Türkiye'de "Hain" Neden Çok
Yozlaşma ve Yabancılaşma
Günümüz
Türkiyesi’nde, politikacılar başta olmak üzere kimi üst düzey kamu
yöneticileri, iş adamları, gazeteciler, akademisyenler ve aydınlar
arasında, yoğun bir yozlaşma ve yabancılaşma yaşanmaktadır. Ülkenin ve
ulusun çıkarları yönünde değil de, ilişki içinde oldukları küresel güç
merkezlerinin istekleri yönünde davranan, sayıları az etkileri çok bu
insanlar; ele geçirmiş oldukları siyasi ve akçeli güçle, ülke ve ulus
karşıtı eylemler içine girmektedirler. Eski milletvekili Kamran İnan, bu
olgu için olacak; “Türkiye’de 200 bin hain var” diyebilmiştir. 1
Kamran
İnan’ın bu sayıyı nasıl saptadığı bilinmez ancak Türkiye’de hainliğin
ve bu yolu açan yabancılaşmanın çok yoğun olduğu, herkesin gördüğü açık
bir gerçektir. Tarihinde, ülke ve devlete bağlılığa özel önem verilen
bir ülkede, bu denli yoğun bir yabancılaşma yaşanmasının kuşkusuz bir
nedeni olmalıdır. Birbiriyle uzlaşması olanaksız olan bu iki eğilim,
yani ülkeye ve devlete bağlılıkla dışa hizmet, nasıl oluyor da, Türkiye
gibi bir ülkede bu denli yaygın olabiliyor? Bağımsızlığına ve
değerlerine bu denli düşkün bir ulus, içinde bu kadar çok hain’i nasıl
barındırabiliyor? Toplumun özyapısı ve tarihiyle çelişen bu kaba gerçek,
neyle açıklanabilir?
Tarihe Bakış
Savaş
tutsakları ile kölelerin, ekonomik ya da askeri amaçla kullanılması,
değişik yöntem ve oranlarda hemen tüm toplum biçimlerinde görülür. Antik
Çağ Grek devletleri ve Roma İmparatorluğu, köleciliği bir üretim biçimi
haline getirirken, bu biçimiyle köleciliğe yönelmeyen Osmanlı
İmparatorluğu çok başka bir yöntem geliştirdi. Atina ya da Roma’da
köleler satılabilir, bağışlanabilir ya da öldürülebilir. Nesne olarak
görülüp en ağır işlerde çalıştırılır ve toplum dışında tutulurdu.
Osmanlı İmparatorluğu’nda insan gereksinimi çok başka biçimde
karşılandı. Fethedilen yerlerden toplanan seçilmiş genç insanlar,
Osmanlı nizamı’na uygun olarak yetiştirilerek toplumun iç unsuru haline
getirilip yönetici yapıldı. Osmanlılar bunlara devşirme adını verdi. Bu
yöntem, Atina ve Roma köleciliğinden çok daha başkaydı. Daha insancıldı
ama bu insancıllık, Osmanlı Devleti’ne ve onun Türk uyruklularına
yararından çok zarar verecekti.
Devşirmeler
Osmanlı
Devletinin ilk dönemlerinde, savaş tutsaklarının beşte biri, orduda
kullanılmak üzere padişaha yani devlete ayrılıyor ve bu işleyişe pençik
vergilendirmesi deniliyordu. Önceki İslam devletlerinde; gulam, kul ya
da memluk sözcükleriyle tanımlanan bu uygulama, Anadolu Türk beylikleri
döneminde geliştirilmiş, Osmanlı Padişahı I.Murat döneminde (1360-1389)
kurumsallaştırılarak daha kapsamlı duruma getirilmiştir. Devşirme
sistemi bu sürecin ürünüdür.
Padişah buyruğuna (fermana) dayanan
toplama (devşirme) kurulları birkaç yıl arayla Balkanlar’da değişik
bölgeleri dolaşır, kent ya da köylerde, hane sayısının kırkta biri
oranında genç toplardı. Genellikle 14-18 yaş kümesi içinde kalan, sağlam
vücutlu, akıllı Hıristiyan çocuklar seçilir ve eğitilmek üzere
İstanbul’a götürülürdü. Kurul üyeleri, köy ya da semt papazının
eşliğinde, kilise vaftiz defterinden gençlerin özelliklerini saptar ve
aile başına bir kişiyi geçmemek koşuluyla seçim yapardı. Devşirilenlerin
özellikleri bir deftere yazılır ve halktan, devşirilen her genç için,
yol ve giyim giderlerini karşılamak amacıyla 600 akçe para toplanırdı.
Bu paraya kul akçesi denirdi. Devşirilenler 100-200 kişilik kümeler
halinde, sürücü adı verilen yetkililere teslim edilerek yola çıkılırdı. 2
Gerçekte
ise, Hıristiyan aileler toplama kurullarına devşirme listesi sunan
papazlara, kendi çocuklarını listeye alması için baskı yaparlar,
armağanlar verirlerdi. Devşirme olarak seçilen her çocuk, ailesi için
başa konan bir talih kuşu, bir umut kaynağıdır. “Beslenmesi gereken bir
boğazın eksilmesi”159 bir yana, asıl önemli olan bu boğazın dünyanın en
büyük devletinin askeri ya da idari kademelerinde yükselerek kendilerine
ilerde “nimetler sunma” olasılığıdır. Devşirme seçilmek, günümüzde
herkesin büyük bir istekle peşinden koştuğu, ABD vatandaşı olmaktan çok
daha önemli bir şeydi. Nitekim, büyük askeri seferler sırasında, sınır
boylarına doğru ilerleyen ordunun, devşirme kökenli başkomutanları;
doğdukları köye uğrayarak anne-babalarının “gönlünü yüceltmek”, onlara
“bağışta bulunmak” için ordunun yolunu değiştirdiği çok görülmüştür. 3
İstanbul’a
gelen devşirmeler, burada Yeniçeri ağası ve hekimler tarafından gözden
geçirilerek sünnet ettirilir ve Kelime-i Şahadet getirtilerek Müslüman
yapılırlardı. İçlerinde yakışıklı, zeki ve becerikli olanlar, padişaha,
yönetimde ve özel işlerinde hizmet vermek üzere seçilirlerdi. Bunlara
içoğlanı denir ve özel olarak yetiştirilirlerdi.
Osmanlı
padişahları, başlangıçta, iktidarlarını korumak için gereksinim
duydukları insan kaynağının önemli bir bölümünü devşirmelerle karşıladı.
Kısa dönemde gereksinim karşılanmış gibi göründü. Asker ya da sivil
görevliler (kapıkulları), kesin bağlılık ilişkisiyle padişaha, paralı
asker disipliniyle bağlanmıştı. Bunlar, devamlı ordunun (Yeniçeri) ve
yönetici sınıfın (rical-i devlet) tümünü kapsayan bir yaygınlığa
ulaşmışlar; yönetim, bunlar aracılığıyla padişahın mutlak egemenliği
üzerine oturtulmuştu; sistemin tümü bir tek kişinin (padişahın) yararına
işliyordu. Ancak, bu düzenin gerçek işleyişinin ne olduğu, neye hizmet
ettiği biraz karışıktı.
Devşirmelerin Gücü
Padişahlar,
hizmetine aldığı devşirme unsurunu o denli büyütüp geliştirmişti ki,
sistemin gerçekten padişahtan yana mı, yoksa “emri altındaki”
devşirmelerden yana mı işlediği, giderek belirsizleşmeye başlamıştı.
Örneğin, başlangıçta “sarayın uysal bir aleti” olan yeniçeriler, kısa
bir süre içinde, saray üzerinde güçlü bir baskı kurmuşlardı. 15.yüzyıl
bitmeden, yani kuruluşlarından henüz yüz yıl bile geçmeden; “Sadrazam
öldürüyor, saltanat kavgalarına karışıyor, taht alıp taht veriyorlardı.” 4
Görünüşte
devlete yüksek hizmetler veriyorlardı; padişahın sadık kullarıydılar;
onun her isteğini yerine getiriyorlardı... Ancak, 14-18 yaşında zorla
Müslüman yapılan bu insanların, geçmişlerini unutmaları, ondan tümüyle
kopmaları olanaksızdı. Ne tam Müslüman oldular, ne de Hıristiyan
kaldılar; ne etnik kökenlerini unuttular, ne de yeni kimliklerini
benimsediler. Ne olduğunu bilmeyen ya da ne olmadığını bilen, kişiliksiz
ve güvenilmez bir insan türü olarak, devlet politikalarına yön verdiler
ve İmparatorluğu çöküşe götüren nedenlerden biri haline geldiler.
Hiçbir erdeme sahip değildiler ancak ilke haline getirdikleri bir
tutumları vardı: Türklere ve Türklüğe karşı nefret duyuyor ve devlet
politikalarıyla örtüşen bu nefreti, genel bir tutum haline
getiriyorlardı.
Köksüzleştirirken Köksüzleşmek
Devşirmelerle
yaratılan örgütlü güç, başlangıçta devlet yararına, birçok alanda
kullanıldı. Devletin ve ordunun sürekli geliştiği ilk dönemlerinde,
ilerde sorun yaratabileceği düşünülmemiş, tersine sorunları giderecek
bir güç olarak görülmüştü. Toplumsal kimliği korumaya dayanan, binlerce
yıllık devlet gelenekleri bırakılmış, Türk unsurların karşı çıkmasına
karşın devletin merkezi; Rum, Sırp, Hırvat ya da Ermeni Hıristiyanlara,
üstelik yoğun biçimde açılmıştı. Osmanlı devşirmeciliği, köleleri
yabancı unsur olarak yönetim dışı işlerde kullanan Roma köleciliğinden
farklı olarak, devşirmeleri yani yabancı insanlar topluluğunu,
köksüzleştirdiğini sanarak içsel bir güç durumuna getirmişti.
Köksüzleştirirken köksüzleşen bu düzen, aslında kendini yıkacak bir güç
yaratıyordu.
Devşirmenin Niteliği
Devşirmeler,
kökü silinmek istenen türedi bir kuşaktı. Görünüşte; ailesini, soyunu
sopunu yadsımış, belleği ve kimliği yok edilmişti. Yalnızca Osmanlıydı. O
bir ailenin bireyi değil, padişahın kuluydu; bir insan değil, adeta bir
makineydi. 5
Bilinçli
programlarla kişiliksizleştirilen devşirmeler, bu niteliklerine karşın;
yüksek yönetim yetkileri, dolgun ücret, siyasi ve idari ayrıcalıklarla
donatılmışlar ve devleti yöneten yerlere getirilmişlerdi. Ancak, can ve
mal güvenliğinden yoksun biçimde yaşıyorlardı. Bu konumlarıyla üst düzey
devşirmeler, sürekli ölüm korkusu içinde yaşayan ruh hastaları
durumundaydılar.
Devşirmeler, gerçek görüşlerini hiçbir zaman
açıklamazlardı; yalancı ve ikiyüzlüydüler. Peşinde koştukları tek değer,
para ve yönetim gücüydü. Osmanlı Devletine gizliliği, ihanet ve
entrikayı bunlar yerleştirmiş; rüşvet, vurgunculuk (ihtikâr), karaborsa,
yasadışı gelir (ihtilas), ve adam kayırma (iltimas)’yı neredeyse yasal
hale bunlar getirmişti. Yeniliğe ve devlete karşı ayaklanmayı, hak
olarak görürlerdi. 1550’den sonra, yeniçerilerin evlenmesine izin
verilince, çocukları Acemi Ocağı’na öncelikli olarak alınmış,
devşirmecilik babadan oğula geçen ayrıcalıklı bir meslek haline
gelmişti.
Rüşvet ve Entrika
Hangi
kesimden gelirse gelsin, devşirmelerin tümünün ortak özelliği,
boğazlarına dek rüşvet ve entrikaya batmış olmaları ve Türk uyruklara
duydukları düşmanlıktı. Rüşvet ve vurgunculuk yoluyla o denli büyük bir
servet ediniyorlardı ki; halk “simyanın (her madeni altına çeviren gizil
güç y.n.) sırrına erdiklerini” söyleyerek bunlarla alay ediyor, tepki
gösteriyordu. 6
Devşirmelerin
rüşvetçiliği, zaman içinde, tehlikeli bir boyuta ulaşmış ve ülke
çıkarlarını yabancılara satma noktasına varmıştı. Yönetimde elde
ettikleri yüksek yetkiler, onlara bu tür girişimler için geniş bir alan
yaratıyordu. Elde ettikleri yetkiyi kullanarak, “baştan aşağı bir yağma,
çapul ve servetlere elkoyma” 7
uzmanı olmuşlardı. Devşirmeler, nitelikleri gereği tüketici bir
topluluktu. Roma soyluları gibi, üretimle uğraşmayı ayak takımının
yaptığı onursuz bir iş olarak görürdü. Kılıç ve kahramanlık
söylemleriyle yağma, bu olmadığında “entrika” ve “yalan dolan”a dayalı
vurgunculukla geçinirlerdi. “İş bilenin kılıç kullananın” özdeyişi,
Türkçe’ye bunların yerleştirdiği bir sözdü. 8
Devşirmeler ve Türk Düşmanlığı
Devşirme
etkinliği, Fatih döneminde başlatılan devlet yönetimini Türkler’den
arıtma (tasfiye) eylemi ve I.Selim (Yavuz) (1512-1520) döneminde halk
üzerinde şiddetli bir baskıyla bir felaket halini aldı. İmparatorluğun
yükünü çeken, sorunlarıyla ilgilenilmeyen, bu nedenle ayaklanan ve toplu
olarak öldürülen Anadolu Türkmenleri, o denli baskı altındaydılar ki
kaçacak, sığınacak yer arar duruma gelmişlerdi. Şii inancını Osmanlı
Devleti’ne karşı, ideolojik propaganda aracı olarak başarıyla kullanan
ve kendisi de Türk olan Safevi Hükümdarı Şah İsmail’in (1487-1524)
çağrısına uyarak, kitleler halinde İran’a göç ettiler.
Yürütülen
dizgeli (sistemli) şiddet ve baskıyla, öldürülen ya da göç ettirilen
Oğuz halkı, Prof.Fuat Köprülü’nün tanımıyla “Anadolu Türklüğü’nün en
temiz, en canlı unsurunu oluşturuyordu.” 9
Yerlerinden yurtlarından edilen bu halk, gözden uzak yerlerde yoksulluk
içinde yaşadı. Çok zorda kaldığında, çalışıp para kazanmak için
İstanbul’a çalışmaya gittiğinde, orada kendisini bekleyen hor görülme ve
aşağılamaydı. En şanslıları, saraylarda ya da varsıl evlerde aşçılık,
çöpçülük gibi işlerde çalışırdı. Çalıştığı yerde, “Türklüğünü söylemeye
cesaret edemez”, kapıkulu yalılarında “Türk aile ve tarihine düşmanlıkta
uzmanlaşmış” davranışlarla karşılaşırdı. 10
Türkler; Kendi Ülkesinde Tutsak
Türkler’e
karşı olumsuz bakış, devşirme düzeninin daha ilk döneminde, çok açık
biçimde ortaya konmuştu. II.Murat döneminde başlatılan, Fatih
Kanunnamesi ile yasalaştırılan uygulamalarla Türkler, kendi ülkelerinde
Hıristiyan ya da Musevi azınlıklar kadar bile hakkı olmayan, ikinci
sınıf uyruk haline getirilmişti. Yönetim organlarında görev alıp
yükselmek bir yana, etkili devlet kurumlarına ve bu kurumlara yönetici
yetiştiren okullara giremiyordu. Sadrazamı, padişahtan sonra devleti
temsil edecek en yetkili kişi (naip) yapan Fatih Kanunnamesi, devlete
asker ve sivil yönetici yetiştiren ve yüksek nitelikli eğitim veren
devşirme okullarına alınmayacak olanları şöyle sıralıyordu: “Yahudiler,
Müslümanlar, çobanlar, sığırtmaçlar, doğuştan sünnetli olanlar, çok uzun
ya da kısa boylu olanlar, Türkçe bilenler, köseler, keller, Gürcüler,
Çingeneler, Kürtler ve Türkler”. 11
Fatih
Kanunnamesi’nden sonraki 70 yıl içinde naib yetkisiyle devlete sadrazam
olan 48 kişiden yalnızca 5’i Türk kökenlidir; bunlar da devşirme
anlayışıyla yetişmiş aslını yadsıyan (inkar eden) insanlardır. Geri
kalan 43 sadrazamdan; 11’i Slav, 11’i Arnavut, 7’si Rum, 5’i Ermeni, 4’ü
Çerkez, 3’ü Gürcü, 1’i İtalyan kökenliydi. 12
Devşirmeler ve İşbirlikçilik
Devşirmeler,
Türk karşıtı her olay ve düşüncede hemen bir araya gelirdi. Bir araya
gelişin, sosyal ve ekonomik dayanakları vardı ve bu dayanaklar; eskiden
gelen, bugün de süren çıkar ilişkileriydi. Yasa dışı yollarla edinilen
servetin korunması ve yenilerinin edinilmesi için, ülke içindeki güç
yeterli olmazsa, niteliğine bakılmaksızın dış destek arayışı içine
girilirdi. Bu nedenle ülke değerlerini dışarıya devretme eğilimi, bu
arayışa bağlı olarak devşirmelerde her zaman vardı.
Devşirmeler,
gereksinim duydukları mal ve can güvenliğine kavuşmak için, yabancılarla
bütünleşmekten çekinmediler ve ülke kaynaklarını yağmalamaya gelen
Avrupalı büyük devletlerin işbirlikçileri oldular. Batı’ya bağlanmanın
aracı olan işbirlikçilik, değişik biçimlerle, devlet başta olmak üzere,
toplumun hemen her kesiminde yaygın bir anlayış haline geldi.
Tanzimatçılık, mandacılık ya da günümüzdeki Avrupacılık; işbirlikçi
anlayışın değişik biçimleridir.
Türkiye de Hain Neden Çok
Rüşvet
ve yolsuzlukla servet elde edenlerin, elde ettiklerini geliştirerek
korumak için, yabancılara vermeyecekleri kamusal ya da ulusal, hiçbir
değer yoktur. 19.yüzyılda Tanzimat’la meşrulaştırılan bu eğilim, bugün
AB ya da IMF politikalarıyla meşrulaştırılmaktadır. Bunu yapanların
konumları, özlem ve yönelişleri, içinde bulundukları maddi koşulların ve
bu koşulları yaratan uzun bir geçmişin ürünüdür. Yönetime egemen olan
kapıkulu devşirme anlayışının dayandığı ekonomik nedenleri, Prof.İdris
Küçükömer şu biçimde açıklamaktadır: “Sivrilmiş bürokratlar (kapıkulu
devşirmeleri y.n.) bir sınıf olmadıkları ve güçlerini üretim araçlarıyla
onlara bağlı kurumlardan almadıkları için, her zaman kendisini savunma
ihtiyacı içinde olmuştur. Bu amaçla yenilikten yana olan padişahları,
yenilik diye kapitalizmin zorlaması altında, Batı’nın üst kurumlarını
almak üzere ikna etmeye çalışmaları doğaldı. Bu nedenle, 19.yüzyıl
başında (Tanzimat y.n.) Batı’dakine benzer mülkiyet v.b. kurumların
alınmasında bürokrat ile ayan (ileri gelenler y.n.) beraberlik içinde
olacaktı..” 13
Günümüzde
Arapçılığı sürdüren siyasi İslamcılar, Batı’yla bütünleşen Müslüman
demokratlar ve uygarlığı batıcılık sayan şekilsiz aydınlar; Türklüğü
ezen onu yok sayan Osmanlı tutumunun, özellikle de devşirme anlayışının,
günümüze taşınan sonuçlarıdır.
Yalnızca on beş yıllık Atatürk
döneminde bastırılmış olan kimliksizleşme eğilimleri yani devşirme
geleneği, günümüzde olanca hızıyla ve çok etkili yöntemlerle
sürdürülmektedir. Atatürk’ün, Türk kimliği ve tarihi için ne anlam ifade
ettiğini açıkça ortaya koyan bugünkü olumsuz gidiş, nedenleri tarihte
kayıtlı bir süreçler toplamı ve bu toplamın günümüzdeki sonuçlarıdır.
Türkiye’de
bugün yaşanmakta olan olgu yani; rüşvet, yolsuzluk, dışa bağlanma ve
ihanet davranışlarının politik işleyiş haline gelmesi, bugün ortaya
çıkan, yeni bir olgu değildir. Dışa boyun eğmenin ya da ihanetin
yaygınlığına yanıt arayan her çaba, ister istemez, Osmanlı
devşirmeciliğine ve onun yarattığı kapıkulu anlayışına gidecektir.
Kamran İnan’ın 200 bin, başkalarının ise daha çok olduğunu söylediği
“hain çokluğunun” nedeni, kuşkusuz yarım bin yıl egemen olan bu
anlayışta aranmalıdır.
1 “Sözde Aydınlar” İsmet Solak, “Ankara Kulisi” Hürriyet, 12.04.2000
2 Ana Britannica 10.Cilt, sf. 100
3 “Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye” S.Yerasimos, 1.C., Belge Y., 7.Bas. 2000, sf. 297
4 Ana Britannica 10.Cilt, sf. 183
5 “Kapıkulunun Tavsifi” Muhittin Birgen,; ak. Zeki Arıkan, “Tarihimiz ve Cumhuriyet” Tarih Vakfı Yurt Yay., 1997, sf. 127
6 “Azgelişmiş Sürecinde Türkiye” S.Yerasimos, 1.C., Belge Y., 7.Bas,. sf. 306
7 “Tarihimiz ve Cumhuriyet” M.Birgen, Tarih Vakfı Yurt Y., 1997, sf. 147
8 a.g.e. sf. 147
9 “Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluşu” M.Fuat Köprülü, Ötüken Yay., 1981, sf. 95
10 “Tarihimiz ve Cumhuriyet-Muhittin Birgen” Prof.Zeki Arıkan, Tar. Vak. Yurt Yay., 1997, sf. 128
11 Ana Britannica, 10.Cilt, sf. 100
12 “Tarihte Türklük” Prof. Laszlo Rasonyi, Türk Kül.Gel. Ens.Y.., 2.Bas. 1988, sf. 204
13 “Düzenin Yabancılaşması” Prof. İdris Küçükömer, Ant Y., 1969, sf. 62
Metin AYDOĞAN, 26 Eylül 2013
http://www.milliiradebildirisi.org
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder