Önce iki
Osmanlı kanunu;
-“Türk’ten
vezir olmaya!”
-Türk’ten
yeniçeri olmaya!”
Kuruluş
Dönemi Osmanlı Sadrazamları listesi
Yükseliş
Dönemi Osmanlı Sadrazamları listesi
Duraklama
Dönemi Osmanlı Sadrazamları listesi
Gerileme
Dönemi Osmanlı Sadrazamları listesi
Dağılma
Dönemi Osmanlı Sadrazamları listesi
Rahmetli Ali
Kemâl Meram’ın yukarıda sözünü ettiğim kitabından başlamak istiyorum: “Osmanlı
‘da Kimdi Bu Büyük Devlet Adamları! Bu Paşalar kimlerdendi!”
“Halkımız, Tanrı katından zembille inmiş üstün
yaratıklar olarak gördükleri bu kişilerin adlarını anarken seslerini kısıyor, rastlaştıklarında
da iki büklüm olup, korku ile saygının ezikliği özellikle göstermek, kayıtsız
şartsız bu “büyüklerin büyüklüğüne ”boyun eğdiklerini anlatmak istercesine
yerlere kapanıyor, eteklerini öpüyorlardı”
“Oysa bir
düşünen soran ve gerçeği kavrayan birileri olsa, bunların Kim ve ne olduklarını
kulaktan kulağa yayacaklardı, işte o zaman, boğazın iki yakasındaki köşkleri,
yalıları, konakları dolduran uşaklar, hizmetçiler, halayıklar, nedimeler, cariyeleri
ve içoğlanları arasında zevklerin ve saltanatın zirvesinde yaşayanların her
birinin Frenk dölü, dönme ve devşirme, savaş tutsağı, parayla satın alınmış
köleler olduğu; Türklere yasaklanmış ocaklardan yetişip devletin her bir
organına, Türk Düşmanı padişahların buyruklarıyla oturdukları anlaşılacaktı.
Bizans başkenti
İstanbul’un alındığı günden başlayarak, Sadrazamlık katına kadar devletin tüm
yetkili organlarının başına, şeriat ve ticaretin her bir alanına, sarayların
içlerine kadar her bir köşe başına Rumları, Ermenileri, Yahudileri, Sırpları,
Bulgarları ve başka tüm yabancı Frenk döllerini getirerek, (Türksüz ve Türk’e
yasak) bir devlet örneği veren (Fatih) 2‘inci Mehmet, kendinden sonra Osmanlı
tahtına oturacaklara aynı izi sürmelerinin gereğini perçinlediği, Anadolu’yu
dolduran milyonlarca Türk için en kara, en kahır yüklü bir yaşam daha o zaman
başlamış olduğu görülecektir.”S.597.
“Yapılan seçim
sonunda 2’inci Meşrutiyet Meclisine milletvekili olarak seçilenlerin ırklarına
göre sayıları şöyleydi: 60 Türk, 60 Arap, 25 Arnavut, 25 Acem,12 Kürt, 11
Laz, 23 Rum, 12 Ermeni, 15 Yahudi, 4 Bulgar, 3 Sırp, 1 Romen, 15 Çerkez, 8
Gürcü, 7 Tatar.
Ülke, Osmanoğulları’nın
623 yıl boyunca Türk ırkını yok etme eylemleri sonucunda işte böyle bir insan
panayırı durumuna sokulmuş, en karmaşık bir toplum meydana getirilmişti. 29
Nisan 1909 günü, İkinci Abdülhamit tahttan indirilerek Selanik’e gönderildi.
Yıldız sarayının Cahil Arnavut bahçıvanlarına Mareşallik rütbesi vererek, her
birine Mareşallik aylığı verdiren bir Kızıl Sultandı o.”33 yıllık kanlı
saltanatının tortusunda kümelenen Hıristiyan dölü karılarıyla,8 oğlunu ve 9
kızını da yanına kattılar”. S.G.E.
S.619.
Halkımız
açlıktan, cehaletten ve sefaletten kırılırken; bir Osmanlı
Mareşalinin—Müşirlerinin– tayın bedeli bir süvari bölüğünün aylık gideri
kadardı. Sultan Abdülaziz’in kendisi gibi intihar eden oğlu Şehzade Yusuf
İzzettin Efendi doğumundan üç ay sonra Mareşal olmuştu. Sultan Abdülaziz, dövüş
kazanan bir horoza Sultani nişanının en üst nişanını vermişti.
Ama geliniz ve
görünüz ki, Küçük Onbaşı diye adlandırılan Korsikalı Napolyon Bonapart’ın
madalya konusundaki değerlendirmesini: Napolyon’un ünlü bir aşçısı vardır.18
Haziran 1815’te Waterlo’da bile Napolyon’a salçalı tavuk kızartarak görevini
yapan bir aşçı. Bir gün İmparator Napolyon’un huzuruna çıkar ve eydirir: ”Haşmetmeap;
yıllardır size sadık bir şekilde hizmet etmekteyim. Bir Lejyon d’honer
madalyasına çok hevesim var. Lütfen bana bir madalya ihsan eder misiniz?”
Fransız
İmparatoru Napolyon, işaret parmağını aşçısının gözüne nişanlayarak: ”Bu
mümkün değildir Bayım. Siz, bana yapmış olduğunuz hizmetin karşılığını maaş
olarak almaktasınız. Lejyon d’honer madalyası Fransa’ya hizmet edenlere
verilir!
Rahmetli Falih
Rıfkı’nın Zeytinyağı adlı ünlü eserini okumadıysanız ben boş yere anlatmış
olurum. Osmanlı ordusunda, savaşta ayağı ve kolu kopanlara verilen madalya; Almanya’ya
Veliahtla yapacağı ziyarette, göğsü boş kalmasın diye Asteğmen Falih Rıfkı’nın
göğsüne takılır.
Bunların
pisliklerini ve Türk’e yaptıklarını anlatmaya sahifem yetersiz kalır. Bir
yabancı asker gözü ile kölelikten başkomutanlığa ve Sadrazamlığa yükselen,
Mısır’ı Kavalalı Çorbacı Mehmet Ali’ye bırakan Hüsrev Paşa’dan söz etmek
istemekteyim. Üçüncü Selim döneminde kaputanı Derya olan ve on sene müddetle de
Seraskerlikte bulunan bu Çerkez-Abhaza- asıllı kölenin çevirmediği dolap ta
kalmamıştı. Büyük Reşit Paşa’yı Padişah Sultan İkinci Mahmut’a teskiye mektubu
ile göndermiş; Sultan Mahmut mektubu Reşit Paşa’ya verdiğinde Paşa’nın gözleri
fal taşı gibi açılmış: “Devletlû Hünkârım, bu Reşit Paşa kulunuz Cennetmekân
Selim Hanı şehit edenlerdendir, derhal başını vurmak gerekir. Ferman sizindir.”
Şimdi; Ünlü Alman Mareşali ve Alman birliğinin kurucularından Bernhart Helmuth
Von Moltke’nin anılarından bir parçayı aktarayım:”
“Fizik yapısı
son derece biçimsiz, buna karşın her zaman şaklaban, kurnaz, içinden pazarlıklı,
büyük burunlu, küçük gözlü,0 kıpkırmızı yüzlü, kısacık bir boy, aşırı şişman,
başında kulaklarına kadar indirilmiş kırmızı yayvan bir fes sırtında
topuklarına kadar inmiş bir cübbe, karşısındakini aldatmak için aptal
görünümlü, gerçekteyse elindekini kaçırmamak için her zora başvurmaya hazır bir
adam.”
Hüsrev paşa
1855 yılında öldü; Eyüp’e gömüldü. Sağlığında Bahçekapı’daki konağında,
boğazdaki yalısında, kendisi gibi satın alınmış, ya da tutsak edilmiş birçok
“kız, kadın ve erkek” kölelere de sahipti. Bunlardan 32’si devletin çeşitli
katlarında büyük görevlere getirilmiş, paşa” ve Nazır olmuşlardı. Sadrazamlık
görevine son verildiğinde, Hüsrev Paşa aleyhinde tanıklık yapıp onu
suçlayanlardan Kaptan’ı Derya(Deniz Kuvvetleri Komutanı) Halil Paşa da, Hüsrev
Paşa’nın kölelerindendi. S.G.E. S.594
23 Aralık 1876
tarihinde; Avrupa devletlerinin Osmanlıya baskılarını önlemek için; Rahmetli
Mithat Paşa’nın büyük emekleriyle Anayasa ilan edilmişti.1831 tarihli Belçika
anayasası tercüman edilerek ilan edilmişti. İkinci ve de Kinci Sultan Hamit;
bir Ermeni Rakkasenin—Virjin’in– oğluydu. Osmanlı-Rus Savaşını bahane eden
Abdülhamit, Anayasayı yürürlükten kaldırarak Osmanlı Meclisini de kapattı.
Mithat paşayı Hicaz Eyaletinin Taif kalesi zindanına attırdı. Mithat Paşa’nın
Sultan Aziz’in katili olduğunu iddia ederek bir yüksek mahkeme kurdurdu.
Mahkemenin başkanlığına da bir İngiliz ajanı olan Rum Hıristoforidis’i getirdi.
Ünlü Müşir Osman Paşa da bu mahkemenin üyelerinden birisiydi. Oğullarını saraya
damat ettirmenin yollarına ünün de kurban ettirmişti. Ve Rahmetli Mithat Paşa
Taif zindanında Abdülhamit köpeği subaylarca boğdurulmuştur.
“Daha
1800’lerde,Üçüncü Selim döneminden başlayarak, Londra Elçilerimiz, şu
adamlardı: Yanko Aziropuda(1800-1802),Antonaki Ramadani(1818-1821),Mavroyani
Efendi(1832-1843),Kalimaki Bey(1846-1848),Kostaki Musurus
paşa(1851-1856),Kostaki Antopule Paşa(1895-1903),Stefani Musurus
Paşa(1903-1908),
Paris Elçileri:
Panoyataki Efendi(1814-1817)Nikolaki Mano Efendi(1817-1821),Kalimaki
Bey(1848-1852),Naum Paşa(1908-1911),
Berlin
Elçileri: Kostaki Bey(1850-1854) Aristaki Bey(1858-1876).Petersburg
Elçileri: Komnimus Bey(1868-1870),Roma Elçileri: Yanko
Potayadis(1870-1873),Serkis Efendi(1872-1874),Aleksandr karatodori
Efendi(1874-1876),İstefaniki Musurus Bey(1881-1886),Yanko Potoyadis-ikinci
defa—(1886-1889).Viyana Elçileri: Dibolto(1800-1808),Todoroviç
Efendi(1826-1831), Mavroyani Efendi(1831-1835),Kostaki Paşa(1848-1850),Kalimaki
Bey(1855-1865),Aleko Vagorides Paşa(1876-1877).Washington Elçileri: Blak Bey(1867-1873),Ligoraki
Aristaki Bey(1873-1883),Mavroyani Bey(1886-1896).Madrid Elçileri: Vikont
Kreckhore de Varent(1858-1862), Atina Elçileri: Musurus Paşa(1840-1848), Yanko
Fotidis Paşa (1861-1879).
Ünlü bir Romalı:
”Geçmişlerini doğru, dürüst bilmeyenler, yaşamları boyunca, hep çocuk kalırlar.”
Demiş, doğru söze ne denir. Bendeniz, ilk önce, Üçüncü Mustafa’nın bir şiiri
ile Er Meydanına gireceğim. Üçüncü Mustafa, Cihangir mahlası ile şiirler
yazmıştır. Şimdi, kendi devrinden ve devletinden nasıl yakındığını okuyalım.
PS: Patatesler adlı yazımdan alıntıdır.
“Yıkıluptur bu cihan, sanma ki bizde düzele;
Devleti, cerhi deni, virdi kamu müptezele,
Şimdi, ebvab’ı saadette gezen hep hezele,(saadet kapısında)
İşimiz kaldı heman Merhamet’i Lemyezele.
Ya Rab, beni bu mesnedi valaya getürdün,
Envai inayetini kıldın bana ihsan,
Gördüm, fukara kullarının hali perişan,
Her biri ider mihnet ile çaki giriban
Tahribi bilad itmek ile dümen’i İslam
Mahzuru mükedder ulemamız dahi hayran.
Her semt’i memalik denice türlü mehalık.
Buldum ki taadi ile yıkılmış nice büldan.
Fikretmek ile çare bulunmaz buna asla,
Tedbir ile tanzimi değil kabil’i imkân.
Bildim ki medet senden olur, kimseden olmaz,
Ey Kadir’i Kayyum, medet derdime derman.
1627 tarihinde ölmüş olan Üveysi de aynı serenat’ı okumuştur:
“Vezire itimad etme benim devletlü Hünkârım,
Olardır düşmeni dinin, olardır devlete bedhah,
Vezaret sadrına geçmiş oturmuş bir bölük hayvan
Bu dini devlete hizmet eder yoktur ah, vah. ”Osman Türkoğuz, Rüşvet’in Anatomisi, s.25
Şeyhülislam
Yahya Efendi, rüşvetçiliği ayyuka çıkan Sadrazam Kemankeş Ali Paşa ile divanda
yalınız kaldıklarında: ”Rüşvet aldığınız işler kulağıma geldi. Bu yolda
yanıldıysanız, tövbekâr olunuz. Bir yerden, haksız olarak bir şeyi koparıp
almak, gönlün de, hayatın da ışığını söndüren ne kötü tufanlara yol açar. Der.
Sadrazam, bu nasihate bozulur, alaylı bir biçimde
”Bak şu dönen
işlere ki, hep hak yiyenler dediklerinizin servet ve saltanatları var. Beri
tarafta, hak, hak diye çenesini yorup duranlar ise, ya sürünecek, ya da
dövünecek hallere düşüyorlar. Bunun hikmeti nedir acep? Diye dalga geçer.
Tamı tamamına
(135) kez, Osmanlıya isyan eden Anadolu Türk halk; bakınız, olaya hangi
pencereden bakmıştır
”Eyeri kaltağ Osmanlı,
Şalvarı şaltağ Osmanlı,
Eyeri kaltağ Osmanlı
Ekende yok, biçende yok
Yiyende ortağ Osmanlı”.
Celali
İsyanları.
Yavuz Sultan
Selim döneminde Bozok—Yozgat—Şeyhi Celal Mehdilik iddiası ile ayaklandığı için
16 ve 17 ‘inci asırdaki tüm ayaklanmalar bu adla anıldı. İpek yolunun eski
ticari değerini yitirmiş olması, sosyal ve ekonomik düzenin de bozulması büyü
ayaklanmalara ve “Büyük Kaçkun’a” neden olmuştu. Üçüncü Murat, Üçüncü Mehmet ve
Birinci Ahmet döneminde isyan ateşi tüm Anadolu’yu sarmıştı.1606 tarihinde
Sadrazam Kuyucu Murat Paşa büyük bir ordu ile Anadolu’ya geçerek
yakaladıklarını öldürüp kazdırdığı kuyulara doldurdu.
Bir akşamüzeri,
bir sipahi eyerinin terkisinde 8-9 yaşlarında bir çocuk getirmişti. Çocuğun
babasının isyancılara saz çaldığının öğrenilmesi üzerine Arnavut asıllı Murat
Paşa çocuğun öldürülmesini emir buyurdu. Ne cellâtlar ne de askerler bu emri yerine
getirmedikleri için, Koskocaman Osmanlı Sadrazamı ve Serdarı Ekremi Murat Paşa
ol sabiyi elleriyle boğarak ölüsünü kuyuya attırmıştı. Kuyucu Murat
Paşa.100.000 Türk’ü isyan bahanesiyle öldürmüştür. Daha sonra da Dördüncü Murat
110.000 Türk’ü öldürtmüştü. Daha önce, Birinci Selim de deftere tabi tuttuğu
40.000 Türk’ü öldürtmüştü.
Yavuz Sultan
Selim, Çaldıran vadisine 23 Ağustos 1514’te geldiğinde bir Savaş Meclisi
toplamıştı. Mecliste bulunanlara şu soruyu yanıtlamalarını istemişti:
“Muharebeye
şafakla mı başlayalım, askere yirmi dört saat istirahat verdikten sonra mı başlayalım?
Tüm vezirler, ”yirmi dört saat istirahat verdikten sonra başlayalım!”
Önerisinde bulunmuşlardı. İçlerinde Türk asıllı Defterdar Piri Mehmet Paşa:
“Akıncıların
büyük kısmı alevidir. İhtimal bunlar gizlice düşmanın Şiilik mezhebine
inandırılmış olabilirler. Bunlara düşünme vakti bırakıldığı takdirde onların
tarafına geçmeleri ve hiç olmazsa isteksiz ve gevşek hücum etmeleri ihtimali
vardır. Bu sebeple muharebenin tehiri tehlikeli olabilir. Şafakla taarruza
geçilmesi doğrudur!” Deyince, Yavuz Sultan Selim:
“İşte mecliste
rey sahibi bir adam! Ne yazık ki henüz vezir olmamış!” Dedi. Piri Mehmet Paşa sonradan Sadrazam oldu. ”E.B.Şapolyo,
S.G.E. S.361-362
Davos’tan dönen
Sayın R.TERDOĞAN’I, neden “Son Osmanlı Padişahı ”yazısı ile karşıladılar
dersiniz! Hiçbir Osmanlı padişahı Türklüğü ile övünmemiştir. Birinci Selim’in
Şah İsmail’e yazmış olduğu mektup her şeyi açıklamaktadır: ”Ben, Beyazıt
Han oğlu Yavuz Sultan Selim Hanım. Sen ki eşek Türk!”
Sizler, hiç
Sayın R.T.Erdoğan’ın Türk ve Türklük lehine bir şey söylediğini duydunuz mu? EK:
Kaç-ak Saray için: ”BU SARAY TÜRK MİLLETİNİNDİR’”DEMEK ZORUNDA KALDI!
Kanuni
döneminde de İçel tarafında başlayan isyan Anadolu’ya yayılmıştı. İsyanın çıkış
nedeni de; avuç içi kadar tarlasına İçel valisinin koymuş olduğu 40 akçe
vergiye itiraz eden Türkmen’in sakallarını kılıç ile kazıtması neden olmuştu.
Sadrazam Makbul, Pargalı Rum asıllı ve damdı şehriyari, İbrahim Paşa, isyana
neden olan haksız yöneticilerin kellelerini keserek sükûneti sağlayabilmişti.
Fatih Sultan
Mehmed’in gözdelerinden ve Zagonos Paşa ile elele vererek Türk asıllı
Veziriazam Çandarlı Halil Paşayı öldürten Rum Mehmet Paşa, Konya’da yapmış
olduğu mezalime “yeter! Diyen Türk halkına:
“Daha İstanbul’un
intikamını almadım!” Dediği günümüze
ulaşmıştır.
Şimdi, kalkıp,
Rahmetli Fikret’in, HAN’I YAĞMA’SINI MI yazayım? Fatih Sultan Mehmet döneminde
yaşayan, Trabzon’a KADI olarak giderken yolda soyulan, Şeyhi’nin(1371–1439) HARNAME
adlı hicvini okumayan var mı? Rüşvetle semiren büyükleri görerek, onlara özenen
bir garibanın başına gelenleri, ÖKÜZ ve EŞEK motifi ile anlatması, devrinin
sosyal tarihi değil de nedir? Fuzuli, Türk –Azeri edebiyatının en büyük
şairidir.(1480–1556) tarihleri arasında, Bağdat’ta yaşamış,1556 senesinde de
vebadan ölmüştür.
Kanunî Sultan
Süleyman, Bağdat’ı fethedince, O’na ve paşalarına kasideler yazmıştır. Kanunî
de, Fuzuli’ye Evkaf gelirinden (9) akçelik bir maaş bağlamıştır. Fuzulî, bir
türlü bu maaşını alamayınca, Nişancı Celâl zade Mustafa Çelebi’ye ünlü
ŞİKÂYETNAME’SİNİ yazmıştı. Bu ŞİKÂYETNAME ve Avusturya İmparatorluğunun
İstanbul Elçisi BUSBECK’in anıları, Osmanlı’nın iç yüzünün tam bir MİR
çekimidir.(1554–1562 arası).
ŞİKÂYETNAME’NİN
başlangıcını okumak yeterlidir. Kanuni’nin emri ve haberi olmadan maaşının
verilmemesi düşünülemez. Kanuni’yi uyaranlar :”Devletlû ve dahi Azametlû
Hünkârım, bu Herif’i na şerif KIZILBAŞTIR! Şeyhülislam kulunuzun dahi bunlar
hakkında fetvaları vardır. Gene de siz Devletlû ve Azametlû Padişahımız
bilürsünüz;” dediler. Maaş işi de böylece Düyuna kaldırıldı.
ŞİKÂYETNAME şöylece başlamaktadır:
”Selam verdim,
rüşvet değildir deyü almadılar.
Hüküm gösterdim, FAİDESİZDİR deyü mültefit
olmadılar.
Eğerci zahirde
suret’i itaat gösterdiler,
amma zeban’ı
hal ile cemi sualime cevap! Verdiler…”
Avusturya
Elçisi BUSBECK,1555 tarihinde, İstanbul’a gelir; Viyana’ da bulunan dostlarına
yazdığı mektupları tarihi belge niteliğindedir. Bu mektuplardan bir iki parça
vermekle yetineceğim. Şimdi, beş asır sonra, okuyalım Sefir’i Kebir’i Nemçe’yi:
”Gerçekte,
Türklerin yanına gitmek isteyen bir adam, sınırı geçer geçmez, kesenin ağzını
açmağa ve memleketlerini terk edene kadar da, onu hiç kapamamaya hazır
bulunmalıdır. Orada bulunduğu sürece, etrafa para serperek ve bunların boşa
gitmiş olması için dua edecektir” .s. 38
“İyi tanıdığım,
yüksek rütbeli bir Türk subayı Napoli donanmasına karşı yapılan sefere
katılmıştı. Napoli donanmasının komutan ya da kral sancağı onun eline düşmüştü.
İmparatorluk kartalının üzerinde, bütün İspanya illerinin armaları bu sancakta
görülüyordu. Bunu, bir armağan olarak, Süleyman’a taktım edeceğini öğrenince,
buna engel olmayı ve sancağı elime geçirmeyi bir vazife bildim. Kendisine, iki
ipekli giyeceği armağan olarak göndererek, sancağı almakta zorluk çekmedim. Bu
suretle; Şarıl Kent’in şerefli bayrağının, yenilginin sürekli bir anısı olarak,
düşman elinde kalmasına engel oldum. S.282
“Rüstem, her
zaman ters ve anifti, sözlerinin bir emir gibi kabul edilmesini iterdi. Politik
durum ve şartların ne durumda olduğunu ve sultanın ilerlemiş yaşının neye lüzum
gösterdiğini pek ala bilirdi. Fakat fiiliyatta ve sözde azıcık yumuşaklık
göstermiş olursa, hasislik sevki ile böyle davranmış görünmekten korkardı.
Çünkü Sultan, o’nun rüşvet aldığından, kuvvetli bir şekilde şüpheleniyordu.”s.245
“Rüstem, Tercüman’a:
“Sizin fikriniz nedir, Busbeck’in birkaç sefer teklif ettiği şartlara Sultan’ın
muvaffakiyetini alsam, sözünü tutar mı? Diye sorunca, Tercüman: “BUSBECK, vaat
ettiği hediyeleri verir.” Dediğinde;” git evine, sor o’na. ”Der. Bu konuda
Busbeck’i dinleyelim:
”şimdi,
yanımda, her türlü olasılığa karşı,(5.000) Duka altını var. Bu miktar
altın,(6.000) Kuran’a eşittir. Bu parayı tercümana verdim ve bunun iyi
niyetimin bir kanıtı olduğunu, ilk taksiti oluşturduğunu, Rüstem’e söylemesini
rica ettim. Üst tarafı, iş bitirildiği zaman verilecekti. Çünkü daha büyük bir
para vaat etmiştim.”S.246
Yeniçeri
Ocağından gelen bu Hırvat kökenli Rüstem Paşa, Sadrazamlığa yükseldiği gibi,
Kanunî’nin Damadı bile olmuştu. Manisa sarayında, Kanunî’ye takdim edilen,
Ukraynalı bir Papazın kızı olan Raksalon-Hürrem Sultan- ile birleşerek, Şehzade
MUSTAFA’YI ve BEŞ Oğlu ile Şehzade Beyazıt’ı boğdurtmuşlardır.
BUSBECK: ”Bir
insan olarak, Şehzade Mustafa’nın ölümüne üzüldüm. Bir Türk düşmanı olarak ta
sevindim. Tanrı, Atilla’yı dedelerimizin başına, Fatih Sulta Mehmet’i
babalarımızın başına, Kanunî’ de bizim başımıza musallat etti. Şehzade Mustafa
öldürülmeseydi, çocuklarımızın başına musallat olacaktı.” Diyor.
Ben, bu
konuları niçin mi yazıyorum? Anlatayım: ”Medeniyet, İrfan, Hayır ve Ref derneği
Başkanı Fazıl Emre,” Kuşadası Belediye salonunda bir konferans düzenlemiş.
Kadınların ayrı, erkeklerin ayrı oturtulduğu salonda esmiş, gürlemiş! Osmanlı
dönemini göklere çıkartarak: ”inşallah, kısa sürede, Osmanlı devleti gibi
olacağız,” buyurmuş. Üç yüz sene, önüne gelenden hakaret görüp, dayak
yiyen Osmanlı devletinin hali ve sonu ortada. Bu Beyefendi, hiç merak
etmesinler, TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN Osmanlı devleti gibi olmasına izin
veremeyiz. Demek ki, bu zat’ı muhterem de gidişata bakarak, sonumuzu iyi
görmedi! İşte, bu tutarsız toplantı yüzünden bu yazıyı, çalakalem yazdım.
Osmanlı
döneminde, görev alan (243) Vezirden, sadece ve sadece (10) Vezir Türk
kökenlidir.3
”TÜRK’TEN VEZİR
OLMAYA!”
Osmanlının bu
konuda kanunu olduğundan bu Zat’ı muhterem de habersiz gibi. Yeniçeri yasasının
5’inci maddesinin, TÜRKTEN YENİÇERİ ALINMAYA hükmünü düzenlemekte olduğundan da
haberi şerifleri yoktur sanırım.
Arnavut kökenli
Koçi Bey, Dördüncü Murat’a bir risale yazarak gönderir. Osmanlı devletinin
gerileme nedenlerini ve kurtuluş önerilerini sıralar:”
Belli tarihten
beri, Yeniçeri ocağına, Kürt, Türk, Ağdacı, Tellak, Yol kesici, vb.…Alındığından,
ocağın düzeni bozulmuştur…”Der. İkinci Murat döneminde, Yazıcı oğlu Ali’ye
Osmanlının soyu GÜNHAN OĞULLARINDAN, KAYI BOYU’NA bağlattırıldığı halde, ”ula
Koçi, sen Türk’ü kimlerle kıyaslıyorsun diyen çıkmamıştır. Ama Osmanlı
devletinin DEVLETLÜ hırsızlarını hicveden TÜRKOĞLU NEF’İ, OSMANLI DEVLETİ’NİN
KURULUŞ GÜNÜ OLAN, 27OCAK 1635 CUMARTESİ GÜNÜ, Boynu Eğri Mehmet Ağa marifeti
ile boğdurulmuştur.
Daha
anlatılacak çok şeylerim var; ama yerim dar. Osmanlı Tarihçisi NAİMA,
Padişahların hayat öyküleriyle devirlerinde oluşan olayların tarihini yazarak,
Padişah’ı RUYU ZEMİN’E takdim ettiği ünlü kitabında, TÜRKLER için (ETRAB’I
Bİ İDRAK)-Akılsız, idraksiz Türk –diyebilmiştir. Lütfen, Von HAMMER’İN
Osmanlı Tarihi kitabını, şöylece, bir karıştırıveriniz. Dokuzuncu kitabının bir
yerinde: ”Hatta kabalığından dolayı, Türk Ahmet diye çağrılan…”
Değerlendirmesini görürsünüz.
Osmanlı’nın biz
Türkler için ürettiği atasözlerine ne buyrulur? ”Sırtını kürke, kapını da
Türk’e alıştırma. Türk ne bilir bayramı, lık, lık içer ayranı!” Bendeniz
bunların hepsini bir yazımda Osmanlı hayranlarının gözlerine sokmuştum.
Osmanlı
Devleti’nde, Padişahın Muhafız Alaylarında Kürt, Arap ve Arnavut asıllılar
bulunurdu. Sultan İkinci Abdülhamit’in Sır Kâtip’i de, Ünlü Arap İzzet değil
miydi? Ey Cumhuriyet ve Atatürk düşmanları: Sizler Osmanlının Eyaletlere ve
vilayetlere verilmiş bir gizli emrinden haberli misiniz?
”Devlet
memuru olarak kabul edilmiş Alevi asıllıların tespit edilerek her türlü
bahanelerle bu görevlerinden uzaklaştırılmaları!”
Osmanlı
dönemini yazanlar ve anlatanlar, savaşlardan ve çeşitli olaylardan söz ederler.
Halkın durumunu, halkın ne yiyip ne içtiğini soran ve anlatana rastlayamazsınız.
Osmanlının en güçlü olduğunu sandığımız dönemlerde, Anadolu Türk halkının,
hayvanlarla bir ve beraber otlamaya çıktığını Prof. Dr. Mustafa Akdağ’ın ünlü
araştırmasından öğreniyoruz. Askeri birlikler gibi örgütlenen medrese
öğrencilerinin, köyleri ve kasabaları basarak, kadın, kız ve oğlan demeden
ırzlarına geçtiklerini ağızlarına alan da yok.
Anadolu,
anlatılan ve Üçüncü Mustafa’nın şiirinde tasvir edilen durumda iken, neler
olduğunu bir de benden okumalısınız. Osmanlı devleti, tam (375) sene, Mekke ve
Medine’ye Sürre Alayları ile neler mi gönderdi. Sürre Emini’nin atının eyer
takımları altın ve gümüşten imal edilirdi, Urgan olarak kullanılan kısımları da
saf ipekten yapılırdı. Götürdükleri eşyanın tutarı da akıllara zarar verecek
cinsten idi.
—200.000 Düka
altını,20.000 ton buğday,
—100.000 kat,
elbise, çakşır, camadan, şalvar
—100.000 adet
kaftan,
—Kâbe’de
yakılacak bir senelik gülyağı. Samanlı, tam (375) sene Kâbe’de GÜLYAĞI
yaktırmıştır. E.B.Şapolyo, Mezhepler ve Tarikatlar Tarihi
Bir de, Şu
Damadı şehriyarı Hırvat’tan dönme Rüstem Paşa’nın Terekesini görelim. Kardeşi
Sinan Paşa da İkinci Beyazıt’ın Damadı ve karındaşından ünlüdür.4
Rüstem Paşa’nın
terekesi, Von Hammer ve Uzun Mehmet Paşa Cönkünden alınmıştır. Eşi Mihri Mah
Sultan için, her Allah’ın günü, 2.000 Duka altını bıraktığı da rivayet
edilmektedir.
—8.000 adet
güzel yazı ile bezenmiş Mushaf, değerli taşlarla bezenmiş 130 adet, ciltli
Mushaf. 5.000 adet çeşitli kitap, Memlûk köle,(Oğuz,Çerkez170 kişi) ,Anadolu ve
Rumeli’nde 815 çiftlik,2900 muharebe atı,476 su değirmeni,1106 adet deve,5000
sırmalı kaftan,8000 kavuk,11.000sırmalı kavuk,2.900zırh,2.000cübbe ve
cevşen(örme zırh),600 gümüş eyer,500 gümüşlü miğfer,500 altın kakmalı murassa
(cevherli) eyer,130 çift altın eyer,700 murassa kılıç,1000 gümüşlü
mızrak,70.000 Duka altını,112yük–11.200.000 akçe 32 adet cevher, evinde,1000yük
kuruş,(100.000.000guruş). VON Hammer, Büyük Osmanlı tarihi.3s.448–449
Osmanlının
tarihi, bizim tarihimizdir. Aslında, daha da derinlere inmeliyiz. Isparta,
Gönen’de yapılan kazılarda bulunan iskeletlerin D.N.A. yapısı oradaki Türk
vatandaşlarının D.N.A. yapısı ile aynı çıkmadı mı? Ben, hiçbir kimseye
hakaret amacı ile yazmıyorum. Günümüzü ve dünümüzü neşterlemek, benim hakkım ve
görevimdir. Hiç bir şeyi bilmeden, art düşüncelerle yapılan eylem ve
davranışların karşısında olmak ta, benim yaşama nedenimdir. Bu, böylece biline.
Bizler, ATATÜRK sayesinde Türklüğümüze ve insanlığımıza kavuştuk. Devşirme ve
Dönme döllerinin Türk’ü yönetmesinin acısını da çok çektik.
Rüstem Paşa’nın
saptanabilen terekesini okuduk. Binlerce Kuran’ı Kerim neye hizmet ediyor?
Hırsızlık, rüşvet, soygun ve talan diz boyunu da aşmış. Halkımızın soyulup
soğana çevrildiği bir çağı anlatırken, hala Viyana’ya gidiyoruz. Pekiyi,
gerisin geriye niçin kaçtık?” Tanrı izin vermeseydi, ATATÜRK başarabilir
miydi?” Diye soranlar, ben de sizlere soruyorum: Yüce Yaratanımız, NİÇİN
ATATÜRK’Ü destekledi de, sizin övdüklerinizi desteklemedi?
Din kitapları
ve ibadethane inşaatları ile şeklen dindarlık ile halkımızın gözünü boyayıp
vurgunlarınızı sürdüreceksiniz. Bazı insanları her zaman, bazı insanları da
zaman, zaman kandırabilirsiniz. Ama TÜM İNSANLARI HER ZAMAN KANDIRAMAZSINIZ!
OSMAN TÜRKOĞUZ
osmanturkoguz@hotmail.com
Kaynaklar
Ali kemal
Meram, Padişah Anaları, s.651
Profesör DR.
Muazzez İlmiye Çığ, Sümer Yazılarına ve Arkeolojik Bulgulara Göre,
1*Mithat
Sertoğlu; Osmanlı Tarih Ansiklopedisi,
2*Ali Kemal
Meram, Padişah Anaları. S.653-665
3*Enver Behnan
Şapolyo, Mezhepler ve Tarikatlar Tarihi.
4*Mustafa
Akdağ, Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası, Celali isyanları.
5*Enver Behnan
Şapolyo, Mezhepler ve Tarikatlar Tarihi.
6*Hilmi
Yücebaş, Hiciv Antolojisi.
7*Mareşal
Bernhart Helmuth Von Moltke, Türkiye Mektupları.
8*BUSBECK(1555-1562)
Türkiye Mektupları.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder