“Sakın
kapıyı aralık bırakmayın,
farkına
varmadan, ardına kadar açılır.”
Mustafa
K. Atatürk
- Mustafa Kemal Atatürk:
Benim iki büyük eserim vardır, biri Türkiye Cumhuriyeti, diğeri Cumhuriyet
Halk Partisi'dir.
Benim Türk milleti için
yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Bu temel eksen
üzerinde akıl ve bilimi rehber edinenler mânevî mirasçılarım olur.
***
-1945-47 yılları… CHP
iktidarda… Cumhurbaşkanı İsmet İnönü… Sivil ve asker Amerikan
heyetleri, savaş gemileri Türkiye’de. CHP Hükümeti ABD’den borç istiyor.
Türkiye IMF ve Dünya Bankasına üye oluyor. Türkiye ve ABD arasında askerî ve
ekonomik temaslar başlıyor. Dostluk derneği kuruluyor. Türk subayları Amerikan
tipi üniformalar giymeye başlıyor.
CHP Hükümeti Dışişleri
Bakanlığı Genel Sekreteri Feridun Cemal Erkin: “Türkiye, kaderini
ancak Amerika ve Büyük Britanya’ya bağlarsa, esenliğe kavuşabilir.”
12 Temmuz 1947… İsmet
Paşa, ünlü “Beyannamesi”ni yayınlar ve “müjde”yi verir: Türkiye
demokrasi rejimine geçecektir. Demokrasinin önündeki engeller kaldırılacaktır. Aynı
gün ABD ile bir antlaşma imzalanıyor.
ABD ile 1947
Antlaşması (Truman Doktrini)… “ABD’nin dünya egemenliği” doktrini olan
Truman Doktrini ile başlayan Amerikan “yardımı” ülkemizi Kemalist Yol’dan
saptırıyor. Türkiye Amerikan emperyalizminin gereklerine uygun şekilde yeniden
yapılandırılıyor. 1923-1938 Türkiyesi’nde, Atatürk zamanında ne yapılmışsa
yıkılmaya başlıyor, ters yüz ediliyor: Bağımsızlığımızın yitirilmesine karşı
yükselebilecek sesler susturuldu. ABD ile ikili antlaşmalar yapıldı. Bunlarla
siyasal ve ekonomik bağımsızlığımız törpülendi, giderek yok edildi. Türkiye ABD
için bir hammadde deposu ve pazar haline getirilmeye başladı. Millî eğitimimiz
ulusal olmaktan çıkarıldı, Ona Amerikan çıkarlarına uygun bir yapı
kazandırıldı. Atatürk Devrimlerinin birinci güvencesi olan köy enstitüleri
kapatıldı. Yerine imam-hatip okulları açılmaya başladı. Ekonomi politikası
olarak devletçilik sulandırıldı. Türkiye IMF’nin kıskacına sokuldu. Dış
borçlanma başlatıldı. Ulaştırmada demiryolları terk edildi, karayoluna ağırlık
verildi. Türkiye’nin sanayileşmeden vazgeçmesi yönünde telkinler yapıldı.
İrtica yeniden harekete geçti.
- CHP Meclis Grubu kararı
(10 Şubat 1948): İlkokullarda isteğe bağlı olarak din dersleri okutulacak.
-3 Ocak 1949… Okullarda
din eğitimi verilmesi sorunu, TBMM’de ateşli tartışmalara neden oluyor. CHP
siyasal amaçlarla bu konudaki talepleri yerine getirme eğiliminde...
-1 Mart 1950… CHP
Hükümeti 30.11.1925 tarihli Tekke ve Türbelerin Kapatılmasına Dair Yasa’yı
yürürlükten kaldırdı. İşte gerekçe: “Bugün cehalet nedeniyle yer yer kimi
batıl itikatlara rast gelinse de, bunlar artık halkın yolunu şaşırtacak bir
etkiye sahip değildir.” Hükümet, seçimlerin tarihini de aynı gün ilan
ediyor!
- Cumhuriyet gazetesi
başyazarı Nadir Nadi (1950 seçimlerine sadece birkaç ay var, CHP
Hükümeti’nin Başbakan Yardımcısı Nihat Erim’e kaygılarını iletiyor): “Seçim,
demokrasi, çok partili hayat, evet, bunlar güzel şeyler. Fakat Devrimler ne
olacak? Atatürk’ün temelini attığı uygarlık düzeni bir kez sarsılırsa,
demokrasiyi yürütmek için gerekli ortam daha başlangıçta elimizden kaçmaz mı?
Seçim tarihi yaklaştıkça gericiliğe ödün verme eğilimi günden güne artıyor.
Vaktinde kontrol altına alınmazsa, bu; ilerde çok tehlikeli gelişmelere yol
açabilir. CHP Hükümeti’nin bu konudaki durgunluğu anlaşılır gibi değil.”
İşte Nihat Erim’in yanıtı: CHP her zaman olduğu gibi Atatürk
Devrimleri’ne bağlıdır. Gericiliğe ödün vermek söz konusu olamaz. Ne var ki
seçimlere şunun şurasında pek az bir zaman kaldı. Şimdiden harekete geçilir de
Devrim ilkelerine atıp tutanlara karşı sert önlemler alınırsa, bu; CHP’nin
toplayacağı oy sayısını düşürebilir. İlkin seçimler kazanılsın; ondan sonra
Devrim ilkelerinin ne büyük bir güçle korunacağını gözlerimizle göreceğiz!
-Çetin Yetkin: Ne
acıdır ki, çok partili düzene geçilmekle birlikte, Türkiye’nin bağımsızlığı
üzerine ABD’nce ipotek konulacaktır. Türkiye’nin, bugün sömürgeleşme sürecinde
nerdeyse son noktaya gelmesinin temeli, 1945-1950 arasında atılmıştır. Türkiye’yi
ABD’nin yörüngesine sokmakta o zamanın iktidarı da, muhalefeti de -CHP
de, DP de- tam bir görüş birliği içindeydi.
***
- 16 Haziran 1950… TBMM
ezanın Arapça okunması yasağını kaldırdı. Meclis görüşmeleri, dışarda toplanmış
olan halka hoparlörle dinletildi. Muhalefet (CHP) de değişikliğin
lehinde konuştu. Karar, mollaların tekbirleri ile karşılandı.
-2 Eylül 1951: Necdet
Evliyagil Cumhuriyet gazetesinde, her iki partinin seçim propagandası
sırasında dini nasıl politikaya alet ettiklerini örneklerle yazdı: Bilecik’de
CHP, türbeleri biz açtık derken, DP’liler de Arapça ezanın,
din derslerinin ve radyoda Kur’an okutulmasının, DP’nin eseri olduğunu”
ileri sürüyordu!
-1954 seçimlerinde
uğradıkları ağır yenilgi üzerine CHP’de su koyuverenler (oportünistler)
görüldü, şöyle diyorlardı: Parti laiklik ve devletçilik ilkelerinden
vazgeçmelidir. Seçmen önünde demokratlarla ancak böyle yarışılabilir.
26-30 Temmuz 1954…
CHP’nin XI. Kurultay’ında kimi Halk Partililer; partinin –halk
tarafından benimsenmemiş olduğundan- laiklikten ve devletçilikten vazgeçmesini
önerdiler. Genel Başkan İsmet İnönü; bu konuda DP ile asla yarışamayacaklarını
söyleyerek, bu görüşe karşı çıktı.
-Nadir Nadi
(1962): Yazık ki olaylar Nihat Erim’in dediği gibi gelişmedi.
1946’dan, hattâ daha öncelerden başlayarak, Atatürk ilkeleri bugüne değin her
alanda ihmale uğradı.
-CHP Parti Meclisi
toplantısında Bülent Ecevit ile Turan Güneş, birer konuşma
yaparak arkadaşlarını uyarıyor: “Çok partili yaşama geçildiğinden beri, CHP
eski devrimci yönünü yitirmiş, seçimlerde oy toplamak kaygısıyla ödün vere vere
fikir bakımından zayıflamıştır. Oysa Parti’nin ‘devrimcilik, halkçılık,
devletçilik’ gibi ulusumuzu kısa sürede kalkındıracak ilkeleri vardır. Politik
hesaplarla, bu ilkelerin bir köşeye itilmesi doğru değildir. CHP kuruluş
amaçlarını göz önünde tutarak kendine bir yön seçmeli ve ona doğru cesaretle
yürümelidir. Bu uyarı parti Meclisi’nde tepkiyle karşılanır.
-Başbakan İsmet
İnönü Küçük Kurultay toplantısında konuşuyor: Arkadaşlar! Koalisyon
Hükümeti’ni yaşatma olanaklarını sürdürmeliyiz. Bu, karşılıklı uzlaşma ve
hoşgörü koşuluna bağlıdır. Beni örnek alın, sabırlı olun. Nadir Nadi’nin
İnönü’nün bu tutumuna getirdiği yorum: Koalisyon hükümetlerinin ancak
uzlaşma yoluyla kurulabileceği açık bir gerçektir. Bununla birlikte, bir
devrimin ürünü olan, hayatı doğrudan doğruya o devrime borçlu sayılan bir
rejimde, temel ilkeler asla tartışma konusu edilmemelidir. Anayasa’nın mahkûm
ettiği bir yönetimin özlemi içinde, öç duygularını gizlemeyenlerle nasıl
uzlaşılabilir? Devlet’in laiklik ilkesini hiçe sayarak, yasaları çiğnemek
pahasına öğretim birliğini bozanlar hoş görülebilir mi? Vicdan sömürücülüğüne
açıkça karşı koymanın Koalisyon Hükümeti’ni dağıtacağını, ya da gelecek
seçimlerde oy kaybına yol açacağını düşünerek eller böğründe ‘Ya sabır!’ çekmek
olumlu bir politika mıdır?
-14 Ekim 1962… Manisa
Milletvekili ve Ulus Gazetesi Başyazarı Yakup Kadri Karaosmanoğlu
CHP’den istifa ediyor. Gerekçesi şu: CHP Atatürk ilkelerinden, birçok
noktalarda ödünler vererek uzaklaşmış bulunmaktadır.
-8 Ağustos 1963…
Partinin politikasından düş kırıklığına uğrayan çok sayıda genç üye,
CHP’den istifa ediyor. İstifalar için gösterilen sebepler arasında şunlar var: “Atatürk
ilkelerinden ödün verilmiştir. Partinin genel ilkelerinden, özellikle halkçılık
ve laiklik ilkelerinden ödün verilmiştir. Halkevleri ve köy enstitülerinin
açılması için hiçbir girişimde bulunulmamıştır.”
- 26 Ocak 1974… Millî
Selamet Partisi, genel seçimlerden 48 milletvekiliyle çıkarak anahtar parti
konumuna geldi. CHP, MSP ile koalisyon hükümeti kurdu, böylece dinci bir
parti ilk kez iktidar ortağı oldu. Bülent Ecevit liderliğindeki CHP,
dinci siyasetçilere ülkenin içişlerini, adalet hizmetlerini ve ekonomisini
teslim etti.
-Dinciliğe göz yumma,
tarikatlara şirin görünme yarışına, sonunda Bülent Ecevit de katıldı.
Gerçekleşmesi için büyük çaba gösterdiği CHP-MSP koalisyonu ile, Cumhuriyet
tarihinde ilk kez, siyasal İslam’ı iktidara taşıyan, devlet olanaklarına
kavuşturan Ecevit; 1986 ara seçimlerinden önce Manisa’da köylülere şöyle
sesleniyordu: “Bir insan şu veya bu tarikattan olur, ama aynı zamanda
ilerici de olabilir. DSP kimsenin dinine, tarikatına, başörtüsüne karışmaz.”
Daha sonra köylülere şöyle diyordu: “En büyük Allah, sonra halk...” (Evet
doğru, ancak Allah’ın kutsal adı, kirli siyasete âlet yapılır mı? cd)
-CHP
Genel Sekreteri Ertuğrul Günay (Bugün AKP hükümetinin bakanlarından): Devletin,
gençleri Atatürkçü ve laik doğrultuda yetiştirmesi, imam-hatip lisesi
mezunlarının Harbiye’ye girişinin engellenmesi haksızlıktır.
-CHP'yi
tekrar açan Deniz Baykal bir ara '3- D' modelini geliştiriyor: 'Değişim,
Dönüşüm ve Demokrasi'... CHP'nin Altı Ok'u hakkında söylediği: “O
babaannemizin sandığındaki çeyizdir.”
***
-16 Haziran 2000…
Gazete Müdafaai Hukuk ’ta bir haber: CHP nereye? Atatürk’ün
partisi böyle mi olacaktı? CHP’nin yeni tüzük tasarısı, bu partinin,
köklerinden ve Atatürkçü geleneğinden koptuğunu gösteriyor. Tasarıda Atatürk
İlke ve Devrimleri’nden tek bir söz yok. Alt Ok’un hiçbirinden söz edilmediği
gibi, “irtica” tehlikesi de görmezden geliniyor. Ulusal kimlik yok sayılıyor;
yerine “etnik, dinsel, ideolojik cemaatler” geçiriliyor. Yeni tüzük, CHP’nin
küresel emperyalizme uyum sağlama planından ibaret.
-Cumhuriyet gazetesi,
24.8.2002… Bir fotoğraf… Deniz Baykal, beşuş bir çehre, muzaffer bir eda
ile, “Dünya Bankalı” Kemal Derviş’in elini havaya kaldırıyor. Fotoğrafın
altında şu yazı var:
Deniz Baykal: “Derviş’i
CHP’ye getirmek için dağlar, denizler aştık.”
-26 Nisan 2008… Bu
satırların yazarı: TV’den CHP’nin 32.Olağan Kongresi’ni izledim. Deniz
Baykal’ın konuşmasını dinledim. Garp cephesinde yeni bir şey yok. Eski tas eski
hamam, tellaklar bile değişmemiş, değişmeyecek de. Baykal bence Atatürk’ün
CHP’sinden ziyade sağ bir partiye yakışan bir siyasetçi. Yıllardır takip
ediyorum, ta baştan beri gözü hep sağda olmuştur. Zaten CHP’nin sağa kaymasında
en büyük sorumluluk -sanırım- ona aittir. Bu partinin ilerici, devrimci -hattâ
diyebilirim ki Kemalist- karakterinin bozulmasında, yok olmasında katkısı
çok büyüktür.
-Bülent Ecevit’in
“Ortanın Solu” (Kim Yayınları, Ank., 1966) kitabından: Ortanın Solu
anlayışına uygun ve demokrasiyle bağdaşabilen teşebbüs özgürlüğü, mülkiyet ve
miras hakkı; Anayasa’mızın da belirttiği gibi kamu yararı ile sınırlıdır.
“Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olmamalıdır” ve özel
teşebbüsün “milli iktisadın gereklerine ve sosyal amaçlara uygun yürümesi”
devletçe sağlanmalıdır. Ortanın solunda bir devletçilik anlayışı, ekonomik
gelişmeyi, ulusal kalkınma amaçlarına ve sosyal adalet ilkelerine uygun olarak
hızlandırmanın gerektirdiği ölçüde devlet işletmeciliğini öngörür. CHP’nin
devletçiliği bu anlam ve ölçüde bir devletçiliktir.”
-Ben, bu satırların
yazarı, Bülent Ecevit’in sonraki yıllarda yaptıklarını düşünüyorum:
Tam bir “devletçilik” düşmanı kesilmişti. Bir ara Devlet Bahçeli (MHP) ve Mesut
Yılmaz’la (ANAP) bir koalisyon hükümeti kurmuştu. 2002 krizi bastırınca, Kemal
Derviş’in kılavuzluğunda, özelleştirmeleri hızlandırmaya çalışmıştı.
-11.10.2008… CHP Genel
Başkanı Deniz Baykal: Küresel ekonomik kriz “dünya çapında
tefecilikten” kaynaklanmaktadır. Tarım ve üretim ekonominin temelidir. Hani
sınırların kalktığı, paranın her yere transfer olduğu global ekonomi, her yerde
zenginliği, refahı sağlayacaktı? Birdenbire, bu ekonominin dünya çapında
çöktüğü ortaya çıktı. Sıkıntının temelinde ekonominin paraya dayanması var.
Ekonomi, üretime dayanır. Fabrikaya dayanır, tarlaya dayanır. Zenginlik neyle
artıyor? Faizle, repoyla... Bütün bunlar, dünya çapında tefecilikten başka bir
şey değildir. Türkiye yeni bir yol haritasına gereksinim duyuyor.
-Bu satırların
yazarı: Bir zaman böyle konuşan Baykal acaba 22 Temmuz 2007 seçiminden önce
neler söylüyordu? Buyurun, okuyun ve tutarsızlığı görün: Türkiye’de siyasi
partilerin uygulayacakları ekonomi politikalarının belirli bir çerçevesi
vardır. Herkes bu çerçeve içinde kalacaktır. CHP’nin uygulayacağı politikalar
da bu doğrultuda olacaktır. Kurallar bellidir. Piyasa ekonomisi gerçeğini
değiştirmeye gerek yoktur. Türkiye'de siyaset piyasa ekonomisi kurallarını
işletmekle görevlidir. Bir ülkeyi bir ada gibi, dünya ekonomisinin
kuralları dışına çıkarmak mümkün değildir. O kurallar içinde
yarışacağız. Ekonomi giderek küreselleşmektedir. Sermaye hareketleri
ekonominin ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Ticaret giderek
serbestleşmektedir. Bu saydığım koşulları göz önüne alarak bir politika ortaya
koymalıyız.
***
-19.4.2011… Aydınlık
gazetesinde bir yorum: CHP Bursa Milletvekili Onur Öymen, CHP eski genel
başkanı Deniz Baykal yerine Kemal Kılıçdaroğlu’nun geleceğinin 3 yıl
önce kendisine bildirildiğini söyledi. Amerika-İsveç merkezli Silkroad
Enstitüsü temsilcilerince sunulan bir raporda Deniz Baykal’ın istifaya ikna
edilip, yerini Kemal Kılıçdaroğlu’nun alacağından söz ediliyor. Rapor’da
Baykal’ın istifasıyla, Kılıçdaroğlu CHP’sinin yeniden Avrupa tarzı ve merkezî
bir sosyal demokrat parti olarak ortaya çıkacağı belirtiliyor. 2008 tarihli
raporun CHP’nin yenilenmesi söylemi ile, Kılıçdaroğlu’nun günümüzdeki “Yeni
CHP” sloganı arasındaki örtüşme anlamlı değil mi?
-CHP
Bursa Milletvekili Sena Kaleli: Ben Atatürk ilke ve devrimlerinin
bekçisi değilim, olmak da istemiyorum. Çünkü bekçilik dönemi tarihe karıştı.
Bilirsiniz eskiden mahallelerde elde düdük dolaşan bekçiler vardı. Şimdiyse
mobese kameraları var.
-Nisan
2011… CHP Parti Meclisi üyesi Binnaz Toprak: CHP artık CHP değil.
Milliyetçi ve ulusalcı olarak tanımlanamayacağı kesin! Toplumu ayrıştıran
sıkan, Atatürk milliyetçiliğidir. Türklük kavramı Anayasa’dan çıkarılabilir.
Türk Vatandaşlığı tanımının “yurttaşlık” olarak değiştirilmesini CHP olarak
destekliyoruz. Ruhban Okulu açılmalı, ekümeniklik tanınmalı. İki dile sıcak bakıyorum.
AKP Hükümeti ekonomiyi iyi yönetti, gelir ve zenginlik arttı.
-CHP
Eskişehir Milletvekili Süheyl Batum: Anayasa’dan Türk sözcüğünün
çıkarılmasına karşı değilim. Türk tanımı kaldırılıp 'Türkiye Cumhuriyeti
vatandaşı denilebilir. Eğitim dili Türkçedir. Ana dilde öğretim seçmeli
derstir. Ana dil dememizin nedeni, biri ben Çerkezce de öğreneceğim derse buna
izin vermek için. Türklük yerine ’yurttaşlık’ kavramını öneren Süheyl
Batum’un ardından CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu daha da ileri
gitti: Türklük çıkarılsın; etnik kimlik/dini inanç/siyasi düşünce
vurgusundan arınmış bir vatandaşlık tanımı getirilsin.
-
CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, Heinrich Böll Vakfı'nın
düzenlediği bir toplantıda Kürt bölücülerin taleplerini dile getiriyor: Yüzde
10 seçim barajı düşürülmeli. Hakikatleri Araştırma Komisyonu kurulmalı.
Kürtçe’nin öğretilmesi devlet tarafından üstlenilmeli. Demokratik özerklik
hakkı tanınmalı."
-CHP
Ankara Milletvekili Bülent Kuşoğlu: Tekke ve zaviyelerin kapatılması
toplumu yozlaştırdı, yeniden açılmalı.
-CHP
PM Üyesi Muhammed Çakmak: Fethullah Gülen bilgedir, saygıyla
selamlıyorum.
-
CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün: Dersim katliamının sorumlusu
devlet ve CHP'dir. Atatürk de bu olaylardan haberdardı.
-CHP
lideri Kemal Kılıçdaroğlu: Devlet değişsin istiyoruz. Avrupa Konseyi
Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nı aynen kabul ediyoruz. Çekincelerin tamamına
karşıyız. Kürt kimliği ve Kürt dili önündeki tüm engelleri kaldıracağız. CHP
iktidarında genel af çıkartacağız. Profesyonel orduya bir an önce geçmeliyiz.
Türkiye'de laiklik tehlikededir diyemem, böyle bir tehlike görmüyoruz. Türban
sorununu çözeceğiz. Siyasallaşmayan tarikatlara saygımız vardır. ("Yargıda
cemaat yapılanması var" iddiaları üzerine) “Yargı içinde böyle bir kadrolaşma
vardır” demeyi doğru bulmuyorum. (Atatürk'ün CHP'siyle ilgili soruya
yanıtı:) "Ben o zaman yoktum."
-Bu satırların yazarı:
Kemal Kılıçdaroğlu yaptığı konuşmalarda Atatürk’ün adını anmamayı kural
haline getirmiştir. Çok zorda kalırsa “Mustafa Kemal” der. Benzetme gibi
olmasın ama, Atatürk’ün düşmanları da, o yüce insandan yalnızca “Mustafa Kemal”
diye söz eder.
CHP'nin, AKP'den ne
farkı kaldı? Vural Savaş "Atatürk'ün Kemiklerini Sızlatan Parti CHP"
diye bir kitap yazmıştı. Yerden göğe kadar haklıymış meğer. Ne oldu bunlara,
bir parti böylesine mi değişir? İçlerinden biri "bizim ideolojimiz
yoktur" anlamında bir laf etmişti, itiraf diye herhalde buna denir.
- Yalçın Küçük: Soros'un
parmağına bakın, Abdullah Gül'ün ve Fethullah Gülen'in parmağına, iki gün sonra
Kılıçdaroğlu'nun işaret edeceği adresi saptayabilirsiniz. İsmet Paşa ilk önce,
Celal Bayar için söylemişti, devletin üst katlarına “bu kadar ümmîsi
gelmemişti”, bu sözünü unutmuyorum. CHP'de de Kemal Bey kadar bir ümmî hiç
olmamıştı; son derece bilgisiz, Deniz Baykal'ın hediyesidir. Kılıçdaroğlu'nun
sadece vücudu CHP'dedir. Elverişlidir. Kılıçdaroğlu, AKP'nin yaptıklarının
hepsini tasdik etmekte ve çok zaman fazlasını istemektedir. Kafası AKP'dedir.
-Şubat 2012… CHP
Kurultayı’nda muhalifler adına konuşan Mersin Milletvekili İsa Gök: Bizim
tabanımız soldur, devrimcidir. CHP, geçmişini hatırlamak zorundadır. Kuvayı
Milliye’yi, Halk Fırkası’nı hatırlamak zorundadır. Yeni bir yol çizilmesinden
bahsediliyor. Bu yol mutlaka CHP’nin DNA’sına uygun olmalıdır. Bunun aksi
CHP’yi sağcılaştırır, AKP’lileştirir. Sağın alternatifi sağ olamaz.
Kılıçdaroğlu konuşmalarında yalnızca "Mustafa Kemal" diyor,
"Atatürk" demiyor. Atatürk soyadı O’na özel bir kanunla
verilmiştir. Kendisinden naçizane istirhamım: lütfen ‘Mustafa Kemal Atatürk’
deyin.
***
Ve Mustafa Kemal
Atatürk: Bir zaman gelir, beni unutmak, unutturmak isteyen
gayretler belirir. Fikirlerimi, öğretimi inkâr edenler, beni çekiştirenler,
karalayanlar çıkar. Hatta bunu yapanlar benim yakın bildiklerim, inandıklarım
da olabilir. Fakat benim ektiğim tohumlar o kadar özlüdür, o kadar kuvvetlidir
ki, fikirlerim, öğretim Çin’den döner, Hint'ten, Mısır'dan döner dolaşır gene
gelir; feyizli neticeleri kalpleri doldurur!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder