2 Eylül 2016 Cuma

FETHULLAH GÜLEN VE MEVLANA




Önce bir gazete haberini okuyalım:

2. Murat, Feto’yu namaza kaldırmış.
15 Temmuz hain darbe girişiminin lideri terörist elbaşı Gülen bir sohbetinde;
“2. Murat hazretleri, daldığım anda ‘Fethullah namaza kalk’ dedi, cama tıklattı” demiş.
Gazete bu haberi verdikten sonra şu soruyu soruyor:
“Koca koca generaller, akademisyenler, bakanlar, milletvekilleri, bu adamın peşinden nasıl gittiler?”
Gazete, bu soruyla şunu demek istiyor:
Rüyasında sık sık Hz. Muhammed’i görüp konuştuğunu, talimatlar aldığını söyleyen, Osmanlı padişahı 2. Murat tarafından namaza kaldırıldığı hikâyesini anlatan vaiz Fethullah Gülen’e nasıl olmuş da fen bilimleri eğitimi almış kişiler inanıp arkasından gitmişler?

Değerli Dostlar,

Bu haklı bir sorgulama. Ama çok eksiği var.
Fethullah Gülen’le ilgili sorduğumuzu soruyu çok geniş bir çevreye yaymak zorundayız.

Sözü, Mevlana’ya getirmek istiyorum.
Mevlana da çok sayıda mucizeler göstermiş! Ve bu mucizelere bugüne kadar milyonlarca kişi inanmış!
Bu konuyu “GELİN YÜZLEŞELİM” adlı kitabımın birinci bölümünde çok ayrıntılı olarak anlattım, burada kısa özetler vereceğim.

Mevlana Uçuyor!

Bir gece Mevlana’nın eşi Kira Hatun, medresenin her yanını arar, Mevlana’yı bulamaz. Gider uyur. Biraz uyuduktan sonra birdenbire uyanır, bir de bakar ki Mevlana namaz kılıyor! Namazını bitirdikten sonra Mevlana’nın yanına gider, ayaklarını kucağına alır, yavaş yavaş ovar. Bir de bakar ki, Mevlana’nın ayakları toz içinde. Ayak parmakları arasında renkli kumlar var! Ayakkabısının da kumla dolu olduğunu görür. Tam bir korku içinde bu durumu Mevlana’ya sorar.
Mevlana, Kâbe’de çok sevdiği bir dervişin bulunduğunu, onu görmeye gittiğini söyler. Ayaklarındaki kumun da Hicaz kumu olduğunu açıklar, kuma sakla, ama sakın kimseye söyleme, diye tembih eder.
Anlatılan şudur:
Bir gece Mevlana, Konya’daki tekkesinden uçuyor, Mekke’ye gidiyor, Kâbe’nin yakınındaki bir dostunu ziyaret edip yine uçarak Konya’ya tekkesine dönüyor.
Bu anlatımdan anladığımız, Tanrı hiçbir peygambere vermediği bir ayrıcalığı, bir mucize yeteneğini, yani uçma yeteneğini Mevlana’ya vermiş!

Tanrı, Mevlana’nın Sofrasına Kızarmış Etli Pilav Gönderiyor

Mevlana bir gün bir yakın dostunun evine misafirliğe gider. Mevlana aç olduğunu, yiyecek bir şeyler getirilmesini ister. Oysa evde yemek yenmiş, sofra kaldırılmış, boş tencereler mutfağa götürülmüştür.
Mevlana, boş tencerelerden birini ve büyük bir tabak getirmeleri ister, getirirler.
Mevlana elini boş tencereye sokar, kızarmış etli pilav çıkarıp tabağa koyar. Bunu birkaç kez tekrarlar, büyük tabak tepeleme kızarmış et ve pilavla dolar. Herkes şaşkınlık içerisinde bakarken Mevlana, “Bu, Tanrı tarafından gelmiş bir gayb yemeğidir, Onu yemek gerekir” der ve hep birlikte güzelliği ve tadı eşsiz yemeği yerler.
Mevlana böylece bir mucize daha gerçekleştirmiştir!

Mevlana, Kâbe’yi Konya’ya Getiriyor!

Mevlana’nın çok değer verdiği bir kadın dostu Kâbe’ye gitmeyi arzular, ama önce Mevlana’dan izin alması gerektiğini düşünüp Mevlana’nın ziyaretine gider.
Mevlana, kadın dostu ile sohbet eder. Gece yarısından sonra Mevlana medresenin damına çıkar, oradan kadını hemen yukarıya çağırır.
Kadın, medresenin damına çıkar. Mevlana, “Yukarı bak, amacın gerçekleşmiştir!” diye haykırır.
Kadın gözlerine göğe çevirir çevirmez bir çığlık atar. Kâbe, medresenin üzerinde dönüp durmaktadır!
Mevlana, hacı olmayı arzu eden kadın dostunun ayağına getirmiştir Kâbe’yi!

Değerli Dostlar,

Mevlana’nın bu türden mucizeleri anlat anlat bitmez!
Peki, bu mucizelere kimler inanmaktadır?
Bu mucizelere, Mevleviler inanmaktadır.
Mevlana’ya inanıp bağlananlara “Mevlevi” denilmektedir.
Mevlevilik, Mevlana düşünceleri çerçevesinde kurulmuş bir tarikattır.
Mevlevi tarikatını benimseyenlerin bir araya geldiği tekkelere ise “Mevlevihane” denilmektedir.
Mevlevi tarikatı ve Mevlevihaneler Türkiye’de çok yaygındır.
İşte, Türkiye’de Mevlevihanelerin bulunduğu yerler:
İstanbul, Ankara, İzmir, Konya, Afyonkarahisar, Antalya, Çankırı, Edirne, Eskişehir, Gaziantep, Gelibolu, Karaman, Kastamonu, Kayseri, Kütahya, Manisa, Muğla, Niğde, Samsun, Tokat, Şanlıurfa.

Yurt Dışında da Mevlevihaneler bulunmaktadır:
Atina (Yunanistan), Filibe (Bulgaristan), Halep (Suriye), Hanya (Girit), Humus (Suriye), Kahire (Mısır), Kırım, Kudüs, Lefkoşa, Peç (Macaristan), Priştina (Kosova), Saraybosna, Selanik, Şam, Trablusşam (Lübnan), Trebbus (Almanya), Üsküp (Makedonya), Larissa (Yunanistan).

Değerli Dostlar,

Yurtiçinde ve Yurt dışında örgütlenmiş büyük bir yapıyla karşı karşıyayız.
Bu yapıyla, Fethullah Gülen’in yurtiçi ve yurt dışı örgütlenmesi arasında bir benzerlik yok mu?
Tüm Mevlevihanelerdeki Mevleviler, kayıtsız şartsız Mevlana’ya inanmaktadırlar. Mevleviler; Allah’tan ve Hz. Muhammed’den sonra Mevlana’ya bağlıdırlar, ona gönülden inanmışlardır.
Yani Mevleviler, Mevlana’nın mucizelerine de inanmaktadırlar.
Peki, Fethullah Gülen’in anlattığı akıl dışı mucizelerle, Mevlana’nın akıl dışı mucizeleri arasında ne fark var?

Değerli Dostlar,

Türkiye’nin birçok yerinde Mevlevi dernekleri, Mevlana Vakıfları bulunmaktadır. Bu dernek ve vakıfların kurucuları ve üyeleri de kayıtsız şartsız Mevlana’ya bağlıdırlar. Yani, bu kişiler de Mevlana’nın akıl dışı mucizelerine inanmaktadırlar.
Tekrar soruyorum, bu bağlamda, Fethullah Gülen’e inanalar ile Mevlana’ya inanlar arasında ne fark var?
Mevleviler arasında da çok sayıda akademisyen, subay, siyasetçi, hukukçu, işadamı bulunmaktadır. Alın size, Fethullah Gülen müritleriyle Mevleviler arasında bir benzerlik daha!

Değerli Dostlar,

Cumhuriyet devrimleriyle tarikatlar kapatılmış, tarikatçılık yasaklanmıştı.
Ancak son 65 yılda tarikatlar örümcek ağı gibi her yanı sarmış, tarikatçılar hem parasal yönden hem de siyasi alanda güçlenerek Cumhuriyeti tehdit eden konuma gelmiştir.
Cumhuriyet aydınları tüm tarikatlara ve tarikatçılara karşı açıktan savaşım vermeden Türk halkının başı beladan kurtulamayacaktır.

Yılmaz Dikbaş
30 Ağustos 2016, Salı
dikbas@kalinka.com.tr
0532 233 31 52

1 Eylül 2016 Perşembe

1 Eylül Hangi Dünyanın Barış Günü



BASIN AÇIKLAMASI
1 Eylül Hangi Dünyanın Barış Günü
1 Eylül Dünya Barış Günü; Naziler'in Polonya'yı işgali ile (1 eylül 1939) başlayan ll. dünya savaşı'nın 50. yıl dönümünde Birleşmiş Milletler tarafından ilan edilmiştir.  Barış Günü; Emperyalistlerin kendi  paylaşım savaşlarını haklı çıkarmak için mazlum ulusların sömürüye karşı çıkma bilincini yok etme  amacıyla sahneye sürdükleri bir “narkoz”, bir ütopyadır.
“Dünya da 85 kişinin serveti 3 milyar insanın gelirine eşit” (Dünya Ekonomik Formu). Sivil yardım örgütü olan OXFAM’ın belirttiğine göre de, dünya servetinin yarısını bu 85 kişi alırken, geri kalan yarısını ise nüfusun %99 alıyor.
·               Bu denli yoksullaşmanın olduğu, üretimin bu denli eşitsiz dağıtıldığı, çalışanın az, çalıştıranın ise neredeyse hepsine el koyduğu bir toplumsal sistemde,
·               Silah üretimlerinin her geçen gün artığı ve en yoksul ülkelerin dahi hızla silahlandırıldığı, bütçelerinin önemli bir bölümünü silahlanmaya ayırdığı bir ortamda „BARIŞ“ sözcüğü soyut bir propaganda, kitleleri sömürü karşısında eylemsiz, etkisiz kılma aracı olarak kullanılmaktadır.
Emperyalizm, ortaya çıktığından beri hiç bir zaman “barış” olmadı. Emperyalizm kendi özgül amaçlarını –sömürgeler, pazarlar, hammadde kaynakları, nüfuz alanları ele geçirmek– “saldırganlara karşı BARIŞI korumak”,vatan savunması”, “demokrasiyi savunmak” gibi fikirlerle gizler.
Emperyalist kamplar tarafından yürütülen savaş, anavatan savunması, BARIŞ ya da demokrasi için değil, dünyanın yeniden paylaşımı ve sömürgeci köleleştirme için yapılmaktadır. Emperyalistler tarafından kararlaştırılan bir barış, ancak yeni bir savaştan önceki soluklanma dönemi olabilir.
 Örneğin Emperyalizm tarafından beslenip büyütülen, savaş endüstrisi için kobay olarak kullanılan IŞİD emperyalistler için defedilmesi gereken bir “hastalıklı bir yapı” değil, sömürünün ve savaşın yeniden üretildiği “ütopya”dır! Bu nedenle bölgede IŞİD’in varlığını sona erdirme görevini emperyalistlerden beklemek tarihsel bir yanılgı ve akıl tutulmasıdır.
 IŞİD’in varlığını sona erdirmek ancak bölge uluslarının savaşa ve savaşı üreten emperyalizme karşı ortak direnişi ve savaşımı ile olanaklıdır.
Mustafa Kemal Atatürk; 1920’li yıllarda bu gerçeği görmüş ve gerçek barışınSömürgecilik ve emperyalizmin yeryüzünden yok olması” ile sağlanabileceğini göstermişti.
“En büyük düşman, düşmanların düşmanı, ne falan, ne de filan millettir. Bilâkis bu, adeta her tarafı kaplamış ve saltanat halinde bütün dünyaya hâkim olan kapitalizm afeti ve onun çocuğu olan emperyalizmdir.”...
“Mazlum milletler, zalimleri bir gün mahv ve yok edecektir. O zaman dünya yüzünden zalim ve mazlum kelimeleri kalkacak, insanlık kendisine yakışan bir toplumsal hale mazhar olacaktır”...
 “Sömürgecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve yerlerine milletler arasında hiçbir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir ahenk ve işbirliği çağı geçecektir”... 
Tüm bu nedenlerle “1 Eylül Dünya Barış Günü” emperyalist bir yalandır. Emperyalizm ve sömürgecilik yer yüzünden yok olmadıkça,  emperyalist sistem yıkılmadıkça gerçek barış olanaksızdır.. 31.08.2016
YÖNETİM KURULU ADINA:                                                            Mahmut ÖZYÜREK
ULUSAL EĞİTİM DERNEĞİ
ISPARTA ŞUBE BAŞKANI

31 Ağustos 2016 Çarşamba

BASIN AÇIKLAMASI 30 Ağustos’un 94. yılında Mustafa Kemal Atatürk'ün bizlere verdiği görevin bilincindeyiz



30 Ağustos utkusunun 94. yıldönümündeyiz,
30 Ağustos Utkusu, dünün işgalcisi o haçlı emperyalizme karşı vatan- millet ve hürriyet adına onurluca karşı durulup kanla irfanla elde edilen büyük bir Ulusal Utku’dur..
30 Ağustos; emperyalist planların bozulduğu, Anadolu’nun paylaşım girişiminin durdurulduğu, Mazlum ulusların emperyalizme karşı savaşımına ışık olan, umut aşılayan bir başkaldırının adıdır.
30 Ağustos; bir ulusun tarih sahnesinden silinirken topyekûn “bağımsızlığını imhaya karar veren emperyalizme”  karşı yeniden dirildiği, tarihte örneğine ender rastlanan bir savaşın adıdır.
30 Ağustos utkusu, işgalden “Kurtuluş” tan “Kuruluş”a, 29 Ekim 1923’e giden yoldur..
97 yıl önce 19 Mayısla başlayan, 30 Ağustos’ta “Ya istiklal ya ölüm!” parolasıyla süren bağımsızlık savaşı ile bu topraklardan kovulanlar ve emperyalistlerin işbirlikçileri, bu gün yine bu topraklarda cirit atıyorlar. Yeni Sevr özlemiyle yanan AB-D Emperyalistleri ve onların işbirlikçileri Vahdettinlerin, Damat Feritlerin, Şeyh Saidlerin, Ali Kemallerin torunları 23 Nisan’ın, 29 Ekim’in, 30 Ağustos’un, Çanakkale Zaferi’nin ve 19 Mayıs’ın izlerini silmeye çalışıyorlar. 30 Ağustos'ta, Afyon Kocatepe-Dumlupınar'da emperyalizmin Türk ulusunun ayağına taktığı prangalar sökülüp atılmıştır; ama 94 yıl sonra bugün emperyalizm yeniden Türk ulusunu prangalamak, yakın köklerinden kopararak, yeniden emperyalizmin kucağına itmek istemektedir.
Emperyalist Batı, savaşla elde edemediği sonucu ya bizzat kurdurduğu ya da değişik yollardan desteklediği bir takım “Truva atı” örgütlenmelerle elde etme yolunu seçmiştir.
Mustafa Kemal’in aşama aşama unutturulması-değersizleştirilmesi, Milli Bayramların, 19 Mayısların 30 Ağustosların kutlamalarının engellenmesiyle amaçlanan da Türk halkının tam bağımsızlık ve ulusal egemenlik bilincini yavaş yavaş yok ederek, Yeni Sevr’i, günümüzdeki adıyla “BOP” projesini yürürlüğe koyma amaçlıdır.
Bu gerçeği gören ve gereğini yapmayı düşünen yurtseverler, tertiplerle bir şekilde susturulmakta, TSK ABD’nin isteği ile “tasfiye” edilmektedir. Yazılı ve görsel basın dinci gericilik tarafında denetim altına alınmakta, böylece Türk halkının gerçeği görmesi engellenmektedir. Özetle söylemek gerekirse ülkemiz ve ulusumuz yeniden işgal yıllarının o boğucu karanlığıyla karşı karşıyadır.
Kayıtsız Şartsız Ulusal Egemenlik ilkesine karşı duran siyasal iktidar 30 Ağustos dâhil tüm ulusal bayramlarımızı kutlamak istemediğini açıkça sergilemektedir. Ulusal bağımsızlığımız, özgürlük ve barışımız ve yurt güvenliğimiz için zorunlu olan kurumların en önemlilerinden birisi olan CUMHURİYET Ordusu’nun itibarsızlaştırılması, onursuzlaştırılması ve etkisizleştirilmesi için, eski bilinen senaryolar yeniden piyasaya sürülmektedir.
Genelkurmay Başkanlığı Cumhurbaşkanlığına, Kuvvet Komutanlıklarının Milli Savunma Bakanlığı’na, Jandarma Genel Komutanlığı ile Sahil Güvenlik Komutanlığı’nın İçişleri Bakanlığı’na bağlanmıştır. Askeri liseler, astsubay hazırlama okulları ve Harp Akademileri’nin kapatılmıştır.
Tüm bunlar 15 Temmuz darbe girişimine tepki olarak alınan önlemler değildir. AKP iktidarının emperyalizmle işbirliği içinde uzun vadeli “devleti ordusuzlaştırma” projesinin gereğidir. 15 Temmuz iktidara tam da bu projeye uygun bir ortam yaratmıştır/yaratılmıştır
Askeri okulların kapatılması aslında bir “Sevr Projesi”dir. Sevr’de bile 168. maddesi ile askeri okulların kapatılması değil küçültülerek gözetim altına alınması istenirken, FETÖ’cü darbe girişimi gerekçe edilerek bu okulları tümüyle kapatmak, Serv projesini bir adım öte taşımaktır.
Birbirinin "paraleli" olduklarını itiraf eden iki ÇAĞDAŞ UYGARLIK DÜŞMANI VE ABD/AB/BOP destekli siyasal örgütlenmenin 15 Temmuz 2016'da birbiriyle girdikleri çıkar kavgasında, kavgayı kazanmış "görünen" AKP iktidarının, BOP'un eş başkanlığını sürdüren özelliği ile haçlı emperyalizmin çıkarları doğrultusunda Türkiye’yi yeniden Sevr (günümüzdeki adıyla BOP) paylaşımına sürüklemektedir.
Siyasi iktidar FETÖ'cülerle değil, Cumhuriyetle, Cumhuriyetimizin kazanımları ile 15 yıldır sürdürdüğü hesaplaşmayı 15 Temmuz kalkışmasını gerekçe yaparak hızlandırmıştır. Yıllardır FETÖ ile ortak yürüttüğü Atatürk Cumhuriyeti'ne karşı verilen savaşı şimdi OHAL uygulamaları ile sürdürmektedir.
Söylem ve eylemleri ile yalnız bu günümüze değil yarınlarımıza ışık tutan Mustafa Kemal Atatürk bu günkü durumu anlatıyor.
 Ordumuzu tamamen lağvederek, milleti, bağımsızlığını muhafaza için muhtaç olduğu dayanak noktasından mahrum etmeye teşebbüs ettiler. Bir taraftan da müdafaasız, ordusuz bıraktıklarını zannettikleri milletin de, izzetinefsine, her türlü haklarına ve mukaddesatına taarruzla, milleti alçaklığa, boyun eğmeye alıştırmak planını takip ettiler ve ediyorlar.”
"Saraylarının içinde Türk'ten başka ögelere dayanarak, düşmanla birleşerek Anadolu'nun, Türklüğün aleyhinde yürüyen çürümüş gölge adamların Türk yurdundan kovulması, düşmanların denize dökülmesinden daha kurtarıcı bir devinimdir.”
Bizler, Vahdettinlerin, Damat Feritlerin, Ali Kemallerin değil, Mustafa Kemal’in yolundan gidenleriz. Bize Mustafa Kemal Atatürk;    “Saraylarının içinde Türk’ten başka ögelere dayanarak, düşmanlarla birleşerek Anadolu’nun, Türklüğün aleyhine yürüyen çürümüş gölge adamların Türk yurdundan kovulması, düşmanların denize dökülmesinden daha kurtarıcı bir devinimdir” görevini vermiştir.
30 Ağustos un 94. yılında emperyalizmi dize getiren, çağdaş Türkiye’nin mimarı, Mustafa Kemal Atatürk'ü ve arkadaşlarının bizlere verdiği görev bilinciyle,   bağımsızlık savaşımızın yüce şehitlerini derin saygı, gönülden bağlılıkla bir kez daha anıyoruz.

YÖNETİM KURULU ADINA:                                                            Mahmut ÖZYÜREK
ULUSAL EĞİTİM DERNEĞİ
ISPARTA ŞUBE BAŞKANI