22 Eylül 2016 Perşembe

‘ABD’de “Tek Resmi Dil: İngilizcedir”, “Vatandaş İngilizce Konuş!” demek, Demokratik Cumhuriyetçiliktir;



CENGİZ ÖZAKINCI
‘ABD’de “Tek Resmi Dil: İngilizcedir”, “Vatandaş İngilizce Konuş!” demek, Demokratik Cumhuriyetçiliktir;
Buna karşılık Türkiye’de “Tek Resmi Dil Türkçedir”, “Vatandaş Türkçe Konuş!” derseniz, “birileri” sizi anında “Irkçı Faşist” olarak damgalayacaktır’’.
380 Ayrı Anadilin Konuşulduğu
Amerika Birleşik Devletleri’nde Tek Ortak ve Resmi Dil: İngilizce
1990 yılı nüfus sayımında ABD yurttaşlarına soruldu:
“Etnik ırk, soy kökeniniz nedir?”
Verilen yanıtlar ABD yurttaşlarının 500 dolayında değişik soy ve ırklardan geldiklerini ortaya çıkardı. (Belgelerini geçen ayki yazımda yayımladım.)
Aynı sayımda ABD yurttaşlarına şu da sorulmuştu:
“Evinizde hangi dili konuşuyorsunuz?”
Verilen yanıtlar, ABD yurttaşlarının, evlerinde İngilizce dışında 380 dolayında ayrı anadil konuşmakta olduklarını ortaya çıkardı.
ABD resmi raporlarında hangi eyalette kaç değişik anadil konuşulduğu da saptanıyor.
ABD 2010 nüfus sayımına göre:
4,779,736 nüfuslu Alabama’da 114 ayrı dil;
710,231 nüfuslu Alaska’da 109 ayrı dil;
6,392,017 nüfuslu Arizona’da 152 ayrı dil;
2,915,918 nüfuslu Arkansas’da 89 ayrı dil;
37,253,956 nüfuslu California’da 213 ayrı dil;
5,029,196 nüfuslu Colorado’da 128 ayrı dil;
3,574,097 nüfuslu Connecticut’da 107 ayrı dil;
897,934 nüfuslu Delaware’de 81 ayrı dil;
18,801,310 nüfuslu Florida’da 162 ayrı dil;
9,687,653 nüfuslu Georgia’da 141 ayrı dil;
1,360,301 nüfuslu Hawaii’de 104 ayrı dil;
1,567,582 nüfuslu Idaho’da 107 ayrı dil;
12,830,632 nüfuslu Illinois’da
140 ayrı dil; 6,483,802 nüfuslu Indiana’da 114 ayrı dil;
3,046,355 nüfuslu Iowa’da 113 ayrı dil;
2,853,118 nüfuslu Kansas’da 111 ayrı dil;
4,339,367 nüfuslu Kentucky’de 109 ayrı dil;
4,533,372 nüfuslu Louisiana’da 99 ayrı dil;
1,328,361 nüfuslu Maine’da 86 ayrı dil;
5,773,552 nüfuslu Maryland’da 145 ayrı dil;
6,547,629 nüfuslu Massachusetts’de 142 ayrı dil;
9,883,640 nüfuslu Michigan’da 141 ayrı dil;
5,303,925 nüfuslu Minnesota’da 123 ayrı dil;
2,967,297 nüfuslu Mississippi’de 85 ayrı dil;
5,988,927 nüfuslu Missouri’de 133 ayrı dil;
989,415 nüfuslu Montana’da 80 ayrı dil;
1,826,341 nüfuslu Nebraska’da 106 ayrı dil ayrı dil;
2,700,551 nüfuslu Nevada’da 114 ayrı dil;
1,316,470 nüfuslu New Hampshire’da 83 ayrı dil;
8,791,894 nüfuslu New Jersey’de 136 ayrı dil;
2,059,179 nüfuslu New Mexico’da 114 ayrı dil;
19,378,102 nüfuslu New York’ta 173 ayrı dil;
9,535,483 nüfuslu North Carolina’da 136 ayrı dil;
672,591 nüfuslu North Dakota’da 77 ayrı dil;
11,536,504 nüfuslu Ohio’da 128;
3,751,351 nüfuslu Oklahoma’da 131 ayrı dil;
3,831,074 nüfuslu Oregon’da 136 ayrı dil;
12,702,379 nüfuslu Pennsylvania’da 152 ayrı dil;
1,052,567 nüfuslu Rhode Island’ta 81 ayrı dil;
4,625,364 nüfuslu South Carolina’da 105 ayrı dil;
814,180 nüfuslu South Dakota’da 79 ayrı dil;
6,346,105 nüfuslu Tennessee’de 117 ayrı dil;
25,145,561 nüfuslu Texas’da 170 ayrı dil;
2,763,885 nüfuslu Utah’da 123 ayrı dil;
625,741 nüfuslu Vermont’da 78 ayrı dil;
8,001,024 nüfuslu Virginia’da 135 ayrı dil;
6,724,540 nüfuslu Washington’da 166 ayrı dil;
1,852,994 nüfuslu West Virginia’da 84 ayrı dil;
5,686,986 nüfuslu Wisconsin’de 124 ayrı dil;
563,626 nüfuslu Wyoming’de 61 ayrı dil ve
601,723 nüfuslu District of Columbia’da 94 ayrı dil konuşulmakta olduğu; yapılan sayım sonucu resmen belirlenmiş bulunuyor.
2010 yılı sayımında, ABD nüfusunun yüzde 16,3’ünü oluşturan 50,500,000 (elli milyon beşyüz bin) kişinin evlerinde anadil olarak “Hispanic” (İspanyolca) konuştukları;
Bunların çoğunun 1960’lardan başlayarak ve sayısı her yıl katlanarak büyüyen göç dalgalarıyla Meksika’dan, Küba’dan, vs. ABD’ye göçmen olarak geldikleri;
Kırk yıl sonra 2050 yılına doğru ABD nüfusunun yüzde 30’unu oluşturacakları;
Bunların Amerikan yurttaşlığına girmiş olmalarına karşın, ezici çoğunluğunun Amerikan ulusuyla kaynaşmadıkları ve ülkenin ortak dili İngilizce’yi öğrenmedikleri, konuşmadıkları resmen saptanmış durumda…
2008’de ölen ABD’lı akademisyen Samuel P. Huntington, Foreign Policy dergisinin 2004 Mart sayısında yayımlanan “Hispanic Challenge” başlıklı yazısı ve aynı yıl yayımlanan “Biz Kimiz?” (Who Are We?) adlı kitabında;
Amerikan ulusuyla kaynaşmayan yüzde 16,3’lük “Hispanic” nüfusun, bu çoğalma hızıyla 2050 yılına doğru ABD’yi etnik bölünmeye sürükleyebileceğini;
Bunu önlemenin biricik yolunun ise, onların “rüyalarını bile İngilizce görecekleri düzeyde İngilizce konuşmalarını sağlamak olduğunu savunuyordu.
Bundan sonra Amerika’da pek çok köşe yazarı 2050 öngörülerini yazmaya başladı.
“Türk Huntington’u” diyebileceğimiz kimi yerli “Batı papağanları” da Huntington’a ait olan ABD’nin 2050 yılında “Hispanic” ler tarafından parçalanacağı “kehaneti” ni sanki kendi buluşlarıymış gibi sunan yayınlar yaptılar.
Çeşitli etnik kökenlerden gelen anadilleri farklı toplulukların bir ulus oluşturabilmesinin, “ortak bir dil” kullanmalarına bağlı olduğu, ABD’nin yaşayarak öğrendiği bir gerçeklik. Huntington’un değinmediği bir gerçek de şu:
ABD’nin geçmişinde, bugünün yüzde 16’lık “Hispanic”lerinden çok daha ağır, 1890’larda ABD nüfusunun yüzde 53’ünü oluşturan Alman kökenli yurttaşlar sorunu vardı.
O yıllarda, sokaktaki her iki ABD yurttaşından biri Alman kökenliydi.
Bunlar, ABD’de bütün derslerin Almanca okutulduğu okullar açıyor, Almanca gazeteler, dergiler, kitaplar yayımlıyor;
Alman tiyatroları, Alman kabareleri, Alman birahaneleri, Alman şirketleri açıyor;
Ve caddeleri, sokakları Almanca işyeri tabelalarıyla donatılan Amerika, hızla Almanlaşıyordu.
Dahası, 1890’larda ABD nüfusunun çoğunluğunu oluşturan bu Alman kökenliler dış politikayı bile etkiliyor, ABD’ye Almanya’nın düşmanına düşman, dostuna dost bir politika izlemesini dayatıyorlardı.
Ancak, bu durum 1890’ların ikinci yarısında değişecek ve ABD nüfusunun çoğunluğunu oluşturan Alman kökenliler, 1896’da ABD’deki Alman kanaat önderlerinin önerisiyle, ABD’nin ortak dili olan İngilizce’yi öğrenip günlük yaşamlarında kullanarak Amerikan ulusunun ayrıcalıksız yurttaşları olmaya yöneleceklerdi.
Bu yönelişten yüz yıl sonra yapılan 1990 – 2000 ABD nüfus sayımlarında, etnik kökenini Alman olarak tanımlayan ABD yurttaşlarının sayısı tüm nüfusa oranla yüzde 25’lere gerilemiş, İngilizce bilmeyen Alman kökenli Amerikalı sayısı ise yok denecek ölçüde azalmıştı.
1890’larda ABD nüfusunun çoğunluğunu oluşturan Alman kökenlileri ortak dil İngilizce ile Amerikanlaştıran ABD’nin, bugünün %16’lık “Hispanic”lerini aynı yöntemlerle Amerikan ulus potasında kaynaştırması olanaksız değil…
Nitekim, “Tek Dil İngilizce Akımı” (English-Only Movement) İngilizce’nin ABD’de hem tek ortak dil ve hem de tek resmi dil olarak benimsenmesi için çalışmakta.
1930’lar Türkiyesi’nde “Vatandaş Türkçe Konuş” kampanyalarına benzer kampanyalar; bugün ABD’de ulusal dil İngilizce için yürütülüyor.
2005 yılında Kongre’ye sunulan “İngilizce Dil Birliği Yasa Tasarısı” (English Language Unity Act) yasalaşma yolunda çeşitli aşamalardan geçerek, 5 Mart 2013 günü ABD Senatosu’na, 6 Mart 2013 günü Temsilciler Meclisi’ne sunuldu.
Yasa tasarısı, “ABD’de resmi dil İngilizce’dir” maddesiyle başlıyor.
Tasarıya göre, tüm ABD yurttaşları Bağımsızlık Bildirgesi’nin özgün İngilizce metnini, ABD Anayasasını ve yasalarını okuyup anlayacak ölçüde İngilizce bilecekler;
Bu düzeyde İngilizce bilmeyen göçmenler, ABD yurttaşlığına alınmayacak;
Devlet dairelerindeki bütün işlemler İngilizce olacak;
Yurttaşlar özel yaşamlarında ise diledikleri dili kullanabilecekler…
Evet, ABD’de Mart 2013 itibariyle son durum bu. Peki, Türkiye’de son durum ne?
ABD’de “Tek Resmi Dil: İngilizcedir”, “Vatandaş İngilizce Konuş!” demek, Demokratik Cumhuriyetçiliktir;
Buna karşılık Türkiye’de “Tek Resmi Dil Türkçedir”, “Vatandaş Türkçe Konuş!” derseniz, “birileri” sizi anında “Irkçı Faşist” olarak damgalayacaktır.
ABD ve diğer Batı ülkelerinde “Demokratik” sayılanın, Türkiye’de “Irkçı Faşizm” sayılması;
Batı’da “Anarşi” olarak tanımlanacak türden görüş ve uygulamaların,
Türkiye’de “Demokrasi” olarak yutturulması; bence, ülkemizin tüm sorunlarından çok daha önemli bir sorundur.
Cengiz ÖZAKINCI, “Bütün Dünya”, Ocak 2014

18 Eylül 2016 Pazar

Yeni Öğretim Yılı Fırsat Olsun




Okulları açmak ve kapatmak izafidir. Öğretime ara verilse de milli eğitim tatil yapmaz. Her karne dönemi yaptığımız değerlendirmeler, okul açılmadan önce dile getirdiğimiz temenniler de geleneğimiz. Bu geleneği bozacak denli sarsıcı bir yaz geçirdik. 15 Temmuz 2016, ülkemiz rejimine yönelik bir darbe girişimiydi, eğitimimiz içinse gerçek bir darbe etkisi yarattı. Tozu dumanı içinde açıyoruz okulları.

Yanlışsa devirmek, yeniden inşa etmek gerekir. Liyakatten ve laiklikten uzaklaşmak yanlıştı. Eğitim şuralarımıza Abant Platformlarıyla ayar çekmek, yurt dışı eğitimini cemaat okulları taşeronluğunda yürütmek, rektöründen hizmetlisine eğitimin kadrolarında cemaatten olanı tercih etmek, sınav sorularını servis etmek, sınavda yenemeyenler için mülakat torpili getirmek…. Yanlıştı. Mutlaka devrilmesi gereken yanlışlar bunlar.

Terörist yapılar, paralel cemaatler, siyasi cemiyetler... eğitim kurumlarımızla, öğretmenlerimizle anılmaması gereken yapılar. Bireysel farklılıklarımızı sınıfın kapısında bırakmamız, bize emanet edilen evlatları öğretmenlik sorumluluğu ile kucaklamamız, bilgiyle donatmamız gerek. Bu öğretim yılına başlarken akademik başarıdan çok eğitim güvenliğini, eğitimcinin liyakatini konuşuyor olmak, eğitimi nasıl vereceğimizi düşünüyor olmak ne kadar da acı.

15 Temmuzdan sonra devlet memurluğundan atılan ve açığa alınan eğitimcileri konuşurken, öğretmen ve akademisyen gözüyle değerlendirdik. Hukuki açıdan baktık, hizmet verdikleri öğrenciler açısından değerlendirmedik.

Örgün eğitim veren fakültelerde ders seçemeyen (hoca bulamayan) öğrenciler uzaktan eğitime düşey geçti mesela. Akademisyen saksıda ve üç günde yetişmiyor. Üç günde HOCA edilenleri de bilmekle beraber. Açılması bir heves onlarca üniversite tabeladan ibaret kaldı. Atılan bilim insanlarının hangisi terörist, hangisi kurban bilen beri gelsin. Yurt hizmetinin cemaatlere ihale edilmesinin bedelini de açıkta kalan öğrencilerimiz ödüyor an itibari ile.

Nüfusumuzun yarısı veli ya da öğrenci. Onlar üzerindeki meslekten uzaklaştırılmış ya da açığa alınmış TERÖRİST ÖĞRETMEN algısıyla kayıptayız. Sınıfa giren her öğretmen “acaba” algısıyla karşılanacak, mesleğimize duyulan toplumsal güven derinden sarsıldı. Öğretmenini taparcasına seven öğrencinin duyacağı yoksunluk da devlete beslediği sevgiyi, güveni eksiltecek kuşkusuz. Olağan bir tayinde bile incinen yürekler, öğretmenlerinin suçluluğuna ikna edilmiş değil. Eğitim hizmeti alan taraf için on binlerce öğretmen bir an vardı, bir an yok oldu. Yargılanmadılar, soruşturulmadılar, sınıflarından alındılar, algı bu. Sınıfta asla olmaması gereken teröristi, banka veya sendika tercihi ile “aldanmış” olandan ayırt etmek için şeklen de olsa bir soruşturma yürütmüş olsaydınız keşke. Yarın öğrencilerine söyleyecek bir açıklamamız, bir de özrünüz olurdu. Sınıfa kimin gireceğini belirleyen, sınıftaki suçludan da sorumludur sonuçta. Daha da vahimi, uzayabilecek yargı süreçleri sonunda TERÖRİST olanların da aklanabilecek olması. Devlete paralel tuzaklar kuranların, ulusal veya uluslararası hukuk marifetiyle yeniden “göreve” dönebilecekleri, hatta tazminat alabilecekleri ihtimaliyle ürperiyoruz. Bu ana kadar yapılmayan, bundan sonra yapılabilir. Komisyonlar marifetiyle suç tescillenir, masum ayıklanır umuyoruz.

Bir hengameyle kapatılan özel okulların kimisi “pardon” denerek açıldı ama giden öğrencisi temelli gitti. Temelli kapatılan özel okullar yeni öğretim yılında derslik açığımıza deva olacak mı derken ya satılıklar yahut imam hatip okulu oldular, ihtiyaca bakılmadan, sorgusuz sualsiz. Yalnızca ekmek derdinde özel okulda çalışan binlerce öğretmenin lisansı kül oldu, uçtu. Yarın sıralarda olması gereken milyonlarca ders kitabı cemaat bağlantısı “keşfedildiği için” artık çöp, yenileri basılacak. Sendikal yasaya güvenip yasal eylem yapıyorum sanan binlerce öğretmen açıkta. Bir kısmı “sınıf boş kalmasın” hesabıyla eğitim yılını açacak. Neden açığa alındığı, nasıl göreve iade edildiği açıklamaya muhtaç…

Bir milyondan fazla öğrencinin öğretmensiz olarak başlayacağı “yeni” öğretim yılı, geçmiş hiçbir yıla benzemiyor. Darbelerin yıkamadığı devletimizi eğitim yoluyla yeniden şahlandıracaksak; yanlışı, yamuğu, eğriyi devirelim gitsin. Varsın tozu dumana karışsın, yenisini ve dosdoğrusunu BİRLİKTE inşa etmek için bir eğitim yılı feda olsun. Ayıklanalım ama önce AYIKALIM. Benzer yanlışları yaparak yeni doğrular inşa edemeyiz.

Anadolu Eğitim Sendikası, hiçbir cemaat, hiçbir siyasi cemiyet etkisinde olmadan ÖĞRETMEN ODALARININ hür sesini, enerjisini sürdürülebilir bir eğitim politikası için vakfetmeye hazır. Darbecilerin “eğitilerek” devşirildiğini tecrübe etmişken, darbelerle ancak EĞİTİM yoluyla mücadele edebileceğimizi öğrenmiş olmalıyız. Neslimizin ihtiyacı olan nitelikli bilimsel eğitimi, nitelikli ve kadrolu öğretmenlerle verebiliriz. Her iki unsuru da buluşturabildiğimiz, mucize gibi bir öğretim yılı dileyelim. İyi düşünelim, iyiyi hayal edelim, iyi olsun. 2016-2017 Öğretim Yılı, sorunları doğru teşhis edip birlikte çözdüğümüz bir fırsat yılı olsun…

Cansel GÜVEN
Anadolu Eğitim Sendikası Genel Başkanı

Basın Açıklaması; Ulusal Eğitim Derneği - OKULLARIMIZ NEREYE AÇILIYOR?



OKULLARIMIZ NEREYE AÇILIYOR?
Okulöncesi, ilk ve ortaöğretim kurumlarında eğitim görecek 19 milyon öğrencimiz için okullar 19 Eylül günü açılıyor. Yükseköğretimin çeşitli kademelerinde eğitim gören öğrencileri de hesaba katınca ülke nüfusunun ¼’ünü aşan çocuk ve gencimiz 2016-2017 öğretim yılına giriş yapacak.
Darbelerden teröre, işsizlikten siyasal bunalımlara dek yığınla sorun içinde şaşkına dönmüş toplumumuzun gündeminde eğitim konusu zaman zaman daha alt sıralarda konuşulup tartışılsa da, aslında hepimizin en temel kaygısının eğitimde odaklaştığını söylemek yanlış olmaz: Hangi okul, hangi öğretmen, nasıl bir eğitim izlencesi, hangi amaç, hangi iş?... En önemlisi, nasıl bir insan?
Veriler, öğrenci başına düşen eğitim harcamalarının, genel bütçeden eğitime ayrılan payın giderek yükseldiğini gösteriyor. Devlet de veli de eğitimi önemsediğine ilişkin tutum sergiliyor. OECD (Ekonomik İşbirliği ve Gelişme Örgütü) ortalamasının gerilerinde kalsak da eğitime kaynak ayırmada bir kıpırdama olduğu görülüyor.
Durum bir boyutuyla böyle olmakla birlikte, yine gerek ulusal gerek uluslararası veriler, harcamalardaki bu ilerlemenin aynı oranda başarıya yansımadığını, ya yerimizde saydığımızı ya da gerilediğimizi gösteriyor. Başta iktidar ve Milli Eğitim Bakanlığı olmak üzere bütün paydaşların dikkatini çekmesi gereken asıl sorunun da bu olması gerektiği açıktır. Ne yazık ki testi çeşmeye boş gidip boş geliyor. Diploma sayısı artadursun, meslek sahibi yaptığımız gençler ya işsizlikle ya da yetiştiği alanda iş bulamamakla karşı karşıyadır. Bunun da gerek öğrencide gerek ailede yarattığı kaygı ve moral çöküntüsü, eğitimizin en temel açmazıdır.
Eğitimin temel amaçları yasa ve yönetmeliklerde açıktır. Mevcut iktidarın yasa ve yönetmeliklerde kendi ideolojik amaçları doğrultusundaki sayısız değişiklik oyunlarına karşın eğitimle hangi niteliklere sahip insana ulaşmak istediğimiz konusunda fazla bir çelişki yoktur. Ancak, iktidarın eğitimin içeriğinden yönetimine, altyapısından denetimine dek yürüttüğü ve sağlıklı planlamadan, bilimden ve ülke gerçeklerinden kopuk çağdışı politikaları nedeniyle niceliğin niteliğe dönüşmediği somut bir gerçekliktir.
Cumhuriyete, Atatürk ilkelerine, bilim ve sanata düşmanlık temelinde yürütülen politikaların açtığı yaranın boyutları azımsanacak gibi değildir.
15 Temmuz ihaneti sonrası yurtdışına kaçan (geçen dönem milletvekilliği payesiyle de ödüllendirilen) ünlü futbolcunun vekilliği sırasında, ciddi bir ülke sorunu konusundaki soruya “Büyüklerimiz bilir!” gibi, kişilikten, nitelikten uzak, eleştirel düzlemde varlık göstermesi istenmeyen insan tipi… İktidarın imamhatipçiliğinin, eğitimi yazboz tahtasına çevirip kafaları sersemletmesinin başka ne anlamı olabilir?
Dileğimiz, okullarımızın 2016-2017 öğretim yılına, bu temel sorunu aşmak üzere açılmasıdır. İktidara yamanıp halkıyla iletişimi olmayan “gazeteci”ye, bütün kuralları çiğnenirken sesini çıkarmayan “hukukçu”ya, kafası yalnızca borsa-döviz işlerine takılmış “ekonomist”e, önüne konulanın dışında öğrencisi için kılını kıpırdatmayan “öğretmen”e, gözünü bir an önce yurtdışına çıkmaya diken “akademisyen”e, hastasını para biçiminde gören “hekim”e… yeterince doyduk.
Alanı, mesleği, ilgisi ne olursa olsun, artık “nitelikli insan” yetişsin okullarımızda.
Yeni öğretim yılında okullarımızın buna açılması dileğiyle, öğrenci ve öğretmenlerimize başarılar.
 Ankara, 18.09.2016
Nazım Mutlu
Ulusal Eğitim Derneği Genel Başkanı