24 Ocak 2015 Cumartesi

İsparta Uğur Mumcu Anma Konferansı Yansıları


Isparta Uğur Mumcu Anma Konferansı Yansıları

Dostlar,
Bu gün, 24 Ocak 2015 günü İsparta Ulusal Güç Birliği‘nin çağrılısı olarak sunduğumuz

TÜRKİYE’de AYDIN CİNAYETLERİ
NEDEN DURUDURULAMIYOR?
KATİLLER KİM??

başlıklı görsel konferansımızın yansıları aşağıdaki power point dosyasında (pdf).
Lütfen tıklar mısınız erişkeyi (linki)..
Toplantıya emek veren tüm yurtsever dostlara, Başta CHP - DSP - İP - EĞİTİMİŞ -TÜRK ANNELER DERNEĞİ -ÜNİVERSİTELİ KADINLAR DERNEĞİ - ALEVİ KÜLTÜR DERNEĞİ - ULUĞBEYLİLER DERNEĞİ ve Ulusal Eğitim Derneği İsparta Şubesi  Başkanı (Önceki ADD Şubesi kurucu başkanı) Mahmut ÖZYÜREK olmak üzere  katkı koyan, katılım sağlayanlara teşekkür ederiz.
ISPARTA_KONF._TURKIYE’DE_AYDIN_CINAYETLERI_NEDEN_DURUDURULAMIYOR_KATILLER_KIM_24.1.15
Sevgi ve saygıyla.
24.01.2015, İsparta
Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

22 Ocak 2015 Perşembe

AB MANDACISI, ISPARTA MİLLETVEKİLİ ALİ HAYDAR ÖNER’E AÇIK MEKTUP




ATEŞLİ BİR AB MANDACISI OLAN ISPARTA MİLLETVEKİLİ ALİ HAYDAR ÖNER’E
AÇIK MEKTUP
BAY AB MANDACISI ÖNER;  
10 Aralık 2014 tarihinde ABD’nin Adana 2. Konsolosu James Michael Saxton Ruiz ve beraberindeki heyet, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ndeki gelişmelerle ilgili olarak Güneydoğu Genç İşadamları Derneği (GÜNGİAD) Başkanı Hakan Akbal’ı ziyaret etti.
 Önerilerinin 26 istatistiki bölgeden Şanlıurfa ve Diyarbakır’ın yer aldığı TRC 2 bölgesi ile Mardin, Batman, Şırnak ve Siirt’in yer aldığı TRC3 bölgesinde özerklik gibi yerinden yönetim pilot uygulamasına geçilmesi olduğunu dile getiren Akbal, şöyle konuştu:  “Bizler TRC 2 ve TRC 3 bölgelerin yönetim merkezinin Diyarbakır olmasını, ulusal parlamento yanında yerel düzeyde de seçim esasına dayalı, temsile olanak veren meclislerin oluşmasının tartışılmasından yanayız. Bir düzenleme ile Diyarbakır, Şanlıurfa, Mardin, Batman, Şırnak ve Siirt illeri Osmanlı’da olduğu gibi Diyarbakır Vilayeti olarak tanımlanabilir, Diyarbakır Vilayetinin yönetim merkezi de Diyarbakır ili olabilir” dedi.
  Kamuoyunda  “ikiz sözleşmeler” olarak bilinen  *“Birleşmiş Milletler Bireysel (Medenî) ve Siyasal Haklar Sözleşmesi ve *Birleşmiş Milletler Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi”  4 Haziran 2003 günü 4867 ve 4868 sayılı kanunlar ile TBMM’de kabul edildi. Ve yürürlüğe girdi.
İkiz sözleşmelerin başından ilk iki madde “Madde:1– Bütün halklar kendi kaderlerini tayin hakkına sahiptir. Bu hak vasıtasıyla halklar kendi siyasal statülerini serbestçe tayin edebilir ve ekonomik, sosyal ve siyasal gelişmelerini serbestçe sürdürebilirler.
Madde: 2– Bütün halklar uluslararası hukuka ve karşılıklı menfaat ilkesine dayanan uluslararası ekonomik işbirliği yükümlülüklerine zarar vermemek koşuluyla, doğal kaynakları ve zenginlikleri üzerinde kendi yararına serbestçe tasarrufta bulunabilir. Bir halk sahip olduğu maddi kaynaklardan hiç bir koşulda yoksun bırakılamaz.” Yeter mi?  Yetmez.
27 Haziran 1995 tarihli FBIS bülteninde, “ABD’nin eski Moritanya Büyükelçisi” unvanını kullanan David Adolph Korn’un Abdullah Öcalan ile yaptığı görüşmeler yayınlanmıştı. O görüşmede, terör örgütünün başı Öcalan, “Biz Amerika’da olduğu gibi federal bir devlet, İspanya ve Almanya’da olduğu kadar da demokrasi istiyoruz. Eğer Türkiye kimlik, kültür, dil ve ekonomiye dayalı haklarımızı verirse, şiddeti bir günde durdururuz. İsteğimiz, soykırıma son verilmesi ve bunun için ABD’nin aracılık yapmasıdır. Biz ABD kuruluşları ve vatandaşlarına yönelik hiçbir eylem yapmadık” demişti.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Washington Post yazarı Jackson Diehl’e açıkladı(10 Ara 2010) “İngiltere eski sömürgeleriyle bir milletler topluluğu halinde, neden Türkiye eski Osmanlı topraklarında, Balkanlarda, Orta Doğu ve Orta Asya’da yeniden liderlik kurmasın?” Osmanlı’dan kalan mirasımız var. Yeni Osmanlı diyorlar. Evet, Yeni Osmanlıyız. Bölgemizdeki ülkelerle ilgilenmek zorundayız” dedi.
AB Türkiye Temsilcisi Karen Fogg, Adriaan van der Meer'e çektiği 3 Aralık 2001 günlü mesajında şöyle diyor: “Türk tarihinin hakkından gelmek gerekiyor” . "Hakkından gelinecek tarih", AB şeflerinin sık sık belirttikleri üzere, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet Devrimi'dir. Ancak, Fogg'un yazdığına göre, “ABD ve AB bunu nasıl yapacaklarını bilmiyorlar”.
BAY AB MANDACISI ÖNER;  ABD ve AB bunu nasıl yapacaklarını sizin gibi devşirilmiş, ateşli AB mandacılarından öğrendiler. Siz ve sizin gibi Kemalist Cumhuriyetin üst katlarına sızmayı başarmış ateşli AB mandacılarının yol göstericiliğinde, ülkemiz bu gün kelimenin tam anlamıyla bölünmenin eşiğinde ve emperyalist haydutların işgali altında.
Bu yargı, benim kişisel kanım değil, sizin valiliğiniz döneminde yaptığınız iş ve işlemlerin bir sonucudur. Hatırlayın; 10 Ağustos 2009 günü Batı Akdeniz Kalkınma Ajansı(BAKA) ilk toplantısını Isparta’da Vali Ali Haydar Öner’in yani sizin başkanlığınızda yaptı.

ADD Isparta Şubesi Yönetim Kurulu, başkan Mahmut Özyürek imzası ile 09.08. 2009 günü Konu ile ilgili bir basın açıklaması yayınladı. ADD Isparta Şubesinin “Basın Açıklamasında” özetle;

Türkiye’de “Bölgesel Kalkınma Ajansı” kurulması, Türkiye’ye yönelik AB ve ABD kaynaklı federasyon baskılarına büyük bir hız kazandıracağı, küreselleşmenin istediği pazarın yaratılacağı tartışmasızdır. “….Bölgesel Kalkınma Ajansları yakın bir gelecekte, Türk vatandaşlarının kendilerini ulus devlet kimliğinden çok yaşadıkları kent ve bölgelerdeki kimliklerle bağdaştırarak tanımlamalarını sağlayacaktır. Bu bölgeselleşme sayesinde Birlik, yerel birimlerle doğrudan bağlar kurarak yavaş yavaş Avrupalılık bilinci oluşturacak, böylece ulusal kimlikler yok edilecektir” , “…..Özellikle Güneydoğu Anadolu’da “Bölgesel Kalkınma Ajanslarının kuruluş ve uygulamaya girmesi;   bölücü istem ve niyetleri zirveye çıkmış olan örgütçü-şehir teröristi sözde yerel yöneticiler, Kalkınma Ajanslarını üniter devlete karşı ayaklanmak için bir araç olarak kullanacaklardır.”,  “….Türkiye AKP hükümeti tarafından bir felakete doğru sürükleniyor. Türkiye kendisine karşı hazırlanan bir komplo ile karşı karşıyadır. Türkiye Cumhuriyeti devleti “Kalkınma Ajansları” aracılığı ile tasfiye edilmeye sürükleniyor. 09. Ağustos 2009”

Peki, BAY AB MANDACISI ÖNER;   Özetini verdiğimiz bu açıklamada, Vali olarak sizin adınıza, unvanınıza, makamınıza yönelik bir eleştiri var mı?  Yok!

Eleştirilen KİM?  AKP hükümeti!

Peki, Siz bu açıklamaya nasıl bir yanıt verdiniz. Ben hatırlatayım.. “Bu söylemleri tutarlı bir söylem olarak değerlendirmiyorum. Marjinal bir söylemdir, önyargılı bir söylemdir, Atatürkçü Düşünce ile bağdaşmayan bir söylemdir, kimse Atatürk adına rasgele konuşmamalıdır. Özellikle Atatürk’e saygısı olanlar, Atatürk’le ilgili söylemlerinde çok dikkatli olmalılar.”, “Atatürkçülük bir şahsa münhasır bir olay değildir. Kaldı ki, ben 2000 yılında Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Merkezi tarafından ‘Yılın Atatürkçü Devlet Adamı’ ödülünü almış bir kişiyim” Yani Bay Öner siz Atatürkçülük adına AKP’nin avukatlığını yaptınız!

Neyin Karşılığı? Yanıtı biz verelim. Batı Akdeniz Kalkınma Ajansı(BAKA)’nın başkanlığını yaptığınız dönemde 4.500TL-8.000TL arası ücret karşılığında.. Sizin Atatürkçülüğünüzün ederi bu değil mi?  Siz değilmisiniz TBMM Milli Eğitim Komisyonunda “ATATÜRKSÜZ ANDIMIZ DAHA İYİYDİ” diyen?

BAY AB MANDACISI ÖNER;  AB İlerleme Raporundan bir alıntı yapalım. “Türk devletinin temel felsefesi olan Kemalizm, Türk devletinin bütünlüğüne yönelik ölçüsüz bir endişe kaynağı oluyor. Kemalizm, Türk kültürünün ve milliyetçiliğinin homojenliği üzerinde duruyor. Devletçilik, ordunun güçlü rolü, dine karşı çok katı bir tavır gibi yaklaşımlara öncelik veren Kemalizm felsefesi, Türkiye’nin AB’ye katılımına köstek oluşturuyor.”

Yine Avrupa Parlamentosu ve AB yetkililerinden Günter Verheugen : “Kürtlere uygun düzeylerde idarî özerklik gereklidir,  Kürtlere kendi kaderlerini tayin hakkı verilmeli” dedi.
BAY AB MANDACISI ÖNER;    Mustafa Kemal ATATÜRK 6 Mart 1922’de yaptığı TBMM Konuşmasında ne diyor? “ Türkiye'yi yok etmeye girişenler, Türkiye'nin ortadan kaldırılmasında çıkar ve hayat görenler, zararlı olmaktan çıkmışlar, aralarında çıkarları paylaşarak, birleşmiş ve ittifak etmişlerdir. Ve bunun sonucu olarak, birçok zekâlar, duygular, fikirler, Türkiye'nin yok edilmesi noktasında yoğunlaştırılmıştır. Ve bu yoğunlaşma, yüzyıllar geçtikçe oluşan kuşaklarda, adeta tahrip edici bir gelenek biçimine dönüşmüştür. Ve bu geleneğin, Türkiye'nin hayatına ve varlığına aralıksız uygulanması sonucunda, nihayet Türkiye'yi ıslah etmek, Türkiye'yi uygarlaştırmak gibi birtakım bahanelerle, Türkiye'nin iç hayatına, iç yönetimine islemiş ve sızmışlardır. Böyle elverişli bir zemin hazırlamak güç ve kuvvetini elde etmişlerdir.”
 Ssizin gibi düşünenlere Mustafa kemal ATATÜRK "Ahmaklar, memleketi Amerikan mandasına, İngiliz himayesine terk etmekle kurtulacak sanıyorlar. Kendi rahatlarını temin etmek için bir vatani ve tarih boyunca devam edip gelen Türk istiklalini feda ediyorlar " diyor!

BAY AB MANDACISI ÖNER;  ; Siz yalnızca ateşli bir AB mandacısı değil, aynı zamanda demokrasiye inanmayan faşistçe bir davranış içindesiniz!
Çünkü Siz yaşamınızın hiçbir döneminde seçilmediniz. Dersimli Kemal tarafından atandığınız Milletvekilliği dâhil tüm görevlere birileri tarafından atandınız. Bu nedenle olsa gerek Atatürkçü Düşünce Derneği Isparta Şubesinin, Genel Kurullarında hep seçilerek gelmiş şube Başkanı Mahmut ÖZYÜREK görevde iken, Isparta da onlarca kişiye ADD Şube Başkanlığı önerdiniz.. İşin garibi bu önerilerinize hep olumsuz yanıt aldınız.. Bu yolla Mahmut Özyürek’i görevden uzaklaştıramayınca, sizin gibi ateşli bir mandacı ve mason olan Tansel Çölaşan’la el ve işbirliği içinde bir “kumpasla”  amacınıza ulaştınız…  ADD Isparta Şubesinin Kemalistlerden alınarak,  kaplıca- kermes organizatörlerinin eline, güzellik ve sağlık ürünleri pazarlamacılarının yönetimine geçmesini sağladınız.. Milletvekilliğiniz süresince Isparta ya yaptığınız tek ve en önemli hizmet(!) te bu oldu.. Bu hizmetinizle ne denli övünseniz yeridir!
BAY AB MANDACISI ÖNER;   Valiliğiniz döneminde yüksek ücret karşılığı “Atatürkçülük” adına kuruluşuna büyük emek verdiğiniz “BATI AKDENİZ KALKINMA AJANSI”;  Diyarbakır Eyaletinde olduğu gibi ülkemizin 26 eyaletinden biri olarak, ayrışma, bölünme yolunda önemli hizmetler yapıyor.. Siz ise Milletvekilliği ile ödüllendirilerek, ülkenin ve ulusun geleceğini karartma pahasına, Bankalarda yüklü bir birikim yapma olanağını elde ettiniz.  Kemalist devrimci Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt “Devlet yöneticileri zenginleştikçe halk fakirleşir” diyor. Siz bunun en iyi örneğisiniz..
Her yazımda olduğu gibi bu kez de son sözü Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e bırakalım. Mustafa Kemal;  10/11 Eylül 1919'da Damat Ferit'in Dâhiliye Nazırı Adil Bey'e gönderdiği telgrafta şöyle diyor:

"...Alçaklar, caniler, hainler! Düşmanlarla millet aleyhine hainane tertibatta bulunuyorsunuz. Milletin kudret ve iradesini takdirden aciz olduğunuza şüphe etmiyordum. Fakat vatan ve millete karşı hainane ve boğazlarcasına harekette bulunacağınıza inanmak istemiyordum. Aklınızı başınıza toplayın. (...) Mister Nowil gibi milletimiz ve vatanımız için zararlı olan yabancılara vicdanınızı satarak yaptığınız alçaklıkların milletçe tatbik olunacak sorumluluğunu nazarı dikkatte tutunuz. Güvendiğiniz şahısların ve kuvvetin akıbetini öğrendiğiniz zaman kendi akıbetinizle karşılaştırmayı unutmayın." Mustafa Kemal
Derin üzüntülerimle BAY AB Mandacısı Ali Haydar Öner. 22.01.2015 ISPARTA
MAHMUT ÖZYÜREK

Ermeni soykırımı iddiası ve CHP Milletvekilleri hakkında suç duyurusu



Kamuoyuna
CHP Genel Başkan Yardımcıları Şafak Pavey, Sezgin Tanrıkulu,  İstanbul Milletvekili Umut Oran, Süleyman Çelebi, Kadir Gökmen Öğüt ve İzmir Milletvekilleri Alaattin Yüksel ile Mustafa Moroğlu hakkında,  basında yer alan "Ermeni Soykırımı Propagandasına destek verdikleri" iddiaları nedeniyele  kesin ihraç talebiyle CHP Genel Başkanlığı'na suç duyurusunda bulunduğumu kamu oyunun bilgilerine sunuyorum. Saygılarımla.

Prof.Dr. Kayhan KANTARLI
CHP Üyesi İzmir
Adres: 85 sok. No.8/4 Bornova_İzmir
GSM: (0532) 630 1473

22.01.2915
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanlığına;
Ankara
Bilidiği gibi Ermeni asıllı vatandaşımız Hrant Dink’in katledilişinin 8. yılında yapılan anma etkinliği, kendilerini  “Hrant’ın Arkadaşları” diye anan bir grup tarafından amacından saptırılarak “YÜZLEŞİN!Hrantla, Soykırımla!”  yazılı  pankartın açıldığı, Türkiye’nin sözde Ermeni Soykırımını kabul etmesini dayatan, haksız ve tarihsel gerçekleri reddeden bir gösteriye dönüştürülmüştür. Halkımızın büyük tepkine neden olan bu dayatmaya ne yazık ki bir kısmı parti yöneticisi de olan bazı CHP Milletvekilleri de katılarak “YÜZLEŞİN!Hrantla, Soykırımla!”  yazılı pankartın arkasında yürüyüp soykırım propagandasına alet olmakta/ destek vermekte bir sakınca görmemişlerdir.
İbret verici bu durumla ilgili olarak basında yer alan haberlerden anlaşıldığına göre, söz konusu “Ermeni Soykırımı” propagandasına destek veren  CHP Milletvekilleri, başta Genel Başkan Yardımcıları Şafak Pavey ve Sezgin Tanrıkulu olmak üzere İstanbul Milletvekili Umut Oran, Süleyman Çelebi, Kadir Gökmen Öğüt ve İzmir Milletvekilleri Alaattin Yüksel ile Mustafa Moroğlu’dur. İzmir Milletvekili Mustafa Moroğlu  aynı zamanda Yüksek Disiplin Kurulu üyesidir.   
Oysa Parti Programı’nın “Dış İlişkiler Bölümü”nde  yazılı olduğu gibi CHP, “Ermenistan’ın Ermeni örgütleri vasıtasıyla Türkiye’ye karşı uluslararası hukuka aykırı biçimde soykırım iddiasıyla girişimlerde bulunmaktan vazgeçmesini”  talep etmekte ve Sözde Ermeni Soykırımı iddialarını “ülkemizin haksız önyargılarla suçlandığı” girişimler olarak  görüp bu mesnetsiz iddilara karşı olan kararlı duruşa sahip çıkılacağını kabul etmektedir. Programın Sözde Ermeni Soykırımı’na ilişkin bölümünde aynen şunlar yazılıdır;
“CHP, Sözde Ermeni Soykırımı iddiası ile ülkemizin haksız önyargılarla suçlanmasına karşı bugüne kadar Partimiz öncülüğünde sürdürülen kararlı duruşa sahip çıkmaya devam edecektir.
 Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan önceki dönemde gerçekleştiği iddia edilen sözde Ermeni soykırımı konusunda ülkemizi suçlayıcı keyfi kararlar alınmaktadır. CHP, 1948’de BM Genel Kurulu’nda oybirliği ile kabul edilen Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi tarafından yapılan açık tanım çerçevesinde, konunun bağımsız tarihçiler tarafından, Türkiye, Ermenistan ve Rusya dâhil ilgili tüm ülke arşivlerine erişim olanakları kendilerine tanınarak, iddiaların gerçekçi ve doğru zeminde, önyargılara kapılmadan incelenmesi gerektiği görüşündedir”
 Bu duruma göre yukarıda sözü edilen  Hrant Dink’i anma etkinliğinde, soykırım  iddia ve dayatmalarını kabul etmediklerini belli edecek şekilde ayrı yürümek yerine,  “Ermeni Soykırımı”  iddiasında bulunan  grubun içinde yer alıp açılan “soykırım pankartı”nın arakasında yürüyerek sözde soykırım iddialarına açıkça destek veren söz konusu milletvekillerinin parti programına aykırı hareket ettikleri  ve bu nedenle de Parti Tüzüğü’nün 70. maddesine göre “partiden kesin ihraç” nedeni olan parti suçlarını işledikleri açıktır.
 Çünkü Parti Tüzüğü’nün 70. maddesine göre  “parti programına, tüzük kurallarına, kurultay ve yetkili organ kararlarına aykırı davranmak" ve "Partide aldıkları görev ve sorumlulukla ve üyelikle bağdaşmayan tutum ve davranışlarda bulunmak" kesin çıkarma cezası gerektiren parti suçlarıdır.
 Bu nedenlerle yukarıda isimlerini belirttiği Milletvekilleri’nin işlemiş bulundukları parti suçu nedeniyle kesin ihraç talebi  ve  tedbirli olarak Yüksek Disiplin Kurulu’na sevkedilerek gereğinin yapılmasını dilerim.22.01.2015
Saygılarımla.
Prof.Dr. Kayhan KANTARLI
CHP Üyesi İzmir
Not Bu dilekçe ayrıca kargo ile genel merkeze gönderilmiştir


21 Ocak 2015 Çarşamba

TÜRKİYE’Yİ EMPERYAL KUMPASLARDAN, KURTARSA KURTARSA CHP ÖRGÜTLERİ KURTARIR!..



Emperyal odaklar epeydir şunu keşfetmiş bulunuyorlar: Hepsi hepsi, dört adamı kontrol etmek suretiyle, 75 milyonu kontrol edebilirsiniz. Hele “medya silahları” ayrıca elinizde ise, kimseyi yerinden  kımıldatmama becerisini sürdürebilirsiniz.

Bu denklem; Ülkemiz’de de, Bölgemiz’de de yıllardır yürürlükte bulunuyor.

Bir defa %10’luk baraj; hele bir de, hükümette istikrar adına, sözüm ona, kelli felli hukukçularımız tarafından savunulunca, tam bir “demokrasi faciası” oluşturyor.

 Oysa, “temsiliyetin” olmadığı yerde demokrasiden (özgürlüklerin ödünsüz izlendiği, halk yönetiminden) bahis, abestir.  “Temsiliyet bunalımı” demek, “demokrasi bunalımı” demektir.

“Temsiliyet”, yalnızca bir ya da birkaç liderin, dağ taş demeden, vur ha sür ha koşuşturup
 -eyvallah gerçi- yarattıkları rüzgârı arkalarına almalarının uzantısında, ama işte milletvekilliklerinden başlayarak, giderek, partilerinin yönetim organlarının sandalyelerinin, hatta başbakan ve hükümet üyelerinin, isimlerini tek başlarına koyup, seçmenin önüne taşımalarıyla, olmuyor.

Tersine, birisi size “Yürü ya Kulum!” demişse ve siz bütün şu dediklerimi, biraz marifetiniz varsa,  encamında pekala tek başınıza yapabiliyor oluyorsunuz. Ama size el verene, kol kaptırıyorsunuz.

Onun için genel seçim kadar, partilerin içlerinde ve çeşitli kademelerindeki seçimler, bu arada, milletvekili adaylarının belirlenmesine dönük olarak, tüm partililerin katılımıyla önseçim (“eğilim yoklaması” değil, düpedüz, “hakim huzurunda ve tüm partililerle önseçim temsiliyetin, giderek parti içinde, ya da ülkede iktidarsanız, dış odaklara “kol kaptırmamanın” temel yöntemi oluyor.

**

CHP’de, Baykal’ın parti içi iktidarına (kim ne derse desin), fevkalade gaddar biçimde son verilmesinden önce; “parti içi demokrasi”, çalışmıyordu. Tersine partide, dargrupçuluk hakimdi. O kadar böyleydi ki, “Cumhuriyet’in Partisi” CHP, Türkiye Cumhuriyeti’nin bütünlüğünü sağlamaktan uzaklaştı. Hatta, Türkiye’nin Doğusu’ndan ve Güney Doğusu’ndan (insanın söylemeye dili varmıyor) tam anlamıyla, kovuldu. Uzağa gitmeye gerek yok. Seçim sonuçları ortada...

 
1960’lardan başlayarak, “Orta’nın Solu” ilkesiyle, 1970’lerde, “Toprak işleyenin, su kullananın, ne ezen ne ezilen, hakça bir düzen!”, özdeyişiyle, 1980 sonrası, Sosyal Demokrasi (toplumculuk, dayanışma, hakça gelir dağılımı, içte ve dışta barış)  zeminindeki ilkeler demetiyle, CHP nüvesinin, yurtta, iyi kötü sağladığı bütünleşme ve sarmaşma, sonraları dargrupçulukla tavsayınca; Türkiye - telaffuz etmek, akademik namus gereğidir -  Refah Partisi’nden başlayarak, AKP’nin mimarisini oluşturduğu adil düzen, iman, kuran, ezan zemininde bir arada durmayı, evet, başardı.

Bu çizginin ise, hele, bölgede petrol ve doğal gaz uğruna, bitmek tükenmek bilmeyen fırıldaklar çevirmekte olan, emperyal odakların boyunduruğuna girince, gerek ülkede gerek bölgede nasıl yozlaştığına hep beraber tanık olduk; olmaya hâlâ devam ediyoruz... Encamında söz konusu çizgi, maateessüf, temelde, bölgemizde, vahşinin vahşisi bir mezhep çatışmasının aparatı oldu, çıktı.

**

Her şey bir tarafa, parti içi demokrasi kültürü en yüksek olan parti - yıllar içinde bu özelliği ciddi olarak zayıflatılmış olmakla beraber- CHP’dir.

Buna karşın, 2007 Seçimleri’nde, milletvekili listelerini, tek başına Genel Başkan (Baykal), yapmıştı.

2011’de tufaya getirildi. Buna dayanmasını beklerdik. Dayanamadı. Gitti. Yerine Kılıçdaroğlu geldi.

Türkiye’nin, bölgenin dizaynı uzantısında, tam bir dizayn tazgâhında olduğu belliydi. Petrol ve doğal gaza sahip olma yünündeki acımasız ve kanlı stratejik denklemler, Türkiye’nin yakasını bırakmayacaktı. Bu olgu yalnız iktidarın değil, aynı zamanda ve bilhassa Meclis’teki muhalefet partilerinin de hizada tutulması gereğini behemehal, beraberinde getiriyordu.

Kılıçdaroğlu, parti içinde dargrupçukluktan yaka silkmiş yığınlar tarafından, büyük umutlarla bağırlara basıldı...

Maateessüf, bir iki istisnanın dışında “eski tas, eski hamam”, hemen hiç değişmedi. 2011 Genel Seçimi’nde Örgütler, neredeyse külliyen hiçe sayıldı.

Partinin tabelasının altında dolaşmadıkları bir tarafa, başka partilerin tabelaları altında dolaşmış kıyamet kadar insan (herkesin, kendi dürüst müktesebatıyla saygıdeğer olduğu hususu saklı olarak ifade ediyorum) partinin üst kademelerine ve milletvekilliklerine doluştu...   

En tepedeki bir arkadaşıma bir gün Genel Merkez’de sordum:

-       Bu partiyi kim yönetiyor, allaşkına? dedim.

-       Lobiler, Hocam, diyiverdi...

Demek ki, lobiler ve bunların içli dışlı oldukları dış çervreler, CHP’nin örgütlerini nasıl çalıştırmayabileceklerini öğrenmişlerdi.

Ama CHP örgütleri, yamandır.

Durumu, hızlıca kavradılar...

Bayrağı açtılar.

Bu arada Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu, üstündeki çeşitli vesayet zincirlerinden kurtulma refleksleri gösteriyor...

2015 Genel Seçimi’ne dönük olarak:

-        Önseçim, olacak, diyor.

Olmazsa, çok açık söyleyeyim, gider ve ağızdan yel alsın, partiyi bitirmiş olarak, gider.

Rahmetli Genel Başkan Erdal İnönü, 1991 Genel Seçimi’nde,  İzmir’de önseçime girmişti. Genel Sekreter Fikri Sağlar, Mersin’de önseçime girdi.

Daha önceleri, İsmet Paşa’nın Malatya’dan, Ecevit’in Zonguldak’tan önseçime girdikleri, övünçle zikredilir.

Kılıçdaroğlu’nun yapması gereken açıktır:

Etrafında ne kadar toplama ya da tıkıştırma adam varsa, uzmanı, bürokratı, oradan buradan devşirme sözde (köklerini örgütlerimizden alan, azınlık sayıdaki omuzdaşımızı, elbette tenzih ederek ifade ediyorum, ama işte sözde) siyasetçisi, hepsine dönüp, diyecek ki:

-       Ben önseçime giriyorum. Hadi yallah hepiniz, sızlanmayı bırakın, önseçime gireceksiniz!..

O yolla, bu yolla, parti yönetimine kadar tırmandırılmış ya da tırmanmış, kimse, kendini bulunmaz Hint kumaşı sanmasın... Hemen hiç birinin “tabanı” yoktur. Hodri meydan, gelsinler, girsinler önseçime, alsınlar boylarının ölçüsünü...

Önseçimin, kendine özgü tuzakları yok mudur, vardır, ama CHP Örgütleri bu konuda idmanlıdır ve bu tuzakları etksiz kılmayı başaracaktır; buna yürekten inanıyorum.

**

Kayıtlı olduğum İlçe’nin, Örgüt Emekçileri, pek çok dost, beni milletvekilliğine taşımak üzere  harekete geçmişler, telefon görüşmeleri yapmışlar, fakslar çekmişler, bir kısmı, karda kışta, üşenmeden, taa Genel Merkez’e kadar gitmiş, ilgili arkadaşlarla görüşmüşler...

Bu gelişmeyi kıvançla oğrenmiş olmakla beraber, şu hususları yönetimdeki ilgili arkadaşlarıma derhal ilettim:

      o  Örgütlerimizin verecekleri her görevi üstlenmeye amade olmaklığım saklı olarak, ancak,  bulunduğumuz aşamada, o yönde şahsî, herhangi bir yönelişim olmamıştır.

 
o   Son iki genel seçimde, listelerde, parti içindeki ya da belki daha da önemlisi, parti dışındaki, seçkin sayılacak birikimlerim her ne olursa olsun, "malum denklemler" sebebiyle, tarafıma yer verilmeyeceğini öngörmüş bulunsam da, Örgütlerimiz'in, "Hocam siz aday olacaksınız, onlar yapmazlarsa biz hesabını soracagiz!", yönündeki sıcacık baskıları uzantısında, aday oldum; nedir ki bilindiği üzere, listelere alınmadımdı...


o   Bu sefer tüm partililerle ve hakim huzurunda, "Önseçim" olmazsa, aday olmayacağım, çünkü  resim ortada; içerisi, dışarısı, nereleri ise, oraları, pek rahatsız olacakları için, listelere "Tolga Yarman", zinhar alınmayacaktır.


o   “Eğilim Yoklaması” yapılacak olsa da aday olmayacağım, çünkü sonuç, hangi başarı gradosunu tutturursam tutturayım, yine aynı olacaktır.


o   Bu çerçevede, bir tek “hakim nezaretinde ve tüm partililerle önseçim” olursa, aday olabilirim...


Netice itibariyle önümüzde, Allah ömur verirse, daha çok kurultay vardır...

Düşüncelerimizi, kaygılarımzı, önerilerimizi, bolca da "çığlığımızı" seslendiririz elbette.

**

Bırakın Türkiye sorunlarına yoğun kafa patlatmış, pek çok çözüm üretmiş, nice projeye imza atmış, dünyanın bildiği bir bilim  adamı olmamı bir tarafa; parti kurucusu, yılların örgüt emekçisi, kurultay onur üyesi, bir çırpıda sayılamayacak kadar çok demokratik kitle örgütünün kurucusu ve önderi olarak ben, “kontenjan milletvekilliğine” talip değilsem, tersine, “Ancak önseçim olursa, aday olacağım!” diyorsam, sanırım, pek kimsenin kontenjan nilletvekilliğine talip olmaya hakkı kalmamak gerekir.
 *

Son bir söz, Doğu ve Güney Doğu İllerimiz’den seçilecek partililerimiz için...

Bir arkadaşım geçen gün danıştı:

-        Hocam, Doğu’da, Güney Doğu’da listelerimzi nasıl hazırlamalıyız, ne tür ittifaklar yapmalıyız?, diye sordu.

Cevabım basitti:

i)     Aman “ittifak” lâfını bir tarafa bırakalım... Bunun yerine şöyle bakalım: Yörede temsil kabiliyeti yüksek olan partililer, eğer o ya da bu sebeple partiden ayrılmışlarsa, hemen partiye dönsünler.

ii)   Parti yörede, muhakkak ve tüm partililerin katılımıyla, hakim huzurunda, önseçim yapsın.

iii) Süreç partiye sıcak, demokratik bir dinamizma kazandırır.

iv) Hakim huzurunda ve tüm partililerle yapılacak önseçim (dikkat “eğilim yoklaması” değil) yoluyla, listelere yerleşecek adaylar, kitleyi sürekleyecektir.

v)   Yalnız orada mı, Türkiye’nin her tarafında...  

Türkiye’yi emperyal kumpaslardan, kurtarsa kurtarsa, ama açıklayageldiğim yöntemlerle, CHP örgütleri kurtarabilir...

**

Bölge’de, her yıl bir milyon insanın kanını içerek yaşayan savaş makinasının efendisi, bir  emperyal boyunduruk istemiyoruz

Bölge’de mezhep savaşı istemiyoruz.

Yok istikrarlı hükümetmiş, yok değilmiş, temsiliyette adaletsizlik istemiyoruz.

İnanç dünyasında, din adına, hele emperyal tezgâhta,  “şekil dayatmacılığını”, bunun giderek  inanç barışına, kezzap gibi boca edilmesini istemiyoruz.

Diyanet’in, Cumhuriyet’in kurulduğu yıllarda olduğu gibi, bir, nakil kurumu, şekil kurumu, iktidar payandası, biat kurumu değil, bir, akıl kurumu ve inanç barışının güvencesi, özerk, gereğinde, eli mekruhtan, haramdan çıkmayan, münafık  iktidar erbabına haddini bildirecek  kurumunuz olmasını istiyoruz.

Demokrasinin; üçte birlik oy oranlarıyla, üçte ikilik parlamento çoğunluğuna konanların akıllarına her geleni yapmaya yeltendiği; giderek, hâşâ, hırsızlığı, arsızlığı, hatta kıyımları aklamaya tevessül ettiği, inanç barışını, görenekte, kitapta yeri olmayan, “kendi paranoyak mutlakları” adına, taammüden dinamitlediği bir yozlaşma ve aldatmaca rejimine dönüşmesini şiddetle reddediyoruz.

Yerel Yömetimler’e, bugünkünden daha geniş serbesti verilmesini ve icra alanı tanınmasını elbette, istiyoruz, ama ükemizin, hele emperyal dizaynlarla bölünmesini kesinlikle reddediyoruz.

Avrupa’nın göbeğinden kalkan bombardıman uçakları, yok Arap baharıymış, yok Fellah baharatıymış diye, Libya’da çoluk, çocuk demeden binlerce insanın üstlerine bomba yağdırırken, bizim önümüze, “Pat!” diye atılıveren Dersim Meselesi’ne (hangi acılar yaşanmışsa, onları elbette yüreğimizde acımız olarak hissederiz, ama bir dakika) yem bulmuş civciv gibi kapaklanan, gabi, giderek emperyal odaklarla kolkola girmiş hain yöneticiler istemiyoruz.

Gündemi, çözüm önerilerini tartışmayan ya da tam da emperyal buyurganların istedikleri gibi tartıştıran, her hal-u karda bölgedeki savaş makinasına dönük olarak ağızlarını açmayan medyacıları istemiyoruz.
 
İrfanı kapalı, vicdanı mühürlü değil, irfanı hür, vicdanı hür nesillerin yetişmesine omuz vermek istiyoruz.

Bilhassa içeridekilere söylüyorum, kimlerse artık, onlar:

-       Çekin mel’un ellerinizi CHP’den... Siz zaten batmışşınız. Ne Türkiye’yi, ne bölgeyi, ne de çocuklarınızın geleceğini daha fazla batırmaya hiç hakkınız yok!.. Çekmiyor musunuz: Nasıl isterseniz! CHP Örgütleri size, müstahak olduğunuz dayağı, er ya da geç, ama muhakkak, atacaktır!..


TEŞEKKÜR

Değerli Omuzdaşlarım, Lale Gürman’a, Tünay Süer’e, Engin Demirkollu Sarıkartal’a, Cavit Savcı’ya, Suay Karaman’a, Çetin Karadağ’a, Birol Başaran’a, Batur İlter’e, Bozkurt Nuhoğlu’na, Kayhan Kantarlı’ya, Hüseyin Ünal’a, Mehmet Patan’a  yapıcı eleştirileri ve sıcacık destekleri dolayısıyla gönül dolusu teşekkürlerimi sunuyorum...


Tolga Yarman, Prof. Dr.

CHP Kurultay Onur Uyesi