Muhammed bin Abdülvahab bir 18. yüzyıl şahsiyeti. Emperyalizmin
Ortadoğu ve Afrika’ya el attığı tarihte bir dini hareket oluşturmaya girişti.
Ona göre din yozlaşmıştı, arınmak için Müslümanlar dini bilgileri doğrudan
doğruya Kuran’dan ve hadislerden öğrenmeli, peygamberin ölümünden sonra
benimsenen örf ve adetlerin hepsi terk edilmeliydi. Özetle Abdülvahap, dinin 1000 yılı aşan evrimini reddediyordu.
Yorumu “tevhide” dayanıyordu. Allah zat, sıfat ve fiilleri bakımından
birleştirilmeliydi. Allah’ın emirleri ve Peygamberin sünneti dışında her şey
"bidat"tı. Süslü mezarlar, türbeler, adaklar, muskalar, zikir, nafile
namazı, mehdi, hızır, tarikat, üçler, yediler, kırklar bidattı. Tasavvuf,
İslami olmayan bir yoldu, tarikat dolandırıcılıktı. Hele hele Şiiliğin kabul
edilebilir bir yanı yoktu. Abdülvahap hareketi dinin aslına döndürülmesini
isteyen bir ihya hareketiydi. Haliyle takipçileri İslam’ın ilk neslinin
“Selefi”ydiler.
Abdülvahap,
1744 yılında Suud aşiretinden Muhammed bin Suud’a kızını verip damat edinerek
akrabalık bağı kurdu. Bu evlilik Vahabi-Suudi devletinin başlangıcıdır.
Suudiler,
Abdülvahab ruhunu tanrısına teslim edene kadar Riyad çevresini ele geçirip,
bedevi kabilelere boyun eğdirmeyi başardı. İlerlediler, 1802’de büyük bir birlikle Kerbela’ya girdiler. Matem ayini yapmak için
toplananların iki binden fazlasını boğazladıktan sonra Hüseyin’in türbesindeki
altın ve gümüş eşyayı iki yüz deveye yükleyip götürdüler. Bir yıl sonra
Taif’i bastılar. Halkını öldürüp mallarını yağmaladılar, dini kitapları
yaktılar, etraftaki mezarları ve türbeleri yerle bir ettiler. Sonra Mekke ve Medine’ye yöneldiler.
Peygamberin, Ebubekir’in, Ömer’in, Ali ve Fatma’nın doğdukları evleri yıkıp
geçtiler. Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa kuvvetleri koşup yetişti,
Vahabi-Suudi kuvvetlerini kovalayıp 1813 yılında Mekke ve Medine’yi tekrar
Osmanlı yönetimine bağladı.
Türkî bin
Abdullah 1824’te Riyad’ı geri aldı, Vahabi uleması Riyad’ı tekrar merkez
edindi. Vahabi-Suudi çetesi esnekti, şartlara uymayı başarıyordu. 19.
yüzyılın son çeyreğinde Osmanlı’nın sallanmakta olduğunu fark edip İngiliz,
Fransız ve İtalyanlarla iş tutmaya başladılar. Osmanlılar “kutsal
topraklar”dan çekilmeye başlayınca bölgede batılı emperyalistler ve bir de
yedeklerindeki Vahabi-Suudi çete kaldı. Uzatmayalım inişli çıkışlı bir tarihin
ardından 1932’de Suudi
Arabistan Krallığı’nın ilân edilmesiyle Vahabilik kalıcı devlet desteğine
kavuşmuş oldu. Kısa Muhammed bin Abdülvahab tarihidir. İçinde bol katliam ve
bol emperyalizm uşaklığı vardır.
Peki
sonuçta ne oldu? Suudiler başlangıçta hükmettiği toprakları ataerkil bir
biçimde, Vahabilik inancına uygun olarak yönetmeye kalkıştı. Fakat sık sık
direnişlerle karşılaşıyor, ayaklarının altındaki toprak kayıyordu. Hacılardan
gelen paralarla işin daha fazla yürümeyeceğini anladılar. 1929 krizinin
etkisiyle Hacı akını da kesilince, İbni Suud 1933 yılında Standard Oil ile
anlaşıp, Basra kıyılarında petrol arama imtiyazını verdi. Kızıldeniz kıyılarını
da İngiliz Petroleum Company’ye terk etti. Amerikalılar, İngilizlerin
rekabetinden çekiniyordu. Emir ile anlaştılar, Standard Oil ve Texas Oil şirketleri ile birlikte Arabistan-Amerikan
Oil (ARAMCO) şirketini kurdular. Böylece Amerikan şirketleri İngiliz
şirketlerini oyun dışında bırakmış oldu. Emir düzenli bir gelire kavuştu,
iktidarını garantiledi. Ama bu arada Suudi kimliği de bir paravana dönüştü.
ARAMCO, yeni Arabistan devletiydi.
***
Thomas Edward Lawrence bir 20. yüzyıl şahsiyeti. İrlanda’da geniş
arazileri olan Baron Edward Robert Chapman’ın oğluydu. Avrupa’nın büyük iç
savaşın içine sürüklendiği bir çağın çocuğuydu. Asker yazıldı, sonra vazgeçti.
1907’de Oxford’daki İsa Okulu’nun tarih bursunu kazandı. Lawrence’in geleceği
için endişelenen babası, onu Canon Christopher aracılığı ile Oxford
Üniversitesi’nin iki şarkiyatçısıyla tanıştırdı. Şarkiyatçılardan biri İngiliz
istihbarat örgütünde danışmanlık yapan D. G. Hogarth idi. “Arabistanlı Lawrence” için yol böyle açılmıştı.
Haçlı
askerî mimarisi konulu bir tez yazma amacıyla Suriye yollarına düştü. Arapça
öğrendi, Arap kıyafetleri kuşandı. 1910 yazında Suriye sınırındaki Kargamış’ta
British Museum adına sürdürülen Hitit arkeolojik kazılarına katıldı. İngiliz
istihbaratı Alman nüfuzunu kırmak üzere Anadolu’daki bu tür faaliyetlerle
yakından ilgileniyordu. 1914 yılı başında Filistin Araştırma Vakfı adına başka
bir “bilimsel” inceleme gezisine katıldı. Gezi, gerçek Sina çölünde geçitlerin
ve su kaynaklarının yerini belirlemek için yapılan bir askerî istihbarat
çalışmasıydı. Sonra Kahire’deki Askerî İstihbarat Örgütü’nde görevlendirildi.
Görevi Katül‘amâre’de İngiliz kuvvetlerini kuşatan Halil Paşa’yı kuşatmayı
kaldırması için ikna etmekti. Halil Paşa’ya kuşatmayı kaldırması için 1 milyon
sterlin rüşvet teklif ettiği iddia ediliyordu.
Aynı yıl
Şerif Hüseyin ayaklanmasına katılmak üzere Cidde’ye yollandı. Yanında
Bedevîlere dağıtılmak üzere çantalar dolusu para götürüyordu. Sonra Şerif
Faysal’a danışmanlık yaptı, Siyonistlerle onun arasında arabuluculuk
girişimlerinde bulundu. Uzatmayalım, İngiliz ajanı “Arabistanlı Lawrence”
Osmanlının Arap Yarımadası’ndan sökülüp atılmasının kahramanlarından biri oldu.
Muhammed b. Abdülvahab ile birlikte
Vahabi-Suudi ARAMCO devletinin kurucularındandır.
***
Hasan El Benna bir 20. yüzyıl şahsiyeti. Mısır’da İhvan-ı Müslimin’in, namı diğer Müslüman Kardeşler’in
kurucusu. 1928 yılında kurulan örgüt, siyasi eylemleriyle dini yardım
işlerini bir arada yürüten çalışma modeliyle İslamcı hareketlere ilham verdi.
Örgüt demokratik prensipleri desteklediğini söylese de aynı zamanda şeriatla
yönetilen bir devlet düzeni hedefliyordu.
Müslüman Kardeşler’in kuruluşu ile Vahabi-Suudi
Krallığının kuruluşu aynı döneme rastlar. Ortak özellikleri Kemalist
Cumhuriyete düşmanlıklarıdır.
Benna’nın hocası Raşit Rida, Mısır’da İngilizlerin desteğiyle yayınladığı “Işık Evi” dergisinde bu nefretlerini
şöyle ifade etmişti: “Arabistan’da İbni Suud’un Vahabi
hükümdarlığının oluşumuyla yeni bir umut yıldızı doğdu. İbni Suud Hükümeti,
Osmanlının yıkılışı ve Türk hükümetinin dinsiz bir hükümete dönüşmesinden bu
yana, bugün dünyanın en büyük Müslüman gücü olmuştur.” Raşit Rida’nın
öğrencisi Benna da, Mısır’ın Suud Krallığı gibi bir rejimi benimsemesini
istiyordu.
Almanya’da
Naziler iktidara gelince Müslüman Kardeşler için yeni bir yol daha açılmış
oldu. Yahudi düşmanlığı, Nazizm’e sempatilerini kolaylaştırmıştı. Benna,
1943’te bin kişilik bir milis oluşturdu. Hedef sinema ve tiyatroları
bombalamak, Yahudilere saldırmak, solcu ve milliyetçilere suikastlar
düzenlemekti. Örgütün dergisi “El Dava” kendine dört düşman seçmişti: Batı
Hıristiyanlığı, Komünizm, Laiklik ve Siyonizm. Mısır, İhvan eliyle
dönüştürülüyordu. Kadınların, erkeklerin kendilerine özgü kıyafetleri vardı. Kız
öğrenciler İslam’a dönüşün işareti olarak türban ve uzun kara pardösüler
giyiyorlardı. Üniversitelerde güçlendikçe örtünmeyen öğrencilere saldırılar
başladı. Halka açık alanlarda toplu namaz gösterileri, Hıristiyanlara, türban
takmayan kadınlara, sinemalara, tiyatrolara saldırılar yoğunlaştırıldı. 1940'lı
yıllarda Mısır'da 500 bin üyesinin olduğu tahmin ediliyordu. Örgütün kontrolden
çıktığını fark eden Mısır hükümeti 1948'de Müslüman Kardeşler'i yasakladı.
Benna suikasta kurban gitti. İhvan artık yasadışıydı.
Nasır'ın Süveyş Kanalı’nı devletleştirmesinden sonra, 1954'te İngilizlerle
işbirliği içerisinde darbeye kalkıştılar. Darbe başarısız olunca liderlerinin
büyük bir bölümü Suudi Arabistan'a kaçtı. Binden fazla kardeş tutuklandı,
altısı idam edildi.
Nasır'ın
ölümünden sonra eski bir Müslüman Kardeş olan Enver Sedat dönemi başladı.
Sedat’ın ilk işi Nasırcı bağımsızlıkçı politikaları terk edip ABD’ye yanaşmak
oldu. Nasır döneminde hapsedilen Müslüman Kardeşler örgütü üyelerini serbest
bıraktı.
Gün döndü, devran değişti. Abdülvahab ve Hasan
El Benna’nın inançlarının tuhaf bir sentezi üzerinde yükselen “kardeşler” Türkiye’de de iktidar oldu.
Ülkeyi
yağmaladılar, yıktılar, sattılar. Suudi kralının arkasından yas tuttular, Mısır
İhvanının şefi Mursi’nin arkasından ağıt yaktılar. Bilumum emperyalistlerle
birlik olup Suriye’ye saldırdılar. Libya’ya İhvan kalıntılarını kurtarmaya
koştular. Öyle utanmazlar ki anti-emperyalizm lakırdıları bile ediyorlar bunca
koşuşturma arasında.
***
İran Devrim
Muhafızları Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani, ABD saldırısında hayatını
kaybetti dün. Dinciydi falan ama aynı zamanda hikâyede adı geçen bütün tiplerin
Suriye’de yenilmelerinin de müsebbibiydi. Öldürülmesine en çok İslamcılar
sevindi.
1744
yılındaki Vahabi-Suudi evliliğini bir başlangıç sayarsak aşağı yukarı 270
yıllık bir İslamcılık tarihi var önümüzde. Tek bir yerinde antiemperyalizm
yoktur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder