29 Nisan 2013 Pazartesi
27 Nisan 2013 Cumartesi
AKP; halk sağlığına zararlıdır! ULUSAL EĞİTİM DERNEĞİ ISPARTA ŞUBESİ
Konu: AKP; “halk sağlığına” zararlıdır
BASIN
AÇIKLAMASI
Başbakan Erdoğan, Yeşilay
tarafından Haliç Kongre Merkezi'nde düzenlenen Global Alkol Politikaları
Sempozyumu'nda;“Anayasada gençlerin alkolün zararlarından korunması gerektiği
yazıyor. Yasal düzenlemelerle de bu adımları atacağız.”“Bira milli içki olarak
halka sunulmuştur. Hâlbuki bizim milli içkimiz ayrandır. Biliyorum bazı medya
grupları bana saldıracak. Ama milletimin sağlığı için varsın saldırsınlar”
Başbakanın sözleri; On yıldır planlı olarak adım adım uygulanan “kendi
inanç ve yaşam tarzlarını tüm topluma dayatma, toplumu dönüştürme” projesinin uygulanma zincirinin yeni
bir halkasıdır
Gerçek amaç, alkol
ve alkollü ürünler yasağını “halk sağlığı” üzerinden yaşama geçirmektir.
Toplum mühendisliğine soyunan AKP iktidarı, yaşam tarzlarına müdahalede
sınırları zorlamaktadır.
Nasıl ki “türban”,
sözde inanç özgürlüğünün sembolü olarak kullanılmışsa, yıllardır
gündemde olan içki yasağı da toplumsal yaşama müdahalenin önemli sembolü olarak
kullanılmaktadır. Siyasal İktidar; Alkolün yasaklanması için “halk sağlığı”
kılıfını ortaya atmaktadır.
Oysa içki karşıtlığını "insan sağlığı"
üzerinden savunan ve bu yüzden "helal gıda" yönetmelikleri
çıkaran AKP, GDO’lu ürünler karşısında ilgisizdir.
Ø
Halk sağlığı açısından büyük tehdit oluşturacak
olan nişasta bazlı şeker ve genetiği değiştirilmiş besinlerin tüketilmesinin
önünü açmaktadır,
Ø
2010 yılında GDO'lu ürünlerde etiket
kullanılması zorunluluğunu içeren yönetmelik çıkaran AKP iktidarı, aradan geçen
bunca zamana karşın, GDO'lu ürünlerin etiketine "genetik yapısı
değiştirilmiştir" ifadesinin yazılmasını isteyen yönetmeliği
uygulamaktan kaçınmaktadır.
Ø
"Şeker Kanunu Tasarısı" ile daha önce
yüzde 5 olan nişasta bazlı şeker kotasını, pratikte hükümet kararıyla sınırsız
oranda artırılabilecek şekilde düzenlenmiştir. AKP iktidarı; başta obezite
olmak üzere insan sağlığına büyük zararı olan bu ürünü Türkiye’de yaygınlaştırmak
adına büyük çaba harcamaktadır. Cargill gibi bu alanda
çalışan ve büyük paralar kazanan uluslararası tekeller tarafından üretilen
nişasta bazlı şekerde genetiği değiştirilmiş mısır kullanılıyor. AB ülkeleri
arasında en yüksek kota, yüzde 2. Fransa, Hollanda ve İngiltere’de, nişasta
bazlı şeker tamamen yasak. Ama Türkiye’de iktidar; nişasta bazlı şeker
kotasını, hükümet kararıyla sınırsız oranda artırılabilmenin önünü açan yasaları
“halk sağlığını” çöpe atarak çıkarmakta bir sakınca görmemektedir.
Ø
Yeni sağlık politikaları ile birlikte, bireyin
genetik hastalıklar dışında kalan bütün hastalıkları parayla tedavi edilir hale
getirerek halk sağlığını sadece paraya endeksli, hastaya ise “yolunacak kaz” gözüyle bakan bir
anlayışı yerleştiren AKP, sağlık sisteminde geri dönüşü olmayan tahribatlara
yol açmıştır.
Açlık sınırının 1.012,41 lira, yoksulluk sınırının 3.297,76 lira olduğu ülkemizde, asgari
ücret ise 773,01 TL'dir. Bu
koşullar altında, AKP iktidarınca, ülke nüfusunun ezici çoğunluğu “açlık
sınırının altında” yaşamaya mahkûm edilmişken, Başbakanın “halk
sağlığı” için alkollü içkileri yasaklamaya soyunması ne yaman bir
çelişkidir.
AKP hükümeti, Çalışanların içinde bulunduğu “SAĞLIKSIZ
KOŞULLARI” gerçekten düzeltmek istiyorsa, İçki yasağını, “varlık
barışı” uygulamasını değil, “yoksul barışı” uygulamasını gündeme getirmelidir. AKP hükümeti; halkın sağlığını değil, kırkharamilerin, yani bir avuç yandaş soyguncu ve yağmacının, varlıklarına
varlık katabilmenin hesabını yapmaktadır. Bu nedenlerle de AKP; “halk
sağlığına” gerçekten zarar vermektedir.
ULUSAL EĞİTİM DERNEĞİ ISPARTA ŞUBESİ
KURUCU YÖNETİM KURULU
26 Nisan 2013 Cuma
TÜRKİYE CUMHURİYETİ SAVCILARI GÖREVE….
Yrd. Doç. Dr. Necmi
AKYALÇIN (ADD Çanakkale Şb. Başkanı)
"Cumhuriyet Savcısı" sözünün ilk söyleyeni olan Mahmut Esat Bozkurt’a sorarlar:
Cumhuriyet Başbakanı, Cumhuriyet Bakanı, Cumhuriyet Müsteşarı, Cumhuriyet Valisi
Cumhuriyet Büyükelçisi olmuyor da neden Cumhuriyet Savcısı oluyor? Savcılara neden bu imtiyaz? Aynı ortamda Atatürk de bulunmaktadır. Bu sorular karşısında Atatürk, Bozkurt'a 'Ne diyorsun bu duruma?' diye sorar. Bozkurt'un yanıtı çok açıktır.
"Cumhuriyet Savcısı" sözünün ilk söyleyeni olan Mahmut Esat Bozkurt’a sorarlar:
Cumhuriyet Başbakanı, Cumhuriyet Bakanı, Cumhuriyet Müsteşarı, Cumhuriyet Valisi
Cumhuriyet Büyükelçisi olmuyor da neden Cumhuriyet Savcısı oluyor? Savcılara neden bu imtiyaz? Aynı ortamda Atatürk de bulunmaktadır. Bu sorular karşısında Atatürk, Bozkurt'a 'Ne diyorsun bu duruma?' diye sorar. Bozkurt'un yanıtı çok açıktır.
“Çünkü öyle zaman olur ki,
Cumhuriyeti korumak için başbakandan, bakandan, müsteşardan, validen,
büyükelçiden bile hesap sormak gerekebilir. İşte o hesabı soracak olan
Cumhuriyet Savcısı'dır.”
Türkiye Cumhuriyeti kurulurken Savcılara bu yetki ve
sorumluluk verilmiştir. Aynı yetki ve sorumluluk hala geçerlidir. Onurlu
insanlar böylesi sorumluluklardan kaçamazlar. Ülkemizde ulusal bütünlüğümüzü ve
Cumhuriyetimizi hedefe oturtmuş olan BOP adım adım uygulanmaktadır. Başbakan da
bu projede görevlidir. Eş başkan
göreviyle sayın R. T. Erdoğan bu projenin bir ayağına da adına akil
denilen sözüm ona halkı ikna edecek
insanları oturtmuştur. Bu insanlar da gittikleri yerlerde halktan fırsat
bulabilirlerse bir şeyler söylemektedir. Fırsat bulabilirlerse diyorum; çünkü
gittikleri her yerde halk tarafından topa tutulmaktadır bu akiller. Bunlar aynı
zamanda yaptıkları konuşmalarla yürürlükteki T.C. Yasalarına göre suç işlemektedirler; ama sanki
korunuyorlarmışçasına bunlara kimse bir şey yapmamaktadır. Bunlar:
Bir yerde “ Ermeni Artin Agopyan (Öcalan)
için cesur biri, eyalet sistemine geçilmelidir. İstenilen şeyler verilmezse metro istasyonları, alış veriş
merkezleri her gün patlar.. Ceset parçaları ve kanlar üzerimize sıçrar” diyerek
toplumu tehdit ediyor.
Bir diğer yerde terörist başı, Ermeni
Artin Agopyan’ın (Öcalan) özgür bırakılmasından ve Kandil İmralı arasındaki doğrudan
iletişimden söz ediliyor.
Başka bir yerde bebek
katili Ermeni Artin Agopyan’ı TBMM’de
üye olarak görmek”ten söz ediyor ve “sürecin doğal lideri olarak işaret
edebiliyor. Onu mutlak önder göstererek suçluyu övüyorlar.
Başka bir akıl ise
“keşke barış sürecini başlatan kişi, yani Agopyan da özgür ortamda olsa”
diyerek halkı tahrik ediyor, hazmettiriciliğe soyunuyor.
Şimdi soruyorum sizlere ey Türkiye Cumhuriyeti’nin savcıları
bütün bunlar suç değil mi? Eğer suçsa neden görevinizi yapmıyorsunuz? Sizler
görevinizi yapmadıkça Kandil’den bağımsız Kürt Devleti çığlıkları yükseliyor.
Bunlar sizleri rahatsız etmiyor mu? Her taşın altında örgüt arayanlar, eli
kanlı terör örgütünün ülkeyi bölüyor olması sizleri rahatsız etmiyor mu?
Kezban Hatemi
adındaki akile iki gün önce
Siirt’in Aydınlar ilçesinde Molla Burhan Medresesi’ne gitmiş. Kapıda kendisine buraya kadınlar giremez
denmiş. Peki o zaman deyip kuzu kuzu dönmüş kapıdan. Televizyon
kanallarında sürekli konuşan adeta hak hukuk savunuculuğu yapan bu akile
burada neden kendi hakkını aramamıştır? Neden, bana bir kadın olarak Avrupa’da
bile bazı sıkıntılar varken Atatürk insan olma onurunu vermiş, kadın erkek
eşittir diyerek beni yüceltmiştir. Siz beni burada aşağılıyorsunuz, ne demek
kadın giremez, bu gericiliktir, ayrımcılıktır dememiş? Diyemez! Çünkü başka
bölgedeki akiller Kemalizm’i, ulus devleti yıkıyoruz demektedirler. Öyle kolay
mı akil olmak sayın Hatemi? Böyle sustururlar insanı işte. Medresenin içine girme başarısını
gösterebilen sözde akiller de mollanın elini öpmüşler! Vay be molla birden akil
oluverdi demek ki. O bölgenin akili molladır bundan böyle, bu el öpmeyle
birlikte diğerlerinin akilliği fiili olarak sona ermiştir. Hatemi içeri
girememenin kızgınlığından olsa gerek gazetecilerin sorduğu akillere gösterilen
tepkilerle ilgili soru üzerine “it ürür kervan yürür demiş” Yani şehit ailelerini, vatanını milletini seven bütün vatandaşları,
ülkemizi böldürmeyiz, cumhuriyeti yıktırmayız diyen herkesi “it” yapıvermiş bu
hanımefendi. Oysaki katıldığı televizyon programlarında yeni anayasada insanlık
onuru ön planda olacak, en önemli olan budur diyerek vurgu yapıyordu bu akile.
Oldu mu şimdi sayın Hatemi hem
insanlara it diyeceksiniz hem de onur konusunda mangalda kül bırakmayacaksınız.
Burada bir yanlışlık var. Bu yanlışlık da halkta değil sizdedir. Ha,
gazeteciler bir de adınızın önüne Prof. Dr. unvanı eklemişler, sanırım bundan
rahatsız olmamışsınız ki itirazınızı duymadık, görmedik. Nedendir bu
suskunluğunuz? Siz gerçekten Prof. Dr. unvanına sahipsiniz de biz mi
bilmiyoruz? Yasalarımıza göre sahte unvan kullanmak veya böylesi bir biçimde kullanılmasına
sessiz kalmak da suçtur.
Ey Türkiye
Cumhuriyeti Savcıları, ey Türkiye Cumhuriyeti Yargıçları:
Meriç kıyılarında çalışan Türk köylüsünün kaybolan sabanından
tutunuz da bu vatanda yaşayanların uğrayacağı en ufak bir haksızlıktan hatta
Bingöl Dağları'nın ıssız kuytularında bekleyen öksüzlerin gözyaşlarından siz
mesulsünüz.
Sizleri göreve davet ediyoruz…..
25 Nisan 2013 Perşembe
U L U S A Ç A Ğ R I
Cumhuriyetimiz,
kuruluşundan bu yana en kritik günlerini yaşamaktadır. Çok yönlü sinsi bir
işgal ile küresel güçlerin örtülü sömürüsü sürdürülmekte
ve ülke bütünlüğümüzü yıkıp ulusal
birliğimizi parçalamak isteyenlerin çabaları yoğunlaşmaktadır.
Siyasal
iktidar, bu tehlikeli durumu halkın gözünden kaçıracak
her türlü propaganda ve baskı aracını en etkili
biçimde kullanmaktadır.
Meclis’te
muhalefet yok sayılmakta, Cumhuriyetin yansız ve koruyucu kurumları üzerinde
sindirme ve yandaşlaştırma amaçlı her türlü tertip uygulanmaktadır.
Bizler,
Prof. Dr. Mümtaz Soysal‘ın çağrısıyla, siyasal parti bağı olsun olmasın
bir araya gelen kişiler olarak, bu saptamalar
karşısında her yurtsever gibi gittikçe daha çok kaygı duymaktayız.
Cumhuriyet
ve Kemalizm; bu topraklarda yaşayan insanların
bu vatanın sahibi olmasını, ondan eşit pay almasını
ve yüksek bir yaşam düzeyine ulaşmasını amaçlar. Buna karşın, Cumhuriyet ve
Atatürkçülük tasfiye sürecine sokulmuştur.
Sözde
“serbest piyasa” adıyla azgın bir sömürü düzeni dayatılmaktadır. Özelleştirme
talanıyla bağımsızlığın ve Cumhuriyetin temel ekonomik dayanakları ortadan
kaldırılmış, Ülkemiz tarım ve sanayi üretiminden koparılarak her yönden dışa
bağımlı duruma getirilmiştir. En önemli mal ve hizmet üretici kamu
kuruluşlarımız, başta enerji, iletişim, bankacılık, sigortacılık ve madencilik alanlarında
olmak üzere, yabancıların eline geçmiştir.
Yüklü
dış borç, tehlikeli rakamlara varan cari açık, kaynağı belirsiz sıcak para
kullanımıyla krizleri erteleme çabası gibi yanlış politikalar yüzünden ülke
ekonomisi hızla
tıkanmaya sürüklenmektedir.
Diktacı bir
rejime (İslami faşizme!) gitmek, bu tıkanmanın çözümü olarak görülmektedir.
Süregelen
işsizlik, yoksulluk ve açlık sınırı altındaki toplum kesimlerinin gitgide
çoğalması, halkımızda, özellikle gençlerde gelecek kaygısının artması, bir
karmaşa döneminin açık belirtileridir.
Temel
hak ve özgürlüklerin kullanılması, adil yargılanma ve savunma hakları,
demokratik hak arama yolları yasa ve hukuk tanımaz biçimde
ortadan kaldırılmıştır. Sağlık hizmetleri ancak
parası olanların yararlanabileceği duruma getirilmiş, anayasal Öğretim Birliği
(md. 174) bozulmuş, üniversitelerde siyasal
kadrolaşma had safhaya gelmiştir.
Çok
ciddi derecede zedelenen yargı bağımsızlığı; “yüksek yargının tek çatı altında
toplanması” girişimiyle, tümüyle bağımsızlığını yitirerek
siyasallaşacaktır. Emperyalist
güçlerin araçlarından biri olduğu artık açıkça anlaşılan bölücü terör örgütü
ile ilişkiler, bölünmeyi meşrulaştıracak sözde “Açılım” girişimleri ile
sürmektedir.
Dış
siyasette ulusal çıkarlar bir yana bırakılarak Türkiye’miz, uluslararası
güçlerin, ekonomik, siyasal ve askeri emellerine taşeronluk yapar düzeye
indirgenmiştir.
Tüm bu vahim girişimleri
tamamlayıcı ve kalıcılaştırıcı bir son adım olarak başlatılan “Yeni Anayasa” tuzağının, Türkiye Cumhuriyeti’ni
başkalaştırma, “Başkanlık” görüntülü bir
dikta rejimine dönüştürme girişimi olduğu açıkça ortaya çıkmıştır.
Yürürlükte
bir anayasa varken yapılacak işlemin adı ancak “anayasa değişikliği” olabilir. O da,
yürürlükteki anayasaca konmuş yöntemlere uyarak olur ve bunların başında,
“değiştirilemez” oldukları vurgulanan hükümlere
uymak zorunluluğu yer alır.
Bu anayasal zorunluluk
ortadayken iktidar partisine mensup kimi hukukçuların belirttikleri gibi
yürürlükteki anayasayı “ilga edilmiş“ -hukuksal olarak yok- sayıp “yeni
anayasa” yapmaya girişmek düpedüz “sivil darbe” dir ve açıkça anayasa suçudur. AKP’nin, Meclis’teki 4 partinin
katılımıyla kurulan “Uyum Komisyonu”nu, yeni anayasa yapma yöntemlerini kendisi belirleyerek bir
“asli kurucu iktidar” sayma manevrasını kabul etmek; hukuksal olarak
olanaksızdır.
Yeni anayasa yapmak bu Meclis’in yetkisinde değildir!
AKP iktidarının kökü dışarıda bu politikaları pervasızca sürdürmesi durumunda, bir ulus-devletimizin, yurt bütünlüğümüzün, Cumhuriyetimizin, demokrasinin, toplumsal barışın kalmayacağı çok tehlikeli bir döneme girilebilir.
AKP iktidarının kökü dışarıda bu politikaları pervasızca sürdürmesi durumunda, bir ulus-devletimizin, yurt bütünlüğümüzün, Cumhuriyetimizin, demokrasinin, toplumsal barışın kalmayacağı çok tehlikeli bir döneme girilebilir.
Artık
açıkça görülen bu karanlık gidişin engellenmesi için; yurt bütünlüğü, ulusal
birlik, laik-demokratik-sosyal-hukuk
devleti ilkelerini benimseyen; emek, eşitlik ve özgürlük duyarlığı taşıyan
siyasal partilerimizi ve demokratik kitle örgütlerini en kısa sürede güçlü bir birliktelik ve eylem için direniş ve
dayanışmaya, öz olarak VATAN
SAVUNMASINA çağırıyoruz.
21 Nisan 2013, Ankara.
ULUSAL SEFERBERLİK İÇİN YURTSEVERLER
21 Nisan 2013, Ankara.
ULUSAL SEFERBERLİK İÇİN YURTSEVERLER
Soysal
öncülüğündeki “Ulusal Seferberlik Çağrısı”nı ilk etapta 112 isim imzaladı.
İşte o isimlerden bazıları:
Prof. Sina Akşin, Prof. Prof. Cevat Geray, İzzet P. Ararat, Sacit Somel, Ahmet Say, Prof. Dr. Taciser Onuk, Prof. Dr. Alpaslan Işıklı, Prof. Dr. Ali Ercan, Yaşar Okuyan, Prof. Dr. Sabri Çaklı, Mustafa Gazalcı, Şahin Mengü, Hasan Macit, Prof. Dr. Bige Sükan, Dr. Ali Nejat Ölçen, Ömer Faruk Eminağaoğlu, Prof. Anıl Çeçen, Hızır Özcan, Niyazi Altunya, Erdal Çalı, Feyzi Coşkun,
NOT: Metne ilişkin iletişim numaraları aşağıda yer almaktadır
0312-442 59 45
0535 861 43 47
0536 381 32 45
0532 311 33 63
İşte o isimlerden bazıları:
Prof. Sina Akşin, Prof. Prof. Cevat Geray, İzzet P. Ararat, Sacit Somel, Ahmet Say, Prof. Dr. Taciser Onuk, Prof. Dr. Alpaslan Işıklı, Prof. Dr. Ali Ercan, Yaşar Okuyan, Prof. Dr. Sabri Çaklı, Mustafa Gazalcı, Şahin Mengü, Hasan Macit, Prof. Dr. Bige Sükan, Dr. Ali Nejat Ölçen, Ömer Faruk Eminağaoğlu, Prof. Anıl Çeçen, Hızır Özcan, Niyazi Altunya, Erdal Çalı, Feyzi Coşkun,
NOT: Metne ilişkin iletişim numaraları aşağıda yer almaktadır
0312-442 59 45
0535 861 43 47
0536 381 32 45
0532 311 33 63
24 Nisan 2013 Çarşamba
"ATATÜRK'TE BİRLEŞTİK!" mi?
Mustafa
Kemal'in kurduğu anti-emperyalist milli cephe, dünyada bir ilki
gerçekleştirmiş, Bağımsızlık İhtilali ile büyük bir utku kazanılarak, Milli
Devrim inşa edilmiştir.
Bu cephe din
adamlarını, Türkçüleri, komünistleri, belediye başkanlarını, valileri,
öğretmenleri, tüccarları ve daha nicelerini tek bir hedefte birleştirmiştir.
Vatan savunması...
Kongreler,
Milli Meclis ve milletin azim ve kararı süreci belirlemiş 29-Ekim-1923'de
Cumhuriyet ilan edilmiştir. Elbette bu süreç bir kaç satırla ifade edilecek
kadar kolay ve basit değildir. Zorlu mücadeleler, alınan kararlara
itirazlar,1.Meclis'te Mustafa Kemal'e muhalif olan mebuslar...
Ancak Milli
Devrim'in yol haritası bellidir. Bu harita çok önceden Mustafa Kemal tarafından
çizilmiş ve atılan her adım hesaplanarak ve planlanarak atılmıştır. İlk hedef
vatanın düşman işgalinden kurtarılmasıdır. İkincisi ise zaferden sonra tam
bağımsız Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kurulmasıdır.
Başarılmıştır.
Milli Devrim hayalci değil, gerçekçidir. Her atılan adım plana uygun atılmış,
hiç bir şey tesadüfe bırakılmamıştır. Ancak Cumhuriyet'in devamı
ve devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğü için, sürecin içinde
var olan bir takım ayrık otları temizlenmiş, maskeleri düşen bu kişiler sürgüne
gönderilmiştir.
*****
2013 Türkiye'sinde durum, 19 Mayıs 1919'la aynı
fotoğraf karesini yansıtmaktadır.Küresel Çetelerin çizdiği yol haritası, bölücü
başı, eli kanlı katil Öcalan'ın emirname havası taşıyan tavsiyeleriyle aynen
uygulanmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni yıkma suçunu
işleyen, üniter yapıyı bozma, milleti kin, nefret ve düşmanlığa sevk eden,
kan dökenler teröristlerle işbirliği yapılmaktadır. Ve hatta onların, bu
suçu işleyenlerin elini, kolunu sallıya salıya sınır dışına çıkmalarının adına
da "BARIŞ" denilmektedir.Görünen odur ki teröre, teröristte yardım ve
yataklık edilerek suç işlenmektedir.
Diğer taraftan ise 82 Anayasa'sının ilk dört maddesi
üzerinde değişiklik yapılmak ve Türklük kavramı Anayasa'dan çıkarılmak
istenmektedir. Bu Anayasa ile öngörülen hedef üniter devletin yapısının yok
edilmesi ve başkanlık sisteminin uygulanmasıdır. Yapılmak istenen anayasa
küresel çetelerin emirnamesi ve CFR'nin memorandumunun kopyalanmasıdır.
Bu anayasaya karşı çıkmak elbette her Türk
vatandaşının görevidir. Bir "MİLLİ CEPHE"
derhal kurulmadır.
***
"Milli Anayasa Forumu" adıyla bir birliktelik kurulmuştur. İlan ettiklerine göre yaklaşık 151 il ve
ilçede yaklaşık yüz bin kişiyle SALON toplantıları yapılmıştır.
Gene
milletin yükselen enerjisi ve umudu salonlara hapsedilmiş ama halkın ayağına
gidilmemiştir. Ve şu soru insanların kafasında şekillenmiştir.
"Bu forum yeni bir parti kurma hazırlığı mı?"
Ve “Bugüne kadar 151 il ve ilçede yüz bin yurttaşla
buluşan Milli Anayasa Forumu Milli Merkez’ dönüşme kararını 23 Nisan’daki büyük
kurultayla ilan edecek.” 16 Nisan AYDINLIK GAZETESİ-Sürmanşet
Binlerce
insan "ATATÜRK'te BİRLEŞTİK!" ilanının arkasında büyük aldatmanın
farkına varamadan, coşkulu bir umutla ankara koşmuştur. Ve salondakiler, hatta
dışarıda kalanlar kürsüde konuşanları alkışlamışlar ve özlemlerini,
isyanlarını, beklentilerini ifade eden bir haykırışla, "BAŞ DÜŞMAN"a ve işbirlikçilere cevap vermişlerdir.
"Mustafa Kemal'in
Askerleriyiz."
Ancak bu askerler bir şeyin "Atatürk'le
Aldatanlar"ın ve özelleştirme patronlarının, ABD'nin has dostlarının o masada
oturduklarının farkında olmak zorundadır.
“CIA’nın eski Ortadoğu sorumlusu Graham
Fuller 1990 yılı başında Türkiye’de yaptığı araştırmalardan sonra hazırladığı
raporda, Kemalizm’in bittiği saptamasında bulunuyordu. Fuller, Türkiye’ye ‘yeni
kimlik’ olarak ‘Ilımlı İslam’ı öneriyordu. Gerçekten de burjuvazinin
demokratik devrimci atılımı olarak Kemalizm, artık tarihte kalmıştır ve
Türkiye’nin geleceği üzerinde rol oynama şansına sahip değildir.” Kemalist Devrim-1
Kaynak Yayınları/1992
Doğu Perinçek; Kemalist Devrim-1 kitabının 9.sayfasında Kemalizm'i bir
burjuva rejimi olarak tanımlamış ve Kemalizm'in " artık tarihte kaldığını"da ifade etmiştir.
* Kemalizm,burjuvazinin demokratik sivil
toplum projesidir. (S.9)
*Kürt halkına ulusal baskı uygulamıştır.
(S.9)
*Bu baskı ayaklanan Kürt kitlelerine
karşı kırımlara vardı. (s.9)
*Kemalizm rolünü oynamıştır ve tarihte
kalmıştır.(s-19)
*KEMALİSTLERİN ZORBA DİKTATÖRLÜĞÜNÜ
FAŞİZMLE KARIŞTIRMAYALIM. (S-86)
Yazdığı kitaplarda "Kemalizm'i Kürtlere karşı
KIRIMCI ilan eden ve Mustafa Kemal'i "ZORBA
ve DİKTATÖR" olarak tanımlayan bir düşüncenin ve ona biat eden kitlelerin
"ATATÜRK'te BİRLEŞTİK!" demesi bir aldatmadan öteye gitmeyecektir.
Eğer Doğu
Perinçek bugünkü duruşunda samimi(!) ise yapması gereken tek şey vardır.
Atatürk'ten ve Türk milletinden derhal özür dilemelidir. Hem de
defalarca...Ve bu milleti bir arayış içinde olan kitleleri "ATATÜRK'LE
ALDATTIĞINI"da itiraf etmelidir.
"MİLLİ MERKEZ"in Yürütme Kurulu üyesi ve Ankara
Temsilcisi Ufuk Söylemez ise özelleştirmenin eski patronlarından biridir.
Türk milletinin öz malı olan değerlerin talan edilmesi konusunda büyük çaba
göstermiştir. Kendisi Amerika-Türk İş Adamları Derneği'nin
üyesi olduğunu ve ABD'nin düşmanı, ideolojik karşıtı, kategorik muhalifi" olmadığını da açıkça ifade etmiştir.
Gerçekten bu
merkez "MİLLİ" mi ve
"ATATÜRK'TE BİRLEŞTİK!" mi?
*****
MİLLİ HÜKÜMET ve İKTİDAR!..
Milli
Merkez'in "Sonuç Bildirgesi", ilk cümlesinden son noktasına kadar doğru bir
bildirge...Ama bu bildirgede yer alan olmazsa olmazları ne şekilde icraata
konulacağı hakkında tek bir cümle yok..
Kürsüden CHP
ve MHP'ye çağrı yapılmıştır. Eğer gerçekten bu Merkez milli ise TKP'den Saadet
Partisi'ne kadar uzanan geniş milli cenahlar neden görmezden gelinmiştir?
Nedir bu
MİLLİ MERKEZ? Bir cephe mi* Yoksa yeni kurulacak bir partinin hazırlık safhası
mı? Yürütme Kurulu 29 kişiden oluşmuştur. 29+1'le yani 30 kişiyle bir parti
kurmak için İçişleri Bakanlığı'na müracaat etmek yeterlidir.
Yeni bir
parti? Kimin veya kimlerin işine yarayacaktır dersiniz? Cumhuriyet Güç Birliği
fiyaskosu ve adayların çoğunun İP'le olan yakın bağlantısı henüz hafızalardan
silinmemiştir.
Hatta bu
birliktelikte garip olaylar olmuş, Attila Hasan Uğur'un aday olduğu Antalya'da,
seçim bürolarına İzmir adayı Doğu Perinçek'in broşürleri gönderilmiştir. Bu
trajik komik bir olaydır.
Salondaki
kalabalık "DELEGE" kabul edilmiş ve önceden hazırlanan
" Temsiciler Kurulu" listesi onların oylarına
sunulmuştur. Bu var olan siyasi partilerdeki sistemin "KOPYALA-YAPIŞTIR" tekniğinin tekrarıdır.
VE MÜMTAZ HOCA!
Yaşı sekseni aşmış bir bilge... Tam bağımsız Türkiye diye direnen bir
yiğit...61 Anayasası'nın mimarı.. Sadece sorgulamak için değil, katkıda
bulunmak için toplantıya katıldığına emin olduğum Mümtaz Hoca'nın elinden
mikrofonu alınması ve susturulması ne kadar doğrudur? Ve salondan yükselen biatcı
homurtular...
TARTIŞILMASI GEREKENLER ve GERÇEKLER!
"23.4.2013 tarihinde Ankara
Yenimahalle'de, Milli Merkez toplantısı adı altında Merkez Yürütme Kurulu
denilerek 29 kişilik bir liste oylanmış. Listedekilerin sıfatı ve adı önceden
belirlenmiş. Salonuna girebilenler delege sıfatını alıp evet ve hayır diye oy
kullanmış. Toplantı salonunda, eleştirisel konuşma ortamı yaratılmamış. Önceden
belirlenmiş liste, kitle psikolojisi altında sadece oylanmış. Demokrasinin
olmamasından ve hukuksuzluktan yakınılırken, demokratik koşullar yaratılmadan
ve hukuksuzca bu tablo sergilenmiş! "Atatürk'te birleştik" söylemi
kullanılırken, bakıldığında aslında ATATÜRK'TE AYRILINDIĞINI, ÇÜNKÜ
ATATÜRK'"ÜN SİYASİ ÇIKAR VE SÖMÜRÜ KONUSU YAPILMAMASI GEREKTİĞİ tartışmasız
iken, Atatürk bu tabloda sömürü konusu haline getirilmiş." Ömer Faruk Eminağaoğlu
"Geçmişi karanlık
olanların Türkiye’nin geleceğine ışık tutmaları mümkün mü?" Serdar ANT (MİLLİ
MERKEZ başlıklı yazısından)
Türk milleti zekidir.
Ama duygusal zekası bazen gerçekleri görmesini engellemektedir. Mili Devrim
hayalci değil, akla ve bilime dayanan ve TKP'den Saadet Partisi'ne kadar uzanan
geniş ve milli cenahları kucaklayan bir hareket olmalıdır.
Figen ÖZEN
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)