29 Mart 2014 Cumartesi

Muhalefet Partilerinin AKP'yi Kurtarma Operasyonu ya da Emperyalizmin At Değiştirme Projesi



Yerel seçimin sonuçlanacağı 30 Mart tarihine 10 gün kaldı. Siyasal Parti liderleri bir güne üç-dört Miting sığdırarak “en iyisi benim partim bana oy verin” diyerek meydanlara topladıkları halkı KANDIRMA telaşındalar.
Biri diğerinin benzeri muhalefet maskeli partiler sanki 12 yıldır devleti kötürümleştiren koalisyonun ortağı değilmişçesine Pennsylvania’ya sahip çıkıyorlar. 17 Aralık Operasyonu ile ortaya saçılan Yolsuzluk ve hırsızlık üzerinden AKP ye değil, Tayyip Erdoğan a yükleniyorlar. BDP ise buna ek olarak güneydoğuda “özerklik” ve Öcalan a “özgürlük” sakızını çiğnemeyi sürdürüyor.
 Buna karşılık Erdoğan, bir yandan Pennsylvania’nın saldırılarını kesmek, devlet içinde ortaklığı döneminde kendi eliyle yerleştirdiği Pensilvanyacıları temizlemek, diğer yandan kendisini iktidara taşıyan “Büyük Patron ABD” ye hala en iyi AT’ın ve aracın kendisi olduğunu kanıtlamak peşinde.
 Yani özetle Meydanlarda, halkın yarasına merhem olacak tek bir söylem ortada yok. Meydanlarda “en iyi AT’ın ve aracın”  kendileri olduğunu Büyük Patron ABD’ye kanıtlamaya, büyük Patrona en yüksek teklifi vererek ve ihaleyi kazanmaya çabalayan siyaset tacirleri dolaşıyor.
Ülkenin ve ulusun gündemi ise bu söylemlerin dışında.
DÖRT KİŞİLİK AİLENİN AÇLIK SINIRI 1.130, YOKSULLUK SINIRI 3.682LİRA oldu.
Mutfak enflasyonunda son on iki aylık artış yüzde 12,24
AİLENİN YAŞAM MALİYETİ BİR AYDA 102 LİRA ARTTI
 Resmi verilere göre Kasım, Aralık, Ocak aylarını kapsayan Aralık döneminde işsizlik yüzde 10,0 düzeyine çıktı.  YANİ ÜLKEMİZDE 7.500.000 KİŞİ İŞSİZ.
Milli Eğitim 12 Yıllık AKP döneminde çıkartılan yasalarla paralı bir işletme organizasyonuna dönüştürülerek tümden LAĞVEDİLMİŞTİR.
YARGI MEKANİZMASI İŞLEVİNİ YAPAMAZ KONUMA GETİRİLMİŞ, HUKUK SİSTEMİNİ ÇÖKERTİLMİŞTİR.
TSK Ülkenin iç ve dış güvenliğinden, Cumhuriyeti koruma ve kollama görevinden el çektirilmiştir. Uluslararası düzlemde Türkiye’ye dayatılan rol, petrol ve doğal gaz boru hatlarının güvenliğini sağlamaktır. Buna bağlı olarak, Türk Ordusu’ndan ABD’nin bölge polisi olması istenmektedir. Mehmetçik ABD çıkarları uğruna kriz bölgelerindeki savaşlara sürülmektedir.
CUM­HU­Rİ­YET DÖ­NE­MİN­DE MİL­LE­TİN ÖDE­Dİ­Ğİ VER­Gİ­LER­LE YA­PI­LAN TE­SİS­LE­R, KANBEDELİ KAZANIMIMIZ OLAN TOPRAKLARIMIZ YABANCILARA PEŞKEŞ ÇEKİLMİŞTİR.
Türkiye ekonomisi, Tarımı, Hayvancılığı, sanayisi Avrupa Birliği ve ABD kapısında çökertme operasyonlarıyla kuşatılmıştır.
Türkiye yeni Sevr proje ve haritalarının elden ele dolaştığı bir dönemden geçmektedir. Büyük Patronların dayatması ve içerideki ihanet odakları eliyle yürütülen, Türk halkını mezheplere, ırkçı gruplara, tarikatlara, cemaatlere bölme operasyonu tamamlanmak üzeredir.
Küresel Çetenin ve içerideki taşeronlarının kasaları dolsun diye, HES’ler, Köprüler, Hava Limanları, AVM'ler yapılırken ülkenin doğası yağmalanarak yok ediliyor.
Daha yüzlerce yakıcı ve yıkıcı sorunla karşı karşıya kalmış olan Türk Halkından sorunun kaynağının,  AKP’nin ve onun zihniyetindeki küresel yağmacı çeteye bağımlı, devşirme- güdümlü siyaset anlayışının olduğu sürekli gizleniyor.  Emperyalist Batının Türkiye acentesi AKP’nin varlık nedeninin, Atatürkçülüğü, tam bağımsızlığı, antiemperyalist halkçı-devrimci direnci kırmak, onu yok etmek, değerlerini, sembollerini kirletmek, böylece bu değerleri etkisiz kılmak olduğunun üzeri örtülüyor.
Tüm bu olup bitenlerin sorumlusu olarak, Erdoğan ve onun etrafında birkaç mafyanın ve çetenin pis işler yaptığı, devletin bu pisliklerden temizlenmesi gerektiği yönlü bilinç aşılanıyor. Halk, kendi sorunlarına ve giderek kendine yabancılaştırılıyor.
 Muhalefet, pislikten, cerahatten, çürümeden kurtuluşun;  son 60 yıldır iğdiş edilmiş olan “düzenin” Büyük Patronun eş başkanlığını yürüten Tayyip Erdoğan’ın koyduğu kurallar, belirlediği sınırlar içinde tamiri ile olabileceğine halkı inandırma çaba ve gayreti içindeler.   
Erdoğan’ın alaşağı edildiği,  ama onun yarattığı tüm siyasal, ekonomik, hukuksal ilişkilerin varlığını devam ettirdiği bir “düzen” dışında, muhalefetin halka önerdiği bir çıkış yolu ve çözüm yoktur.
Yani halka “ Kırk katır mı, kırk satır mı?” kıskacı içinde,  bir taşeron grubun yerine bir başka taşeron grubunun seçimi dayatılıyor.
 Büyük Patronlar, Avrupa Birliği ve ABD’nin çözüm önerisi de, “Erdoğan’ın alaşağı edildiği,  ama onun yarattığı tüm siyasal, ekonomik, hukuksal ilişkilerin varlığını devam ettirdiği bir düzendir.”    Ancak Büyük Patronlar, Avrupa Birliği ve ABD; kendilerini fazlasıyla rahatsız eden Haziran direnişinde, 29 Ekimlerde, 10 Kasımlarda ayağa kalkan toplumsal muhalefeti mutlak bir edilgenlik ve tepkisizliğe mahkûm edebilecek, sistemi tehlikeye düşürmeyecek “en iyi AT’ın ve aracın” peşindeler.
Söylemek istediğimiz şudur. Halkın kendi iradesini dayatmadığı bir seçimde,  Erdoğan’ın kendisi iktidardan uzaklaştırılacak,  “AKP’nin 12 yıllık iktidarının taşıyıcı kolonları” olma görevini eksiksiz yerine getirenlere ülke emanet edilecektir. Bunun adı Tayyip Erdoğan’ın feda edilerek, AKP’yi kurtarma operasyonudur.
Oysa Haziran direnişinde, 29 Ekimlerde, 10 Kasımlarda ayağa kalkan halk, Kemalist Cumhuriyet yıkıcılarının tüm kurum ve kişileriyle ve onlar tarafından kurulan halk düşmanı sistemin tümünden kurtulmak istemektedir. Bu nedenle, Türkiye’nin geleceğini, Büyük Patronlar Avrupa Birliği ve ABD değil, Haziran direnişi, 29 Ekimler, 10 Kasımlar yani halk iradesi belirlemelidir.
Muhalefetin AKP'yi kurtarma operasyonuna ya da emperyalizmin at değiştirme projesine asla izin verilmemelidir.
Türkiye’yi bu dar boğaza, Kemalist devrimin bağımsızlıkçı, halkçı, devletçi ve aydınlanmacı özünden uzaklaştığı/uzaklaştırıldığı için sürüklenmiştir. Öyleyse çıkış yolu da bellidir “Kemalist devrimin bağımsızlıkçı, halkçı, devletçi ve aydınlanmacı” özünü ödünsüz savunmak ve örgütlenmek.
Yani Türk halkı Kemalizm’i hatırlar ve o ilkelere sarılırsa sıkıştırıldığı kapandan kapıyı kırıp çıkabilir. Başkaca çıkışımız da kalmamıştır. 19.03.2014 Isparta
Mahmut ÖZYÜREK
Ulusal Eğitim Derneği
Isparta Şube Başkanı

18 Mart 2014 Salı

“Çanakkale Zaferi Yalnız Bizim Değil, Tüm Mazlum Milletlerin Emperyalizme Karşı İlk Zaferidir”



BASIN AÇIKLAMASI

Bugün Çanakkale Zaferi’nin 99. yıldönümü.  Ulusların tarihinde onurla, gururla kutladıkları mücadeleler, zaferler vardır. Çanakkale Zaferi de bu destansı zaferlerden biridir. Mazlum ulusların emperyalizme karşı ilk zaferi olan Çanakkale Savaşı emperyalistlerin silah, cephane, teknoloji gücü ne kadar fazla olursa olsun, haklılığına ve yeneceğine inanmış bir halk karşısında duramayacağının kanıtı olan bir zaferdir. Emperyalistlerin, “Hasta Adam” diye nitelendirdiği ve öldürücü darbeyi vurmak için harekete geçtiği bir ülkenin-Osmanlı’nın yarı aç yarı tok, ayağında yırtık çarıklı insanlarıydı.

O İnsanlar ki; Çanakkale Boğazı’na dayanan emperyalistleri 18 Mart 1915’te büyük bir hezimete uğrattılar. Tarihe, altın harflerle “Çanakkale Geçilmez!” sözünü kazıdılar.


Churchill, Lloyd George ve bütün İngiliz, Fransız Emperyalistlerinin pervasız sözcüleri : “Çanakkale olmasaydı Tarih farklı yazılacaktı. Ve savaş 5-6 ayda bitecekti” “Özellikle Çanakkale’yi ele geçirdiğimiz anda İstanbul’u ele geçiriyoruz, Osmanlı’yı yeniyoruz, Çarlıkla birleşiyoruz, Ortadoğu’yu tümden Hindistan’la birleştiriyoruz ve Almanları Avrupa’da hapsediyoruz” diyorlardı


Bu amaç Bu gün de değişmemiştir. Kendi emperyalist çıkarları uğruna tüm mazlum ulusların sınırlarının yeniden çizilmesi, mazlum Uluslara kan, gözyaşı, savaş, açlık ve yoksullukların reva görülmesinin planı olan Büyük Ortadoğu Projesi(BOP) bir saldırı ve yağma projesidir. Bu Plandaki Amaç, Orta Doğu'nun birliğini imkânsız kılacak ve ortak değerlerde emperyalizme karşı bütünleşmeyi önleyecek her türlü tedbiri almaktır. Bölgemizde Suriye- Irak- Mısır, Libya ya karşı yapılan saldırılar, Çanakkale’ye yapılan saldırılarla aynı amaçlıdır.


Çanakkale Zaferi, sıradan bir savaş ya da kolayca kazanılmış bir zafer değildir. Bu öyle bir savaştır ki, o dönemin en gelişmiş silahlarıyla donatılmış Emperyalist gangsterler, İngiliz Kraliyet Donanması ve müttefikleri Fransızlar başta olmak üzere Tarihin o güne kadar gördüğü en büyük donanma, diğer yanda ulusal onurlarını yaşamı pahasına savunan, karşılarındaki güçle kıyaslanmayacak kadar yetersiz savaş araçlarına sahip mazlum bir ulus. Ve bir de askeri dehasıyla: Mustafa Kemal…


Mustafa Kemal'i, bir değil, iki kez yurt ve ulus  kurtarıcısı yapan ana cevher, kişilik ve düşünce yapısının temelinde "özgürlük ve bağımsızlık" ilkesinin bulunmasıdır. Böyle bir  kutsal sonucu olan zaferin kazanılmasında, komutanlığıyla  savaşın yazgısını belirleyen Mustafa Kemal'in, "özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir. Bir ulus özgürlük ve bağımsızlıktan yoksun kalmaktansa yok olsun daha iyidir!" diyen anlayışı belirleyici önemde olmuştur.


Bugün Ortaçağcı Tayyipgiller ve faşistler Çanakkale Zaferi’ne sahip çıkar görünüyorlar. Bu zaferimizi kendi tekellerinde tutmak istiyorlar. Zaferin kazanılmasını evliyalarla, hurafelerle ve ırkla açıklama yoluna gitmekte, bunun propagandasını yapmaktadırlar. Bu bilinçli bir politikadır. Bu şekilde o destansı mücadeleyi olmamışa çevrilmek, bu zaferi canı kanı pahasına kazanan askerlerimizi ve Mustafa Kemal’i yok saymak istemektedirler. Ve nihayetinde ulusların kendi gücünün farkına varmasının, kendine güvenmesinin önüne geçmeyi hedeflemektedirler.


Bugün onlar,  yani Emperyalist gangsterlerin, BOP Projesinin eşbaşkanları gücü ve iktidarı ellerinde tutuyor olabilirler.


Tüm değersizleştirme, içini boşaltma, faşist ve gerici içerik kazandırma girişimlerine rağmen, Çanakkale Zaferi, Kurtuluş Savaşımız gibi ulusumuzun belleğindedir. Emperyalistlere karşı girişilecek yeniden Kurtuluş Savaşımız için halkımıza ilham vermekte, umut olmaktadır.


Bu nedenle de ayrıca değerlidir. Çünkü bugün ülkemiz bir kez daha, hem de o dönemleri aratmayacak biçimde emperyalist kuşatma altındadır. İnsanlığın baş belası olan emperyalizm, sömürüye, savaşa doymuyor. Yanı başımızda Ortadoğu’da, en son Irak’ta ve bugün Suriye’de olanlar, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) çerçevesinde dünya uluslarına kan kusturmaktadır. Ve ülkemizin adım adım götürüldüğü bataklık: Ortaçağ ve Yeni Sevr’dir. Ama buna asla izin vermeyeceğiz!



Ulusumuzun emperyalizme karşı ilk zaferi olan Çanakkale Savaşının 99. Yılını bu duygularla bir kez daha kutluyor, vatan savunmasında canlarını veren kahraman gazi ve şehitlerimizin önünde saygıyla eğiliyoruz.
YÖNETİM KURULU ADINA:                                                                                                                                      Mahmut ÖZYÜREK
ULUSAL EĞİTİM DERNEĞİ
ISPARTA ŞUBE BAŞKANI

16 Mart 2014 Pazar

CIA ERDOĞAN’I NEDEN HEDEF ALDI?



  “Uzun süre Türkiye’de yaşadım ve Türkiye iç politikasını çok yakından takip ediyorum. Ve doğrusu, benim “FBI muhbirlik” davamın konusu aslında “ABD-Türkiye arasındaki gizli görüşmeleri deşifre etmem”den kaynaklanıyor. Bu yüzden hem ABD’de ABD çıkarlarına zarar verdiğim, hem de Türkiye’de Türkiye çıkarlarına zarar verdiğim gerekçesiyle iki ülkede de tamamen dışlandım.
SİBEL EDMOND
Amerikan vatandaşları Twitter üzerinden soruyorlar, “Erdoğan hakkında düşüncelerinizi bizimle paylaşabilir misiniz?” Yazdığım makalede bunu yapmaya çalıştım ve insanların konuyu doğru anlayabilmesi için, ciddi bir tarihi arkaplan bilgisi vermek zorunda kaldım. Amerikalı insanlar şaşırıyor,
 “Erdoğan önceleri bir melekken, nasıl oldu da ABD için şimdi bir şeytan, bir düşman haline gelebildi, bu sistem nasıl çalışıyor?”

CIA’nın kukla hükümetler kurduğu, onları kullandığı, ve ardından bir gecede onları nasıl yok ettikleri bilenen bir gerçek. Aynı şey Erdoğan’ın da başına getirilmeye çalışılıyor.  Ah evet, bu durum pek çok Amerikalı’ya Donald Rumsfeld’in Saddam’la tokalaştığı o unutulmaz görüntüleri ve daha sonra gözden düştüğünde işgal ve yokedilişini hatırlatıyor. Aynı süreç, Erdoğan’la ilişkilerde de açıkça görülüyor.
Ve Erdoğan’ın tasfiye süreci, Gezi Parkı olayları ile başlamış gibi görünüyor, ancak makalenizde de belirttiğiniz gibi bunun çok daha geniş çaplı, farklı nedenleri var. Örneğin daha önce Bir Gladyo Projesi: Fetullah Gülen röportajımızda anlattığınız gibi.
Gülen’le de bağlantılı.

Peki, bu değişimin nedeni nedir? Erdoğan neden gözden düştü?
Evet, bütün bunlar Gülen ve Erdoğan arasındaki kavgayla başladı. Gülen cemaati AKP’nin hükümet olması için çok ciddi destek verdi, Erdoğan ve Gül’ün bütün bürokratları Gülen cemaatinin desteğiyle geldi o noktalara.

Ancak burda şuna dikkat etmek gerekiyor, Gülen sadece bir sembol. Asıl önemli olan ve işi yapan Gülen markası. Yani, “Gülen” markasının arkasına sığınarak iş yapılıyor ve Gülen de buna müsaade ediyor. 1997′den sonra CIA Gülen’i oyuna dahil etti. Tünkiye’nin laik kanadına göre Gülen, Türkiye’de şeriat düzeni kurmak istiyor ve suçlarından dolayı aranıyordu. CIA onu ABD’ye getirdi ve ne tesadüf ki, CIA merkezinin hemen yanı başında bir eve yerleştirdi. Gülen 15 yıldır ABD’de yaşıyor ve 20-25 milyar dolarlık bir ağı kontrol ediyor ve kimse gerçekten bu paranın nerden geldiğini bilmiyor. Bu Gladyonun A planı idi.
….
Gülen’in ABD dışında CIA ile birlikte açtığı okullar, camiler, medreseler birer birer kapatılıyor çünkü bu ülkeler, Gülen cemaatinin varlığının kendi ülkelerinin ulusal güvenliğine bir tehdit olduğunu, CIA ile ortak operasyonlarda kullanıldığını kavradılar. Gülen cemaati ve CIA bununla kalmadı tabii ki, Türkiye’de büyük bir medya ağı kuruldu, satın almalar yoluyla, polis teşkilatına, hukuk ve askeri alanlara sızdılar. Ve işte bu güç ağı, yani Gülen ve CIA ortak hareketi, Erdoğan’ı parlatarak hükümete taşıdı.

Aslında 97′de Erdoğan’ın üyesi olduğu parti, askerlerin müdahalesiyle kapatılmış, Erdoğan hapse atılmış iken, 2002′de bu kez askerler geri adım attı, sessiz kaldı ve Erdoğan’ın başbakan olmasına izin verdi. Peki 1997-2002 arasında değişen neydi? Evet, artık Gladyo B planına geçilmişti, Gülen ABD’daydı artık.

Erdoğan o sırada değişmiş, aşırı güven kazanmış, beslenmiş ve “bu imama (Gülen’e) artık boyun eğmek zorunda değilim, halk beni seviyor” demeye başladı. “İmam kabul etse de etmese de ben kendi istediklerimi artık özgürce yapabilirim” diyordu. “Gülen” markasının arkasındaki CIA vb. derin yapılara da başkaldırıydı bu.

Erdoğan’daki bu aşırı güven sadece bir neden. Diğer bir neden de Erdoğan’ın İsrail’e karşı sert tutumu, sözünü geçirebiliyor görüntüsüydü. Türkiye’deki bütün partilere, medyaya rağmen bunu eleştiren de Fetullah Gülen’di. Ve bu arada, bir yan not olarak şunu söyleyeyim ki, Gülen’in ABD’deki en büyük destekçisi de ordaki Yahudi lobisidir. İsterseniz  Google’a gidip, en büyük yahudi lobisi olan AIPAC’i, ya da ATC’yi “gulen aipac” yazarak sorgulayın.

İlginç olan, bir İslami imam olan Gülen’in, Yahudi lobisi tarafından destekleniyor olmasıydı. Yahudi lobisi bir İslami modeli asla desteklemez oysa. Tek başına bu durum bile, insanların Gülen hakkında şüphe duyması, soru sormaya başlaması için yeterli bir nedendir.
Bu da Erdoğan Gülen arasındaki kavganın ikinci nedeniydi. Yani, Yahudi lobisinin desteklediği Gülen, Erdoğan’ın İsrail’e karşı sert çıkışlarını doğru bulmuyordu.

Ayrılık çanları çalmaya başlamıştı. Ve ardından Suriye konusu geldi. “Türkiye, AKP hükümeti Suriye’deki muhalifleri eğitiyor, silahlandırıyor ve bütün bunların ABD tarafından İncirlik üzerinden yönetiliyor” iddiası vardı.

Buraya kadar herşey yolunda gidiyordu. ABD’nin mevcut hükümetiyle Erdoğan iyi anlaşıyordu. Esad’ın devrilmesi için gereken herşeyi yapılıyorlardı. Ancak beklenmedik birşey oldu ABD’de. Obama karşıtı derin yapılanma, Esad’a şiddet (!) uygulandığına herkesi ikna etti, ABD müdahalesi hoş karşılanmamaya başlandı. Obama bu konudaki desteğini yitiriyordu. Ve tam bu noktada Rusya’nın devreye girmesi, ABD’yi geri adım atmak zorunda bıraktı.

Ve işte tam bu sırada, Türkiye kamuoyuna da, “Esad ile son derece iyi ilişkiler varken, muhalifler yüzünden ilişkiler bozuldu” inancı aşılandı.

ABD geri çekilince, Erdoğan tamamen ortada kaldı. Artık halkı arasında popüler değil, nefret edilen bir lider olmaya başlamıştı. ABD artık verdiği sözleri tutmuyor, Erdoğan’ı tamamen yalnız bırakıyordu ki bu da Erdoğan’ı oldukça sinirlendirmişti. Bu da üçüncü bir neden oldu.

Bu noktada başka bir olay patlak verdi; Gezi Parkı olayları. Gülen, Erdoğan’la aralarındaki kavgada, bunu bir fırsat olarak değerlendirmek istedi. Ve Gülen protestolara kendi cemaatinden insanları soktu. Erdoğan, başına neler geleceğini anlamıştı. CIA ve Gülen işe el atmış, protestolarda aktif rol oynamaya başlamıştı. Erdoğan bunu net olarak görüyordu.

Gezi Parkı olayları gerçek halk tarafından başlatılmış olabilirdi ancak, CIA’nın kontrolündeki Gülen cemaati ve AKP karşıtı Türkiye’nin eski güç sahipleri, bu fırsatı değerlendirmekte gecikmemişti. Ve eş zamanlı olarak ABD ve Avrupa basınında Erdoğan “diktatör” olarak anılmaya başlandı.

Erdoğan’ın ElKaide ile ilişkili olduğu iddia edilmeye başlandı. Ki, ElKaide’nin de ne tür bir operasyon olduğunu biz açıklamaya, deşifre etmeye daha önce çalışmıştık. Erdoğan artık ElKaide’nin parasal kaynak sağlayıcıları ile bağlantılandırılmaya çalışılıyordu. Ve bütün bunlar, bu operasyonlar CIA tarafından yönetiliyordu.

Soru: Peki, bütün bunlar gayet açık, anlaşılabilir ancak benim kafama takılan soru şu, Gülen’le, daha doğrusu CIA ile Erdoğan arasında bir sorun varsa eğer, bu sorunun nedeni nedir? CIA Türkiye’den, Erdoğan’dan ne istiyor?

Erdoğan, AKP sadece birer sembol, tıpkı diğer ülkelerdeki kukla hükümetler gibi, Obama gibi, George Bush gibi. Asıl önemli olan, bu sembolleri yönetmeye çalışan güç, yani CIA, yani ABD Silah Sanayi. CIA’nın yapmak istediği, sözkonusu hangi ülke ise, onu tamamen kontrol altına almak, iç ve dış politikasını yönetmekti. Ki son derece düzgün bir şekilde çalıştı bu sistem uzun seneler. Diledikleri kukla hükümeti getirmeyi ve uzun süre hükümette tutmayı başardılar.

CIA’nın planı, Türkiye’yi bir model ülke olarak kullanmak ve diğer ülkeleri de aynı şekilde hizaya getirmekti. Ilımlı İslam projesini Orta Doğu’da uygulamaya geçirmekti. Erdoğan ve Gülen, daha doğrusu CIA arasındaki sorun, bu planları aksatıyordu. CIA, Erdoğan’ın kontrolünü kaybediyordu, Bu arada Gül’le hiçbir sorunları yoktu. Gül iyi bir uşak olmuştu, emirleri harfiyen uyguluyordu.

Erdoğan, CIA ile sorunu daha da büyütmek için rest çekti. Boyun eğmeyeceğini göstermek için, bir mesaj vermek için “milyarlarca dolarlık silah alımlarını ABD ile değil, Çin’le yapacağım” dedi. Tüm dünya bu reste şaşırdı. Bu, ABD ve NATO’nun en üst düzey kurallarından birinin ihlali anlamına geliyordu, yapılabilecek son şeydi. İşte bu, NATO ve ABD Silah Sanayiini çileden çıkardı.

Ve Erdoğan daha da ileri giderek, “AB’ye girmek için yıllardır beklediklerini ve bunun gerçekleşmeyeceğini anladığını, bunun yerine Şangay Birliği’ne katılmak istediğini” söyledi. Ve resmen başvuruda bulundu. Ve bu davranış yine, çiğnenebilecek en son kurallardan biriydi. Batı için yüz senedir kukla olan Türkiye, kukla oynatıcısına karşı, sahibine karşı isyana kalkmıştı. Batı, zorla kurduğu bu kukla düzenini, kolay yıktırmazdı.
İşte bunları yaptığınızda, son kullanma tarihiniz dolmuş demektir. Kim olursanız olun artık bitmiştir. Ve ABD’nin uygulayacağı cezanın diğer ülkeler için ibretlik olması gerekiyordu, çünkü bu durum başkaları tarafından örnek alınabilirdi, bu risk göze alınamazdı.

Erdoğan’a şu ihtimaller sunuldu, tabii bunları hiçbir yerde duyamazsınız;
1) Geri adım atacaksın. Herşeyi geri saracak, İsrail’le ilişkilerini düzeltecek, Çin’den silah almaktan vazgeçeceksin. Şangay’dan uzak duracaksın. Gülen’den özür dileyeceksin. Bu senin birinci seçeneğin.

2) Sessizce istifa edip gideceksin. Çünkü biz hali hazırda senin yerine gelecekleri belirledik. Şu ana kadar çalıp çırptığın paralar varsa, onları da beraberinde götürebilirsin. Senden öncekiler de çaldı. Paralarınla İngiltere’ye gitmene izin vereceğiz.

3) Bunları kabul etmezsen, bizi bekle. Bu sana iki senaryo sunar; a) Kaddafi gibi, Saddam gibi yokedilirsin, seni Taksim meydanında, Gezi Parkı’nda öldürürüz. b) Mübarek gibi korkak bir şekilde teslim olabilirsin. Seni İngiltere’de bir hapishaneye atarız, yaşamının kalanını orda sürdürürsün.

İşte şu anda, Erdoğan bu seçeneklerle karşı karşıya. Bu seçenekler Kaddafi, Saddam ve Mübarek’e sunulanlarla aynı. CIA böyle çalışıyor. Senaryolar o kadar aynı, şaşmaz ve detaylarıyla benzer ki, insan neredeyse aynı şeyleri tekrar tekrar görmekten sıkılıyor. Ama aynı CIA, Esad’a bu seçeneklerden hiç birini sunmadı, Obamaya rağmen.
Ve birkaç ay içinde kavga daha da büyüyecek.
ElKadı ile Erdoğan’ın ilişkisi şu anda piyasaya sürülüyor ancak, ElKadı 1990 ortalarından beri FBI tarafından biliniyordu. ElKadı’nın çalışma merkezi Şikago idi ve garip olan, Gladyo B’nin de çalışma merkezi Şikago. Aynı zamanda Abdullah Çatlı da Şikago’ya geldi, orda ona ABD’de sürekli kalma izni (Yeşil Kart) verildi, daha sonra çeşitli bölgelere gönderildi. Mesela Azerbeycan’a, baba Aliyev’i öldürmek üzere gönderildi vs. Yani Şikago bu işlerin merkezi, yönetim noktasıdır.

FBI, ElKadı’yı ne zaman Şikago’da sıkıştırıp da yakalamak istese, araya CIA giriyordu. Ve nihayet, ElKadı’ya toparlanıp Arnavutluk’a kaçması için yeterli zaman verildi. Ve kaçınca da “hay allah, elimizden kaçırdık” dendi.

Bu arada ABD onu 9-11′in para sağlayıcısı olarak her yerde deşifre ediyordu.  ABD bu kez, “onun Arnavutluk’da olduğunu biliyoruz, adresi herşeyi elimizde, Arnavutluk hükümetinden onu resmen isteyelim” dediler. Ancak ona Türkiye’ye geçmesi için gereken iki haftalık süreyi vermeyi de ihmal etmediler.
ABD bu kez “hay allah, Arnavutluk’tan da kaçırdık adamı” deyiverdi. Bu defa Türkiye ile yazıştı ve “bu adamı sizden istiyoruz” dedi. Türkiye tarihinde ilk defa, “pardon, aramızda böyle bir suçlu değişim anlaşması yok. Bu adam herhangi bir suç da işlemedi burda, bu yüzden onu size veremeyiz” dedi. Ve ABD “ah öyle mi, tamam sorun değil” diyerek dosyayı kapattı!

El Kadı, Azerbaycan dahil pek çok yere rahatça gidip gelen bir adam. Sadece Asya bölgesine değil, aynı zamanda Avrupa’ya da gidiyor. Örneğin Londra’ya, iş gezileri. Sonunda El Kadı, bir iş adamı olarak BM’ye kendisini terörist listesinden çıkarma başvurusunda bulundu ve BM de bu başvuruyu değerlendirip onu listeden çıkardı!

Ama ne olduysa, aniden Erdoğan’ın oğlunun ElKadı ile fotoğrafları servis edilmeye başlandı. Bu tür haberler yayılmaya başlandı. Ve bu haberlerin pek çoğu Gülen cemaati tarafından servis ediliyordu. Ve tabii ki CIA destekli MİT’ten bir grup tarafından… Ve çok ilginç bir nokta da şu ki, bu servis edilen haberlerin çoğu WikiLeaks’den geliyordu. Burada kafama birşey takılıyor, acaba bunlar WikiLeaks’de halihazırda bulunan bilgiler miydi, yoksa birdenbire, aniden keşfedilmiş bilgiler miydi? Bu konuda şüphelerim var. WikiLeaks, CIA’in kontrolünde olabilir mi? Sadece bir soru.
Soru: Sizce Erdoğan’ın başına gelenler ,Kaddafi ve Saddam’ın başına gelenlerle tıpatıp aynı mı olacak, yoksa biraz daha farklı bir versiyon mu göreceğiz burada?

Türkiye, Mısır ya da Libya’dan tamamen farklı bir ülkedir, dinamikleri çok çok farklıdır. Öncelikle, Türk insanı gerçekten de farkındalığı yüksek bir kitledir. Aptallar için tasarlanmış iki partili sistem, ABD’de olduğu gibi, Türkiye’de çalışmaz. Türkiye’de çok farklı fraksiyonlar, eğilimler mevcuttur. ABD’de olduğu gibi, yani Demokrat ve Cumhuriyetçiler arasında bir gel-git oyunu sergileyerek halkla dilediğiniz gibi oynamanız Türkiye’de çalışmaz.

Burada bilinç düzeyi son derece yüksek bir halk kitlesinden bahsediyoruz. ABD’den çok farklı bir kitledir bu. Eğitimli ve düşünen insanların olduğu bir ülkede bu kadar kolay oyunlar sergileyemezsiniz, bu çok zordur.
Diğer bir fark da, Türk insanının aktivist yönü. Sokaklara inen, hakları için mücadele eden bir topluluktur Türkler. Bana soruyorlar bazen, oyunu kime vereceksin diye. ben de “oyumu Türk halkına vereceğim” diyorum, çünkü onlara inanıyorum, onlar kendilerine ne olacağına kendileri karar vereceklerdir.
Türk halkı gözünü açık tutmaya devam etmeli ve Libya’da, Mısır’da olanlardan ders almalıdır. Bunları milliyetçi bir kişiliğim olduğu için söylemiyorum, burada tamamen farklı tür insanlardan bahsediyoruz.
ABD’nin planları Libya ve Mısır’da olduğu kadar kolay işlemeyecektir Türkiye’de.
Diğer bir konu da, AB meselesi. Daha önce AB’yi bir kurtuluş olarak gören Türk insanı, AB’nin politik ve ekonomik çöküşünü görüyor. Almanların Türkiye’deki işlere başvurduklarını, Avrupa’da işsizliğin boyutlarını görüyor. AB’ye girmemiş olmanın bir avantaj olduğunu düşünüyorlar.
9 Mart 2014 TIMETURK / HABER MERKEZİ