24 Ocak 2020 Cuma

BASIN AÇIKLAMASI 24 Ocak gerici diktatörlüğe, işbirlikçiliğe, sömürüye karşı direniş ve başkaldırı günüdür!


Uğur Mumcu’nun katledilerek aramızdan alınışının 27. Yılındayız. 27.Adalet ve Demokrasi Haftası içinde aynı zamanda “hain tuzaklarla” aramızdan alınan Muammer AKSOY, Bahriye ÜÇOK, A. Taner KIŞLALI, Necip HABEMİTOĞLU, Gaffar OKKAN ve daha onlarca devrim şehidini bir kez daha anıyoruz.
Onlar, emperyalizme karşı bağımsızlık, sömürüye karşı eşitlik,  faşizme karşı özgürlük ve demokrasi,  gericiliğe karşı laiklik, savaşa karşı barış ve kardeşlik, ayrımcılığa karşı eşitlik mücadelesi verdikleri için katledildiler. Bu katliamların arkasındaki güçler ülkemizi emperyalizme, sömürüye ve gericiliğe teslim edenlerdir.  Ülkemiz tam da böylesi bir zihniyetin kahredici sultası altındadır. Bugün iktidarda bulunan gelenek ile ülkemizin yüz akı aydınların, Kemalist devrimcilerin, yurtseverlerin katliamını gerçekleştiren zihniyet aynı damardan beslenmektedir ve ortaktır. Aydınlanma düşmanı, emperyalizm uşağı, gerici ve işbirlikçidir.
 Bu nedenle;  Siyasal dinci faşizme ve gericiliğe karşı mücadele, siyasal dinciliği besleyen, palazlandıran ana damar olan emperyalizmle karşı mücadele ile özdeştir. Başka bir söylemle emperyalizmi alt etmeden siyasal-dinci faşizmi ve gericiliği alt etmek olanaksızdır. Hesaplaşmayı dinci-gerici siyasal sistemin temel dayanağı olan emperyalizmle yapmayı göze alamayan her hareket tali sorunları öne çıkarıp dinci faşist sistemin aklanmasına meşrulaştırılmasına hizmet eder.
Toplumsal gericiliği ve bağnazlığı devlet eliyle örgütleyen,  1923 Cumhuriyeti’ni boğazlayan,  tüm kurum ve değerlerini yıkan iktidar ve ortakları, kendi varlıklarını katliamlar, darbeler, baskıcı yöntemler ile sürdürme çabası içindedir. Tam da bu nedenle bugün yaşanan “başkanlık” değil din ambalajı ile örtülmüş faşist diktatörlüktür. Faşist diktatörlükler ise doğası gereği “insanlık suçu” işlemekten sabıkalıdırlar.
Ancak ne yaparlarsa yapsınlar Kubilay’dan bu yana katledilen, yakılan, idam sehpalarına çekilen aydınların, Kemalist devrimcilerin, yurtseverlerin aydınlığını bu ülkenin üzerinden silemediler/silemeyecekler. Emperyalist politikalara, siyasal islamcı rejime, palazlandırılan gericiliğe rağmen bu ülkenin onurlu insanlarının mücadelelerini bitiremediler/bitiremeyecekler.
Bu gün tükenmeye doğru ilerleyen, yaşamın her alanını işgal etmeye çalışan siyasal islamcı baskı rejimine, gericiliğe, diktatörlüğe karşı laiklik ve özgürlük mücadelesini yükseltme, haramilerin saltanatına son verme zamanıdır.
Emperyalizmin dümen suyuna girmiş, iktidarı ele geçirmiş egemenlerin belirlediği meşruluk anlayışı, “tek kişi yasalarını” temel alırken, çoğu zamanda bu yasaları bile tanımazken, Kemalist devrimciler için meşruluk; doğru ve haklı olanın, Kemalist devrimin ve halkın çıkarına olanın savunulmasıdır. Bunun için savaşım verilmesidir.
Bu ülkenin bütün yurttaşlarını bu haklı ve onurlu mücadeleye omuz vermeye çağırıyoruz. Artık “unutmadık” demek yetmiyor. Hain tuzaklarda katledilenlerin özlemini duyduğu bir düzeni kurmak boynumuzun borcudur. Bu nedenle; 24 Ocak yalnızca bir anma günü değil, gerici diktatörlüğe, işbirlikçiliğe, sömürüye karşı direniş ve başkaldırı günüdür!
Dinmeyen acımız, bitmeyen öfkemiz, özlemimiz ve sevgimizle tüm devrim şehitlerimizi bir kez daha anıyoruz. Işıkları yolumuzu aydınlatmaya devam edecek.
Yönetim Kurulu Adına:                                                                                                                   Mahmut ÖZYÜREK
Ulusal Eğitim Derneği
Isparta Şube Başkanı





20 Ocak 2020 Pazartesi

İslamcıdan antiemperyalist olur mu? (Okunulası bir yazı)


Muhammed bin Abdülvahab bir 18. yüzyıl şahsiyeti. Emperyalizmin Ortadoğu ve Afrika’ya el attığı tarihte bir dini hareket oluşturmaya girişti. Ona göre din yozlaşmıştı, arınmak için Müslümanlar dini bilgileri doğrudan doğruya Kuran’dan ve hadislerden öğrenmeli, peygamberin ölümünden sonra benimsenen örf ve adetlerin hepsi terk edilmeliydi. Özetle Abdülvahap, dinin 1000 yılı aşan evrimini reddediyordu. Yorumu “tevhide” dayanıyordu. Allah zat, sıfat ve fiilleri bakımından birleştirilmeliydi. Allah’ın emirleri ve Peygamberin sünneti dışında her şey "bidat"tı. Süslü mezarlar, türbeler, adaklar, muskalar, zikir, nafile namazı, mehdi, hızır, tarikat, üçler, yediler, kırklar bidattı. Tasavvuf, İslami olmayan bir yoldu, tarikat dolandırıcılıktı. Hele hele Şiiliğin kabul edilebilir bir yanı yoktu. Abdülvahap hareketi dinin aslına döndürülmesini isteyen bir ihya hareketiydi. Haliyle takipçileri İslam’ın ilk neslinin “Selefi”ydiler.

Abdülvahap, 1744 yılında Suud aşiretinden Muhammed bin Suud’a kızını verip damat edinerek akrabalık bağı kurdu. Bu evlilik Vahabi-Suudi devletinin başlangıcıdır.

Suudiler, Abdülvahab ruhunu tanrısına teslim edene kadar Riyad çevresini ele geçirip, bedevi kabilelere boyun eğdirmeyi başardı. İlerlediler, 1802’de büyük bir birlikle Kerbela’ya girdiler. Matem ayini yapmak için toplananların iki binden fazlasını boğazladıktan sonra Hüseyin’in türbesindeki altın ve gümüş eşyayı iki yüz deveye yükleyip götürdüler. Bir yıl sonra Taif’i bastılar. Halkını öldürüp mallarını yağmaladılar, dini kitapları yaktılar, etraftaki mezarları ve türbeleri yerle bir ettiler. Sonra Mekke ve Medine’ye yöneldiler. Peygamberin, Ebubekir’in, Ömer’in, Ali ve Fatma’nın doğdukları evleri yıkıp geçtiler. Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa kuvvetleri koşup yetişti, Vahabi-Suudi kuvvetlerini kovalayıp 1813 yılında Mekke ve Medine’yi tekrar Osmanlı yönetimine bağladı.



Türkî bin Abdullah 1824’te Riyad’ı geri aldı, Vahabi uleması Riyad’ı tekrar merkez edindi. Vahabi-Suudi çetesi esnekti, şartlara uymayı başarıyordu. 19. yüzyılın son çeyreğinde Osmanlı’nın sallanmakta olduğunu fark edip İngiliz, Fransız ve İtalyanlarla iş tutmaya başladılar. Osmanlılar “kutsal topraklar”dan çekilmeye başlayınca bölgede batılı emperyalistler ve bir de yedeklerindeki Vahabi-Suudi çete kaldı. Uzatmayalım inişli çıkışlı bir tarihin ardından 1932’de Suudi Arabistan Krallığı’nın ilân edilmesiyle Vahabilik kalıcı devlet desteğine kavuşmuş oldu. Kısa Muhammed bin Abdülvahab tarihidir. İçinde bol katliam ve bol emperyalizm uşaklığı vardır.



Peki sonuçta ne oldu? Suudiler başlangıçta hükmettiği toprakları ataerkil bir biçimde, Vahabilik inancına uygun olarak yönetmeye kalkıştı. Fakat sık sık direnişlerle karşılaşıyor, ayaklarının altındaki toprak kayıyordu. Hacılardan gelen paralarla işin daha fazla yürümeyeceğini anladılar. 1929 krizinin etkisiyle Hacı akını da kesilince, İbni Suud 1933 yılında Standard Oil ile anlaşıp, Basra kıyılarında petrol arama imtiyazını verdi. Kızıldeniz kıyılarını da İngiliz Petroleum Company’ye terk etti. Amerikalılar, İngilizlerin rekabetinden çekiniyordu. Emir ile anlaştılar, Standard Oil ve Texas Oil şirketleri ile birlikte Arabistan-Amerikan Oil (ARAMCO) şirketini kurdular. Böylece Amerikan şirketleri İngiliz şirketlerini oyun dışında bırakmış oldu. Emir düzenli bir gelire kavuştu, iktidarını garantiledi. Ama bu arada Suudi kimliği de bir paravana dönüştü. ARAMCO, yeni Arabistan devletiydi.

***

Thomas Edward Lawrence bir 20. yüzyıl şahsiyeti. İrlanda’da geniş arazileri olan Baron Edward Robert Chapman’ın oğluydu. Avrupa’nın büyük iç savaşın içine sürüklendiği bir çağın çocuğuydu. Asker yazıldı, sonra vazgeçti. 1907’de Oxford’daki İsa Okulu’nun tarih bursunu kazandı. Lawrence’in geleceği için endişelenen babası, onu Canon Christopher aracılığı ile Oxford Üniversitesi’nin iki şarkiyatçısıyla tanıştırdı. Şarkiyatçılardan biri İngiliz istihbarat örgütünde danışmanlık yapan D. G. Hogarth idi. “Arabistanlı Lawrence” için yol böyle açılmıştı.

Haçlı askerî mimarisi konulu bir tez yazma amacıyla Suriye yollarına düştü. Arapça öğrendi, Arap kıyafetleri kuşandı. 1910 yazında Suriye sınırındaki Kargamış’ta British Museum adına sürdürülen Hitit arkeolojik kazılarına katıldı. İngiliz istihbaratı Alman nüfuzunu kırmak üzere Anadolu’daki bu tür faaliyetlerle yakından ilgileniyordu. 1914 yılı başında Filistin Araştırma Vakfı adına başka bir “bilimsel” inceleme gezisine katıldı. Gezi, gerçek Sina çölünde geçitlerin ve su kaynaklarının yerini belirlemek için yapılan bir askerî istihbarat çalışmasıydı. Sonra Kahire’deki Askerî İstihbarat Örgütü’nde görevlendirildi. Görevi Katül‘amâre’de İngiliz kuvvetlerini kuşatan Halil Paşa’yı kuşatmayı kaldırması için ikna etmekti. Halil Paşa’ya kuşatmayı kaldırması için 1 milyon sterlin rüşvet teklif ettiği iddia ediliyordu.



Aynı yıl Şerif Hüseyin ayaklanmasına katılmak üzere Cidde’ye yollandı. Yanında Bedevîlere dağıtılmak üzere çantalar dolusu para götürüyordu. Sonra Şerif Faysal’a danışmanlık yaptı, Siyonistlerle onun arasında arabuluculuk girişimlerinde bulundu. Uzatmayalım, İngiliz ajanı “Arabistanlı Lawrence” Osmanlının Arap Yarımadası’ndan sökülüp atılmasının kahramanlarından biri oldu. Muhammed b. Abdülvahab ile birlikte Vahabi-Suudi ARAMCO devletinin kurucularındandır.

***

Hasan El Benna bir 20. yüzyıl şahsiyeti. Mısır’da İhvan-ı Müslimin’in, namı diğer Müslüman Kardeşler’in kurucusu. 1928 yılında kurulan örgüt, siyasi eylemleriyle dini yardım işlerini bir arada yürüten çalışma modeliyle İslamcı hareketlere ilham verdi. Örgüt demokratik prensipleri desteklediğini söylese de aynı zamanda şeriatla yönetilen bir devlet düzeni hedefliyordu.

Müslüman Kardeşler’in kuruluşu ile Vahabi-Suudi Krallığının kuruluşu aynı döneme rastlar. Ortak özellikleri Kemalist Cumhuriyete düşmanlıklarıdır. Benna’nın hocası Raşit Rida, Mısır’da İngilizlerin desteğiyle yayınladığı “Işık Evi” dergisinde bu nefretlerini şöyle ifade etmişti: “Arabistan’da İbni Suud’un Vahabi hükümdarlığının oluşumuyla yeni bir umut yıldızı doğdu. İbni Suud Hükümeti, Osmanlının yıkılışı ve Türk hükümetinin dinsiz bir hükümete dönüşmesinden bu yana, bugün dünyanın en büyük Müslüman gücü olmuştur.” Raşit Rida’nın öğrencisi Benna da, Mısır’ın Suud Krallığı gibi bir rejimi benimsemesini istiyordu.



Almanya’da Naziler iktidara gelince Müslüman Kardeşler için yeni bir yol daha açılmış oldu. Yahudi düşmanlığı, Nazizm’e sempatilerini kolaylaştırmıştı. Benna, 1943’te bin kişilik bir milis oluşturdu. Hedef sinema ve tiyatroları bombalamak, Yahudilere saldırmak, solcu ve milliyetçilere suikastlar düzenlemekti. Örgütün dergisi “El Dava” kendine dört düşman seçmişti: Batı Hıristiyanlığı, Komünizm, Laiklik ve Siyonizm. Mısır, İhvan eliyle dönüştürülüyordu. Kadınların, erkeklerin kendilerine özgü kıyafetleri vardı. Kız öğrenciler İslam’a dönüşün işareti olarak türban ve uzun kara pardösüler giyiyorlardı. Üniversitelerde güçlendikçe örtünmeyen öğrencilere saldırılar başladı. Halka açık alanlarda toplu namaz gösterileri, Hıristiyanlara, türban takmayan kadınlara, sinemalara, tiyatrolara saldırılar yoğunlaştırıldı. 1940'lı yıllarda Mısır'da 500 bin üyesinin olduğu tahmin ediliyordu. Örgütün kontrolden çıktığını fark eden Mısır hükümeti 1948'de Müslüman Kardeşler'i yasakladı. Benna suikasta kurban gitti. İhvan artık yasadışıydı.

Nasır'ın Süveyş Kanalı’nı devletleştirmesinden sonra, 1954'te İngilizlerle işbirliği içerisinde darbeye kalkıştılar. Darbe başarısız olunca liderlerinin büyük bir bölümü Suudi Arabistan'a kaçtı. Binden fazla kardeş tutuklandı, altısı idam edildi.



Nasır'ın ölümünden sonra eski bir Müslüman Kardeş olan Enver Sedat dönemi başladı. Sedat’ın ilk işi Nasırcı bağımsızlıkçı politikaları terk edip ABD’ye yanaşmak oldu. Nasır döneminde hapsedilen Müslüman Kardeşler örgütü üyelerini serbest bıraktı. 

Gün döndü, devran değişti. Abdülvahab ve Hasan El Benna’nın inançlarının tuhaf bir sentezi üzerinde yükselen “kardeşler” Türkiye’de de iktidar oldu.
Ülkeyi yağmaladılar, yıktılar, sattılar. Suudi kralının arkasından yas tuttular, Mısır İhvanının şefi Mursi’nin arkasından ağıt yaktılar. Bilumum emperyalistlerle birlik olup Suriye’ye saldırdılar. Libya’ya İhvan kalıntılarını kurtarmaya koştular. Öyle utanmazlar ki anti-emperyalizm lakırdıları bile ediyorlar bunca koşuşturma arasında.

***

İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani, ABD saldırısında hayatını kaybetti dün. Dinciydi falan ama aynı zamanda hikâyede adı geçen bütün tiplerin Suriye’de yenilmelerinin de müsebbibiydi. Öldürülmesine en çok İslamcılar sevindi.

1744 yılındaki Vahabi-Suudi evliliğini bir başlangıç sayarsak aşağı yukarı 270 yıllık bir İslamcılık tarihi var önümüzde. Tek bir yerinde antiemperyalizm yoktur.



14 Ocak 2020 Salı

24 Ocak İşgale, Gericiliğe, Hukuksuzluğa ve Haksızlığa Başkaldırı Günüdür


27. Adalet ve Demokrasi Haftası etkinlikleri kapsamında Isparta Ulusal Güç Birliği bileşenlerince 25 Ocak 2020 Cumartesi günü Sn. Prof. Dr. Ahmet SALTIK’IN konuşmacı olarak katılacağı KONFERANS;
Ø   SALONUN GEREKÇE GÖSTERİLMEKSİZİN KULLANIMA KAPATILMASI,
Ø   ISPARTA DA KONFERANS YAPILABİLECEK SALONLARIN İSE DEĞİŞİK GEREKÇELERLE TARAFIMIZA TAHSİS EDİLMEMESİ NEDENİ İLE
Ø İPTAL EDİLMİŞTİR!


7 Ocak 2020 Salı

24 Ocak İşgale, Gericiliğe, Hukuksuzluğa ve Haksızlığa Başkaldırı Günüdür

Uğur Mumcu’nun katledilerek aramızdan alınışının 27. Yılındayız. 27.Adalet ve Demokrasi Haftası içinde aynı zamanda “hain tuzaklarla” aramızdan alınan Muammer AKSOY, Bahriye ÜÇOK, A. Taner KIŞLALI, Necip HABEMİTOĞLU, Gaffar OKAN ve daha onlarca devrim şehidini bir kez daha anıyoruz.


Uğur Mumcu ve devrim şehitlerimizi Saygı ve özlemle anmanın yetmediğinin, yetmeyeceğinin bilinciyle bu suikastların hesabının er geç sorulacağını unutmayacağız, unutturmayacağız.  

ISPARTA ULUSAL GÜÇ BİRLİĞİ BİLEŞENLERİ  

25 Aralık 2019 Çarşamba

Cumhuriyete demokrasi tacını koyan İsmet İNÖNÜ



Kağnıyla kamyonu yendiğimiz kurtuluş savaşının Batı Cephesi Komutanı,
Türk'e biçilen emperyalist elbiseyi, yani Sevr’i yırtıp, Türk ulusun bağımsızlığı ve özgürlüğünün tapu senedi Lozan’ı tüm dünyaya kabul ettirmedeki katkıları yadsınamayacak değerde olan,
Kaya kadar sağlam namus ve şeref, çok yüksek ve insan emelinin sınırını aşan bir vatanseverlik” erdemine sahip olan
M. İsmet İnönü’nün bedensel varlığının aramızdan ayrılışının 46.yılında bir kez daha saygı ve minnetle anıyoruz.
Yönetim Kurulu Adına:                                               Mahmut ÖZYÜREK
Ulusal Eğitim Derneği
Isparta Şube Başkanı

23 Aralık 2019 Pazartesi

Cumhurbaşkanlığına "TBMM den çıkarılan bütçeyi onaylamayınız"




P.K. 655 Yeni Şehir- Ankara
GSM: 05424162485
      

  Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Yüksek Makamına
                                                                                 Beştepe- Ankara
ÖZÜ; 139 Milyar açık olan 2020 bütçesinin ele alınması ve Anayasal işlemlerin yapılması talebidir.
1-              14 Mayıs 1950 tarihinden bu yana sürdürülen ve Türk milletini tam   manasıyla iflasa sürükleyen açık bütçelere son vermek üzere Cumhurbaşkanlığı yüksek makamını göreve davet etmek zorunda kalmış bulunmaktayım.  
2-             Bu güne kadar Sayın Cumhuriyet Başsavcılığına,  Maliye Bakanlığına iki defa dilekçe ile müracaat ettim. İki defa da  yüce Danıştay’a  dava açtım ancak şu ana kadar pratik bir sonuç alamadım. Bu nedenle Yüce makamınıza bu acil ve önemli konuyu arz etmekten başka bir yol kalmamıştır. 139 Milyar açık 2020 mali yılı bütçesini onay için makamlarınıza sunulacaktır. Onaylamayınız. Onaylarsanız Anayasaya aykırı davranan TBMM ne ve bütçeyi açık olarak TBMM ne sunan Maliye Bakanlığına destek olmuş Türk milletinin tam manasıyla iflasa sürüklenmesine seyirci kalmış olacaksınız.
3-             Anayasamızın 68. Maddesinin ikinci fıkrasının hükmü şudur:                                
 
 Siyasi partilerin Tüzük ve Programları ile  eylemleri ;
·                       Devletin bağımsızlığına, Ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne,
·                       İnsan haklarına, Eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine,
·                       Millet egemenliğine, demokratik ve laik Cumhuriyet ilkelerine
·                       Veya herhangi bir tür diktatörlüğü savunmayı ve yerleştirmeyi amaçlayamaz. Suç işlemeyi teşvik edemez.
Bu Anayasa hükümleri açıktır. Enflasyon ve açık bütçeler insanların ceplerinden paraları sofralarından yiyecek ve içeceklerinin alınmasına yol açtığı bedihidir. Bu eylem ise hukuk devleti ilkelerine, tam bağımsızlık temellerine, yurtta sulh cihanda sulh ilkesine,   ( Enflasyonla ezilen en alt tabakalar buna karşı milli reaksiyon gösterirler toplumsal barış bozulur) ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne uygunluk göstermez.( Toplum enflasyondan çıkarı olanlarla enflasyondan zarara uğrayanlar olarak ikiye bölünür. Tıpkı bu gün olduğu gibi.) Para da bir menkul mülk olduğuna göre Anayasamızın 3.,5.ve 35. Maddeleri ile fiyatlarda istikrar sağlamayı emreden 166. Maddesine aykırı olduğu kuşkusuzdur. Bu açıdan bakıldığı zaman AKP 17 bütçe yapmıştır. Hepsi de açıktır. AKP dönemindeki resmi bütçe açıkları 700. Milyardan da fazladır. Sadece 2019 bütçesi 81 Milyar açıktır.2020 yılı bütçesi de 139 Milyar açıkla TBMM de görüşülmektedir. AKP nin ilk bütçesi 2004 yılı bütçesidir ve 40 Milyar açıktır. 2004 gelirlerimiz 100 milyardır. 2004 te gelir 100 Milyar ise. Her yıl ortalama %5 kalkınsak dahi bu sene bütçe gelirlerimiz 100+17x5=185 Milyar olabilir. Ama 2020 bütçemizde gelirler              1. Trilyon 95 Milyardır. Bu gelire ulaşılamaz. Hayalidir Bütçe açığı 139 Milyar gösterilmiştir. Bu dahi hayalidir. Açık daha fazladır. Bu bütçe tamamen 14 Mayıs 1950 sonrası bütçeleri gibi hayali bir bütçedir. Yüce makamlarınızın aldatıldığı nokta işte budur. Hala daha bütçe açıkları yüzünden Türk milletinin tam manasıyla iflasa sürüklendiğini anlayan DENK bütçeye dönelim diyen bir AKP’li yetkiliye rastlanmamıştır. Açık bütçeler konusunda ulu kurucularımızın direktifleri herkesçe bilindiği gibi aşağıda yeniden sunulmaktadır.
a)Ulu Önder Atatürk’ün direktifleri:
Bugünkü savaşmalarımızın gayesi tam bağımsızlıktır. Bağımsızlığın bütünü ise ancak mali bağımsızlıkla mümkündür. Mali bağımsızlığın korunması için ilk şart bütçenin ekonomik bünye ile orantılı ve DENK olmasıdır.
Açık bir bütçenin sayısız sakıncalarını iyi bilen TBMM nin DENK bütçe yönünde kesin karar sahibi bulunması devletin mali ve hatta genel politikası için büyük güvencedir.
b)Ebedi Şef İsmet İnönü’nün direktifleri:
Enflasyon politikası, iktidarın daha ilk yıllarından itibaren iktisadi bünyeyi süratle takatından düşürerek 1952 yılının son baharı başlarında, memleketi tam manasıyla iflasa sürüklemiştir. Kelimeyi tartarak kullanıyoruz.
Harici ticaretin normal şekillere girebilmekten her gün uzaklaşması, altın ve döviz fiyatlarının daima yükselme  suretinde bir istikametten bir türlü ayrılamaması iktisaden zayıf tabakaların her gün biraz daha sefalete uğraması Hükumete itimadı kıran başlıca amillerdir.
3-Peki,  Anayasamız acaba ne diyor?
Bütçelerin DENK olarak hazırlanması ve DENK olarak  TBMM ne sunulması Anayasamızın 166. maddesine göre aşağıdaki özellikleri taşıması  gereklidir. Bu görev Maliye Bakanlığının ve hükümetin en temel görevidir.
·                       Mili tasarrufu sağlayıcı ve üretimi artırıcı,
·                       Fiyatlarda istikrar ve dış ödemelerde denge sağlayıcı,
·                       Yatırım ve istihdamı geliştirici olmalıdır.
a)     Cumhurbaşkanlığı andına göre:
“ Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma, Anayasaya, hukukun üstünlüğüne, demokrasiye, Atatürk ilke ve inkılâplarına ve lâik Cumhuriyet ilkesine bağlı kalacağıma, …..Türkiye Cumhuriyetinin şan ve şerefini korumak, yüceltmek ve üzerime aldığım görevi tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücümle çalışacağıma Büyük Türk Milleti ve tarih huzurunda, namusum ve şerefim üzerine ant içerim.”
Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bu yemini etmiştir. Bu yeminin en başında bağımsızlığımızı korumak  vardır. Atatürk’ün direktifine göre de bağımsızlık için ilk şart DENK bütçedir. Bu durumda Cumhurbaşkanımızın  bütçemizi DENK yapacağım diye  yemin etmiş olduğu kuşkusuzdur. 2003 ten bu yana hiç DENK bütçe  yapılmamıştır. Yemininizi 2020 bütçesini, DENK yaparak tutmanızı tüm Türk milleti beklemektedir.
b)     Sayın Cumhurbaşkanımız Andında   Hukuk devleti ilkelerine, Atatürk ilke ve devrimlerine bağlı kalmak hususu yer almaktadır. Açık bütçeler  Hukuk devleti ilkelerine uymaz Atatürk’ün verdiği direktiflerle uyuşmaz. Açık bütçeler, Türkiye Cumhuriyetinin şan ve şerefini korumak, yüceltmek amaçlarına da aykırıdır.

4-AKP dönemindeki bütçe uygulamaları
 AKP döneminde çıkarılan tüm bütçeler açıktır ve şimdi sunacağımız AKP karnesi bu açık bütçelerin uygulanması sonucudur.
Bir gram altın 18 YTL den 277 YTL ye çıkmıştır. Artış 15 mislidir
Çeyrek altın 24 YTL den 445 YTL ye çıkmıştır. Artış 18 Mislidir
Bir ABD Doları 1.600.000 TL den 5.809.000 TL ye çıkmıştır. Artış 3,6 mislidir.
Bu rakamlar Türk milletinin AKP iktidarının çıkardığı açık bütçelerin uygulanmasının sonucudur. Türk Milleti bu dönemde en az 15 defa ezilmiş ve İsmet İnönü’nün deyimi ile  tam manasıyla iflasa sürüklenmiştir.
   Açık bütçeler    milletimizin refah vasıta ve kaynaklarına sahip kılınması ilkesine ve hatta “ Komşun açken sen tok yatma” hadis-i şerifine göre değil komşuyu tüm ümmet-i Muhammedi tam manasıyla iflasa ve açlığa  sürüklediğinden Yüce Müslümanlık ilkelerine de aykırıdır. Türk milleti altın temel alınırsa 15 defa ezilmiştir. Hal böyle iken AKP yöneticilerinden DENK bütçe yapalım diyen bir doğru ses duyulmamıştır.

SONUÇ VE TALEP:
10 Kasım 1938 de 80 kuruş olan bir ABD doları AKP iktidara geldiği zaman 1.320.000 TL idi. Bu gün için 5.810.000 TL dir. Plan ve bütçemizin fiyatlarda istikrar sağlaması, ödemelerde denge sağlaması, yatırım ve istihdamı geliştirici olmasını emreden Anayasal ilkelerin    ( Anayasa Madde 166)  17 defa çiğnendiği kuşkusuzdur. Bütçelerin denk yapılması Anayasamızın 166. Maddesinin gereği olduğu kadar Atatürk tarafından verilen yukarıda yer alan direktifin de bir gereğidir. Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma diye yemin eden bir kimsenin  yapacağı şey de DENK bütçe yapmak ve yaptırmak olduğu bedihidir. DENK bütçeye dönmenin gerekli olduğu hususu 14 Mayıs 1950 den bu yana açık bütçelerle ve enflasyonla ezilen ve tam manasıyla iflasa sürüklenen tüm Türk Milletinin düşünceleri olduğu kuşkusuzdur.
Açıklanan nedenlerle TBMM de 139 Milyar açıkla kabul edilen ve onayınıza sunulan bütçenin onaylanmayarak Anayasamızın 89. Maddesine göre veto edilemeyeceğinden Anayasamızın 104 maddesinde yazılı görevleriniz gereği;
- Cumhurbaşkanı devletin başlıdır
- Türk milletinin birliğini temsil eder
- Anayasanın uygulanmasını, devlet organlarının  düzenli ve uyumlu çalışmasını temin eder
Anayasamızda Yüksek Makamlarına verilen  görevlerinizin yerine getirilmesi amacıyla anayasaya uymayan 139 Milyar  açık bütçeyi  T.C. Anayasa Mahkemesine götürmek özlük haklar ve sosyal yardımlar hariç olmak üzere iptal edilmesini sağlamak tarihi bir görev olarak karşınızdadır. Bu tarihi görevinizi yapmak için 139 Milyar açık olarak TBMM den çıkarılan bütçeyi onaylamayarak özlük haklar ve sosyal yardımlar hariç iptal edilmesi için T.C. Anayasa Mahkemesine götürülmesi gerektiğini Anayasamızın 74. Maddesinin Türk vatandaşlarına verdiği hak ve vecibeler kapsamında, takdir ve tensiplerinize arz ederim. 24 Aralık 2019
Op. Dr. Aytekin Ertuğrul
(E ) Dz.Tbp.Kd.Alb







22 Aralık 2019 Pazar

BASIN AÇIKLAMASI “Kemalist devrimin yiğit neferi Kubilay”


Konu:Kemalist devrimin yiğit neferi Kubilay                                                              22 Aralık 2019               
BASIN AÇIKLAMASI

İzmir'in Menemen ilçesinde, askerliğini yedek subay olarak yapmakta olan öğretmen Mustafa Fehmi Kubilay'ın 23 Aralık 1930 tarihinde mürteci Derviş Mehmet ve adamlarınca da hunharca katledilmesi Cumhuriyet rejiminin, 1925 yılındaki Şeyh Sait isyanından sonra tanık olduğu ikinci önemli irtica olayıdır.
89 yıl önce gerçekleşen bu isyan girişimi, emperyalizmden güç ve destek alan gerici, bölücü, işgalci artığı beslemelerin Türk devrimine karşı düzenledikleri bir suikast girişimi ve sapkınlığıdır.
Menemen olayı ve Kubilay’ın hunharca katledilmesini, birkaç mürtecinin giriştiği gerici bir kalkışma olarak değerlendirmek, Türk ulusunun daha birkaç yıl önce yüz binlerce şehit vererek ülkemizden kovduğu emperyalist yağmacıları ve katliamlarını aklamak ve tarihsel gerçekleri perdelemektir. Menemen olayı;  Genç Türkiye Cumhuriyetini batı emperyalist yağmacılığının hegemonyası altına sokmaya, Türk Ulusunun bağımsızlık direncini kırmaya ve Kemalist devrimi engellemeye yönelik dış destekli bir kalkışmadır.
Nasıl’ ki bu gün; Bir CIA/NATO kirli savaş ürünü olan IŞİD, 2012’de Ürdün’ün Safevi kasabasında CIA, Türkiye ve Ürdün İstihbaratı tarafından kurulmuşsa, Menemen irticai kalkışması başta İngiltere olmak üzere, Yabancı güçlerin beslemesi İngiliz Muhipleri Cemiyeti Başkanı Sait Molla, Erbilli Şeyh Esat, Giritli Hüsnü Bey ve Giritli Şeyh Sükûti tarafından planlanmıştır.
İşte isyan girişiminin arkasındaki bu gerçekler, gerici ve bölücü kuvvetlerin emperyalizmle iş ve güç birliğini ortaya koyuyor. 89 yıl sonraya döndüğümüzde de olguların değişmediği görülüyor. Türkiye Cumhuriyeti'ne kasteden kuvvetler, bugün de emperyalizmin güdümünde hareket ediyor. Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, Bahriye Üçok, Necip Hablemitoğlu Kubilay’a suikast silsilesinin halkaları.  Hepsi birer sembol.  Hepsi birer Kubilay, her suikast ayrı bir Menemen.  Ama bu gün Menemen’deki kararlı duruştan, çelik iradeden eser yok.
AKP seçimle gelip -giden herhangi bir düzen partisi değildir. Dinci faşizmin iktidarı ele geçirmiş halidir.
Bu ülkenin Cumhurbaşkanı “İslam bize göre değil, biz İslam'a göre hareket edeceğiz." Diyorsa
Giritli derviş Mehmet in torunları“Şeriat kurallarını uygulamada engel yok” diyebiliyorlarsa,
Bu ülkede “tıbbi konularda nasıl fetva verileceğine dair” sempozyum düzenleniyorsa,
Şeriat hükümleri Resmi Gazete de yayınlanıyorsa,
Üniversitelerde Türk ulusunun egemenlik sembolüdür istiklâl marşı arabın yalellisi gibi söyleniyorsa,  Artık dinci faşist diktatörlüğe karşı cepheden bir meydan okuma değil, iktidarın suyuna gitme tutumunun yön verdiği yumuşak bir muhalefetle yol alınmayacağı görülmelidir.
1923 te Sevr i yırtıp Lozan’ı kabul ettiren Türk ulusu karşısında silahla amaçlarına ulaşamayacaklarını gören Emperyalistler 1923 ten sonra strateji değiştirerek emperyalizmin emrinde çalışan etki ajanı, istihbarat elemanı ya da provokatörler aracılığı ile işgal edeceği ve sömüreceği ülkeleri içeriden çökertemeye yöneldiler.
Bu gerçek 1925 şeyh Said ayaklanmasında, 1930 Menemen suikastında, 1937-1938 Dersim bölücü kalkışmasında hiç değişmemiştir. Emperyalist haydutlar devşirilmiş, besleme, kendilerine bağlı bölücü ve gerici kadroları kullanarak amaçlarına ulaşmaya çalışmışlardır. 
 Bu nedenle;  Siyasal dinci faşizme ve gericiliğe karşı mücadele, siyasal dinciliği besleyen, palazlandıran ana damar olan emperyalizmle karşı mücadele ile özdeştir. Başka bir söylemle emperyalizmi alt etmeden siyasal-dinci faşizmi ve gericiliği alt etmek olanaksızdır. Hesaplaşmayı dinci-gerici siyasal sistemin temel dayanağı olan emperyalizmle yapmayı göze alamayan her hareket tali sorunları öne çıkarıp dinci faşist sistemin aklanmasına meşrulaştırılmasına hizmet eder.
Kemalist devrimin yiğit neferleri Kubilay ve silah arkadaşlarını bu duygularla bir kez daha anıyor, anılarının önünde saygı ile eğiliyoruz. 
YÖNETİM KURULU ADINA:                                       Mahmut ÖZYÜREK
                                                                              ULUSAL EĞİTİM DERNEĞİ
                                                                                   ISPARTA ŞUBE BAŞKANI