Yıl
1969 olmalı. Isparta Şarkikaraağaç Lisesi Orta son sınıfındayım. O yıllarda
Ortaokuldan sonra Meslek Liselerine(Maliye, Ziraat, Hayvan Sağlık vb.) yazılı
ve sözlü sınavla giriliyor. Giriş sınavlarına başvuru öğrenim gördüğümüz okullara
yapılıyordu.
Ziraat
Meslek Lisesine başvuru için okula gidiyorum. Karşımdan aynı sınıfta okuduğumuz
Çiçekpınar köyünden bir arkadaş geldi.
-Hayırdır
nereye gidiyorsun?
-
Ziraat Meslek Lisesine başvuru yapmak için okula gidiyorum.
-Dilekçe
yazdırdın mı?
Elimdeki
kendi yazdığım dilekçeyi gösterdim.
-Hiç
boş yere gitme, kabul etmiyorlar. Dilekçe daktilo ile yazılacakmış.
Kafam
biraz karışmıştı ama çaresiz geriye döndüm. Bir ilçede daktilo ile dilekçeyi
kime yazdırabilirdim ki? O yıllarda her yerde olduğu gibi adliyelerin
çevresinde “Arzuhalciler” bulunur, köylerden gelenlerin adliyelere ve
diğer resmi makamlara yazılacak dilekçelerini yazarlardı.
İki
üç metrekarelik küçük dükkânında, kalın çerçeveli gözlüklü, yaşlı arzuhalcinin
boş olduğunu görünce içeriye daldım. Gözlüğünün üzerinden bakarak;
-Ne
vardı? Dedi.
-Şey
bir dilekçe yazdıracaktım, ne kadara yazarsın?
-Nereye
yazılacak bu dilekçe?
-“Okula”
dedim. “Ziraat Meslek Lisesi sınavlarına başvuracaktım”. Elimdeki
dilekçeyi de uzattım. Baktı, okudu sonra yüzüme alaycı bir tavırla bakarak “sana
2,5 liraya yazarım” dedi.
Kendime
bol gelen, her gün okula giyilmekten bir hayli yıpranmış elbisemin tüm
ceplerini karıştırdım. Çıka çıka 225 kuruş çıktı. Uzattım arzuhalciye. Aldı,
saydı. Masaya vururcasına bıraktı. Hiçbir şey söylemeden yazmaya başladı.
Sanırım 20 dakika sonra dilekçeyi elime tutuşturdu, “şurayı da imzalayacaksın”
demeyi ihmal etmedi.
Hem
okula doğru yürüyorum, bir taraftan da arzuhalcinin kırık dökük daktilosu ile
yazdığı dilekçeyi okumaya çalışıyorum. “Ş”
ler “J” ile yazılmış. Noktalama falan da yok.
Okula
girdim. Dilekçelerle ilgilenen Müdür yardımcımız aynı zamanda Türkçe öğretmenimiz
Tufan Demir’di. Biraz soyadı gibi davranan, ama çok iyi bir öğretmendi. Tutucu
bir İlçede TÖS(Türkiye Öğretmenler Sendikası) kurucusuydu.
Dilekçeyi
masasına bıraktım. Bir adım geri çekildim ve bekledim. Masadan dilekçeyi aldı,
şöyle bir göz atıp dilekçe elinde ayağa kalktı. Öğretmenimiz uzun boylu, ben
ise kara kuru, bücür olunca, sanki tavana bakar gibi bakabiliyorum yüzüne. Onun
elinde bir pisliği tutarmışçasına iğreti tuttuğu, benim ise tüm harçlığım olan
225 kuruş vererek yazdırdığım dilekçeyi birkaç kez katlayarak yırttı ve yere
attı. Sonra ayakları ayaklarıma değercesine yaklaştı. “Lan ben size üç yılda
bir dilekçe yazmayı öğretemedim mi! demesi ile birlikte sol yanağıma sanki
gülle çarpmışçasına bir tokat vurdu ki, gözlerimin önünden yıldızlar geçti,
gözlerimden yaş geldi. Sonra “git şimdi bir dilekçe yaz ve getir!”
diyerek gürledi.
Kimseni
yüzümü görmemesi için koşarak eve geldim. Kırık dökük masanın başına oturup
yeniden bir dilekçe yazdım. Ama halen sol kulağım uğulduyor, yüzüm yanıyordu.
Ne
yazdığımı, nasıl yazdığımı anımsamıyorum. Dilekçeyi bitirir bitirmez yine
koşarak Okula gittim. Müdür yardımcımız Tufan Demir’in karşısındaydım. Yüreğim
yerinden çıkacak gibiydi. Dilekçeyi masasına bıraktım, bir adım geri çekilerek
beklemeye başladım. Tufan öğretmen gözlüğünü taktı, eline bir kalem aldı,
dilekçeyi baştan sona okudu, gördüğü birkaç imla hatasını düzeltti.
Sonra
bana döndü. “Kaç para vermiştin arzuhalciye?” dedi. Ben sanki
fısıldayarak “225 kuruş” diyebildim. Cebinden 5 lira çıkardı. “Hadi
al bunu git. Bir daha da dilekçeni başkasına yazdırma” diyerek saçlarımı
okşadı.
Çok
utanmıştım. Süklüm, püklüm çıktım okuldan. O günden bu yana uzmanlık isteyen
dilekçelerimi bile başkasına yazdırmadım. Tufan Demir öğretmenim yaşıyorsa sağlık
ve esenlik içinde, ölmüşse ışıklar içinde olsun. 10 Ocak 2018
Mahmut
ÖZYÜREK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder