Yabancılara Toprak Satışı: Gafletin
Boyutları
Derin Merkez'in - ve onun, başta Amerika, üslendiği Merkez ülkelerinin- Türkiye gibi Çevre ülkelerinin kendilerine rakip olmasını önlemek için kullandığı özel silahlar vardır. Bunlardan biri de o ülkeye, daha doğrusu o ülkedeki işbirlikçilerine toprak sattırmaktır.
Atatürk -Osmanlı Devleti'nin başına gelen Batı kaynaklı felaketlerden ders aldığı için- Türkiye Cumhuriyeti'nde yabancıya toprak satışını son derecede zorlaştırmıştı. Ne var ki toprak satışları bütün diğer belalar gibi AKP döneminde yeniden başladı ve çok vahim sorunları peşi sıra sürükleyerek kısa sürede büyük bir ivme kazandı. Okuduğunuz yazının konusu -halkımı bir kez daha uyarmak amacıyla- yabancıya toprak satışlarının bazı tehlikeli sonuçlarını, daha doğrusu bu alandaki gafletin boyutlarını gözler önüne sermektir.
I) PARALAR GELİYOR AMA TOPRAKLAR GİDİYOR
A) "Ak" Parti'nin büyük ve göz yaşartıcı (!) başarısı: Cumhuriyet tarihinde hiçbir hükümet bu performansı tutturamadı. Beş yıldır en değerli topraklarımız hızla yabancıların, İngiliz'in, Alman'ın, Fransız'ın, Yunanın, tapulu malı haline geliyor. 2003-2007 yıllarında, yani AKP iktidarı boyunca yabancılara satılan toprak miktarı rekor seviyeye çıktı. Türkiye Cumhuriyeti'nin 80 yılında satılan toprağın iki katı sadece 5 yıl içinde yabancıların oldu: 24 milyon metrekare!... 12 Kasım 2007 tarihi itibariyle yurt genelinde 68 419 yabancı gerçek kişiye, toplam 36 milyon metre kare taşınmaz satılmış bulunuyordu.
Bu yüzkarası satışlardan 10 milyar doları aşkın gelir elde etti AKP iktidarı. Ne var ki eline geçeni de faiz olarak yine aynı yabancılara aktardı büyük bir olasılıkla. Yani bu "kara ticaret” ten yüzde yüz emperyalizm kârlı çıktı. Satış gelirlerinin bir özelliği yıldan yıla artması; nitekim bu yoldan elde edilen yıllık döviz geliri -tabloda görüldüğü gibi- yaklaşık 1 milyar dolardan, dönem sonunda 3 milyar dolara yükselmiş bulunuyor.
Derin Merkez'in - ve onun, başta Amerika, üslendiği Merkez ülkelerinin- Türkiye gibi Çevre ülkelerinin kendilerine rakip olmasını önlemek için kullandığı özel silahlar vardır. Bunlardan biri de o ülkeye, daha doğrusu o ülkedeki işbirlikçilerine toprak sattırmaktır.
Atatürk -Osmanlı Devleti'nin başına gelen Batı kaynaklı felaketlerden ders aldığı için- Türkiye Cumhuriyeti'nde yabancıya toprak satışını son derecede zorlaştırmıştı. Ne var ki toprak satışları bütün diğer belalar gibi AKP döneminde yeniden başladı ve çok vahim sorunları peşi sıra sürükleyerek kısa sürede büyük bir ivme kazandı. Okuduğunuz yazının konusu -halkımı bir kez daha uyarmak amacıyla- yabancıya toprak satışlarının bazı tehlikeli sonuçlarını, daha doğrusu bu alandaki gafletin boyutlarını gözler önüne sermektir.
I) PARALAR GELİYOR AMA TOPRAKLAR GİDİYOR
A) "Ak" Parti'nin büyük ve göz yaşartıcı (!) başarısı: Cumhuriyet tarihinde hiçbir hükümet bu performansı tutturamadı. Beş yıldır en değerli topraklarımız hızla yabancıların, İngiliz'in, Alman'ın, Fransız'ın, Yunanın, tapulu malı haline geliyor. 2003-2007 yıllarında, yani AKP iktidarı boyunca yabancılara satılan toprak miktarı rekor seviyeye çıktı. Türkiye Cumhuriyeti'nin 80 yılında satılan toprağın iki katı sadece 5 yıl içinde yabancıların oldu: 24 milyon metrekare!... 12 Kasım 2007 tarihi itibariyle yurt genelinde 68 419 yabancı gerçek kişiye, toplam 36 milyon metre kare taşınmaz satılmış bulunuyordu.
Bu yüzkarası satışlardan 10 milyar doları aşkın gelir elde etti AKP iktidarı. Ne var ki eline geçeni de faiz olarak yine aynı yabancılara aktardı büyük bir olasılıkla. Yani bu "kara ticaret” ten yüzde yüz emperyalizm kârlı çıktı. Satış gelirlerinin bir özelliği yıldan yıla artması; nitekim bu yoldan elde edilen yıllık döviz geliri -tabloda görüldüğü gibi- yaklaşık 1 milyar dolardan, dönem sonunda 3 milyar dolara yükselmiş bulunuyor.
Yıllar Gelir
2003 998
2004 1 343
2005 1 841
2006 2 922
2007 2 952
Toplam 10 056
2003 998
2004 1 343
2005 1 841
2006 2 922
2007 2 952
Toplam 10 056
B) Peki AKP'nin bu marifeti, basit bir satış işleminden mi ibarettir, yoksa
önemli başka yönleri de var mıdır? Akıl sahibi olan bilir, gerçek ayrıntıdadır.
Peki, nasıl ulaşırız ayrıntıya? Analizle, ince gözlemlerle... Yerimiz ölçüsünde
biz de ufak bir analiz denemesi yapabiliriz.
1) Ekonomik açıdan bakınca, toprak bir üretim faktörüdür, hem de yerine yenisi konamayan bir üretim faktörü... Aynı zamanda, o millî servetin temel bir unsurudur. Demek ki biz yabancıya toprak satınca, ülkenin üretim faktörünü, millî servetini satmış oluyoruz. Demek ki yabancıya toprak satışı bir millî servet kaybıdır. Şöyle ki nasıl yabancıya satılan işletmelerimiz başka ülkelerin millî servetine ekleniyorsa, toprak satışı yoluyla da bir üretim faktörü olan topraklarımız da yabancı devletlerin millî servetine eklenmiş oluyor. Buna karşılık Türk devleti de üretim faktörü açısından, millî servet açısından aynı derecede fakirleşmiş oluyor. Çünkü toprak bizim olmaktan, Türk milletinin olmaktan çıkıyor; orada yerli yerinde duruyor ama tapusu bizim kasamızdan çıkıp yabancıların kasasına girmiş oluyor, tabii satılan topraklar üzerindeki her türlü tasarruf hakkı da. Böyle bir uygulamanın uzun vadede anlamı, milletçe yoksullaşma ve ülkenin tapusunun, en değerli topraklarımızın giderek yabancı ülkelerin eline geçmesi demektir. İstersek geri alabiliriz mi diyorsunuz? Hayır, bu hemen hemen imkânsızdır, çok büyük bedeller gerektirir.
2) Toprağın ekonomik yönünden başka, bir de siyasi yönü vardır ki en az diğeri kadar önemlidir. Ülke toprağının siyasi yönünün önemine Anayasa Mahkememiz şöyle parmak basmıştır: "Yabancının [Türkiye'de]arazi ve emlak edinmesi salt bir mülkiyet sorunu gibi değerlendirilemez. Toprak devletin vazgeçilmesi olanaksız temel unsuru, egemenlik ve bağımsızlık simgesidir." Ne demek istiyor Yüce Mahkeme bu hükmüyle, kısaca şunu: Toprak bir millet için devlet olmanın temel şartıdır. Toprağı satmak devleti satmaktır. Toprağından vazgeçmek, devletinden, egemenlik ve bağımsızlığından vazgeçmek demektir. Kemal Unakıtan ve benzerleri kirli paraları kasalarına istif ederken, işin asıl bu can alıcı yönünü, ne büyük değerlerin varlığımızdan kopup gittiğini görmezden geliyorlar.
C) Ve biz, çoğumuz ince gözlem yapmaya üşendiğimiz, meseleyi bütün yönleriyle düşünemediğimiz için, yabancılara toprak satışına kayıtsız kalıyoruz; hatta milletçe yüzde 47'ye yakınımız; olan bitenden habersiz, Vatanımıza böylesine zararlar veren AKP gibi bir partiyi yeniden iktidara getiriyor, buna ve benzeri daha nice vebale ortak oluyoruz. Recep Tayyip hükümetinin yabancıya toprak satışını neredeyse sınırsız şekilde başlatması karşısında, ne yazık ki vatansever güçler çok pasif kalmış, bundan cesaretlenen AKP de bu politikasını günümüze kadar sürdürmüş ve sürdürmektedir. Sen, değerli okur, şu satırları okurken bile, binlerce metre karelik en verimli topraklarımız el değiştirmekte, İngiliz'in, Alman'ın, Fransız'ın, Yunan'ın, İsraillinin tapulu malı haline gelmektedir. İş bu mülkiyet devriyle bitmeyecek, adı geçen etnik yığınlar zamanla Türkiye'de yeni azınlık nüfuslar oluşturacak, belirli büyüklüklere ulaştıkça, her biri ekonomik ve siyasal taleplerde bulunmaya; İngiltere, Almanya, Fransa,... Gibi emperyalist devletler iç işlerimize bu araçla da müdahale etmeye başlayacaktır. Adı geçen ülkeler bu son derecede etkili silahı geçmişte Çevre ülkelerine karşı kullanmıştır, gelecekte de Türkiye'ye karşı kullanacaktır.
Para, refah, büyüme her şey demek değildir; onur, haysiyet, bağımsızlık denilen değerler de vardır. Böyle bir politika asla kabul edilemez, hele Gabar dağlarında fidanlarımız bu topraklar, evet Amerikan dolarları karşılığında elden çıkardığımız bu topraklar için can verirken hiç kabul edilemez.
İş özellikle, yabancılara köylerde arazi satılmasını engelleyen Köy Yasası'nın 87. maddesinin kaldırılmasıyla çığırından çıkmıştır. Bağımsızlığına değer veren ülkeler özellikle tarım arazilerine yabancıları sokmaz. Genç Türkiye Cumhuriyeti de 1924 yılında yürürlüğe konan 442 sayılı Köy Yasası'nın 87. maddesi ile yabancı gerçek ve tüzel kişilerin köylerde taşınmaz mal almalarını yasaklamıştı.1934 yılında çıkarılan Tapu Yasası'nın 36. maddesi de aynı yasağı desteklemişti. Ne var ki başımızdaki hemen her musibetin kaynağı olan AKP iktidarı döneminde 3. 7,2003 tarih ve 4916 sayılı Kanun ile Köy Kanunu'nun ilgili 87. maddesi yürürlükten kaldırılmıştır. Bu tarihten 31.12.2004 tarihine kadar geçen sürede, sadece 10 köyümüzde toplam 1.206.000 m2 taşınmaz yabancıların mülkiyetine geçmiştir (i). Ya diğer binlerce köyümüzde neler dönüyor, bir bilen var mı?
Tek tesellim şudur ki CHP'nin Anayasa Mahkemesi nezdinde açtığı iptal davaları sayesinde AKP'nin toprak satma çılgınlığı az da olsa dizginlenebilmiş, başlangıçta hemen hemen sınırsız olan satışlar kimi kayıtlar altına alınabilmiştir. Bu çerçevede en son gelişme Anayasa Mahkemesi'nin, Doğrudan Yabancı Yatırımlar Kanunu'nun, "yabancı yatırımcıların Türkiye'de kurdukları veya iştirak ettikleri tüzelkişiliğe sahip şirketlerin, Türk vatandaşlarının edinimine açık bölgelerde mülkiyet edinmelerine'' olanak sağlayan hükmünü 12 Mart 2008 tarihli kararla iptal etmesi oldu. CHP, Doğrudan Yabancı Yatırımlar Kanunu'nun 3. maddesinin (d) ve (e) bentleri ile (f) bendinin ikinci tümcesinin iptali ve yürürlüklerinin durdurulması istemiyle Anayasa Mahkemesi'nde dava açmıştı. Dilekçede satışların karşılıklılık ilkesi çerçevesinde olmadığına ve bunun ulusal çıkarlara uygun olmayacağına dikkat çekiliyor; şirketlere belli ölçülerde yatırım yapması, Türk vatandaşı çalıştırması, yatırım amaçlı olması gibi koşullar ve hiçbir sınırlama getirilmeden satışın ulusal çıkarlara ters düşeceği vurgulanıyordu. İptal hükmü, ne yazık ki kararın Resmi Gazete’ de yayımlanmasından 6 ay sonra yürürlüğe girecektir.
D) AKP'nin ata topraklarını satmasına arka çıkıp "Hükümet çaresiz, ödenecek borçlar var, başka ne yapabilir" diyebilirsiniz. Bu doğru değil: Başka yolları var, gerekli dövizi elde etmenin başka birçok yolu var. Hükümet ihtiyaç duyduğu dövizleri daha sağlam, büyük bir millete yakışır ve makbul yollardan da elde edebilirdi. Pek çok örnek verilebilir buna Dikkatle bakınca hepsinin ortak paydasının - toprak satmak gibi bir ilkellik olmayıp - çalışmak, ter dökmek, yeni bir değer yaratmak olduğunu görürüz. Somut bir örnek mi istiyorsunuz, hemen vereyim.
AKP iktidarı Amerika'ya, her istediği zaman akıl almaz ödünler veriyor. Bir kez de bu emperyalist devlet elini taşın altına koysun, Türkiye'den yaptığı ithalatını artırsın. Türkiye'nin ABD'ye yaptığı ihracat sadece 4 milyar dolar civarında, yani Almanya'nın ABD'ye olan bira ihracatı kadar sadece. AKP Tekel'in içki bölümünü satmayarak her yıl ortalama olarak, Almanya'nın bira ihracatının yarısı kadar ABD'ye içki ihracatı yapsaydı, 5 yılda 10 milyar dolar -yani toprak satışıyla elde ettiği dövize eşit miktarda- gelir elde eder, vatan topraklarını satmak gibi bir vebal altına girmemiş olurdu. Tabiî öyle bir ihracatı da ha deyince gerçekleştiremezdi. Uğraş, çaba, akıl, inanç gerekirdi; pazarlama bilgisi, uzman elemanlar, tanıtım, kalite ve maliyet sorunlarının halli gerekirdi. Bütün bunlar için de ciddî bir teşkilatlanma elbette Japonya, Kore, Fransa gibi ülkeler yıllar önce kurdukları dünya çapındaki JETRO, KOTRA, SOPEXA gibi örgütleriyle büyük ihracat başarıları elde ettiler. AKP ise daima işin kolayında. Sanıyorum, zoru görünce şöyle konuştular aralarında: Aman sen de, kim kafa yoracak şimdi bunlara. Neymiş, örgütlenmeymiş, planlamaymış, uzmanlıkmış, kim uğraşacak bunlarla, işin rahatı varken; işte orada zebil gibi toprak, satıver gitsin, dolarlar da gelsin. "Babalar gibi satarım"cılık varken, kafa mı yorulur teşkilatlanmaya, tanıtıma, kaliteye, maliyete
Aslında AKP ata toprağını satarken bir taşla iki kuş vurmuş oluyor. Birincisi, Avrupa Birliği'nin, daha doğrusu Almanya, Fransa ve İngiltere'nin buyruğunu yerine getirmiş, bu emperyalist devletleri memnun etmiş oluyor. Tabii aynı zamanda kendi iktidarının dış payandasını da sağlamlaştırıyor. Geçmişte yabancıya toprak satışını Osmanlı da başlatmıştı. 1839 Islahat Fermanı'ndan sonra Türkiye'deki ekonomik egemenliğini sağlamlaştırmak isteyen İngilizlerin sürekli talepleri ve baskısı sonucu, 1866 yılında çıkarılan bir yasayla yabancılara taşınmaz mal sahibi olma hakkı tanınmıştı. Bunun üzerine yabancıların satın aldıkları topraklar hızla arttı ve genişledi, tıpkı bugün AKP iktidarında başımıza geldiği gibi. İkincisi -yukarda açıkladığım- kolay bir finansman aracı olarak kullandı toprak satışını AKP, tıpkı babasından miras kalan mülkü satıp savan hayırsız evlat gibi. Marifeti ayan beyan olup kamuoyunun dikkatini çekmeye başlayınca da suçunu gizleme yolunu aramış, kurtuluşu yabancılara satılan topraklarla ilgili istatistik bilgileri, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü'ne internet sitesinden ( http://www.tkgm.gov.tr ). kaldırtmakta bulmuştur.
II) BATI'NIN TÜRKİYE ÖVGÜLERİNİN ARKASINDA NE VAR?
A) Duymuşsunuzdur, süper Maliye Bakanımız Kemal Unakıtan İngiliz The Banker dergisi tarafından "Avrupa'da yılın maliye bakanı" seçildi. Koşa koşa gidip ödülünü de aldı. Neden gerekti bu ödül acaba? Bayram değil seyran değil, eniştem beni niye öptü? Sebebi reformlardan bir adım dahi geri atmamış olmasıymış. Hangi reformlardan? Şu Korkunç İkizler’ in dayattığı sözde reformlardan. Bence bu görünürdeki sebep, asıl sebep başka. AKP iktidarı sömürgeci Batı'nın bir dediğini iki etmiyor. Ne derse, er ya da geç yerine getiriyor. Bunlardan biri de yabancıya toprak satışı, gözü doymaz Avrupalıyı Türkiye'de mülk sahibi yapmakta gösterdiği cansiperane gayret.!... Temelsiz değil bu görüşüm Bakın, AKP'nin sağladığı sınırsız serbestlik sayesinde başta İngilizler olmak üzere yabancılar nezdinde nasıl bir Türkiye imajı oluşmakta, aşağıda aktarıyorum:
1) Türkiye Batı'nın gözdesi!... Türkiye yabancı emlak alıcılarının yeni gözdesi!... Böyle yazıyor İngiliz dergileri. Dikkat isterim, "gözdesi" demiyor, "yeni gözdesi" diyor. Demek ki Türkiye, AKP sayesinde birilerinin eski gözdesini -muhtemelen İspanya'yı- tahtından indirmiş. Başka bir deyişle öncekinin işi bitmiş, sıra tazesinde Aynı dergilere göre Türkiye "bir içim su" imiş. Kış mevsimi ılıman, nisan ayından ta kasım ortasına kadar güneşli, sahilleri nefes kesiciymiş. Özellikle kıyı bölgeleri cennetten bir köşe imiş. Doğu ve Batı kültürlerinin buluştuğu ülkeymiş Türkiye. Dahası var: Türkler de pek sıcakkanlı insanlarmış. The Observer gazetesine göre Alanya'da Almanlar, Marmaris ve Didim'de İngilizler, Hollandalılar ve İrlandalılar, Kuşadası'nın Davutlar beldesinde ise İrlandalılar coşku içinde konut ediniyorlarmış. Ne var ki Türkiye'deki emlak piyasası henüz "çocukluk" çağındaymış. Yabancılara yönelik "tutsat" (mortgage) kredileri ancak son iki yılda sağlanabilmiş. Büyük yatırım potansiyeli varmış ülkemizde; İspanyol piyasasının 1970'li yıllarda izlediği rotaya benzer bir eğilim bekliyormuş Türkiye'yi.
2) Eminim, bu övgüleri okuyunca etkilendiniz, birçoğunuzun göğüsleri kabardı sevgili okur. Çünkü bizi buna şartlandırmışlar. Şunu işlemişler kafalarımıza: Batılı üstündür, o ne derse doğrudur, ne yaparsa iyidir, onun övgülerine mazhar olmak güzel şeydir, bir ayrıcalıktır. Ama işin çok acı başka bir tarafı vardır ki onu gizlerler bizden. İşte ben bu gerçeği aşikâr eden bir paragrafı İngiliz gazetesi Times'in [12.2.1856] sayfalarından aşağıya alıyorum. Yazı 1856 Islahat Fermanı'nda İngiltere'ye Osmanlı ülkesinde yabancıya mülk edinme hakkının tanınacağı hükmünün yer alması üzerine kaleme alınmıştır:
"Yabancıların toprak satın almalarının önündeki tüm engellerin kaldırılması kısa zamanda büyük sonuçlar doğuran diplomatik çabaların bir sonucudur. Önümüzde zengin ve işlenmemiş bir ülke var. Batı'nın sermayesi bu ülkeye girebilir ve ona sahip olabilir. Bu sebeple, zamanın lehimize işlemesinden hoşnut olabiliriz."
Pasaj bu!... Özellikle şu ifadelere dikkat edelim: İşlenmemiş bir ülke (Yani Türkiye), o ülkeye sahip olma (yani Türkiye'ye), zamanın lehlerine işlemesi!... Bu itiraflar senin, benim, aydınlarımızın, politikacılarımızın, askerimizin, bu ülkenin işleri hakkında karar alan herkesin kulaklarına küpe olmalıdır, değerli okur. Çünkü Emperyalizm 150 yıl önce ne idiyse bugün de aynıdır, zerre kadar değişmemiştir. Bugün de zamanın lehlerine işlemesi için çalışmaktadırlar. Zaman lehlerine de işliyor, hele "Ak" Parti Türkiye'nin yönetimini ele geçirdi geçireli. Bu hükümet Avrupalıyı memnun etmekte, Türkiye'de mülk sahibi yapmakta sınır tanımıyor. Yabancı dendi mi coşuyorlar, neler buluyorlar neler, kendi yurttaşlarına layık gördükleri ise "ananı al da git!" İşte bunların son marifetleri: Yabancılara mülk satışında "İspanya modeli"ni hayata geçiriyorlar. TOKİ, Kemal Unakıtan'ın isteğiyle Çanakkale'den Mersin'e kadar olan sahil bandında ve kaplıcaların bulunduğu yörelerde, Türkiye'nin en güzel yerlerindeki hazine arazilerine yabancılar için villa kentler ve tatil köyleri kuracakmış. Ne olacak bu ülkenin hali, değerli okur? Bu gafillere "yeter, dur artık" diyerek demokratik bir şamarı bir an önce kim indirecek?
3) Namuslu oldukça, aklın yolu birdir. Araştırmacı yazar Ali Külebi de yabancılara toprak satılmasını gelecekte başımıza ciddi sorunlar açabilecek bir sorun olarak görüyor. Sorunun yeni olmadığını, tarihî boyutu da olduğunu hatırlatarak şu hususlara dikkatimizi çekiyor (ii): Osmanlı İmparatorluğu'nda yabancılara toprak satışı ilk olarak 1856 Islahat
Fermanıyla hukuk sistemine sokuldu. O tarihlerde Times dergisinde yer alan, yukarda zikrettiğim ifade Batının Anadolu üzerindeki emellerinin ipuçlarını ele veriyordu. Bu ifadenin yorumu kısaca şudur: Eğer bir ülkeyi ateşli silahlarla ele geçiremiyorsan, para silahını kullan, parayla satın al. İngiltere’nin, onun yanı sıra zengin Batı ülkelerinin günümüzde uyguladığı da aynı stratejidir. Bugün Türkiye’de toprak satış hızı kaygı vericidir. Bu kaygı AKP iktidarının yabancılara ve yabancı sermayeye gösterdiği yakınlık, tanıdığı kolaylıklar ve öncelikler göz önüne alınırsa, bir yurtseverde korku boyutu kazanır. Geçmiş deneyimlerden mutlaka ders almalıdır. Özellikle İsrail'in, bir devlet olarak toprak satın alma yoluyla ortaya çıktığı gerçeği asla unutulmamalıdır. Nitekim Yahudi kökenli ünlü bankacı Lord Rothschild bir yandan Yahudi Devletinin oluşumunun siyasî zeminini hazırlarken, bir yandan da kurduğu 2 milyon sterlinlik fonla, Filistin topraklarının Araplardan satın alınmasını organize etmiştir. Ufkun ötesini göremeyen Araplar paracıklarını sayarken, çok kısa bir süre içinde Filistin ülkesinin en verimli toprakları da Yahudilerin eline geçmiştir. Ya Bodrum’da, Didim’de, Marmaris de, Fethiye’de, Alanya’da, Akdeniz sahillerimizde, diğer bölgelerimizde ata topraklarını satıp gözlerini belerterek dolarcıklarını sayanlar? O gafilleri, onların çocuklarını, torunlarını ne bekliyor gelecekte?
B) Şu bir gerçektir ki yabancılar, Hıristiyan-sömürgeci Batı, başta İngilizler Türkiye’ye, Türkiye’de arsa ve konut sahibi olmaya öteden beri büyük önem veriyorlar. Bunun bir kanıtı da Türkiye’de de temsilcilik açmış olan İngiliz denizaşırı gayrimenkul şirketi Overseas Property Professional Pazarlama Müdürü Stuart Dacre'nin söyledikleri. Bu pazarlamacıya göre - aklıma birden başbakanımız geldi her nedense - İngilizler, dünyada en fazla denizaşırı gayrimenkul edinen milletlerin başında geliyormuş. 1993ten bu yana 2 milyonun üzerinde İngiliz ve İrlandalı diğer ülkelerde yaşama yolunu seçmiş. İngilizler şimdiye kadar ülkeleri dışında 4 milyon 700 bin adet gayrimenkul satın almış. Bunun yalnızca 17 bini Türkiye’de imiş. Buraya dikkat!... Tahminlere göre gelecek 10 yıl içinde İngilizler Türkiye’de 150 bin gayrimenkul sahibi olacaklarmış. Burada duralım değerli okur, birlikte küçük bir hesap yapalım: Konut başına 3 kişi dersek, 10 yıl sonra Türkiye’ye yerleşmiş İngilizlerin sayısı 500 bine yaklaşmış olacak. Ya 25 yıl sonra, ya 50 yıl sonra? Ya diğer yabancılar, Almanlar, Fransızlar, Amerikalılar? Ya her birinin nüfus artışlarını da hesaba katarsak? O zaman kaç milyonu bulur bu adamlar? Türkiye’ye gelip yerleşen ve yerleşecek olan İngilizlerin, vaktiyle Amerika’yı, Hindistan’ı, Ortadoğu’yu, Afrika’yı, Avustralya’yı işgal eden sömürgecilerin torunları olduğunu; Fransız ve Almanların da sömürgecilik işinde, İngilizlerden hemen sonra geldiklerini; Amerikalıların ise bugün, dünyanın gözü önünde nereleri vahşice işgal ettiklerini de göz önüne al!
Muhakememizi destekleyen başka kanıtlar da sunayım sana: İngilizler Türkiye’nin 2015in haziran ayında Avrupa Birliği (AB) üyesi olacağına inanıyor ve yatırımlarını bu temelde planlıyorlarmış. Bunun anlamı şudur: Türkiye gerçekten AB’ye üye olursa, Anadolu çok kısa bir süre içinde sadece milyonlarca İngiliz’in değil, Alman’ın, Fransız’ın, hatta Yunan’ın yurdu haline gelecektir. Bu sebeple toprak satışı da, AB üyeliği de böylesine tehlikelidir Türkiye için. Bir kanıt da İngiliz Hükümetinin, İngilizlerin Türkiye’de toprak almalarını teşvik etmesidir. Bu hususu daha önceki bir yapıtımda (iii) şöyle vurgulamıştım: Fethiye (Muğla) İngilizlerin işgali altında. Ne yazık ki bir kültür erozyonuna uğratılmış olan insanlarımızın açgözlülüğü, para ve çıkar hırsı inanılmaz boyutlarda. "Villa" yapıp İngiliz'e satmak burada en kârlı iş sayılıyor. Şehirde yaşayan yabancı, özellikle İngiliz sayısı her geçen gün artıyor. Öyle ki Türkler nerdeyse azınlık konumuna geriliyor. Düşündürücü bir nokta ise şu: Fethiye’ye gelen ailelerin çoğu 50-60 arasında yaşlı denebilecek kimseler. Bunlar burada bir evi en az 100.000 - 150.000 dolara alıyorlar. Ancak bu kimselerin hayatları boyunca kazanabilecekleri para, bunun belki yarısı eder. Öyleyse bu insanların arkasında kimler var? Bu muazzam ödemeleri kim finanse ediyor? Şimdi bu tespite bir kanıt daha ekliyorum: İngiliz finans kurumları 2007den itibaren Türkiye’de satın alınacak konutlar ı peşinatsız olarak kredilendirmeye başlamış. İngiltere’nin, Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğini ısrarla desteklemesi -ya da destekliyor görünmesi- bu açıdan da değerlendirilmelidir.
III) KARŞILIKLILIK İLKESİ MASALI
Toprak satışını haklı göstermek için çoğunlukla karşılıklılık ilkesi ileri sürülür, bu ilke yasayı savunanların cankurtaranıdır; biz de o ülkelerde mülk alıyoruz, canım deyince, akan sular durur, tartışma biter. Oysa gerçek farklıdır. Karşılıklılık ilkesi tehlikeyi gidermez, tersine artırır, üstelik gerçeklerin görülmesini engeller. Bu hususa bundan önceki yazılarımda değindim (iv). Burada iki değerli araştırmacımızın sağladığı verilerden yararlanarak, analize bazı eklemeler yapmaya çalışacağım.
Mütekabiliyet (karşılıklılık) ilkesi çoğu zaman işlemiyor, kâğıt üzerinde kalıyor. Türkiye’nin, karşılıklılık temelinde ilişkiler kurduğu çoğu ülkede değil iş yapabilme, toprak satın alabilme, o ülkelere vize alıp girebilme bile pratikte bayağı zordur. Birçok Batı ülkesi, başta Almanya, Avusturya, Belçika, İngiltere, Hollanda, İtalya, İspanya, Yunanistan gibi AB ülkeleri ve ABD; vatandaşlarımıza, mali durumlarına bile bakmaksızın vize vermekte zorluk çıkarmakta veya bu konuda aşırı titiz davranmaktadır. O ülke vatandaşlarına Türkiye’nin kapıları ise -maşallah bizim teslimiyetçilerimiz sayesinde- ardına kadar açıktır. Öte yandan bu ülkelerde kişi başına gelir ortalama bir Türk’ün gelirinden kat kat fazladır. Bu faktör de karşılıklılık ilkesini yabancılar lehine, Türklerin aleyhine işletir.
Öte yandan, ülkemizle karşılıklılık ilişkisi bulunmayan veya sınırlı olan Bulgaristan, Birleşik Arap Emirlikleri, İran, Danimarka, Macaristan, Suudi Arabistan, Suriye ve Rusya'nın vatandaşları ise ülkemizde dilediklerince taşınmaz alabilmektedir. Avusturya vatandaşları Türkiye’de taşınmaz alabilirken, Türk vatandaşlarının o ülkede mülk satın alması özel izne tabidir. Bu, onur kırıcı bir dengesizliktir. Uygulama, Avusturya dışında başka ülkelerde de görülmektedir (v).
Diğer ülkelerin topraklarını kapatma şampiyonu İngiltere’de ise Toprak devletin asli unsurudur anlayışı geçerlidir, yani İngiltere’nin bütün toprakları devlete aittir! Satış yapılınca, arazinin tapusu verilmez. Halk, sadece toprağın üzerine dikilen konut ve işyerlerinin kullanım hakkına sahiptir. Dolayısıyla İngilizler Türkiye’den mülk alırken, karşılıklılık ilkesi hiçbir şekilde işlememektedir (vi). Demek ki bu ilke bir masaldan ibarettir; tam işlemiyor, asimetriktir, Türkiye’nin aleyhine çifte standarda ve haksız rekabete yol açmaktadır. ABD ve AB ülkelerinin vatandaşları çok daha rahat ve çok kolay bir şekilde Türkiye’de mülk sahibi olup ikamet edebilmektedir. Ali Külebi böyle topal bir ilkenin pratikte verdiği sonucu şu örnekle somutlaştırıyor: Biz o ülkelerde 10 taşınmaz satın alana kadar, Batılılar Türkiye’de 100 taşınmaz satın alıyor.
SONUÇ
1) Yukarda belirttiğim görüşlerime bakarak, kimileri beni yabancı düşmanlığı ile suçlayabilir, benim Türkiye’nin kendi içine kapanmasını istediğimi sanabilir. Hayır, ben yabancı düşmanı değilim, Türkiye’nin otarşik bir ekonomiye dönüşmesini de istemem. Benim istediğim yabancının -özellikle dört emperyalist ülke vatandaşları, Yunanlar ve Yahudilerin- Türkiye’de toprak sahibi olmamasıdır; eğer bunun mutlaka olmasını gerektiren zorunluluklar varsa, uygulamanın esaslı ölçüde sınırlandırılmalı, Atatürk’ün koyduğu kayıtlar esas alınmalıdır. Yabancılar Türkiye’de sadece kiracı ya da turist olarak bulunabilmelidir. Toprağın tapusu son derecede istisnai hallerde yabancıya devredilmelidir. Otarşiye gelince, bunu akıl sahibi olan kimse istemez. Ancak Türkiye’nin sanayileşip güçlü bir ülke haline gelmesi için de, mutlaka müdahaleci bir ekonomi politikası uygulaması gerektiğini savunanlardanım.
2) Yabancıya toprak satışı, Türkiye gibi özel bir tarihi ve coğrafî konumu olan, henüz sanayileşememiş bir ülkenin yapabileceği en büyük hatalardan biridir. Bu uygulamadan süratle vazgeçilmesi gerekir. Vatansever aydınlarımız, üniversitelerimiz, medyamızın namuslu kesimi, askerimiz demokratik yollardan üzerinde baskı kurarak, AKP iktidarını bu meşum politikasından mutlaka vazgeçirmelidir.
3) Türkiye’deki şekliyle demokrasi rejimi, ülkenin geleceğini düşünmeyen, tarih bilgisinden yoksun, kendi çıkarlarını her değerin üzerinde tutan kimselerin en yüksek makamlara gelmesi sonucunu doğurmaktadır. Bu yapı Türkiye’nin geleceğini karartmaktadır. Bu yapıya son vermenin yolları aranmalıdır.
4) Başta AKP’ye oy veren kesimi olmak üzere halkımız -AKP’nin birçok diğer zararlı politikaları gibi-yabancıya toprak satışının tehlikeli yönlerini bilmemektedir; halkımızı uygun ve basit anlatımlarla, ısrarla bilgilendirip uyaralım. Topraklarını yabancılara satmamalarını sağlayalım.
5) Karşılıklılık (mütekabiliyet) asla yabancıya toprak satışının gerekçesi olamaz. Çünkü birçok giderilemez sebeplerden dolayı bu ilke Türkiye’nin aleyhine işlemektedir.
6) Yabancıya toprak satışını Batının tek dünya devleti, onun temellerinden BOP projesi ışığında da değerlendirelim. Bu satışların önümüzdeki 25 yıl, 50 yıl boyunca da devam edeceğini düşünün. Ne olacak Türkiye’nin hali, çevre ülkelerin hali, dünyanın hali?
7) Yine O, yine Atatürk ışık tutuyor düşüncemize:
-Bir yolcu yalnız ufku değil, ufkun ötesini de görmeli, ona göre hareket etmelidir.
-Dünyada her millet, icraatına tahammül ettiği hükümetin sorumluluğuna ortak sayılır.
1) Ekonomik açıdan bakınca, toprak bir üretim faktörüdür, hem de yerine yenisi konamayan bir üretim faktörü... Aynı zamanda, o millî servetin temel bir unsurudur. Demek ki biz yabancıya toprak satınca, ülkenin üretim faktörünü, millî servetini satmış oluyoruz. Demek ki yabancıya toprak satışı bir millî servet kaybıdır. Şöyle ki nasıl yabancıya satılan işletmelerimiz başka ülkelerin millî servetine ekleniyorsa, toprak satışı yoluyla da bir üretim faktörü olan topraklarımız da yabancı devletlerin millî servetine eklenmiş oluyor. Buna karşılık Türk devleti de üretim faktörü açısından, millî servet açısından aynı derecede fakirleşmiş oluyor. Çünkü toprak bizim olmaktan, Türk milletinin olmaktan çıkıyor; orada yerli yerinde duruyor ama tapusu bizim kasamızdan çıkıp yabancıların kasasına girmiş oluyor, tabii satılan topraklar üzerindeki her türlü tasarruf hakkı da. Böyle bir uygulamanın uzun vadede anlamı, milletçe yoksullaşma ve ülkenin tapusunun, en değerli topraklarımızın giderek yabancı ülkelerin eline geçmesi demektir. İstersek geri alabiliriz mi diyorsunuz? Hayır, bu hemen hemen imkânsızdır, çok büyük bedeller gerektirir.
2) Toprağın ekonomik yönünden başka, bir de siyasi yönü vardır ki en az diğeri kadar önemlidir. Ülke toprağının siyasi yönünün önemine Anayasa Mahkememiz şöyle parmak basmıştır: "Yabancının [Türkiye'de]arazi ve emlak edinmesi salt bir mülkiyet sorunu gibi değerlendirilemez. Toprak devletin vazgeçilmesi olanaksız temel unsuru, egemenlik ve bağımsızlık simgesidir." Ne demek istiyor Yüce Mahkeme bu hükmüyle, kısaca şunu: Toprak bir millet için devlet olmanın temel şartıdır. Toprağı satmak devleti satmaktır. Toprağından vazgeçmek, devletinden, egemenlik ve bağımsızlığından vazgeçmek demektir. Kemal Unakıtan ve benzerleri kirli paraları kasalarına istif ederken, işin asıl bu can alıcı yönünü, ne büyük değerlerin varlığımızdan kopup gittiğini görmezden geliyorlar.
C) Ve biz, çoğumuz ince gözlem yapmaya üşendiğimiz, meseleyi bütün yönleriyle düşünemediğimiz için, yabancılara toprak satışına kayıtsız kalıyoruz; hatta milletçe yüzde 47'ye yakınımız; olan bitenden habersiz, Vatanımıza böylesine zararlar veren AKP gibi bir partiyi yeniden iktidara getiriyor, buna ve benzeri daha nice vebale ortak oluyoruz. Recep Tayyip hükümetinin yabancıya toprak satışını neredeyse sınırsız şekilde başlatması karşısında, ne yazık ki vatansever güçler çok pasif kalmış, bundan cesaretlenen AKP de bu politikasını günümüze kadar sürdürmüş ve sürdürmektedir. Sen, değerli okur, şu satırları okurken bile, binlerce metre karelik en verimli topraklarımız el değiştirmekte, İngiliz'in, Alman'ın, Fransız'ın, Yunan'ın, İsraillinin tapulu malı haline gelmektedir. İş bu mülkiyet devriyle bitmeyecek, adı geçen etnik yığınlar zamanla Türkiye'de yeni azınlık nüfuslar oluşturacak, belirli büyüklüklere ulaştıkça, her biri ekonomik ve siyasal taleplerde bulunmaya; İngiltere, Almanya, Fransa,... Gibi emperyalist devletler iç işlerimize bu araçla da müdahale etmeye başlayacaktır. Adı geçen ülkeler bu son derecede etkili silahı geçmişte Çevre ülkelerine karşı kullanmıştır, gelecekte de Türkiye'ye karşı kullanacaktır.
Para, refah, büyüme her şey demek değildir; onur, haysiyet, bağımsızlık denilen değerler de vardır. Böyle bir politika asla kabul edilemez, hele Gabar dağlarında fidanlarımız bu topraklar, evet Amerikan dolarları karşılığında elden çıkardığımız bu topraklar için can verirken hiç kabul edilemez.
İş özellikle, yabancılara köylerde arazi satılmasını engelleyen Köy Yasası'nın 87. maddesinin kaldırılmasıyla çığırından çıkmıştır. Bağımsızlığına değer veren ülkeler özellikle tarım arazilerine yabancıları sokmaz. Genç Türkiye Cumhuriyeti de 1924 yılında yürürlüğe konan 442 sayılı Köy Yasası'nın 87. maddesi ile yabancı gerçek ve tüzel kişilerin köylerde taşınmaz mal almalarını yasaklamıştı.1934 yılında çıkarılan Tapu Yasası'nın 36. maddesi de aynı yasağı desteklemişti. Ne var ki başımızdaki hemen her musibetin kaynağı olan AKP iktidarı döneminde 3. 7,2003 tarih ve 4916 sayılı Kanun ile Köy Kanunu'nun ilgili 87. maddesi yürürlükten kaldırılmıştır. Bu tarihten 31.12.2004 tarihine kadar geçen sürede, sadece 10 köyümüzde toplam 1.206.000 m2 taşınmaz yabancıların mülkiyetine geçmiştir (i). Ya diğer binlerce köyümüzde neler dönüyor, bir bilen var mı?
Tek tesellim şudur ki CHP'nin Anayasa Mahkemesi nezdinde açtığı iptal davaları sayesinde AKP'nin toprak satma çılgınlığı az da olsa dizginlenebilmiş, başlangıçta hemen hemen sınırsız olan satışlar kimi kayıtlar altına alınabilmiştir. Bu çerçevede en son gelişme Anayasa Mahkemesi'nin, Doğrudan Yabancı Yatırımlar Kanunu'nun, "yabancı yatırımcıların Türkiye'de kurdukları veya iştirak ettikleri tüzelkişiliğe sahip şirketlerin, Türk vatandaşlarının edinimine açık bölgelerde mülkiyet edinmelerine'' olanak sağlayan hükmünü 12 Mart 2008 tarihli kararla iptal etmesi oldu. CHP, Doğrudan Yabancı Yatırımlar Kanunu'nun 3. maddesinin (d) ve (e) bentleri ile (f) bendinin ikinci tümcesinin iptali ve yürürlüklerinin durdurulması istemiyle Anayasa Mahkemesi'nde dava açmıştı. Dilekçede satışların karşılıklılık ilkesi çerçevesinde olmadığına ve bunun ulusal çıkarlara uygun olmayacağına dikkat çekiliyor; şirketlere belli ölçülerde yatırım yapması, Türk vatandaşı çalıştırması, yatırım amaçlı olması gibi koşullar ve hiçbir sınırlama getirilmeden satışın ulusal çıkarlara ters düşeceği vurgulanıyordu. İptal hükmü, ne yazık ki kararın Resmi Gazete’ de yayımlanmasından 6 ay sonra yürürlüğe girecektir.
D) AKP'nin ata topraklarını satmasına arka çıkıp "Hükümet çaresiz, ödenecek borçlar var, başka ne yapabilir" diyebilirsiniz. Bu doğru değil: Başka yolları var, gerekli dövizi elde etmenin başka birçok yolu var. Hükümet ihtiyaç duyduğu dövizleri daha sağlam, büyük bir millete yakışır ve makbul yollardan da elde edebilirdi. Pek çok örnek verilebilir buna Dikkatle bakınca hepsinin ortak paydasının - toprak satmak gibi bir ilkellik olmayıp - çalışmak, ter dökmek, yeni bir değer yaratmak olduğunu görürüz. Somut bir örnek mi istiyorsunuz, hemen vereyim.
AKP iktidarı Amerika'ya, her istediği zaman akıl almaz ödünler veriyor. Bir kez de bu emperyalist devlet elini taşın altına koysun, Türkiye'den yaptığı ithalatını artırsın. Türkiye'nin ABD'ye yaptığı ihracat sadece 4 milyar dolar civarında, yani Almanya'nın ABD'ye olan bira ihracatı kadar sadece. AKP Tekel'in içki bölümünü satmayarak her yıl ortalama olarak, Almanya'nın bira ihracatının yarısı kadar ABD'ye içki ihracatı yapsaydı, 5 yılda 10 milyar dolar -yani toprak satışıyla elde ettiği dövize eşit miktarda- gelir elde eder, vatan topraklarını satmak gibi bir vebal altına girmemiş olurdu. Tabiî öyle bir ihracatı da ha deyince gerçekleştiremezdi. Uğraş, çaba, akıl, inanç gerekirdi; pazarlama bilgisi, uzman elemanlar, tanıtım, kalite ve maliyet sorunlarının halli gerekirdi. Bütün bunlar için de ciddî bir teşkilatlanma elbette Japonya, Kore, Fransa gibi ülkeler yıllar önce kurdukları dünya çapındaki JETRO, KOTRA, SOPEXA gibi örgütleriyle büyük ihracat başarıları elde ettiler. AKP ise daima işin kolayında. Sanıyorum, zoru görünce şöyle konuştular aralarında: Aman sen de, kim kafa yoracak şimdi bunlara. Neymiş, örgütlenmeymiş, planlamaymış, uzmanlıkmış, kim uğraşacak bunlarla, işin rahatı varken; işte orada zebil gibi toprak, satıver gitsin, dolarlar da gelsin. "Babalar gibi satarım"cılık varken, kafa mı yorulur teşkilatlanmaya, tanıtıma, kaliteye, maliyete
Aslında AKP ata toprağını satarken bir taşla iki kuş vurmuş oluyor. Birincisi, Avrupa Birliği'nin, daha doğrusu Almanya, Fransa ve İngiltere'nin buyruğunu yerine getirmiş, bu emperyalist devletleri memnun etmiş oluyor. Tabii aynı zamanda kendi iktidarının dış payandasını da sağlamlaştırıyor. Geçmişte yabancıya toprak satışını Osmanlı da başlatmıştı. 1839 Islahat Fermanı'ndan sonra Türkiye'deki ekonomik egemenliğini sağlamlaştırmak isteyen İngilizlerin sürekli talepleri ve baskısı sonucu, 1866 yılında çıkarılan bir yasayla yabancılara taşınmaz mal sahibi olma hakkı tanınmıştı. Bunun üzerine yabancıların satın aldıkları topraklar hızla arttı ve genişledi, tıpkı bugün AKP iktidarında başımıza geldiği gibi. İkincisi -yukarda açıkladığım- kolay bir finansman aracı olarak kullandı toprak satışını AKP, tıpkı babasından miras kalan mülkü satıp savan hayırsız evlat gibi. Marifeti ayan beyan olup kamuoyunun dikkatini çekmeye başlayınca da suçunu gizleme yolunu aramış, kurtuluşu yabancılara satılan topraklarla ilgili istatistik bilgileri, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü'ne internet sitesinden ( http://www.tkgm.gov.tr ). kaldırtmakta bulmuştur.
II) BATI'NIN TÜRKİYE ÖVGÜLERİNİN ARKASINDA NE VAR?
A) Duymuşsunuzdur, süper Maliye Bakanımız Kemal Unakıtan İngiliz The Banker dergisi tarafından "Avrupa'da yılın maliye bakanı" seçildi. Koşa koşa gidip ödülünü de aldı. Neden gerekti bu ödül acaba? Bayram değil seyran değil, eniştem beni niye öptü? Sebebi reformlardan bir adım dahi geri atmamış olmasıymış. Hangi reformlardan? Şu Korkunç İkizler’ in dayattığı sözde reformlardan. Bence bu görünürdeki sebep, asıl sebep başka. AKP iktidarı sömürgeci Batı'nın bir dediğini iki etmiyor. Ne derse, er ya da geç yerine getiriyor. Bunlardan biri de yabancıya toprak satışı, gözü doymaz Avrupalıyı Türkiye'de mülk sahibi yapmakta gösterdiği cansiperane gayret.!... Temelsiz değil bu görüşüm Bakın, AKP'nin sağladığı sınırsız serbestlik sayesinde başta İngilizler olmak üzere yabancılar nezdinde nasıl bir Türkiye imajı oluşmakta, aşağıda aktarıyorum:
1) Türkiye Batı'nın gözdesi!... Türkiye yabancı emlak alıcılarının yeni gözdesi!... Böyle yazıyor İngiliz dergileri. Dikkat isterim, "gözdesi" demiyor, "yeni gözdesi" diyor. Demek ki Türkiye, AKP sayesinde birilerinin eski gözdesini -muhtemelen İspanya'yı- tahtından indirmiş. Başka bir deyişle öncekinin işi bitmiş, sıra tazesinde Aynı dergilere göre Türkiye "bir içim su" imiş. Kış mevsimi ılıman, nisan ayından ta kasım ortasına kadar güneşli, sahilleri nefes kesiciymiş. Özellikle kıyı bölgeleri cennetten bir köşe imiş. Doğu ve Batı kültürlerinin buluştuğu ülkeymiş Türkiye. Dahası var: Türkler de pek sıcakkanlı insanlarmış. The Observer gazetesine göre Alanya'da Almanlar, Marmaris ve Didim'de İngilizler, Hollandalılar ve İrlandalılar, Kuşadası'nın Davutlar beldesinde ise İrlandalılar coşku içinde konut ediniyorlarmış. Ne var ki Türkiye'deki emlak piyasası henüz "çocukluk" çağındaymış. Yabancılara yönelik "tutsat" (mortgage) kredileri ancak son iki yılda sağlanabilmiş. Büyük yatırım potansiyeli varmış ülkemizde; İspanyol piyasasının 1970'li yıllarda izlediği rotaya benzer bir eğilim bekliyormuş Türkiye'yi.
2) Eminim, bu övgüleri okuyunca etkilendiniz, birçoğunuzun göğüsleri kabardı sevgili okur. Çünkü bizi buna şartlandırmışlar. Şunu işlemişler kafalarımıza: Batılı üstündür, o ne derse doğrudur, ne yaparsa iyidir, onun övgülerine mazhar olmak güzel şeydir, bir ayrıcalıktır. Ama işin çok acı başka bir tarafı vardır ki onu gizlerler bizden. İşte ben bu gerçeği aşikâr eden bir paragrafı İngiliz gazetesi Times'in [12.2.1856] sayfalarından aşağıya alıyorum. Yazı 1856 Islahat Fermanı'nda İngiltere'ye Osmanlı ülkesinde yabancıya mülk edinme hakkının tanınacağı hükmünün yer alması üzerine kaleme alınmıştır:
"Yabancıların toprak satın almalarının önündeki tüm engellerin kaldırılması kısa zamanda büyük sonuçlar doğuran diplomatik çabaların bir sonucudur. Önümüzde zengin ve işlenmemiş bir ülke var. Batı'nın sermayesi bu ülkeye girebilir ve ona sahip olabilir. Bu sebeple, zamanın lehimize işlemesinden hoşnut olabiliriz."
Pasaj bu!... Özellikle şu ifadelere dikkat edelim: İşlenmemiş bir ülke (Yani Türkiye), o ülkeye sahip olma (yani Türkiye'ye), zamanın lehlerine işlemesi!... Bu itiraflar senin, benim, aydınlarımızın, politikacılarımızın, askerimizin, bu ülkenin işleri hakkında karar alan herkesin kulaklarına küpe olmalıdır, değerli okur. Çünkü Emperyalizm 150 yıl önce ne idiyse bugün de aynıdır, zerre kadar değişmemiştir. Bugün de zamanın lehlerine işlemesi için çalışmaktadırlar. Zaman lehlerine de işliyor, hele "Ak" Parti Türkiye'nin yönetimini ele geçirdi geçireli. Bu hükümet Avrupalıyı memnun etmekte, Türkiye'de mülk sahibi yapmakta sınır tanımıyor. Yabancı dendi mi coşuyorlar, neler buluyorlar neler, kendi yurttaşlarına layık gördükleri ise "ananı al da git!" İşte bunların son marifetleri: Yabancılara mülk satışında "İspanya modeli"ni hayata geçiriyorlar. TOKİ, Kemal Unakıtan'ın isteğiyle Çanakkale'den Mersin'e kadar olan sahil bandında ve kaplıcaların bulunduğu yörelerde, Türkiye'nin en güzel yerlerindeki hazine arazilerine yabancılar için villa kentler ve tatil köyleri kuracakmış. Ne olacak bu ülkenin hali, değerli okur? Bu gafillere "yeter, dur artık" diyerek demokratik bir şamarı bir an önce kim indirecek?
3) Namuslu oldukça, aklın yolu birdir. Araştırmacı yazar Ali Külebi de yabancılara toprak satılmasını gelecekte başımıza ciddi sorunlar açabilecek bir sorun olarak görüyor. Sorunun yeni olmadığını, tarihî boyutu da olduğunu hatırlatarak şu hususlara dikkatimizi çekiyor (ii): Osmanlı İmparatorluğu'nda yabancılara toprak satışı ilk olarak 1856 Islahat
Fermanıyla hukuk sistemine sokuldu. O tarihlerde Times dergisinde yer alan, yukarda zikrettiğim ifade Batının Anadolu üzerindeki emellerinin ipuçlarını ele veriyordu. Bu ifadenin yorumu kısaca şudur: Eğer bir ülkeyi ateşli silahlarla ele geçiremiyorsan, para silahını kullan, parayla satın al. İngiltere’nin, onun yanı sıra zengin Batı ülkelerinin günümüzde uyguladığı da aynı stratejidir. Bugün Türkiye’de toprak satış hızı kaygı vericidir. Bu kaygı AKP iktidarının yabancılara ve yabancı sermayeye gösterdiği yakınlık, tanıdığı kolaylıklar ve öncelikler göz önüne alınırsa, bir yurtseverde korku boyutu kazanır. Geçmiş deneyimlerden mutlaka ders almalıdır. Özellikle İsrail'in, bir devlet olarak toprak satın alma yoluyla ortaya çıktığı gerçeği asla unutulmamalıdır. Nitekim Yahudi kökenli ünlü bankacı Lord Rothschild bir yandan Yahudi Devletinin oluşumunun siyasî zeminini hazırlarken, bir yandan da kurduğu 2 milyon sterlinlik fonla, Filistin topraklarının Araplardan satın alınmasını organize etmiştir. Ufkun ötesini göremeyen Araplar paracıklarını sayarken, çok kısa bir süre içinde Filistin ülkesinin en verimli toprakları da Yahudilerin eline geçmiştir. Ya Bodrum’da, Didim’de, Marmaris de, Fethiye’de, Alanya’da, Akdeniz sahillerimizde, diğer bölgelerimizde ata topraklarını satıp gözlerini belerterek dolarcıklarını sayanlar? O gafilleri, onların çocuklarını, torunlarını ne bekliyor gelecekte?
B) Şu bir gerçektir ki yabancılar, Hıristiyan-sömürgeci Batı, başta İngilizler Türkiye’ye, Türkiye’de arsa ve konut sahibi olmaya öteden beri büyük önem veriyorlar. Bunun bir kanıtı da Türkiye’de de temsilcilik açmış olan İngiliz denizaşırı gayrimenkul şirketi Overseas Property Professional Pazarlama Müdürü Stuart Dacre'nin söyledikleri. Bu pazarlamacıya göre - aklıma birden başbakanımız geldi her nedense - İngilizler, dünyada en fazla denizaşırı gayrimenkul edinen milletlerin başında geliyormuş. 1993ten bu yana 2 milyonun üzerinde İngiliz ve İrlandalı diğer ülkelerde yaşama yolunu seçmiş. İngilizler şimdiye kadar ülkeleri dışında 4 milyon 700 bin adet gayrimenkul satın almış. Bunun yalnızca 17 bini Türkiye’de imiş. Buraya dikkat!... Tahminlere göre gelecek 10 yıl içinde İngilizler Türkiye’de 150 bin gayrimenkul sahibi olacaklarmış. Burada duralım değerli okur, birlikte küçük bir hesap yapalım: Konut başına 3 kişi dersek, 10 yıl sonra Türkiye’ye yerleşmiş İngilizlerin sayısı 500 bine yaklaşmış olacak. Ya 25 yıl sonra, ya 50 yıl sonra? Ya diğer yabancılar, Almanlar, Fransızlar, Amerikalılar? Ya her birinin nüfus artışlarını da hesaba katarsak? O zaman kaç milyonu bulur bu adamlar? Türkiye’ye gelip yerleşen ve yerleşecek olan İngilizlerin, vaktiyle Amerika’yı, Hindistan’ı, Ortadoğu’yu, Afrika’yı, Avustralya’yı işgal eden sömürgecilerin torunları olduğunu; Fransız ve Almanların da sömürgecilik işinde, İngilizlerden hemen sonra geldiklerini; Amerikalıların ise bugün, dünyanın gözü önünde nereleri vahşice işgal ettiklerini de göz önüne al!
Muhakememizi destekleyen başka kanıtlar da sunayım sana: İngilizler Türkiye’nin 2015in haziran ayında Avrupa Birliği (AB) üyesi olacağına inanıyor ve yatırımlarını bu temelde planlıyorlarmış. Bunun anlamı şudur: Türkiye gerçekten AB’ye üye olursa, Anadolu çok kısa bir süre içinde sadece milyonlarca İngiliz’in değil, Alman’ın, Fransız’ın, hatta Yunan’ın yurdu haline gelecektir. Bu sebeple toprak satışı da, AB üyeliği de böylesine tehlikelidir Türkiye için. Bir kanıt da İngiliz Hükümetinin, İngilizlerin Türkiye’de toprak almalarını teşvik etmesidir. Bu hususu daha önceki bir yapıtımda (iii) şöyle vurgulamıştım: Fethiye (Muğla) İngilizlerin işgali altında. Ne yazık ki bir kültür erozyonuna uğratılmış olan insanlarımızın açgözlülüğü, para ve çıkar hırsı inanılmaz boyutlarda. "Villa" yapıp İngiliz'e satmak burada en kârlı iş sayılıyor. Şehirde yaşayan yabancı, özellikle İngiliz sayısı her geçen gün artıyor. Öyle ki Türkler nerdeyse azınlık konumuna geriliyor. Düşündürücü bir nokta ise şu: Fethiye’ye gelen ailelerin çoğu 50-60 arasında yaşlı denebilecek kimseler. Bunlar burada bir evi en az 100.000 - 150.000 dolara alıyorlar. Ancak bu kimselerin hayatları boyunca kazanabilecekleri para, bunun belki yarısı eder. Öyleyse bu insanların arkasında kimler var? Bu muazzam ödemeleri kim finanse ediyor? Şimdi bu tespite bir kanıt daha ekliyorum: İngiliz finans kurumları 2007den itibaren Türkiye’de satın alınacak konutlar ı peşinatsız olarak kredilendirmeye başlamış. İngiltere’nin, Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğini ısrarla desteklemesi -ya da destekliyor görünmesi- bu açıdan da değerlendirilmelidir.
III) KARŞILIKLILIK İLKESİ MASALI
Toprak satışını haklı göstermek için çoğunlukla karşılıklılık ilkesi ileri sürülür, bu ilke yasayı savunanların cankurtaranıdır; biz de o ülkelerde mülk alıyoruz, canım deyince, akan sular durur, tartışma biter. Oysa gerçek farklıdır. Karşılıklılık ilkesi tehlikeyi gidermez, tersine artırır, üstelik gerçeklerin görülmesini engeller. Bu hususa bundan önceki yazılarımda değindim (iv). Burada iki değerli araştırmacımızın sağladığı verilerden yararlanarak, analize bazı eklemeler yapmaya çalışacağım.
Mütekabiliyet (karşılıklılık) ilkesi çoğu zaman işlemiyor, kâğıt üzerinde kalıyor. Türkiye’nin, karşılıklılık temelinde ilişkiler kurduğu çoğu ülkede değil iş yapabilme, toprak satın alabilme, o ülkelere vize alıp girebilme bile pratikte bayağı zordur. Birçok Batı ülkesi, başta Almanya, Avusturya, Belçika, İngiltere, Hollanda, İtalya, İspanya, Yunanistan gibi AB ülkeleri ve ABD; vatandaşlarımıza, mali durumlarına bile bakmaksızın vize vermekte zorluk çıkarmakta veya bu konuda aşırı titiz davranmaktadır. O ülke vatandaşlarına Türkiye’nin kapıları ise -maşallah bizim teslimiyetçilerimiz sayesinde- ardına kadar açıktır. Öte yandan bu ülkelerde kişi başına gelir ortalama bir Türk’ün gelirinden kat kat fazladır. Bu faktör de karşılıklılık ilkesini yabancılar lehine, Türklerin aleyhine işletir.
Öte yandan, ülkemizle karşılıklılık ilişkisi bulunmayan veya sınırlı olan Bulgaristan, Birleşik Arap Emirlikleri, İran, Danimarka, Macaristan, Suudi Arabistan, Suriye ve Rusya'nın vatandaşları ise ülkemizde dilediklerince taşınmaz alabilmektedir. Avusturya vatandaşları Türkiye’de taşınmaz alabilirken, Türk vatandaşlarının o ülkede mülk satın alması özel izne tabidir. Bu, onur kırıcı bir dengesizliktir. Uygulama, Avusturya dışında başka ülkelerde de görülmektedir (v).
Diğer ülkelerin topraklarını kapatma şampiyonu İngiltere’de ise Toprak devletin asli unsurudur anlayışı geçerlidir, yani İngiltere’nin bütün toprakları devlete aittir! Satış yapılınca, arazinin tapusu verilmez. Halk, sadece toprağın üzerine dikilen konut ve işyerlerinin kullanım hakkına sahiptir. Dolayısıyla İngilizler Türkiye’den mülk alırken, karşılıklılık ilkesi hiçbir şekilde işlememektedir (vi). Demek ki bu ilke bir masaldan ibarettir; tam işlemiyor, asimetriktir, Türkiye’nin aleyhine çifte standarda ve haksız rekabete yol açmaktadır. ABD ve AB ülkelerinin vatandaşları çok daha rahat ve çok kolay bir şekilde Türkiye’de mülk sahibi olup ikamet edebilmektedir. Ali Külebi böyle topal bir ilkenin pratikte verdiği sonucu şu örnekle somutlaştırıyor: Biz o ülkelerde 10 taşınmaz satın alana kadar, Batılılar Türkiye’de 100 taşınmaz satın alıyor.
SONUÇ
1) Yukarda belirttiğim görüşlerime bakarak, kimileri beni yabancı düşmanlığı ile suçlayabilir, benim Türkiye’nin kendi içine kapanmasını istediğimi sanabilir. Hayır, ben yabancı düşmanı değilim, Türkiye’nin otarşik bir ekonomiye dönüşmesini de istemem. Benim istediğim yabancının -özellikle dört emperyalist ülke vatandaşları, Yunanlar ve Yahudilerin- Türkiye’de toprak sahibi olmamasıdır; eğer bunun mutlaka olmasını gerektiren zorunluluklar varsa, uygulamanın esaslı ölçüde sınırlandırılmalı, Atatürk’ün koyduğu kayıtlar esas alınmalıdır. Yabancılar Türkiye’de sadece kiracı ya da turist olarak bulunabilmelidir. Toprağın tapusu son derecede istisnai hallerde yabancıya devredilmelidir. Otarşiye gelince, bunu akıl sahibi olan kimse istemez. Ancak Türkiye’nin sanayileşip güçlü bir ülke haline gelmesi için de, mutlaka müdahaleci bir ekonomi politikası uygulaması gerektiğini savunanlardanım.
2) Yabancıya toprak satışı, Türkiye gibi özel bir tarihi ve coğrafî konumu olan, henüz sanayileşememiş bir ülkenin yapabileceği en büyük hatalardan biridir. Bu uygulamadan süratle vazgeçilmesi gerekir. Vatansever aydınlarımız, üniversitelerimiz, medyamızın namuslu kesimi, askerimiz demokratik yollardan üzerinde baskı kurarak, AKP iktidarını bu meşum politikasından mutlaka vazgeçirmelidir.
3) Türkiye’deki şekliyle demokrasi rejimi, ülkenin geleceğini düşünmeyen, tarih bilgisinden yoksun, kendi çıkarlarını her değerin üzerinde tutan kimselerin en yüksek makamlara gelmesi sonucunu doğurmaktadır. Bu yapı Türkiye’nin geleceğini karartmaktadır. Bu yapıya son vermenin yolları aranmalıdır.
4) Başta AKP’ye oy veren kesimi olmak üzere halkımız -AKP’nin birçok diğer zararlı politikaları gibi-yabancıya toprak satışının tehlikeli yönlerini bilmemektedir; halkımızı uygun ve basit anlatımlarla, ısrarla bilgilendirip uyaralım. Topraklarını yabancılara satmamalarını sağlayalım.
5) Karşılıklılık (mütekabiliyet) asla yabancıya toprak satışının gerekçesi olamaz. Çünkü birçok giderilemez sebeplerden dolayı bu ilke Türkiye’nin aleyhine işlemektedir.
6) Yabancıya toprak satışını Batının tek dünya devleti, onun temellerinden BOP projesi ışığında da değerlendirelim. Bu satışların önümüzdeki 25 yıl, 50 yıl boyunca da devam edeceğini düşünün. Ne olacak Türkiye’nin hali, çevre ülkelerin hali, dünyanın hali?
7) Yine O, yine Atatürk ışık tutuyor düşüncemize:
-Bir yolcu yalnız ufku değil, ufkun ötesini de görmeli, ona göre hareket etmelidir.
-Dünyada her millet, icraatına tahammül ettiği hükümetin sorumluluğuna ortak sayılır.
(i) Ali Külebi, Yabancılara Toprak Satışı, http://www.tusam.net/makaleler.asp?id=1119&sayfa=0 (23.12.2007)
(ii) Ibid.
(iii) Cihan Dura, Düşmanı Çağırdılar Satıldık Uyanın, İleri Yayınları, İst., 2005, s.592.
(iv) Karşılıklılık ilkesinin ve yabancıya toprak satışının diğer sakıncaları hakkında yeni çıkan şu kitabıma bakınız: Derin Komplo: Türkiye’nin Yeniden İşgali, İleri Yayınları, İst., 2008, ss. 572-579. Ayrıca şu kaynaklara da bakmakta yarar var: Hüseyin Önder, Yabancılara Toprak Satışı, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2007; Orhan Özkaya, Yabancıya Toprak Satışı, Kaynak Yayınları, Ocak 2005.
(v) Ali Külebi, loc.cit.
(vi) Dilek Filizfidanoğlu, Yabancıya Mülk Satışında Karşılıklılık İşlemiyor, http://www.tusam.net/makaleler.asp?id=1057&sayfa=3 (3.12.2007).
Prof. Dr. Cihan DURA, 28 Aralık 2008
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder