24 Şubat 2013 Pazar

VATANDAŞLIK ULUSAL MI OLMALI, ANAYASAL MI?–I

1
                                  Prof. Dr. Birgül AYMAN GÜLER, İzmir Mv.
             Türkiye’nin toplumsal geleceğini çizecek iki siyaset var. Bunlardan biri “ulusal vatandaşlık ilkesi” derken diğeri “anayasal vatandaşlık ilkesi” diyor. Bu iki görüş, güncel “yeni anayasa” çalışmalarının bel kemiğini oluşturuyor.
                Birincisi, yaklaşık yüz yıl önce benimsediğimiz “Türk vatandaşlığı sistemi”ni uygun ve gerekli görmek demektir. İkincisi ise “TC / Türkiye vatandaşlığı” ya da sıfatsız yalnızca “vatandaşlık” demeyi önermektedir. İlk görüş CHP ve MHP resmi görüşleridir; ikincisi AKP ve BDP resmi görüşleridir. Partilerin tümünde diğer görüşün sesli ya da sessiz savunucularına rastlanabilir. Konuyu olanca ayrıntılarıyla bilmek, özellikle bu geçişkenlikler nedeniyle kritik önem taşımaktadır. Savunucular arasında bir de dinci çevrelerin bulunduğu bilgisini eklemeliyiz.
Ulusal – Anayasal Vatandaşlık Ne Demektir?
         Ulusal vatandaşlık ilkesini benimseyenler, refah içinde diri bir geleceği güvence altına almak amacıyla dünyanın ve Türkiye’nin güncel ortamıyla koşulları kaynak göstermektedirler. Düşünsel dayanakları ulusal devlet deneyimidir:
          (1) “Türk” bir etnisite değildir. Türkmen, Yörük, Tahtacı … gibi etnisiteler vardır; ama Türk adı taşıyan bir etnik grup yoktur. Türk, kültürel kavim adlandırmasıdır; Anadolu’da bin yıllık Türkçe ortaklığı ve yüz yıllık Cumhuriyet’le yaşanan uluslaşma süreci, Türk kavramını her türlü etnik aidiyetten kurtarmıştır.
         (2) Ulusal vatandaşlık, topluluk kimliklerini yani etnisite ve milliyet bölünmelerini aşmayı sağlayan ulus kimliğinin ürünüdür. Bu sistem, toplumu toplulukların değil bireysel temelde yurttaşların eşitliği üzerinde yükselir. Böyle bir eşitlik, her türlü etnisite; inanç grubu; cinsiyet gömleklerini yırtar ve bireysel özgürleşme sağlanır.
          Anayasal vatandaşlık ilkesini benimseyenler, farklılıkların altını çizmek ve “ötekini savunmak” amacıyla dünyada yaşandığı varsayılan (dünyanın değil) “küreselleşme”nin gerekleri ile Türkiye’deki alt toplulukların (Türkiye’nin değil) istemlerini kaynak göstermektedirler. Düşünsel dayanakları küresel emperyalizmin felsefecisi Alman Jürgen Habermas’tır:
         (1) Vatandaşlık “ulus” üzerinden değil, yalnızca “anayasa” sözleşmesi çerçevesinden kurulmalıdır. Şimdi ulus ve vatandaşın adı olan “Türk”, bir etnisite/ırk adıdır. Türkiye’de
yaşayan kimi vatandaşlar bu isimden rahatsızdır; Türk adlandırmasının kendilerini ifade etmediği ve dışladığı düşüncesindedirler.
           (2) Anayasal vatandaşlık, “eşit”lik sağlamalıdır. İlkenin tam adı “eşit anayasal vatandaşlık”tır. Bu sistem, bireyleri değil toplulukları bir arada tutacaktır. Ulus kimliğinden kurtuluş, topluluklar kimliklerinin tanınmasını mümkün kılacaktır. İşte bu farklı kimlikler arasında eşitlik sağlanması gerekir.
         Bu özellikler sayesinde, anayasal vatandaşlık sistemi, toplumdaki her farklı topluluğu anayasanın koruması altına almış olacaktır. Tüm topluluklar, kendi varlıklarını sürdürebileceklerdir. Bunun yolu, farklı topluluklara hukuksal tanıma sağlamaktan geçer. Anayasal vatandaşlık ilkesinin en önemli “yeni bir sistem” özelliği de burada ortaya çıkar. Toplumdaki etnik ve inanç/din temelli topluluklar, toplumsal ve siyasal yaşamda “kendi” adlarına etkinlik gösterme gücüne kavuşturulmuş olurlar. “Kendi” dillerinin resmi dil olarak kabulü, “kendi” eğitim sistemleri, “kendi” temsilcilerinin siyasal yarışı, “kendi” sinemaları, evlilikleri, gömü törenleri ve mezarlıkları….. Devletin yapması gereken, her topluluğa “eşit haklar” tanıyıp bu temelde davranmasıdır.
                 Kısaca anayasal vatandaşlık, toplum ve siyaset için tek ulusal yaşamdan vazgeçilip cemaatler ve milliyetler yaşamı vaat eder. Toplum ve devlet ulusal değil “cemaatler ve milliyetler dünyası olacaktır.
Bizim İçin Hangisi?
              Anayasalar, kişi ya da toplulukların psikolojik doyumlarını sağlamaktan daha fazlasını yapar. Bir ülkenin tüm yönetim sisteminin yapı ve ilkelerini kurar. Yapı ve ilkeler, şimdiki gibi tarihsel dönüm noktalarında bütün bir ülkenin ve halkın varlık – yokluk sorunudur. Şimdi söz konusu olan Türkiye’nin ve Türk Ulusu’nun geleceğidir. Bu nedenle, “hangisi” sorusuna yanıtımızı politik / taktik nedenlerle değil tarihsel / stratejik nedenlere dayanarak vermek zorundayız.
İki sistemden birini yeğleyebilmek için sorulması gereken temel sorular şunlardır:
          “Ulusal vatandaşlık” bizi geleceğe eskisinden daha güçlü bir biçimde taşıyabilir mi? Bunun için bin yıllık oluşum ve yüz yıllık kuruluş dönemleri temel alınıp eleştiri süzgecinden geçirilmeli mi?
               “Eşit anayasal vatandaşlık” ilkesine göre kurulacak bir yönetim sistemi, ülke olarak ‘bir Türkiye’nin varlığını ortadan kaldırma sonucu yaratır mı? Bu ilke, tüm halkın refahının artmasına hizmet edebilir mi?
                   Bize gereken nedir? Ve elbette tarihsel – toplumsal koşullar bakımından değerlendirdiğimizde mümkün olan hangisidir? Ulusal devlet mi yoksa milliyetler devleti mi? [1 Ocak 2013]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder