9 Nisan 2013 Salı

Anadilde Savunmayla Kürtleri Azınlık Yaptılar/ Ömer Faruk Eminağaoğlu



İleri demokrasi için yeni bir adım daha atıldığı, bunun için 31 Ocak 2013 tarihinde yürürlüğe giren 6411 sayılı yasa ile anadilde savunma hakkının da sağlandığı ifade edilmiştir. Atılan adımın ileri adım olup olmadığı konusundaki soruların yanıtlanması için, temel insan hakları kapsamında anadilde savunma adı altında bir hak olup olmadığı, mahkeme önünde daha etkili savunma yapabilmek için dil konusunda söz konusu olan hakkın adının ücretsiz tercüman hakkı olup olmadığı ve de ücretsiz tercüman hakkının kapsamının ne olduğu sorularının yanıtlanması gerekmektedir.
Ücretsiz tercüman hakkı; savunma hakkını etkin kullanma, adil yargılanma, ayrımcılık yasağı ve eşitlik kuralları kapsamında tanınıp koruma altına alınan, temel bir insan hakkıdır. Bu hak nedeniyle, mahkemelerin resmi dilini bilmeyen ve anlamayanlara, kendilerini mahkeme önünde ifade edebilmeleri için ücretsiz tercüman atanmaktadır. Mahkemelerin resmi dilini bilen veya anlayanlara bir başka dil kullanımının sağlanması ise, bu hak kapsamında kalmamaktadır.
Ücretsiz tercüman hakkı kapsamında kişinin savunmasının alınacağı dil, kendisini ifade edebildiği dildir ki, bu dil eğer anadili ise anadilidir, buna bir engel ya da yasak da söz konusu olmamıştır, olamaz da.
İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi'nde yine BM Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi'nde konu sadece bu boyutuyla düzenlenmiş ve bu içeriğiyle koruma altına alınmıştır.
UZAKTAN YAKINDAN İLGİSİ YOK
Ücretsiz tercüman hakkına, iç hukukta da 2005 yılında evrensel düzenlemeler paralelinde yer verilmiştir. Ancak kişinin mahkemede kullanılan resmi dili bilip bilmediğine ilişkin beyanının, bu haktan yararlanma konusunda uygulamada her zaman esas alınmaması, yaşanan sorunların da temelini oluşturmuştur. İşte uygulamayla ortaya çıkan bu sorun, kişinin beyanın esas alınacağı yolunda bir içtihat ya da yasa değişikliği ile giderilebilecekken, bu yola gidilmemiştir. Aksine anadil söylemi öne çekilip bu konudaki hassasiyet te dolanılarak, temel insan haklarının ötesinde tamamen siyasi nitelikte bir düzenleme yapılmış olup, bu düzenleme de 31 Ocak 2013 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
Yapılan düzenlemeyle, uygulamada yaşanan sorunlar çözülüyormuş görüntüsü verilmiş ise de, aslında yaşanan sorunlarla ilgili hiç bir şeye dokunulmamıştır. Bu düzenlemenin, yukarıda belirtilen evrensel düzenlemelerle koruma altın alınan ücretsiz tercüman hakkı ile de uzaktan yakından hiç bir ilgisi bulunmamaktadır. Çünkü yasa değişikliği, resmi dili bilmeyenlere yönelik değil, aksine resmi dili bilenlere yönelik hüküm içermekte ve resmi dili bilenlerin de, mahkeme önünde başka bir dilde daha etkili savunma yapacaklarını beyan ettiklerinde, bu beyanlarına itibar edilmesini ve tercüman giderine de katlanmalarını öngörmektedir.
AİHM ÖYLE DEMİYOR
Yaşanan sorunun çözülmesi amaçlansa idi, resmi dili bilmeyenlerin ücretsiz tercüman hakkından yararlandırılmaları konusunda, resmi dili bilmedikleri yönündeki beyanlarına kural olarak itibar edileceği hükmü yasaya eklenebilirdi ki, eklenmemiştir. Dolayısıyla resmi dili bilmeyenlerce yaşanan sorunlar, yine yaşanmaya devam edecektir. Bu konuda uygulamada resmi makamlardan kaynaklanan sorunlar için de çözüm ortaya konulmamıştır. Ayrıca kişiler yönünden de bu hakkın kötüye kullanımını engelleyici bir hükme de yer verilmemiştir. Kuşkusuz, hiç bir hakkın kötüye kullanılmasını yasa korumaz. Yürüttükleri kamu görevleri nedeniyle kullanmak durumunda bulundukları resmi dil Türkçeyi bildikleri tartışmasız olan kişilerin bu konuda, başka bir dilde savunma yapma beyan ve istekleri, hakkın kötüye kullanılması çerçevesinde kaldığından karşılanmayacaktır ki, (örneğin Mehdi Zana/Türkiye kararı gibi) İHAM'ın bütün ülkelerle ilgili kararları da istikrarlı olarak bu paraleldedir. O halde tüm bu konulara yönelik olarak ücretsiz savunma hakkı kapsamında düzenleme yapılmamış ise, peki ne yapılmıştır?
Resmi dili bilen kişiler için düzenlemeye gidilmiş; bu kişilerin de, resmi dil dışında bir başka dilde daha etkili savunma yapabilecekleri yolundaki "beyanlarına itibar" edilerek savunmalarını yapabileceği hükmü yasaya eklenmiş, böylece amacın adil yargılanma ve savunma olmadığı çok açıkça ortaya çıkmıştır. Bir siyasi tercih yoluyla dil konusunda, yargı alanında tek resmi dil esasına istisna yaratılmıştır.
MADDİ DURUMA GÖRE
Amacı açıkça ortaya koymayıp dolanan bu gibi düzenlemelere yönelinmesi, sorunların gerçekten yaşandığı alanlarda çözüme yönelik adımlar atılmasını engellemektedir. İşte bu ve bunun gibi içerikte yapılan düzenlemelern gerçek amacının da, yaşanan sorunların çözümü olduğu söylenemez.
Kaldı ki yapılan düzenlemeye göre de resmi dili bilen kişi, tercümanını yanında getirirse ve parasını da kendisi öderse etkili kullandığını beyan ettiği (anadil veya adı ne olursa olsun) istediği bir başka dilde savunma yapabilecektir ki, bu düşünce ve düzenleme zaten insan hakları ve savunma düşüncesi ile, hele hele ücretsiz tercüman hakkı ile hiç bir biçimde bağdaşmamaktadır. Çünkü burada konu edilen temel haklar, maddi duruma göre yararlanılabilen haklardan değildir. Konu bu boyutuyla ele alınınca yapılan düzenlemenin, ücretsiz tercüman hakkıyla dolayısıyla temel haklarla uzaktan yakından bir ilgisinin olmadığı da ortaya konulmuş olmaktadır.
BİLMEYENLERE VE AZINLIKLARA BU HAK TANINABİLİR
Resmi dil bilmesine rağmen, istediği dilde bu bağlamda, anadilde veya kendini ifade edebildiği dilde savunma, temel haklar bağlamında değil, sadece siyasi bir tercih olarak çok dilli bir sistemde söz konusu olabilir ya da azınlıklara bu hak tanınabilir. Anayasal boyutta tek resmi dil anlayışı geçerli olduğu sürece, bu konu hukuksal yönden gündeme gelemez. Yapılan düzenleme bu yönden çok açıkça anayasada mevcut olan değiştirilemeyecek ve değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek hükümlerle çatışmıştır.
Yapılan düzenleme yaşanan sorunları çözecek içerik taşımamaktadır. Aksine yaşanan sorunların çok kolay sömürü konusu haline dönüştürülerek, istenilen her adımın atılabileceğini göstermesi yönünden, ilginç bir örnek olmuştur. Bu nedenle güdülen amaç sorunları çözmek mi yoksa yeni sorunlar yaratmak mıdır? Bu konuda herkesin özeleştiri yapması gerekmektedir.
SEVR’DE YER ALIYOR
Dil boyutuyla azınlık konusu Sevr'de yer almakta iken, bu anlaşmanın reddi nedeniyle dil yönünden azınlıklar, bu coğrafyada söz konusu olmamıştır. Farklı dil kullanan topluluklar Lozan Antlaşmasında azınlık sayılmamış, bu topluluklar ulus kavramı içinde resmi dil temelinde eşitlik çerçevesinde düzenleme konusu edilmiştir. Lozan Antlaşması'nda sadece gayrimüslümler azınlık sayılmıştır. Bu antlaşmanın 39/5 nci madesinde ise, sadece azınlık kapsamında olanlara yani gayrimüslümlere (resmi dil dışında) anadilleri ile savunma hakkı tanınmıştır.
Anadilde savunma kazanımı söylemlerine rağmen, Lozan Antlaşmasının 39/5 maddesi gözetildiğinde, yapılan yeni düzenleme kapsamında yer alabilecek olan örneğin kürt kökenliler, eşit yutttaş yerine artık ulusal azınlık benzeri duruma sürüklenmişlerdir! Ayrımcılığa ve dışlanmaya karşı savaş açarken, her konunun sonunun nereye varacağı veya anlamının ne olduğu düşünülmeden yapılan bu düzenleme ile eşitlikten azınlığa, azınlıktan da giderek farklılaşmaya ve farklılaşarak ayrışmaya doğru bir yolculuğun hikayesi resmen başlatılmış olmaktadır...
Emperyalizmin Lozan'da yaptıramadığı, Sevr'de amaçladığı bu sonuç, bu şekilde ortaya çıkmış olup, nedense kimse bu fotoğrafı görmek istememektedir. Sanırım ileri demokrasinin barış sürecinden olsa gerek!..
BÖYLE BİR ŞEY YOK
Bütün hukuksal metinlerde, mahkeme önündeki dil konusu düzenlenirken, gündeme gelen hak, ücretsiz tercüman hakkıdır. Bu hak da, mahkemenin kullandığı dili bilmeyenler için tanınmış iken, mahkemenin kullandığı dili bilenler için, herhangi bir uluslararası metinde anadilde savunma hakkını esas alan bir düzenleme veya hak söz konusu değildir.
Anadilde savunma yukarıda ifade edildiği gibi, sadece çok dilliliğin benimsendiği ya da azınlıklara ve azınlık dillerine de bu hakkın sağlandığı sistemlerde söz konusu olabilir ki, bu da tamamen "temel insan haklarının" dışına çıkan siyasi bir boyut içeren konudur. Yine ülkemizde dil boyutuyla azınlık olgusu da kabul edilmiş bir konu değildir.
Bunun bir başka yorumu ise, "yetmez ama evet" denilip, kurucu iradenin ve Lozan'daki iradenin değişmesine yönelen ve dil üzerinden, sıradaki bu adımın atılmasıyla; tek resmi dil kuralına yargı alanında ayrık durum yaratılması, tek ulus ve ulus devlet konusunun da sıraya alınmış olmasıdır.
EŞİT YURTTAŞ BİLİNCİ
Kültürel hakların zamanında ve yeterince sağlanmaması, temel insan hakları konusunda yaşanan sorunlar, Lozan'ın yarattığı eşit yurttaş bilincinden, özellikle 12 eylül süreciyle hızla uzaklaşılması ve uzaklaştırılması, bu sürecin de hala daha yürütülmesiyle, işte ortaya böyle bir sonu çıkmıştır...
Lozan'daki iradeye sahiplenilmeli, Cumhuriyetin eşit yurttaş ilke ve anlayışını görmek istemeyenlere de, yine ayrıca 12 eylül süreciyle birbirinden uzaklaştırılan, farklılaştıran anlayışa da artık dur denilmelidir.
Ulusal bütünlüğün eşitlik çeçevesinde korunması için, bir taraftan ötekileyen ve dışlayan anlayışa mutlaka karşı konulmalı, öte taraftan da farklılaşma ve uzaklaşma için artık her konunun, yaşanan mağduriyetin ve bazı konuların da mağduriyet gibi gösterilmesi anlayışı üzerinden ötekileşme arayışı, fırsatçılığı ve çabalarına da dur denilip, ulus kimliğin üst kimlik olarak korunması ve ulus devletin devamlılığı yerine, Lozan'ı tamamen sorgulayan ve ortadan kaldıran bir sürecin başlatılmasına yol açılmamalıdır.
Ücretsiz tercüman hakkı denilirken, savunma üzerinden nerden nereye!
Ömer Faruk Eminağaoğlu
Odatv.com

OSMAN TÜRKOĞUZ: 1020/BİZ,HER İKİ ÂLEMDE DE TÜRKÜZ!

OSMAN TÜRKOĞUZ: 1020/BİZ,HER İKİ ÂLEMDE DE TÜRKÜZ!

DEVLET RİCAT ETMİŞTİR! S.Figen Özen



Aşağıdaki satırlar 4/Nisan/2013 tarihli gazeteden alınmıştır.
"Dün sabah saatlerinde başlayan ve akşam saatlerine kadar devam eden gerginlik, Şırnak Vali Yardımcısı Deniz Zeyrek, 23'ncü Jandarma Sınır Tümen Komutanı Tümgeneral Ali Doğan İnce, Şırnak İl Genel Meclisi'nin BDP'li üyeleri, Rahmin Bal, Erşat Ediş, İrfan Encü'nün araya girmesiyle sona ermişti. Gerginliğin sona ermesi ve köylülerin dönmesinden sonra BDP'li meclis üyeleri, buradaki askeri ve sivil yetkililer ile görüşmeler yaptı.
Yapılan görüşme ile birlikte buradaki çok sayıdaki güvenlik görevlisi helikopterlerle geri çekildi. Askerlerin çekilmesinin ardından, Kuzey Irak topraklarında bulunan kaçakçılar, yaklaşık 120 katır yükleriyle birlikte Türkiye topraklarına girdi.

Andaç Köyü çevresinde önlem alan diğer askerlerin de çekilmesiyle birlikte kaçakçılar, yükleriyle birlikte köye döndü. Köyde bekleyen yakınları, olası bir müdahaleye karşılık, her biri 65 litre yakıt alan katır sırtındaki 2'şer varili indirerek evlere götürdü"
 
Tam 101 yıl sonra, Türk milletine bir ikinci bozgun,yaşatılmak istenmektedir.
 
 Anadolu'da binlerce yıldır kök salmış bir çınar, Türk milletinin egemenliği, devletin varlığı ve dirliği, zararlı yaratıklar tarafından kemirilmektedir. Koca çınar çürütülecektir. Devlet terör örgütü, terörist başı ve tüm dünya önünde küçük düşürülmüş ve bir avuç PKK bağlantılı kaçakçı önünde askere ve güvenlik güçlerine "GERİ ÇEKİL" emri verilmiştir. Devlet ricat etmiştir.
 
Bu ayıp,Cumhuriyet tarihinin bir kara lekesidir.
 
  Kökleri tarihin derinliklerine kök salmış, binlerce yıllık koca çınara zararlı yaratıklar dadanmıştır. Bu zararlılardan kurtulmanın tek ilacı elbette milli bilinçtir. Bağımsızlık andıdır. Bu koca çınarın üzerinde bulunan zararlı yaratıkların açtığı yaralar ve bu zararlılardan kurtulmanın bilinci Türk milletine eksiksiz anlatılmalıdır. 
 
AKP iktidarında Türkiye,"FETRET DEVRİ"ni geride bırakmıştır. Türk milletine, 1912 Balkan Bozgunu'nun bir benzeri yaşatılmak istenmektedir. 

"BOZGUN 1912

1877-78 Osmanlı-Rus Harbi’nin yarattığı derin ezilmişlik duygusu, Balkanlar’ın içlerinden sürüle sürüle “Küçük Rumeli” denilen Trakya’ya doluşan, bu topraklarda güven içinde olacaklarının hayalini kuran muhacirlerin peşini bir türlü bırakmaz. “Koca Bozgun” denilen o günlere tanıklık eden kuşaklar ve onların nesilleri, ondan kalır yanı olmayan “Bozgun” senelerini, tarih için hiç de uzun bir zaman dilimi sayılamayacak olan 34 yıl sonra, Trakya topraklarında bir daha yaşayacaklardır.
Bulgaristan, Yunanistan, Sırbistan ve Karadağ’dan oluşan ittifakın karşısında tüm Balkanlar düşerken, İşkodra ve Yanya; tüm Trakya düşerken ise Edirne “akla ziyan” bir şekilde ayakta kalmayı başaracaktır.
Öyle ki; tüm yokluk ve yoksunluklara rağmen 155 gün süren meşhur müdafaanın ardından, 1913 baharında teslim olmak zorunda kalan Edirne, çok değil 6 ay sonra Trakya’nın geri alınışının da “ilhamı” olacaktır.
Balkan Savaşları’nın yarattığı bu derin travmanın izleri bütün bir Rumeli’nin hafızasından günümüze değin silinmeyecek; askerin zedelenen gururunun tamiriyse, savaşın bitmesinin ertesinde tarihe altın harflerle kazınacak Çanakkale’ye nasip olacaktır.
Türk ordusu, Alasonya’ya giren Yunanlılar karşısında Yenice savaşında da bozguna uğruyor. Rumeli'deki Osmanlı şehirleri bir bir düşüyor. Sürgünde yaşayan devrik sultan Abdülhamit, Yunanlılar esir almasın, diye gizlice İstanbul'a getiriliyor. Osmanlı'nın Balkanlar’daki başkenti Selanik, tek kurşun atılmadan Yunanistan'a teslim ediliyor. " Rumeli’ye Elveda 100. Yılında Balkan Bozgunu..."
 
Senelerdir mütarekeci basın ile kişilerin beynine şırınga edilen kültürel emperyalizm CFR'nin isim babası olduğu  bir partiyi iktidara taşımıştır.
 
Osmanlı'nın son yıllarında Rumeli'ye "ELVEDA" diyen zihniyet, tarihten ders almamış olacak ki Türk milletini "BALKAN BOZGUNU" benzeri bir bozgunla karşı karşıya bırakmak üzeredir.
 
Selanik tek kurşun atılmadan Yunan'a teslim edilmiştir. Şimdi sıra Türk milletinin öz yurdunda mıdır? Mahşerin atlıları yüz yıllık intikamın peşindedir.
 
PKK'nın tam iki sene önce "PİLOT BÖLGE" ilan ettiği Yüksekova ve Tunceli'de PKK silahlarıyla şehre inmiştir.
 
Karayılan açıkça "Biz Türk ordusunu yendik" demektedir. üstelik "Mütareke masasına Türk devletinin isteğiyle" oturduklarını ifade eden Karayılan, PKK'nın silah bırakmayacağını da söylemektedir.
 
Bunun yanı sıra emperyalizmin paralı uşakları, "PKK'nın sınır dışına çıkması için"de Gazi MECLİS'ten, bu konuda bir yasa düzenlenmesi istemektedir.
 
Ve aynı hain, işbirlikçi, emperyal uşak; "Silahları bırakarak Türkiye'yi terk etmemiz mümkün değil. Bir hakikat komisyonu kurulmasını istiyoruz; çünkü biz de Türk askerlerini öldürdük. Bu komisyon sayesinde  iki taraf da karşılıklı olarak birbirini af edebilir." demetedir.
 
Af etmek mi? Her şehidin hesabının sorulma vaktidir.
 
 
Yeni bir operasyonla,sinsi planlarının gereği bir çok kurumun başından TC ibaresi kaldırılmaktadır. Adımlar sinsi, sisi atılmakta ve Türk milleti üzerinde deneme yapılmakta, tepkileri ölçülmektedir.
 
"Sizinle savaşanlar içerde" diyen devlet bozguna uğramıştır. Daha doğrusu, iktidar "EŞBAŞKAN" olarak kendisine verilen görevi, yerine getirmek için canla başla çalışmaktadır. "YENİ KÜRDİSTAN", Eşbaşkanın ellerinde hayat bulacaktır.
 
Ancak TC operasyonu ve Silivri çıkartması ile gölgede kalan ve ne yazık ki geri plana itilen olay son derece vahimdir. Israrla yineliyorum. EGEMENLİK KAYITSIZ,ŞARTSIZ ÖCALAN ve HEMPALARININDIR.
 
Ve bu egemenlik ilgili zevat tarafından kendisine, Okyanus ötesinden gelen CFR memorandumu gereği altın tepsi içinde sunulmuştur.
 
Başı bozuk bir güruh, PKK yandaşı kaçakçılar karşısında askere "GERİ ÇEKİL" emri verilmiştir.
 
Bu emri verenler veya vermek zorunda bırakılanlar, yeni bir Balkan Bozgunu'nun taşeronluğunu yapmaktadır.Bu emri verenler; " Devleti ricat ettiren" kararın altını mühürlemişlerdir. bu mühür gaflet, delalet ve hatta hıyanet kokmaktadır. çünkü bu millet, Türk milleti ne savaşarak ne de savaşmadan esareti kabul etmeyecektir.
***
VE SİLİVRİ!
 8 Nisan'da Silivri'de Türk milleti sadece ve sadece hukuksuzluğa, adaletsizliğe karşı savaşmamışlardır.
 
Bugün silahsız kuvvetler aralarındaki her türlü siyasi, etnik, dinsel ve mezhepsel farklılıkları öteleyerek bir araya gelmiş ve emperyalizme karşı bir ikinci Bağımsızlık Savaşı başlatmışlardır. Bu birlikteliğin adı "NAMUS CEPHESİ"dir.
 
Made in USA gaz bombaları ve biber gazı, tazyikli su onları durduramamış, "Dünya Hükümeti"ne ve onun işbirlikçi taifesine savaş ilan etmişlerdir.
 
Cehennemler kudurmuş, çatal mızraklı zebaniler Türk silahsız kuvvetlerinin üzerine saldırmıştır.
 
On binlerce insan Silivri'de Atatürk'leşmiştir.Yüreğimiz topraktan aldı hızını;
altın yeleli aslanların ağzını
yırtarak
gerindik!
Sıçradık;
şimşekli rüzgâra bindik!.
Kayalardan
kayalarla kopan kartallar
çırpıyor ışıkta yaldızlanan kanatlarını.
Alev bilekli süvariler kamçılıyor
şaha kalkan atlarını!

Akın var
güneşe akın!
Güneşi zapt edeceğiz
güneşin zaptı yakın!
 
Güneşi zapedeceğiz. Belki yarın, belki yarından da yakın...
 
Bu akın Silivri'de son bulmayacak...Gene topraktan alarak hızımızı, fırtınalara gem vuracağız, şaha kalkan atlarımızı kamçılayarak Meclis'in duvarlarına dayanacağız.
 
Meclis'i kuşatıp, bölücü hainler için yasa çıkmasına engel olacağız..
 
Gücümüzü kendimizden, benliğimizden, Türk milletinden alacağız.
 
“Türk genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, ‘Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır.’ demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.
Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, ‘Polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir.’ diye düşünecek, ama hiç bir zaman yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek, ‘Demek adliyeyi ıslah etmek, rejime göre düzenlemek lazım.’ diyecek.
Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haklı ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki, ‘Ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir.’
İşte benim anladığım Türk genci ve Türk gençliği!”
Kayıtsız ve şartsız Türk milletinin "MEŞR-U MÜDAFAA HAKKI" doğmuştur. Ve bu hak, anaların ak sütü gibi bu millete helaldir...
Devlet ricat etmiştir. Ancak Türk milleti savaşmaya kararlıdır.

NUTUK’UN SONUNA GELİNDİ! YAZMAĞA BAŞLAMALIYIZ YENİSİNİ YENİ BAŞTAN!

NUTUK’UN SONUNA GELİNDİ!
                                    YAZMAĞA BAŞLAMALIYIZ YENİSİNİ
                                    YENİ BAŞTAN!
            Rahmetli Jandarma Tuğgeneral İsmet  Yediyıldız;Diyarbakır İl Jandarma Alay Komutanı iken.bir ilçe jandarma bölük komutanlığını denetlemeye gider.Bölük komutanlığı binasından içeri girdiğin de taş kesilir.Çok güzel bir Atatürk Köşesi hazırlanmıştır;yalınız Mustafa Kemal’in Gençliğe Hitabesinde üç kelimeden başka bir yazı yoktur.GAFLET,DALALET,HIYANET!Rahmetli Yediyıldız;üç kelimeden ibaret olan levhayı göstererek Bölük komutanına sorar:
            “Sayın Yüzbaşım, bu nedir?”Esas duruşunu hiç bozmayan Bölük Komutanı Yüzbaşı:
            “Gördüğünüz gibi sayın komutanım Mareşal Gazi Mustafa Kemal’in Türk Gençliğine Hitabıdır, arzederim!”Der. Sonra da aralarında şöyle bir konuşma geçer:
            “Pekiyi Sayın Yüzbaşım, bu hitabenin üstü yok mudur?”
            “Sayın komutanım; o hitabenin üstünde anlatılanlar aynen yaşandılar ve bittiler. Şimdi de Gaflet, Dalalet ve Hıyanet oynanmaktadır.Arzederim!”
            “Pekiyi sayın Yüzbaşım;bu Hitap yazısını Üst Komutanlarımız da görürseler?”
            “Üst komutanlarımın da gerçekleri artık görmeleri için bu işlemi yaptım, Sayın Komutanım!”Der.Ve Rahmetli Jandarma Tuğgenerali İsmet Yediyıldız da ol Jandarma Yüzbaşısının alnından öper.
            Halk Gaflette; Aydınların çoğu da Dalalette, İktidar sahipleri de ihanette. Bu hep böyle sürüpte günüme kadar gelmiştir.
            Türkiye Büyük Millet Meclisi başkanı ve Başkomutan Mustafa kemal Paşa;Çankaya’da 41 derece ateşle hasta yatmaktadır.Büyük Millet Meclisinde olmayışından yararlanan muhalifler,Başkomutanlık yassının süresini uzatmamışlardır.Hükümet Genelkurmay Başkanı Kavaklılı Fevzi Paşa dahil,istifalarını vermek için köşke çıkarlar.hepsi de çok üzgündür.Mustafa Kemal,hasta yatağından doğrulur ve şu tarihi saptamasını yapar:
            “Kahramanı olduğu kadar, Gafili de, Haini de çok milletiz!”Der. Ertesi günü de hasta haline bakmadan Türkiye Büyük Millet Meclis kürsüne çıkar ve Mustafa Kemalliğini gösterir.
            “Düşman karşısındaki bir ordu başkomutansız bırakılamaz!Başkomutanlığı bırakmadım,bırakmıyorum ve bırakmayacağım!” Der.Sayın Turgut Özakman,Şu Çılgın Türkler,s.555.
            Acaba; aynaya bakarak, alçak sesle ve kendi,kendine:”Türkiye Cumhuriyetini bırakmayacağım!”Diyebilecek bir komutanımız var midur!  
 
OSMAN TÜRKOĞUZ
                        osmanturkoguz@gmail.com
                        İzmir;08 Nisan 2013

7 Nisan 2013 Pazar

ATATÜRKSÜZ BİR KEMALİZM VE “MERKEZ PARTİ” ARAYIŞLARI



Vaziyeti muhakeme ederken ve tedbir düşünürken; acı olsa da, gerçeği görmekten bir an geri kalmamak lazımdır. Kendimizi ve birbirimizi aldatmak için lüzum ve mecburiyet yoktur.” K. Atatürk
Atatürkçü Düşünce Derneğinin “ Kuruluş nedeni”  Tüzükte şöyle bir girişle başlıyor.  ..Atatürk;  Sadece "bağımsızlığı tümüyle tehlikeye düşmüş Türk Ulusunu ve yurdunu emperyalist güçlerin işgalinden kurtaran bir büyük asker "değildir.  O, bunun çok daha ötesinde, örneğin siyasal, kültürel ve ekonomik alanlar başta olmak üzere, her alanda bağımsızlığımızı yok edici ya da kısıtlayıcı olumsuz bağları koparan;  Ulusal egemenliği gerçekleştirerek Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran,…”
Buradan da anlaşıldığına göre;  Kemalizm, ilk önce ve her şeyden önce Emperyalizme karşı ve onunla savaşarak doğmuş, tam bağımsızlıkçı bir dünya görüşünün adıdır.
Eğer bu tanımla devam edersek, Atatürkçü Düşünce Derneği, Antiemperyalist bilinçle donatılmış, tam bağımsızlıkçı bir örgütlenmenin adıdır.
 Araştırmacı yazarlarımızdan Sn. Metin Aydoğan Kemalizm’in Antiemperyalist bilincini şöyle açıklıyor. “Kemalizm’deki anti-emperyalist bilinç, sosyal içeriklidir ve yüksek düzeylidir. Irkçılıkla bezenmiş yabancı düşmanlığından uzaktır. Ülke savunmasıyla sınırlı değildir. Ulusçu ve toplumcu temeller üzerinde yükselir. Evrensel boyutludur. Anti-emperyalist eyleme ve bilimsel araştırmaya dayanır.”(s.717)
1990 lı yılların başında Sosyalist sistemin çöküşü, Kapitalist sistemin öncü gücü ABD ve Batılı Emperyalistlerin,  dünya egemenliği önündeki en büyük engelin ortadan kalkması anlamına geliyordu.  Bu nedenle, bu tarihten sonradır ki mazlum milletlerin bağımsızlıkçı mücadelelerine ve ideolojilerine karşı amansız bir saldırı başlatıldı. Emperyalizmin ideologlarına göre "Yeni Dünya Düzeni” ve “küreselleşme” olgusu     “tarihin sonu” dur.  Artık liberalizm, yani kapitalizm, evrensel bir sistem olarak sonsuza dek dünyanın kaderini belirleyecektir.
Bu yayılmacı propagandanın ülkemiz üzerindeki yıkıcı etkisi, dünyanın diğer mazlum milletlerden daha fazla oldu. Çünkü “tarihin sonu” gelmişse özünde antiemperyalizm demek olan, Kemalizm’in de sonu geldi demektir.
Bu propagandanın etkisi altında, Kemalizm’in içini boşaltmaya kalkışanlar yalnız numaralı cumhuriyetçiler olsaydı sorun belki daha kısa sürede çözümlenebilirdi.
ABD ya da AB ülkesi pasaportu taşıyan devşirme sömürge aydınları ve Türkiye Cumhuriyeti kimlikli yabancı ajanlar, deşifre edilmemiş masonlar, Maaşını “Büyük Locadan”, ya da Pensilvanya’dan alan, medyanın köşe başlarını tutmuş keskin kalemler, kendilerini Kemalist mücadeleye değil de, birtakım makamlar ya da etiketler elde etme hayaline kapılanlar, Milyon dolarlarla gazetecilik yapanlar, Atatürkçülüğünü, arada bir anımsayan, emekli olduktan yapılacak bir “hobi” olarak görenler,  “Atatürksüz bir Kemalizm” yaratarak Atatürkçü Düşünce Derneğinin içine çöreklendiler.  
Bu işgüzar ekip, Antiemperyalizmden, devrimci, halkçı, devletçi özünden kopartılmış, Batıcı bir laikliği önceliğine koyan, 10 Kasımlarda, 29 Ekimlerde Anıtkabir’e koşan, Balolar, şenlikler, konserler düzenleyen, Anadolu’yu, sokakları, meydanları,  değil, lüks salonları kendilerine çalışma alanı olarak belirleyen, Batı ile bütünleşmiş iktidarların keyfini kaçırmayacak eylemlerle yüz binlerin gazını alan bir örgüte dönüştürüldü Atatürkçülük ve Atatürkçü Düşünce Derneği.
Senaryo yazarları tarafından ciddiyetle kurgulanan, Sistemin, sınırları içerisine hapsedilmiş, sistem tarafından denetim altına alınmış, “yeni Kemalizm” adı verilen Atatürkçülük anlayışı Kemalizm’e son darbeyi vurma operasyonudur. Eğer kitlesel bir körlük ve akıl tutulmasına uğratılmış değilsek,  operasyonun aktörlerini tanımak hiç de zor değildir.
Onlar; asla bir şeyler kaybetmeyi göze alamayan, çünkü kaybedecek şeylerinin çok olduğunu bilenlerdir.  Oysa mücadele bir şeyleri kaybetmeyi göze almadan yapılamaz!
Onlar; Atatürkçülüğü, kermeslere ve Tatlısu mitinglerine, salonlarda balo ve kokteyllere hapsedenlerdir.
Onlar, Aşırı dinci olmayan herkesin kendisini ‘laik’ olarak tanımladığı bir ortamda, yalnızca “laikliğe sahip çıkıyor” diyerek, Türk düşmanı masonları, misyonerleri ve hatta bölücüleri bile “Atatürkçü” olarak kabul edenlerdir.
Onlar; Davayı bugün için sahiplenmiş görünerek, Kemalist felsefeyi hobi malzemesi olarak gören ve edilgenleştirenlerdir.
Atatürkçü Düşünce Derneğinden beklenen,   Davaya inanmış ‘Kemalist’ militan yetiştiren bir okul olmasıdır. Atatürkçü Düşünce Derneğine olursan ol gel” diyen bir Mevlana dergâhı değildir ve olmamalıdır.
Kemalizm, meşruiyetinin kaynağını Sistemin sınırları içinden değil, antiemperyalist, tam bağımsızlıkçı, halkçı, devrimci mücadelesinin haklılığından ve bu temelde kazanılan kitle desteğinden alır.
Kemalist mücadeleyi, ABD, AB nin dayatmaları sonucu ortaya çıkan, işbirlikçi iktidarların insafına, hoş görüsüne dayanarak sürdürmek , başlangıçta kimi sözde Atatürkçülerin ve elbette iktidar yandaşlarının övgüsünü alıyor olabilir. Bu övgülerin ardına gizlenilerek , mücadele verdiklerini sananların söz ve yazı düzeyinde, iddiaları her ne olursa olsun sonuçta karşı devrimin değirmenine su taşımaktan öteye bir işlevi olamaz.
Bu nedenle böylesi siyasal yaklaşımların parlatılmış elamanları, milyonların büyük özveriler göstererek elde ettikleri siyasal kazanımların heba edilmesine aracılık yapmak için üretilmişler ve sahneye sürülmüşlerdir.
Kemalizm,  salt ülkeyi ve bağlı olarak dünyayı yorumlamakla yetinen bir dünya görüşü değil,  bununla birlikte ve aynı zamanda ülkenin ve ulusun ters giden yazgısını değiştirmek üzere bilinçli, kararlı tutarlı, antiemperyalist, halkçı, devrimci bir mücadelenin yol haritasıdır.
Yalnızca kısır yorumlar üreterek, 29 Ekimlerde, 10 Kasımlarda Anıtkabir’e şikâyette bulunarak vatan kurtardığını sananlarla, “Atatürk seviciliği” dışında hiçbir “meziyeti” olmayanlarla,  ne Kemalist mücadele verilir, ne de var olan mevziler korunabilir.  Kavgaya girmekten, şeytan görmüş gibi kaçarak, kendileri sütre gerisinde kalmak koşuluyla birilerinin, kendileri adına  “vatan savunması”  yapmasını bekleyenler şimdi yeni bir tezgâhın peşindeler.  
Geldiğimiz süreçte, toplumsal muhalefetin yükseldiği, Kemalist düşünceyi temel alan örgütlenmelerin etrafında kümelenmelerin arttığı gözlemlenebilir bir gerçekliktir.  Toplumsal muhalefetin bu yükselişini ABD ve AB’nin kurnaz mimarları ve onların içimizdeki mason maskesi takmış organizatörlerinin dikkatlerini çekmediğini söylemek safdilliktir.  Bu nedenle “muhalefet” adı altında, AKP karşıtlığı üzerinden, kökü dışarıda bir “Atatürkçü Parti” senaryosu uygulamaya konuldu.
AKP’yi alaşağı etmek için bazı platformlar oluşturulmakta,  kapalı kapılar ardında “derin” pazarlıklar yapılmakta, sonuçları önceden programlanmış anketler yaptırılmaktadır. Bu pazarlıklı anketlere göre Türk halkının %65’i yeni bir parti kurulmasını istiyormuş. Hatta AKP’ye Oy verenlerin %30 dan fazlası bu yeni kurulacak partiye oy verecekmiş!  Sözün özü Türk halkı bir kez daha “Atatürk le aldatılıyor.”
Biz bu filmi bir değil birkaç kez seyrettik. Atatürkçü Düşünceye gönül vermiş Toplumsal muhalefet,  ne zamanki yükselişe geçti, önce birileri “Türk Halkı yeni bir partiden yana”  söylemini dillendirmeye başlar. Arkası çorap söküğü gibi gelir. Atatürkçülerin en aktif, en militan unsurları yeni kurulan partiye kaydırılır. Bu parti ile birlikte orada görev alan unsurlarda eritilir, yok edilir. 
Yeni  “Merkez Parti” düşüncesi bir kez daha “temelsiz çatı” inşa etme meraklısı, AB-D imalatı “yeni Kemalizm” ideologları ve onların dümen suyundan giden bilcümle akademisyenler, entelektüeller, sol liberaller tarafından tedavüle sürülmüştür. Ve bir kez daha kitlesel düzeyde bir körlük ve akıl tutulması dönemi yaratılmak istenmektedir.
Sisteme muhalifmiş gibi görünenlerce yükseltilen, kafa karıştırıcı, ortamı bulanıklaştıran bu senaryo , Kemalist mevzide mücadele veren geniş katmanların,  AKP nin iktidardan uzaklaştırılmasına “fit” olup, Kemalizm’in temel değerlerinin ve toplumsal muhalefetin bir kez daha güç ve enerji yitimine, yenilgisine neden olacaktır.
Günümüz koşullarında stratejilerini yalnızca AKP’nin alaşağı edilmesi ile sınırlandıranlar tarihsel bir yanılgı ile karşı karşıyadırlar.
AKP Emperyalizmin Türkiye üzerindeki emellerinin eksiksiz gerçekleşmesi yolunda önemli bir araçtır. AKP nin yedeği ve yedekleri yıllar öncesinden hazırlandı. Değişikliğin ne zaman ve nasıl olacağına karar verenlerin elleri  “düğmenin” üzerinde hazır bekliyorlar.
Ülkenin ve ulusun parmak hesabıyla kurtarılabileceğini, demokratik(olmayan) yöntemler kullanılarak bir şeylerin geri çevirebileceğini, düzelebileceğini sananlar ya gerçekten saf, ya da birileri tarafından aldatılıyorlar.
Çünkü günümüzde iktidar yâda muhalefette olan, sistemin sınırları içinde varlığını sürdüren siyasal partilerin programları arasındaki farklıklar azalmış hatta kalmamıştır.  Hangisine neden sağ ya da hangisine neden sol parti vb. dendiğinin de giderek hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur. Bu nedenle var olan siyasal partilerin hükümet etmede yer değiştirmeleri, sonuçta hiçbir köklü değişime yol açmayacaktır.
Mustafa Kemal Atatürk’ün yolundan giderek, en geniş “antiemperyalist cepheyi inşa etmek yerine, kendi siyasal kimliklerini sürdürecek, güvenli bir şemsiye arayanlar, ulusal bağımsızlık mücadelesine hep kendi çıkarları açısından yaklaşanlar, bizleri bir kez daha “Atatürk le aldatmanın” hesabı içindedirler.
Bu nedenle bu küresel çetenin tezgâhlayarak sahneye sürdüğü bu oyunu bozmak,  gerçek olguları, akıl ve bilimin, Kemalist felsefenin yol göstericiliğinde çözümleyerek, bağımsızlığa giden yolu ışıklı kılmak tarihsel görev ve sorumluluğumuzdur.  
Bu sorumluluğun yerine getirilmesi sırasında kimi bedellerde ödenecektir. Bedel ödemeyi göze alamayanların, sahibine tapınanların davaya yarar değil, zarar getireceklerinin de bilincinde olmalıyız. Çünkü “Sahibi olanlar, bu DAVA’ ya hizmet edemezler..”

Mahmut ÖZYÜREK

4 Nisan 2013 Perşembe

AYDIN MISIN?




Kilim gibi dokumada mutsuzluğu
Gidip gelen kara kuşlar havada
Saflar tutulmuş top sesleri gerilerden
Tabanında depremi kara güllelerin
Duymuyor musun

Kaldır başını kan uykulardan
Böyle yürek böyle atardamar
Atmaz olsun
Ses ol ışık ol yumruk ol
Karayeller başına indirmeden çatını
Sel suları bastığın toprağı dönüm dönüm
Alıp götürmeden büyük denizlere
Çabuk ol

Tam çağı ise başlamanın doğan günle
Bul içine tükürdüğün kitapları yeniden
Her satırında buram buram alın teri
Her sayfası günlük güneşlik
Utanma suçun tümü senin değil
Yırt otuzunda aldığın diplomayı
Alfabelik çocuk ol
Yollar kesilmiş alanlar sarılmış
Tel örgüler çevirmiş yöreni
Fırıl fırıl alıcı kuşlar tepende
Benden geçti mi demek istiyorsun
Aç iki kolunu iki yanına
Korkuluk ol

Yazar : RIFAT ILGAZ