Denize düşen, yılana
sarılırmış.
Ya krize düşen sermaye
ne yapar?
En azından önceki
zamanlarda yılan gözüyle baktığı siyasetlere ve siyasetçilere, yani “sistemi
tamamen ve bire kadar imha edeceğini bağırmayan solun içinden bazılarına”, bir
başka deyişle “ılımlı yılanlara” sarılmaya hazırlanır. Sol, sermayenin
yılanıdır, doğru. Ama bu ılımlı yılanların sermayeye panzehir işlevi
görebildiğini, devrimci bir solun, yani acil sosyalist iktidar çağrısı yapan
(“Hemen, şimdi sosyalizm!”) bir solun da yılanı oldukları söylenemez mi?
İşi fazla
karıştırmayalım. Kriz, sermayenin façasını bozuyor ve façası bozulan bu sınıf
olmadık ittifaklar üzerinden feraha çıkma hesapları yapıyor diye, dengemizi
tümüyle yitirmek zorunda değiliz. Erken sevindiriklerin ne hal aldığını Ufuk
Uras-Çipras çizgisine bakarak gördük. Daha da gösterirler.
Mesele şu: Bir dünya
sistemi olan reel sosyalizm içinden çökertilip dünya iyice ateşe sardıktan
sonra, böyle bir yılan benzetmesini, radikal sloganlarla üst üste emekçi
yığınları vuran ve sermayeye neoliberal cennet olanağı sağlayan “sol”a bakarak
açıkça dile getirme hakkımız var. Doğrudur. Solun dostluğunu kazanmaya çalışan
ve kapitalizmi hemen şimdi ve sosyalizm doğrultusunda aşmayı düşünmeyen siyasal
oluşumlarda, ki genellikle çok kolay sol olarak nitelenirler, böyle bir
yılanlar ordusu yattığını kabul etmek zorundayız. Sermayenin sarılacağı
yılanlar bunlar. Biraz da “bizim yılanlarımız”. Halkı çok kolay
aldatabiliyorlar. Sahte hekimler gibidirler.
İşin şakası kalmadı.
Batı Avrupa ve hegemonu Almanya bile zangır zangır titriyor son mülteci kuşatmalarıyla.
Dünya kapitalizmi, özellikle de Avrupa emperyalizmi ağır bir krizden geçiyor.
Bunun biteceği falan yok; zaten adamlar açık açık söylüyorlar. O nedenle
oligarklar krize uygun bir ortam yaratmaya çalışıyorlar. Krizi
engelleyemezseniz, sisteminizin temel felsefesini (“sermaye ve kâr rejimi”)
tehlikeye düşürmeyecek bir çevre ve halk tipi, yeni bir muhalefet de yaratmak
zorunda kalırsınız. Bu da kaplanla yatağa girebilecek insanlardan oluşan bir
siyaset sınıfı gerektiriyor. Halkı kolayca aldatabilecek, sol sloganlarla
önemli seçim başarıları kazanabilecek, oyaladığı halkı bu sloganlarla
sermayenin hizmetine sokabilecek yeni sınıf bu: James Petras’ın Çipras’ı
aşağılamak için ve haklı olarak kullandığı tabirle “başbakanlık oynayan ama
aslında tecavüzcü çetenin hizmetinde olan” bir korkunç tipolojiye karşılık
geliyor. Bunlar yeni solcular... Tamam...
Tamam ve biz,
azgelişmişlerde neler olduğunu, olabileceğini, solun nasıl kullanılabileceğini
Atina’ya bakarak birkaç ayda gördük, çözdük. Çipras mükemmel bir örnekti. Acı
olan, James Petras gibi “sol demokratların”, artık ne demekse, bugün yazdıkları
değildir. Acı olan, vaktiyle Çipras’ı yere göğe koyamayan, Türkiye’de ise HDP
gibi neredeyse Syriza ve Çipras’ın bile gerisindeki siyasi hareketleri, partileri
kayıtsız şartsız destekleyen sitelerin, siyasetlerin şimdi bu tür
eleştiri/küfür yazılarına yer vermeye başlamasıdır. Birilerinin utanması
gerekir, ama kimin? Syriza ve HDP’nin kayıtsız şartsız destekçileri ne yapmalı?
Sermayenin sarıldığı
yılanlar olmak bu kadar mı kolay ve revaçta?
Neyse...
Sorumuz, kenarda
olanlar hakkında değil, merkezde olanlar ve olabilecekler hakkında: Paris,
Berlin, Roma ne yapacak? İspanya’da Syriza ve Çipras’tan daha bayağı bir
Podemos’un geliştiğini rahatça söyleyebiliriz. Paris’te François Hollande hemen
ıskartaya çıktı, bayağılığı/barbarlığı konusunda kendi yakınları arasında bile
tartışma yok. Tony Blair ile Gerhard Schröder arası bir karikatürdür Paris’teki ceset. Berlin’de ise
Gerhard Schröder’in gerçek mirasçısı bir adam, Sigmar Gabriel, başbakan
yardımcılığı yapıyor. Soru şu: Alışılmış sol hızla tasfiye oldu. Acaba gerçek
solun önü mü açılıyor?
Daha somut söylemiş
olalım: Blair, Schröder, Hollande, Papandreu gibi “alışılmış sol muhalefet”
çökünce, acaba onların yerini o partilerin içinden veya dışından çıkan gerçek
muhalifler, gerçek solcular mı alacak? Öyle mi?
Eğer bu siyasi birimler
işgal altındaysa, bizdeki CHP’nin başına çöreklenmiş siyasi mafyayı hiç
aratmayacak çeteler Avrupa’nın çeşitli başkentlerinde görev başındaysalar,
hatta hükümet ediyorlarsa, bunlara muhalif olanlar, mesela Fransa ve
Almanya’daki “Sol Parti” oluşumları, gerçekten “ehven-i şer” midir? En son
Londra’da Jeremy Corbyn vakası yaşadık. Labour’un başına geçen Corbyn acaba
Paris’teki “sosyalist“ Hollande ve Berlin’deki sosyal demokrat Sigmar
Gabriel’den farklı bir profil verebilecek mi? Ya da Almanya’daki Sol Parti
denilen ve geçmişteki reel sosyalist deneyime olduğu kadar, içindeki
Türkiyeliler üzerinden bizdeki cumhuriyetçi geleneğin de düşmanı olduğunu
saklamayan bir siyasal oluşum mu solun bayrağı olmayı hak ediyor?
Kuşkulu olmaya hakkımız
var.
Çipras’ta işimiz
kolaydı, çünkü o ülkede devrimci geçmişi ve şimdiki zamanı bilinen bir komünist
oluşum vardı. Syriza’nın ne mal olduğunu bağırdılar, bizdeki “takipçilere”
anlatamadık. Şimdi “haklıymışız” olduk.
Corbyn ve türüne tepki
gösterme hakkımız bakidir. Gorbi gibi reel sosyalizmin içinden ve sosyalist
hayallerle başa geçip ülkesini ortadan kaldıranları gördükten sonra, bu kadar
yıkım ve deneyimden sonra, her ağzı laf yapana sermayenin yılanı rolünü uygun
görmemiz abartı sayılmasın. Yine de bazı kapılarımız belli koşullar altında
açıktır. Chavez’in komünistlerle kurduğu ilişkiyi andıran bir çabayı görmezden
kim gelecektir ki? Ama Labour’dan kızıl bir kopuş çıkmayacaktır ve bu son
gelişme, Avrupa’daki derin krizi açığa çıkarmaktan başka bir anlam taşımıyor.
Corbyn’in farklı
yanları olduğunu kabul edelim, doğrudur da, ama göreve geldiği andan itibaren o
geçmişini -her anlamda- kusmayacak mı? Bunun bir garantisi olabilir mi? Asıl
önemlisi, komünistler, mesela Londra’daki akıllı komünistler ne diyor?
Berlin’deki akıllı komünistlerin bu ülkedeki Oskar Lafontaine ve Sahra
Wagenknecht damgalı bir Sol Parti’ye sıcak baktığını biliyoruz, ama o partide
bu iki ismin etkisinin sınırlı olduğunu ve işçi sınıfına iktidar talep
edenlerin bu partiye yoğun eleştirilerini de biliyoruz. Araya mesafe koymaktan
vazgeçmemeleri gerektiğini de keza...
Neyse...
Savaşlar bir yana...
Hafta sonunda on binlerce yeni mültecinin baskınına uğrayan Münih inler ve
Berlin’in bu yıl 1 milyon sınırını zorlayacağı anlaşılan mülteci akını
karşısında nutku tutulurken, yaşlı kıtada Müslüman düşmanlığı artar, Hamburg ve
Frankfurt’ta ilk Kürt-Türk sokak çatışmaları göze çarparken... Sistem
teklerken... Ne oluyor?
Bizim dikkatimiz ve
itirazımız şurada: Sistem tıkanırken yeni sol yılanlar gerekiyor. Bu yılanların
bizim mi yoksa sermayenin yılanı mı olacağı konusunda bir belirsizlik var.
Önlemimizi almak zorundayız. Bir mesafe koymak zorundayız. Sonra bakarız.
Elbette bakarız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder