10 Ocak 2018 Çarşamba

Dilekçe Yazmayı Nasıl Öğrendim



Yıl 1969 olmalı. Isparta Şarkikaraağaç Lisesi Orta son sınıfındayım. O yıllarda Ortaokuldan sonra Meslek Liselerine(Maliye, Ziraat, Hayvan Sağlık vb.) yazılı ve sözlü sınavla giriliyor. Giriş sınavlarına başvuru öğrenim gördüğümüz okullara yapılıyordu.
Ziraat Meslek Lisesine başvuru için okula gidiyorum. Karşımdan aynı sınıfta okuduğumuz Çiçekpınar köyünden bir arkadaş geldi.
-Hayırdır nereye gidiyorsun?
- Ziraat Meslek Lisesine başvuru yapmak için okula gidiyorum.
-Dilekçe yazdırdın mı?
Elimdeki kendi yazdığım dilekçeyi gösterdim.
-Hiç boş yere gitme, kabul etmiyorlar. Dilekçe daktilo ile yazılacakmış.
Kafam biraz karışmıştı ama çaresiz geriye döndüm. Bir ilçede daktilo ile dilekçeyi kime yazdırabilirdim ki? O yıllarda her yerde olduğu gibi adliyelerin çevresinde “Arzuhalciler” bulunur, köylerden gelenlerin adliyelere ve diğer resmi makamlara yazılacak dilekçelerini yazarlardı.
İki üç metrekarelik küçük dükkânında, kalın çerçeveli gözlüklü, yaşlı arzuhalcinin boş olduğunu görünce içeriye daldım. Gözlüğünün üzerinden bakarak;
-Ne vardı? Dedi.
-Şey bir dilekçe yazdıracaktım, ne kadara yazarsın?
-Nereye yazılacak bu dilekçe?
-“Okula” dedim. “Ziraat Meslek Lisesi sınavlarına başvuracaktım”. Elimdeki dilekçeyi de uzattım. Baktı, okudu sonra yüzüme alaycı bir tavırla bakarak “sana 2,5 liraya yazarım” dedi.
Kendime bol gelen, her gün okula giyilmekten bir hayli yıpranmış elbisemin tüm ceplerini karıştırdım. Çıka çıka 225 kuruş çıktı. Uzattım arzuhalciye. Aldı, saydı. Masaya vururcasına bıraktı. Hiçbir şey söylemeden yazmaya başladı. Sanırım 20 dakika sonra dilekçeyi elime tutuşturdu, “şurayı da imzalayacaksın” demeyi ihmal etmedi.
Hem okula doğru yürüyorum, bir taraftan da arzuhalcinin kırık dökük daktilosu ile yazdığı dilekçeyi okumaya çalışıyorum.  “Ş” ler “J” ile yazılmış. Noktalama falan da yok.
Okula girdim. Dilekçelerle ilgilenen Müdür yardımcımız aynı zamanda Türkçe öğretmenimiz Tufan Demir’di. Biraz soyadı gibi davranan, ama çok iyi bir öğretmendi. Tutucu bir İlçede TÖS(Türkiye Öğretmenler Sendikası) kurucusuydu.
Dilekçeyi masasına bıraktım. Bir adım geri çekildim ve bekledim. Masadan dilekçeyi aldı, şöyle bir göz atıp dilekçe elinde ayağa kalktı. Öğretmenimiz uzun boylu, ben ise kara kuru, bücür olunca, sanki tavana bakar gibi bakabiliyorum yüzüne. Onun elinde bir pisliği tutarmışçasına iğreti tuttuğu, benim ise tüm harçlığım olan 225 kuruş vererek yazdırdığım dilekçeyi birkaç kez katlayarak yırttı ve yere attı. Sonra ayakları ayaklarıma değercesine yaklaştı. “Lan ben size üç yılda bir dilekçe yazmayı öğretemedim mi! demesi ile birlikte sol yanağıma sanki gülle çarpmışçasına bir tokat vurdu ki, gözlerimin önünden yıldızlar geçti, gözlerimden yaş geldi. Sonra “git şimdi bir dilekçe yaz ve getir!” diyerek gürledi.
Kimseni yüzümü görmemesi için koşarak eve geldim. Kırık dökük masanın başına oturup yeniden bir dilekçe yazdım. Ama halen sol kulağım uğulduyor, yüzüm yanıyordu.
Ne yazdığımı, nasıl yazdığımı anımsamıyorum. Dilekçeyi bitirir bitirmez yine koşarak Okula gittim. Müdür yardımcımız Tufan Demir’in karşısındaydım. Yüreğim yerinden çıkacak gibiydi. Dilekçeyi masasına bıraktım, bir adım geri çekilerek beklemeye başladım. Tufan öğretmen gözlüğünü taktı, eline bir kalem aldı, dilekçeyi baştan sona okudu, gördüğü birkaç imla hatasını düzeltti.
Sonra bana döndü. “Kaç para vermiştin arzuhalciye?” dedi. Ben sanki fısıldayarak “225 kuruş” diyebildim. Cebinden 5 lira çıkardı. “Hadi al bunu git. Bir daha da dilekçeni başkasına yazdırma” diyerek saçlarımı okşadı.
Çok utanmıştım. Süklüm, püklüm çıktım okuldan. O günden bu yana uzmanlık isteyen dilekçelerimi bile başkasına yazdırmadım. Tufan Demir öğretmenim yaşıyorsa sağlık ve esenlik içinde, ölmüşse ışıklar içinde olsun. 10 Ocak 2018
Mahmut ÖZYÜREK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder