KANLI MI
OLACAK, KANSIZ MI OLACAK DEMEMİŞLER MİYDİ?
Ömer Faruk EMİNAĞAOĞLU
Seçmen, muhalefetin öne çıkamaması, seçim sürecini yöneten yargının da
etkin olmaktan uzak durması karşısında, hukuksal düzeyde hep iktidarın
estirdiği havayı soludu. Bu durum, eşit koşullarda serbest rekabeti değil,
iktidarın yarattığı koşullarda seçimin varlığını gündeme taşıyınca, anayasal
ilkelere uygun bir seçim yarışı da ortaya çıkmadı. Yaşanan bir kaç olay bile,
seçimlerin nasıl yönetildiğini ve yargının fotoğrafını çekmeye yetiyor.
* * *
1982 Anayasa yapıcısı, güçlü bir yürütme modeli yarattığı için, hükümet
üyelerinin bu görevlerini bırakıp yerel yönetimlere adaylıklarını asla aklına
getirmediğinden, bu konuyu düzenleme gereği bile duymamıştır. Bu Anayasa’nın
yürürlüğünden sonra büyükşehir belediyesi sisteminin kabulü ve de bu
belediyelerin giderek artan olanakları, buraları adeta bir bakanlık, hatta daha
da fazla apayrı bir güç merkezi durumuna dönüştürünce, artık bakanlar, büyükşehir
belediye başkanı olmayı da düşünmeye başlamışlar, ilk kez bu seçimlerde de aday
olarak ortaya çıkmışlardır.
YSK, açık düzenleme olmadığı için bakanların görevlerinden istifa etmeden
yerel yönetim seçimlerinde aday olabileceklerini açıklamış, bunu eşit yarışma
kurallarına aykırı bulmamıştır! İktidar partisi bu kadarı da olmaz diyerek,
kamu görevlileri için gerekli istifa süresini gözetmese bile, aday olan
bakanlarının istifa etmesini sağlamıştır.
* * *
Seçimlerde serbest propaganda esas olup, YSK bu ortamı var etmekten ve
korumaktan uzak durmuş, iktidarı ürkütmekten kaçınmıştır. Sosyal medyada
twitter üzerinden iktidar aleyhine yapılan propagandaya ilişkin başbakanın açık
tepkisi sonrasındaki erişim engeline, duyarsız kalmanın ötesinde, iktidarla aynı
yaklaşımı bile sergilemiştir.
Bir ilçe seçim kurulu, kendi alanındaki erişim engelinin ivedilikle
kaldırılması için verdiği kararı, ülkenin diğer yerlerinde de uygulama birliği
içinde söz konusu olması yönünden durumu YSK’na bildirdiğinde, YSK, ülke geneline
yönelik karar almak yerine, ancak il seçim kurulu tarafından denetlenebilecek o
kararı, üstelik itiraz da olmadan, kaldırma yoluna gitmiş ve de konuyu ortada
bırakmıştır.
Siyasi iradenin eylemi, aynı paralelde bir ileri aşamaya taşınıp,
TİB tarafından idari bir işleme dönüşüp, kamu gücüyle erişim engeli ortaya
çıkmasına, bu durumun da serbest seçim ortamı yönünden, seçim hukukunun
doğrudan alanına girmesine rağmen, bu idari işlem ortaya çıkınca kendisinin
görevsiz olduğunu, baskının idareyi kuşatmadan, yani ileri düzeye çıkmadan,
idari işlem yapılmadan, örneğin bayraklı reklam olayındaki gibi olması
durumunda ise, kendisinin görevli olduğunu ifade etmiştir ki, varlığını inkar
edip, bu yorumuyla tarihe geçmiştir.
Öte yandan Anayasa Mahkemesi, bu yasağın ifade
özgürlüğünün ihlali niteliğinde olduğuna karar vermiştir.
Düşünün, seçim döneminde ifade özgürlüğü ülkesel kapsamda ihlal ediliyorsa,
bu da iktidarın adımlarıyla örtüşecek biçimde gerçekleşiyorsa, YSK ülke
genelinde serbest seçim ve eşit yarışma koşullarını sağlayabilmiş mi! Seçim
hukukundaki bazı emredici kurallara aykırılık durumunu ifade eden ve en büyük
yaptırım olarak nitelenen tam kanunsuzluğun da ötesinde, burada tam bir anayasa
dışılık yok mu! Bunu da kim yaratmış dersiniz! Bu aykırılığın, doğrudan seçim
sonuçlarına etki etmesine de gerek yok. Önemli olan serbest ve eşit yarışma
koşullarının varlığı ve bu havanın teneffüs edilebilmesi. Kaldı ki büyük
şehirlerde binlerle ifade edilen oylarla değişen sonuçlar bile, bu tablonun
sonuca ayrıca etkisini açık bir biçimde yansıtmıyor mu.
* * *
YSK için bu gibi örnekler o kadar fazlaki! Halk, siyasi iradenin yaklaşımı
paralelinde hareket eden YSK sayesinde, anayasanın değişmez hükümleri bile
yokmuş gibi baskın bir gücü ve böyle bir havayı böyle teneffüs etmişse, bu
tablo seçmenler üzerinde etki yaratmadı mı!
Hatırlarsak 12 Eylül darbe döneminde darbe konseyi, 1961 Anayasası ile
çatışan kendi kararlarının anayasa değişikliği sayılacağını söylemişti. Konuyla
ne ilgisi var diyebilirsiniz.
YSK geçmişteki tüm seçimlerde, seçimlerin tarafsızlıkla, etki altında
kalınmadan yürütülmesi için, partili partisiz tüm sandık görevlileri nasıl ki
siyasi kılık, kıyafet veya rozetle sandık başında bulunamazlar, dini çağrışım
yapan kıyafetle de bulunamazlar diyerek kararlar almıştı. Kararlarında türbanı
da bu kapsamda değerlendirmiş, ayrıca ek gerekçe olarak ta, seçimlerde görev
yapanların bir kamu hizmeti yerine getirdiklerine de vurgu yapıp, kamudaki
kıyafet durumunun da dikkate alınacağını belirtmişti.
Özbilgin cinayetini ve öncesindeki Danıştay 2 nci Dairesinin verdiği
kararları hatırlayalım. O kararlara tahammül edemeyenler, Özbilgin’in canına
kıymışlardı. Dini simgelerin kamuda olamayacağına yönelik o kararların
değişmesini gerektiren bir Anayasa hükmü yürürlüğe girdi mi! Hayır! Peki o
Danıştay kararları artık neden değişti! YSK, artık Danıştay’ın o kararlarını,
hatta kendi kararlarını neden hatırlamıyor!
Dini simgelerin kamuda serbest bırakılmasının, yönetmeliklerle olamayacağı
yolundaki Danıştay kararları bir yana, yasa ile bile olamayacağı yolundaki
Anayasa Mahkemesi ve İHAM kararları karşısında siyasi iktidar, oturup Anayasa
değişikliği yapmıştı. Anayasa Mahkemesi ise, Anayasa’nın değişmez hükümleri
mevcut oldukça, Anayasa’da bu konuda açık bir yasaklamaya gerek olmadığını, bu
gibi kıyafetlerin serbest bırakılamayacağını açık açık ifade edip Anayasa
değişikliğini bile iptal etmiş, bu konuya geçit verilemeyeceğini net bir
biçimde ortaya koymuş, öte yandan bu gibi eylemleri de iktidar partisi için,
laikliğe ve demokratik cumhuriyete aykırı davranış saymıştı.
Geçmişte, yönetmelikle, yasa ile, anayasa değişikliği ile istediğini
yapamayan siyasi iktidar, 2013 yılındaki bir hükümet kararına konu olan
yönetmelik değişikliğinde, kamuda dini simgelerin serbest olduğunu ifade etmedi
mi. Tarafsızlıktan mı olsa gerek, yargıç ve savcıları ise, bu kararın dışında
bıraktı! Bundan sonra her nasılsa kamudaki uygulama Anayasa ve Anayasa
hükümleri görmezden gelinerek, bir anda değişti!
Anayasa hükümleri, Anayasa Mahkemesi ve İHAM kararları YSK’nu açıkça
bağlarken, bir anda YSK kendisinin bunlarla değil, hükümet kararı ile bağlı
olduğu sonucunu doğuran karar alarak, seçimlerde partili üyeler dahi sandık
başında siyasi çağrışım yapan kıyafet veya simge ile bulunamazken, partili
partisiz tüm görevlilerin dini simge içeren kıyafetle bulunabilecekleri yolunda
hareket etti. Bunun adı da tarafsız seçimler oldu!
Özbilgin’i bile bir kez daha öldürmekten geri durmayan meslektaşlarından
oluşan YSK, oturup yaptığı tam kanunsuzluklar karşısında kendiliğinden bir
karar alır mı... Ya da partiler zarflardaki boyalarla meşgul olacaklarına,
anayasa dışına çıkılarak gerçekleştirilen bu seçimlerle ilgili bir başvuru
yaparlar mı ne dersiniz. Din konu olunca, oy kaybederiz diye düşünen yapı,
sağda solda her tarafta kurallaşmışsa, karşı devrim kansız biçimde
gerçekleşmişse, sizce olanaklı mı...
* * *
Özbilgin neden öldürülmüştü! Artık kanlı mı olacak, kansız mı diye de
sormadan, Anayasa’yı da 12 Eylüldekine benzer yöntem ve uygulamalarla
değiştiren, zaten demokrasi dışılığına da hükmedilmiş olan bir parti ve
hükümetince sergilenen bu tablodaki serbestlik, özgürlük, demokrasi ve
seçimleri görünce, sevsinler böyle demokrasi ve yargı güvencesini...
Alıntı: http://haber.sol.org.tr/yazarlar/omer-faruk-eminagaoglu/kanli-mi-olacak-kansiz-mi-olacak-dememisler-miydi-90532
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder