgürlüklere aykırı bularak kaldırılmasına karar vermişti.
Son derece sahtekar bir demokratlıkla ” 12 Eylül’ü yargılayıp, zorunlu din dersinin, bir 12 Eylül faşistliği olduğunu görmezden gelen iktidar yetkilileri, “Matematik, fizik zorunlu oluyor da din dersi niye zorunlu olmasın…” gibi kendilerine yakışır akılcılıkta(!) cevaplar yetiştirdiler. Sonra da AİHM’e “isterlerse Alevilere de Alevilik öğretiriz” mealinde pek akilane(!) tezlerle itiraz ettiler. Ama reddedildiler.
Aynı iktidarın 2006’da yayınladığı Nüfus Hizmetlerinin Uygulanmasına Dair Yönetmelikte (m. 82) “Aile kütüklerindeki din bilgisine ilişkin talepler, kişinin yazılı beyanına uygun olarak tescil edilir, değiştirilir, boş bırakılır veya silinir” hükmü var. Pek çok yurttaş bu hakkı kullandı. Kaytarmadan araştırılsa, nüfus müdürlüklerine başvurarak kimliklerindeki “dini” bölümünü sildiren, boş bırakan, değiştiren vatandaşların sayısı hakkında, “yüzde doksan dokuzu Müslüman, yüzde 70’i muhafazakar” sakızını çürütecek şaşırtıcı bir sonuç ortaya çıkabilir. Böyle bir ülkede böyle bir uygulamaya cesaret edebilen şeriatçı bir iktidarın, din dersinin tercihe bağlı olmasına bu kadar karşı olması tuhaf.
Ama zorunlu din dersine veya zorunlu din dersinde ısrara karşı çıkanların da konuyu sadece Sünni-Müslüman olmayanlar ve genellikle Aleviler üzerinden tartışması daha da tuhaf.
Bu ülkede kanunların mülkiliği ilkesi geçerli: Usulüne uygun olarak parlamentodan çıkıp yürürlüğe giren bütün yasaların ülke sınırları içindeki herkese eşit olarak uygulanması gerek. Ama “din dersleri Sünniler için olabilir; Aleviler veya Müslüman olmayanlar için mecburi olmasın” gibi bir hava var.
İktidar dahil şeriatçıların zorunlu din dersi inadını izah etmek mümkün. Ama zorunlu din dersine karşı olanların hassasiyetinin sadece Alevilerle, Hıristiyanlarla, Musevilerle vb. ilgili olması o kadar kolay izah edilemiyor ve anlaşılmıyor.
Bir Sünni Müslüman da “ben din dersi okumak istemiyorum” diyemez mi? Özgürlük, demokrasi, Sünnilere lazım değil mi? Sen hakkı eşit olarak ver, istemeyen kullanmasın.
Devleti yönettiklerini sananların sadece Alevileri, hele Müslüman olmayanları değil, Sünniler dahil hiç kimseyi, cennetlik Sünni Müslüman yapmak gibi bir görevi, yetkisi yok.
Din dersi hiç kimse için zorunlu olmamalıdır. Nasıl imam hatip okumanın bir hak ve özgürlük olduğu söyleniyorsa, Sünni Müslüman’ın dahi hiç din dersi okumamasının, hatta dinsiz olmasının da aynı saygıya layık bir hak ve özgürlük olduğu kabul edilmelidir. Mahalle baskısı zaten var; kanun metninde bari bu hak olmalıdır.
İnsanlık için iyi, güzel olduğu kafalara dan dan vurulan demokrasinin, özgürlüklerin, sadece mağdur oldukları “Allah’ın emri” sayılan gruplara layık görülme saplantısından artık vazgeçilmelidir. Bu da çok yaralayıcı, ilkel, hatta “vahşi” bir ayrımcılıktır. Demokrasi, özgürlük, ne Amerika’nın Ortadoğu’da yapmak istediği gibi döve döve, insanları birbirine kırdıra kırdıra getirilir; ne de böyle ayrımcılık mantığıyla tartışılır.   
AİHM kesin bir kural koyuyor: Din dersi hiç kimse için zorunlu olamaz!..
Uygarlığa, demokrasiye, özgürlüğe “sadece şunlar layıktır, gerisi önemli değil” diyecekseniz, “Medeniyetler Çatışması” ukalası, kendini beğenmiş Huntington’tan farkınız yok demektir.



* Cumhuriyet, 25 Mart 2015 Çarşamba, s. 18.

“Yeni Türkiye”(!)…




Taşların bağlı, itlerin serbest olduğu yeni Türkiye;
Hakaret etmek için sözcük bulamadığım, necasetin bile kabullenmediği bir varlığın Atatürkçülereİt sürüsü” dediği;
Dolmabahçe Sarayı’nda iktidar ve PKK’nın TBMM’deki siyasi uzantılarının ağız birliği edip; bebek katili, elli bine yakın insanımızın ölüm fermanını veren, vatan hainliğinden hüküm giymiş Öcalan’ın “10 Maddelik Şartnamesi”ni açıkladığı;
On altı Türk adasının Yunanlılar tarafından işgal edildiği ve iktidarın ses çıkarmayıp razı geldiği;
Türk bayrağının bazı askeri tesislerde dahi gönderden indirildiği ve askerin bu utanç verici olayı seyretmeye mecbur bırakıldığı Yeni Türkiye!
Süleyman Şah Saygı Karakolu’nda Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, Cumhuriyet tarihinde ilk defa toprak kaybettiği;
PKK’nın meşrulaştırıldığı, Öcalan’ın “baş danışman ve adam” kabul edildiği;
Ne idüğü belirsiz  HDP’li,  varlıkların ve tabii ki Öcalan’ın devleti tehdit ettiği;
PKK’nın vali, kaymakam atadığı, askerlik şubesi açtığı, kolluk kuvvetleri kurduğu, vergi topladığı;
PKK’nın silahlandığı, askerin kışlaya hapsedildiği;
Jandarmanın İç işleri Bakanlığı’na devredilip, valilerin (!) emrine verildiği Yeni Türkiye;
PKK’nın meşrulaştırıldığının Genel Kurmay tarafından dahi itiraf edildiği;
Misak-ı Milli sınırları içinde yabancı askerlerin konuşlandığı, CIA, MOSSAD, MI6, BND vs. ajanların Türk vatanını, yol geçen hanına çevirdiği;
CFR’nin göbek bağını kestiği partinin küresel çetelerin talimatları çerçevesinde bölünmüş, eyalet sistemini öne çıkardığı Yeni Türkiye!
PKK’nın üniversitelerde hükümran olduğu, üç renkli paçavralarla, Öcalan’ın posterleriyle gösteri yaptığı, rektörlerin “Eyvallah” dediği;
Etnik kökenlere göre siyasi partilerin kurulduğu;
Ana düşmanın ve onun işbirlikçi uşaklarının unutulduğu ve siyasi parti sempatizanlarının diğer partileri hedef olarak gösterdiği;
Üzerinde Atatürk fotoğrafları olan kahve fincanlarını paylaşmanın Atatürkçülük sanıldığı;
 Çağdaş olmanın Batı’yı “maymun gibi” taklit etmeyle eş tutulduğu;
HDP’yi desteklemenin “Yetmez ama EVET”çiler tarafından solculuk sanıldığı, ana düşman ve işbirlikçilerinin desteklendiği Yeni Türkiye!
Ve mütarekeci, yandaş yazılı ve görsel basında Ahmet Davutoğlu imzalı “Yeni Türkiye” ilanları yayımlanmaktadır.
Bu ilanda kardeşlikten, milli birlik ve beraberlikten, milliyetçilikten bahsedilmektedir.
İşin tuhaf tarafı Atatürk’ü hiç anlamayanların bu ilanda Mustafa Kemal’in adını da kullanmalarıdır.
Kemalizm Türkiye’nin sorunlarının çözümü değil, sebebidir. Türkleri ve Kürtleri bir arada tutan inanç birli­ğinden uzaklaştırıp, etnik düşmanlığa getiren Kemalizm, Türkiye’yi kendi halkları ile sonu gelmeyen çatışmalara getirdi, komşu ülkelerle çözümü olmayan gerginliklere sebep oldu. Bu etnik parçalanmanın önüne geçmenin tek yolu Kemalizm’in düsturu olan “etnik milliyetçilik”ten vaz geçip tam tersini uygulamaktır.” Ahmet Davutoğlu
“Yeni Türkiye” ilanlarında Mustafa Kemal’in adını kullanmak gibi bir yanlışın içine düşen Davutoğlu; küreselleşmeye yaptığı,   hizmetlerden ötürü “Küresel Düşün Adamları” listesinin yedinci sırasında yer almaktadır.
Ve Davutoğlu Mustafa Kemal’i ve Kemalizm’i Türkiye’deki sorunların sebebi olarak görmektedir.
Mustafa Kemal’i anlamaktan yoksun, sapkın hayallerin peşinde koşanların Mustafa Kemal’in adını ağızlarına almaya hakkı yoktur. “Yeni Osmanlı Projesi”nin baş borazancısının; yalnız Türk milletinin değil, tüm ezilen ulusların önderi Atatürk’ün adını kullanmalarına sessiz kalmak, kabullenmek mümkün değildir.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, emperyalist güçlerin kafasına vurulan yumrukla kurulmuş tam bağımsız bir devlettir.
Ve Cumhuriyet’in önsözü elbette Çanakkale Deniz ve Kara Zaferlerinde yazılmıştır. Yazılan önsözün altında 34 yaşında genç bir yarbayın; Yarbay Mustafa Kemal’in ve Türk milletinin imzası vardır.
Ve bu imza sabit kalemle atılmıştır, silinmesi mümkün değildir. Çanakkale hurafelerin değil, müthiş bir askeri dehanın ve Türk askeriniz zaferidir.

Bağımsızlık Savaşı; bir baş kaldırış, bir ihtilaldir. Ve Cumhuriyet’in temeli bu ihtilalle atılmış, Lozan’la ise yeni kurulan devletin Anayasa’sı yazılmıştır.
1924 ANAYASASI:
BİRİNCİ BÖLÜM

Esas Hükümler
Madde 1- Türkiye Devleti Bir Cumhuriyettir.
Madde 2- Türkiye Devleti Cumhuriyetçi, Milliyetçi, Halkçı, Devletçi Laik ve Devrimcidir. Devlet dili Türkçedir. Başkent Ankara’dır. (**)
Madde 3- Egemenlik kayıtsız şartsız Milletindir.
Madde 4- Türk milletini ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi temsil eder ve Millet adına egemenlik hakkını yalnız o kullanır.
 88. maddesinde, "Türkiye'de din ve ırk ayırt edilmeksizin vatandaşlık bakımından herkese 'Türk' denir" yazılıdır.
Görüldüğü gibi 1924 Anayasa’sı milli ve devrimci bir anayasadır.  Milletin egemenliği esas ve şarttır.
Osmanlı artıklarının propagandasını yaptığı ve Öcalan’la mutabakata vardığı anayasa ise “Milliyetler Anayasası”dır. Yalnız Öcalan değil, “Dünya Hükümeti” de iktidar koltuğuna oturttuğu partiden bunu istemektedir.
Bir ulusun kaderini değiştiren,, emperyalistlerin planlarını ters yüz eden ve bu nedenle “En Büyük Düşman”  ilan edilen  tam bağımsızlıkçı, millici ve devrimci Mustafa Kemal’in adını sapkın hayallerine ortak etmeleri asla af edilemez.
Mustafa Kemal anti-emperyalistir ve Türk milliyetçisidir.
Milleti millet yapan düşünce gücünün temelini milliyetçilik teşkil etmektedir. Milliyetçilik, millî benlik, millî birlik, millî ahlâk, millî ekonomi, uygarlık ahlâkı, millî duygu ve insanî duygunun birleşmesinden meydana gelmiştir.”  Reisicumhur Mustafa Kemal -1924
Etnik kökenleri kaşıyarak, Türk milletini bir etnisiteye indirenler, “milleti millet yapan düşünce gücünün temelinin milliyetçilik”  anlamaktan elbette çok uzaktırlar.
Ben Türk milliyetçiliğini ayaklarımın altına aldım.”  söyleminin devamı ve Kemalist Milli Devrim’i anlamaya gücü yetmeyenler bölünmüş Türkiye hayallerine Mustafa Kemal’i alet edemezler.
Mustafa Kemal devrimcidir, tam istiklalcidir. Milletin egemenliğine saygı göstermiştir.
Mustafa Kemal’in devrimci ve anti-emperyalist duruşu, küresel çetelerin planlarını işlevsiz kılmıştır.
Yeni Türkiye sapkınlığı ise Osmanlı artıklarının uyguladığı “Büyük Abi”nin planıdır.
Demokrasi adına bir virüs beyinlerine enjekte edilmiştir. Değiştirmeyi umdukları Anayasa’da hedef ilk üç madde ve Anayasa’dan çıkarılması küresel çeteler ve Öcalan tarafından şart koşulan Türk vatandaşlığıdır.
Bunların hiç biri Atatürk’ün kitabında yazılmamıştır. Atatürk bölücü değil birleştiricidir. Bu nedenle; “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına TÜRK MİLLETİ denir.” demiştir.

Cemaatle, küresel çetelerle bir olup Türk ordusuna kumpas kuranların ebedi ve onursal Başkomutan Gazi Mareşal Mustafa Kemal Atatürk’ü reklam malzemesi yapması kabul edilemez.  Bu isyan edilmesi gereken bir durumdur.

Her fırsatta Atatürk’e ve Cumhuriyet’in kurucu önderine hakaret etmeyi  görev bilenlerin ve hatta O’na “AYYAŞ” diyenlerin mensup olduğu partinin, büyük önderin adını kullanması bir gaflet örneğidir.
Cumhuriyet’i dönüştürme hevesinde olanların bayrak, milliyetçilik ve Mustafa Kemal’in adını kullanmaları sadece bir aldatmacadır.
Üstelik bayrak, Türk milliyetçiliği ve Mustafa Kemal, Türk milletinin milli değerleridir ve kutsalıdır. Asla   reklam malzemesi yapılamaz. Sapkınlıktır, aymazlıktır.

Tek bir Türk Devleti vardır. O devlet Mustafa Kemal’in önderliğinde kanla, canla, irfanla ve devrimle kurulmuş ve kuruluşu 29/Ekim/1923’de saat 20.30’da 101 pare top atışıyla tüm dünyaya ilan edilmiştir.

O devletin adı da sonsuza dek varlığını sürdürecek olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dir.

“Ülkenin ve milletin istiklali tehlikededir. Ülkenin ve milletin istiklalini, gene  milletin azim ve kararı kurtaracaktır.” Amasya Bildirgesi-22/Haziran/1919

Karar yüce Türk milletindir.


Figen ÖZEN
25/03/2015