1 Aralık 2016 Perşembe

Çok önemli mutlaka okunmalı! Tarikat ve cemaatler kapatılacak!



 “Kurtuluş” ve “kuruluş”un ardından, laik Cumhuriyet ve aydınlanmacılık ilerliyor; ilerledikçe de hukuklaşıyordu. Emperyalizme karşı savaş aynı zamanda ümmetçiliğe karşı da savaştı. Ulus, yurttaşı olmadan; laik devleti, eğitimi ve hukuku olmadan yaşama geçemeyecekti. Kul düzeni ve dinsel davranış bağımlılığı terk edilmeliydi.
Saltanatın, hilafetin, Şer’iye ve Evkaf Vekaletinin kaldırılmasının, tevhidi tedrisata (öğrenim birliğine) geçilmesinin ardından, bundan 91 yıl önce 30 Kasım 1925 günü, aydınlanma yolunda laiklik adına radikal bir adımın kanunu daha kabul edildi Türkiye Büyük Millet Meclisinde ve 13 Aralık 1925 günü yürürlüğe girdi.
Halen yürürlükte ve diğer devrim yasalarıyla birlikte anayasal güvence altında olan 677 sayılı, “Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine ve Türbedarlıklar ile Bir Takım Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun” ne diyor bir kez daha anımsatalım. Tekrarda, beyinlere kazımakta zarar yok.
Kanun, Türkiye Cumhuriyeti dahilinde bütün tekkeler ve zaviyeleri kapatıyor. Aynı zamanda, bütün tarikatlarla şehlik, dervişlik, müritlik, dedelik, seyitlik, çelebilik, babalık, emirlik, nakiplik, halifelik, falcılık, büyücülük, üfürükçülük, doğaüstü güçlerden haber vermek ve isteğine kavuşturmak amacıyla muskacılık gibi unvan ve sıfatların kullanılmasıyla bu unvan ve sıfatlara ait hizmet yapılması ve kılık/kıyafet giyinilmesi ile türbeler ve türbe yerleri yasaklanıyor. Kapatmaya ve yasaklamaya uymayanlara yaptırım getiriliyor. Kanun, 1949, 1950 ve 1990 yıllarında küçük esnemelere uğrasa da kapatma ve yasaklar bugün de geçerli.
Buraya kadar iyi… İyi de, tekke ve zaviyeler kapatıldı, tarikat ve cemaatler ile kanunda sayılı diğer faaliyetler ortadan kaldırıldı mı?
İki yanıtı var bu sorunun, birbirine karşıt iki sonucu: birincisi, hukuken kapatıldı, faaliyet göstermemeleri gerekiyor; ikincisi fiilen kapatılmadı, faaliyetteler. Kanunla birlikte, 1925’den sonra atılan adımlar, somut olarak mülk kullanımına yöneliyor. Oysa hukuksal olarak olmaması gereken bu örgüt ve hareketler, hukuk dışı (illegal) olarak varlık ve faaliyetlerini sürdürüyorlar. Nasıl mı? Kısmen göz yumulup üzerlerine gidilmeyerek, kısmen yoklarmış gibi düşünülerek, kısmen de baş edilemeyerek…
Yeraltına çekiliyorlar başka bir anlatımla… Ve aydınlanmacı Cumhuriyet, laiklik konusunda gösterdiği kararlılığı, yeraltı faaliyetleri konusunda göstermiyor/gösteremiyor. Bunun için epeyce gerekçe ve tartışma var tarihte. Konuyu ayrı bir yazıya bırakarak, burjuva düzenine ve bu düzenin hukukundaki belirsizliğin rolüne göndermek yapmakla yetinelim şimdilik.      
Cumhuriyet’in ilerici kazanımlarından elbette aydınlanacağız. Laik girişimlere elbette sahip çıkacağız. Ama orada durmayacağız. En büyük tehlike bu; Cumhuriyet’in başında saplanıp kalmak, sonrasına bakmamak ya da bakıp da görmemek…
1946’dan 1960’a, 1971’den 1980’e, ANAP’dan AKP’ye ve bugüne adım adım nasıl fiili durum yaratıldığına, laikliğin nasıl kemirilip yok edildiğine, dinsel örgütlenmenin ve eğitimin hukuksal yollarla nasıl büyüdüğüne, yasak olan tarikat ve cemaat hareketlerinin nasıl adım adım palazlandığına bakmalıyız.
Ülkeyi nasıl yangın yerine çevirip çocukları yaktıklarına; tarikat ve cemaat yuvası dedikleri yerleri, kız/erkek çocuk, kadın demeden nasıl hayvanca isteklerinin tatmin yerine çevirdiklerine; hukuku nasıl çocukların cinsel istismarı için kullandıklarına, eğitimi nasıl gerici kafalarla yürütüp çocukların akıllarını körelttiklerine, laikliği dillerinden bırakmadan nasıl dinsel özgürlük içine hapsettiklerine bakmalıyız.
Hukuken yasak olan tarikat ve cemaatler fiilen de kapatılmalı; din toplumdan, siyasetten ve devletten koparılmalı.
Kapatılmalı, koparılmalı ama bunu lime lime dağıtılan Türkiye Cumhuriyeti, ne kurum ve kurallarıyla ne de toplumuyla sağlayabiliyor. Tersine, fiili durum diye diye laiklik yok ediliyor, siyasal İslam her köşeye yerleştiriliyor. Ve Cumhuriyet’in ilerlemeci yıllarına sığınmak da, anmalar da önlemeye yetmiyor bu gerici gidişi…
Tarikat ve cemaatler konusu, örgütsel, hukuksal, toplumsal, siyasal ve ekonomik boyutlarıyla çok yönlü. Liberallerin ileri sürdüğü gibi din özgürlüğü de değiller; din özgürlüğüne dinsel liderlerin kafalarına ve şeriatlarına göre kilit vuran şebekeler…
Aydınlanma Hareketi olarak da dün ilan ettik: “tarikat ve cemaatlerin varlığı ve faaliyetleri suçtur!”. “Laik Cumhuriyet ilkelerini yok sayarak, tarikat ve cemaatlere hukuksuz zemin hazırlayan siyasi iktidar da, hukuksuzluğa karşı gereğini yerine getirmeyerek ‘fiili durum’ yaratmaya katkıda bulunanlar da bu suça ortaktır.”
Suç duyurusunda bulunuyoruz ve herkesi suç duyurusunda bulunmaya davet ediyoruz. Bu duyuru, zaten teslim alınmış ve suç duyurularını sumen altı eden ya da hukukla gericiliğe destek veren makamlara değil, aydınlanmacı halkımızın otururken ayağa kalkmasına, ayaktayken koşmasına destek verecek. Bir yandan da, dinsel meşrulaştırmayı reddedecek.
Birkaç görevli ya da sorumluya adli ve idari soruşturma başlatmakla, suç yüklemekle gerici, çürümüş/yozlaşmış düzenden kurtulmanın olanağı yok. Olmadığını her gün yaşanan ve artan vahşetten, daha çok palazlanan sömürüden ve gericilikten görüyoruz. İnsanlık her gün gözümüzün önünde kayıp gidiyor. Kimse, “benim çocuğum, benim torunum, benim kardeşim, benim karım mağdurların, ölülerin arasında yok” diye teselli bulmasın; sıra kendilerine gelmeyenler, dinsel deyişle tanrıya şükretmesin.
Karanlığı besleyen piyasacı ve gerici düzen ile onları kanatlarının altına alan emperyalizm, gerçek suçlular olarak gözümüzün önünde dururken, paravan suçlu aramanın ya da tanrıya sığınmanın yararı yok.
Halkı, yaygın medyanın da desteğiyle, soygunlarla, yangınlarla, tecavüzlerle, savaşlarla, cinayet ve katliamlarla yıldırırken; sermaye düzenini teşviklerle donatmakla, emekçileri güvencesiz ya da işsiz bırakmakla meşguller…    
Dinselliğin dilinin sınırı yok; “kader, ecel, fıtrat, günah, cennet, cehennem” diye diye yok ediyorlar insanlığı. Yanarak ölmek de “şehadet”miş. Din adına “kabullenme” duvarına yaslanarak, “inşallah, maşallah” diyerek bireysel ve toplumsal yaşamın süremeyeceği, yurttaş olunmayacağı, bataktan çıkılmayacağı, aklın ve bilimin egemen olamayacağı anlaşılsın.
Aydınlanma yüzeyde kalmamalı, laiklik kılcal damarlara kadar yerleşmeli. Gericiliğin yangını tüm ülkeyi sarmadan herkes bu mücadeleye katılmalı… Katılmalı ki, gericilikten beslenen sömürü düzeninin de maskeleri düşsün; sömürü düzeni olmazsa, gericiliğin de olmayacağı anlaşılsın.
Dinsel hareketlerin örgütlenme, siyaset, devlet, hukuk, ekonomi, toplumsallık, sınıfsallık gibi boyutlarını ayrı ayrı incelemeye devam edeceğiz. Anlatmaya, tartışmaya devam edeceğiz bu toplumsal hareket diye savunulan karanlık yuvaları, emellerini… Hem anlatacağız, hem hesap soracağız.
Tarikat ve cemaatler kapatılacak! Başka yolu yok. Fiili durum oyunlarına, liberallerin özgürlük yanılsamasına izin vermeyeceğiz. Fidel Castro’nun öğrettiği biçimde “inatçı” olacağız; “inatçı” olunmasını sağlayacağız.  http://haber.sol.org.tr/yazarlar/ali-riza-aydin
Ali Rıza Aydın

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder