5 Ekim 2015 Pazartesi

'Yılana sarılan' sistem?



Denize düşen, yılana sarılırmış.
Ya krize düşen sermaye ne yapar?
En azından önceki zamanlarda yılan gözüyle baktığı siyasetlere ve siyasetçilere, yani “sistemi tamamen ve bire kadar imha edeceğini bağırmayan solun içinden bazılarına”, bir başka deyişle “ılımlı yılanlara” sarılmaya hazırlanır. Sol, sermayenin yılanıdır, doğru. Ama bu ılımlı yılanların sermayeye panzehir işlevi görebildiğini, devrimci bir solun, yani acil sosyalist iktidar çağrısı yapan (“Hemen, şimdi sosyalizm!”) bir solun da yılanı oldukları söylenemez mi?
İşi fazla karıştırmayalım. Kriz, sermayenin façasını bozuyor ve façası bozulan bu sınıf olmadık ittifaklar üzerinden feraha çıkma hesapları yapıyor diye, dengemizi tümüyle yitirmek zorunda değiliz. Erken sevindiriklerin ne hal aldığını Ufuk Uras-Çipras çizgisine bakarak gördük. Daha da gösterirler.
Mesele şu: Bir dünya sistemi olan reel sosyalizm içinden çökertilip dünya iyice ateşe sardıktan sonra, böyle bir yılan benzetmesini, radikal sloganlarla üst üste emekçi yığınları vuran ve sermayeye neoliberal cennet olanağı sağlayan “sol”a bakarak açıkça dile getirme hakkımız var. Doğrudur. Solun dostluğunu kazanmaya çalışan ve kapitalizmi hemen şimdi ve sosyalizm doğrultusunda aşmayı düşünmeyen siyasal oluşumlarda, ki genellikle çok kolay sol olarak nitelenirler, böyle bir yılanlar ordusu yattığını kabul etmek zorundayız. Sermayenin sarılacağı yılanlar bunlar. Biraz da “bizim yılanlarımız”. Halkı çok kolay aldatabiliyorlar. Sahte hekimler gibidirler. 
İşin şakası kalmadı. Batı Avrupa ve hegemonu Almanya bile zangır zangır titriyor son mülteci kuşatmalarıyla. Dünya kapitalizmi, özellikle de Avrupa emperyalizmi ağır bir krizden geçiyor. Bunun biteceği falan yok; zaten adamlar açık açık söylüyorlar. O nedenle oligarklar krize uygun bir ortam yaratmaya çalışıyorlar. Krizi engelleyemezseniz, sisteminizin temel felsefesini (“sermaye ve kâr rejimi”) tehlikeye düşürmeyecek bir çevre ve halk tipi, yeni bir muhalefet de yaratmak zorunda kalırsınız. Bu da kaplanla yatağa girebilecek insanlardan oluşan bir siyaset sınıfı gerektiriyor. Halkı kolayca aldatabilecek, sol sloganlarla önemli seçim başarıları kazanabilecek, oyaladığı halkı bu sloganlarla sermayenin hizmetine sokabilecek yeni sınıf bu: James Petras’ın Çipras’ı aşağılamak için ve haklı olarak kullandığı tabirle “başbakanlık oynayan ama aslında tecavüzcü çetenin hizmetinde olan” bir korkunç tipolojiye karşılık geliyor. Bunlar yeni solcular... Tamam...
Tamam ve biz, azgelişmişlerde neler olduğunu, olabileceğini, solun nasıl kullanılabileceğini Atina’ya bakarak birkaç ayda gördük, çözdük. Çipras mükemmel bir örnekti. Acı olan, James Petras gibi “sol demokratların”, artık ne demekse, bugün yazdıkları değildir. Acı olan, vaktiyle Çipras’ı yere göğe koyamayan, Türkiye’de ise HDP gibi neredeyse Syriza ve Çipras’ın bile gerisindeki siyasi hareketleri, partileri kayıtsız şartsız destekleyen sitelerin, siyasetlerin şimdi bu tür eleştiri/küfür yazılarına yer vermeye başlamasıdır. Birilerinin utanması gerekir, ama kimin? Syriza ve HDP’nin kayıtsız şartsız destekçileri ne yapmalı?
Sermayenin sarıldığı yılanlar olmak bu kadar mı kolay ve revaçta?
Neyse...
Sorumuz, kenarda olanlar hakkında değil, merkezde olanlar ve olabilecekler hakkında: Paris, Berlin, Roma ne yapacak? İspanya’da Syriza ve Çipras’tan daha bayağı bir Podemos’un geliştiğini rahatça söyleyebiliriz. Paris’te François Hollande hemen ıskartaya çıktı, bayağılığı/barbarlığı konusunda kendi yakınları arasında bile tartışma yok. Tony Blair ile Gerhard Schröder arası bir  karikatürdür Paris’teki ceset. Berlin’de ise Gerhard Schröder’in gerçek mirasçısı bir adam, Sigmar Gabriel, başbakan yardımcılığı yapıyor. Soru şu: Alışılmış sol hızla tasfiye oldu. Acaba gerçek solun önü mü açılıyor?
Daha somut söylemiş olalım: Blair, Schröder, Hollande, Papandreu gibi “alışılmış sol muhalefet” çökünce, acaba onların yerini o partilerin içinden veya dışından çıkan gerçek muhalifler, gerçek solcular mı alacak? Öyle mi?
Eğer bu siyasi birimler işgal altındaysa, bizdeki CHP’nin başına çöreklenmiş siyasi mafyayı hiç aratmayacak çeteler Avrupa’nın çeşitli başkentlerinde görev başındaysalar, hatta hükümet ediyorlarsa, bunlara muhalif olanlar, mesela Fransa ve Almanya’daki “Sol Parti” oluşumları, gerçekten “ehven-i şer” midir? En son Londra’da Jeremy Corbyn vakası yaşadık. Labour’un başına geçen Corbyn acaba Paris’teki “sosyalist“ Hollande ve Berlin’deki sosyal demokrat Sigmar Gabriel’den farklı bir profil verebilecek mi? Ya da Almanya’daki Sol Parti denilen ve geçmişteki reel sosyalist deneyime olduğu kadar, içindeki Türkiyeliler üzerinden bizdeki cumhuriyetçi geleneğin de düşmanı olduğunu saklamayan bir siyasal oluşum mu solun bayrağı olmayı hak ediyor?
Kuşkulu olmaya hakkımız var.
Çipras’ta işimiz kolaydı, çünkü o ülkede devrimci geçmişi ve şimdiki zamanı bilinen bir komünist oluşum vardı. Syriza’nın ne mal olduğunu bağırdılar, bizdeki “takipçilere” anlatamadık. Şimdi “haklıymışız” olduk.
Corbyn ve türüne tepki gösterme hakkımız bakidir. Gorbi gibi reel sosyalizmin içinden ve sosyalist hayallerle başa geçip ülkesini ortadan kaldıranları gördükten sonra, bu kadar yıkım ve deneyimden sonra, her ağzı laf yapana sermayenin yılanı rolünü uygun görmemiz abartı sayılmasın. Yine de bazı kapılarımız belli koşullar altında açıktır. Chavez’in komünistlerle kurduğu ilişkiyi andıran bir çabayı görmezden kim gelecektir ki? Ama Labour’dan kızıl bir kopuş çıkmayacaktır ve bu son gelişme, Avrupa’daki derin krizi açığa çıkarmaktan başka bir anlam taşımıyor.
Corbyn’in farklı yanları olduğunu kabul edelim, doğrudur da, ama göreve geldiği andan itibaren o geçmişini -her anlamda- kusmayacak mı? Bunun bir garantisi olabilir mi? Asıl önemlisi, komünistler, mesela Londra’daki akıllı komünistler ne diyor? Berlin’deki akıllı komünistlerin bu ülkedeki Oskar Lafontaine ve Sahra Wagenknecht damgalı bir Sol Parti’ye sıcak baktığını biliyoruz, ama o partide bu iki ismin etkisinin sınırlı olduğunu ve işçi sınıfına iktidar talep edenlerin bu partiye yoğun eleştirilerini de biliyoruz. Araya mesafe koymaktan vazgeçmemeleri gerektiğini de keza... 
Neyse...
Savaşlar bir yana... Hafta sonunda on binlerce yeni mültecinin baskınına uğrayan Münih inler ve Berlin’in bu yıl 1 milyon sınırını zorlayacağı anlaşılan mülteci akını karşısında nutku tutulurken, yaşlı kıtada Müslüman düşmanlığı artar, Hamburg ve Frankfurt’ta ilk Kürt-Türk sokak çatışmaları göze çarparken... Sistem teklerken... Ne oluyor?
Bizim dikkatimiz ve itirazımız şurada: Sistem tıkanırken yeni sol yılanlar gerekiyor. Bu yılanların bizim mi yoksa sermayenin yılanı mı olacağı konusunda bir belirsizlik var. Önlemimizi almak zorundayız. Bir mesafe koymak zorundayız. Sonra bakarız. Elbette bakarız.
Her sınıfın yılanı kendine... Her sınıfın yalanı kendine...
14/09/2015 Pazartesi


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder