6 Ağustos 2018 Pazartesi

Masonluğun Felsefesi: KABBALA


“Modern Masonluk kabbalist esasları muhafaza etmiştir. Bundan başka mason sistemleri, tamamıyla kabbalist fikirlere ve ilme dayandırılır.” (Çırak Kardeşlik Kolu, no.3, sf.13-14)

Kabbala, Tevrat inmeden çok daha önceleri Yahudi ruhban sınıfının geliştirdiği bir öğretidir. Kabbala büyü ve Şeytani güçlerle bağlantı sanatıdır.
“Negatif güçlerin öğretisi” olarak tanımlanan Kabbalizm temelde Şeytan’ın dininin tüm özelliklerini içerir. Masonluk tamamen kabbalist öğretiye dayalıdır:
“Modern Masonluk kabbalist esasları muhafaza etmiştir. Bundan başka, mason sistemleri tamamıyla kabbalist fikirlere ve ilme dayandırılır.” (Çırak Kardeşlik Kolu, no.3, sf. 13-14)
“Gelenek” veya “Ağızdan kulağa” anlamına gelen Kabbala “sır” esasına dayalıdır. Bu sırların tamamı, Jerusalem Lodge (Kudüs Locası)’nın üç Kabbalisti tarafından ezberde tutulur. Kabbalistlerden biri öldüğünde İsrail'in 70'ler Meclisi’nden (Sanhedrin) seçilen bir aday aynı bilgileri devralır.
“Kabbala kitaplarının metinleri sembollerle doludur. Her devirde, bunların manasını bilen Üç Yahudi bulunur. Bunlardan ölenin yerine, bir alt kademeden (Sanhedrin, 70’ler Meclisi) en iyisi seçilir, diğer ikisi tarafından sırlara vakıf edilir.” (Türk Mason Dergisi, s.21, sf. 1095)
“Sanhedrin üyelerinin tümü büyü bilmek zorundadır.” (Das Reich Satans, Karl R.H. Frick, sf.85)
Fal, Kara büyü ve Şeytanlarla ilişki kurma ile ilgili bilgileri kapsayan Kabbala, Masonik öğretinin temelini oluşturur. Bu nedenle Kabbala’ nın teorik ve pratik uygulamaları ile ilgili bilgiler 33 kademeye ayrılmıştır. Kabbala’ nın vermeye çalıştığı eğitimin özü ise metafizik güçlerle irtibat kurarak Evrenin Ulu Mimarı, yani Şeytan'ın sırrının tüm manalarını içeren bilgiye ulaşmaktır.
“Kabbala büyücülüğün anlamını kavrar. Kabbala sayesinde kara büyü dünya çapında itibar görmüştür.” (Das Reich Satans, Karl R.H. Frick, sf.101)
“Kabbala, bilinçaltının kapılarını açan ve ruhu saran manevi değerlerin dışarı çıkmasını sağlayan anahtardır. Masonluk onu insanın yaşamı anlaması için gerekli görür.” (New Age Mason Dergisi, sayı.77, sf.31)

“Pratikte Kabbala, kötülüklerle ilgilenmenin yolu ve semboller yoluyla psikolojik dünya üzerinde güç kazanmanın tehlikeli bir sanatı ve büyüye dayalı bir formudur.” (Kabbalah, Tradition of Hidden Know-ledge, Z’ev Ben Shimon Halevi, sf.12)

Kabbalist eğitimle yetiştirilecek adaylar, Mason Üstad-ı Azamlar tarafından dikkatle seçilir ve aday, ancak bir kademenin bilgilerini tam anlamıyla hazmedince diğer bir kademeye geçebilir. Bu taktiğe Masonik dilde “Uykulu gözlere ışığın yavaş yavaş verilmesi” denir.

MASONLUK ve ŞEYTAN

Tevrat, Yehova’ya, “Orduların Tanrısı” sıfatını verir ve Yehova, kendi emirlerine itaat etmeleri için, insanları birbirlerine düşürür ve kurbanların kanıyla, kan kokusundan hoşlanır.
(Türk Mason Dergisi, yıl 30, sayı 78/1)

Hakkın karşısında kibirlenip direnmesi, sahip olduklarıyla övünmesi yüzünden Allah’a isyan eden İblis, ilk insanın yaratılışından bu yana kendisine benzer karakterdeki insanları etkisi altına almıştır. Şeytan, hak dinin saptırılması ve hükümlerinin tersine çevrilerek uygulanması üzerine kurulmuş olan dinini, Üstad Kabbalistlere ve Mason Meşrik-i Azamlara öğretmiştir. Masonlar, Yahudi başhahamların liderliğinde düzenli olarak Şeytan çağırma ve adak ayinleri yapmışlardır. Masonların emir almak amacıyla şeytanlarla ilişki kurdukları ayinler Kabala’ nın ‘büyüde pratik uygulamalar’ bölümünde detaylı bir şekilde açıklanmıştır.

Tarih boyunca gönderilen peygamberin karşısında yer alan Yahudi ve Masonlar kendileri büyüyü kullandıklarından, peygamberlerin yaptıkları tebliği, vahiy almalarını ve gösterdikleri mucizeleri de büyü olarak nitelendirmişlerdir. Bu nedenle peygamberlerin tebliğine ilk tepkileri “bu bir büyüdür” demek olmuştur. Bu, büyünün ve uygulamalarının o devirde de kavmin ileri gelenleri arasında yaygın olduğunun bir göstergesidir. Tarih boyunca peygamberlere düşman olan kesim halk değil, büyüyü tüm detaylarıyla bilen, planlı ve organize bir topluluk olan masonlardır. Kuran’da mason karakterini taşıyanların peygamberlerle giriştikleri bu mücadele şu şekilde açıklanmıştır:
“Onlara katımızdan hak geldiği zaman dediler ki: ‘Bu, kuşkusuz apaçık bir büyüdür’.” (YUNUS 10/76)
“Küfre sapanlar mutlaka: ‘Bu, açıkça bir büyüden başkası değildir.’ derler.” (HUD 11/7)
“İçlerinden olan bir adama: ‘İnsanları uyarıp-korkut ve iman edenlere, muhakkak kendileri için Rableri katında 'gerçek bir makam olduğunu müjde ver' diye vahiy etmemiz, insanlara şaşırtıcı mı geldi? Küfre sapanlar: 'Gerçek şu ki bu, açıkça bir büyücüdür' dediler.” (YUNUS 10/2)

Masonik Tanrı: Şeytan

“Bazen bizi kurtarması için Tanrı’ya değil, ŞEYTAN'A YALVARMAMIZ GEREKİR.”
(Mimar Sinan Dergisi, 1974, sayı.17, sf.16)

Masonlar, tarih boyunca Şeytan’ın dinini yoğun telkin ve propaganda yoluyla insanlara öğretmeye çalışmışlar ve bunu yapabilmek için de dışarıya karşı dindar görünmüşlerdir. Örneğin, Nokta Dergisi’nde yapılan bir röportajda Üstad Vekili Halil Mülküs, Masonluğun Allah inancı olan bir kuruluş olduğu imajını vermeye çalışmıştır.

“Nokta: Toplumda ‘Masonlar dinsizdir’ diye bir kanı var?
Halil Mülküs: Evet, o çok ters bir müşahede, yanlış, tamamen yanlış bir müşahede. Biz bir kimseyi mason olarak aramıza kabul edebilmek için ön şart olarak Allah inancını ararız.” (Nokta Dergisi, sayı.40, sf.26-27,13 Ekim 1985)

Masonik kaynaklar detaylı bir şekilde incelendiğinde ise Masonların dini görüşlerinin gerçekte daha farklı olduğu görülür.

Şeytan’ın sembolü olan keçi kafatasının yerleştirildiği 5 köşeli yıldız, büyü ayinlerinde çok önemli bir yer tutar. Kabbala sembolizmine göre beş köşeli yıldız Şeytan’a yol gösterir. Bütün Şeytan çağırma törenlerinde kullanılan bir semboldür.
6.8. 2018
Sedat Şenermen

30 Temmuz 2018 Pazartesi

ADD Kongresi ve Y-CHP'deki Post Kavgası


"Anayasadan Türk sözcüğünün çıkmasına karşı değilim. Türk tanımı kaldırılıp Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır denilebilir. Bu benim görüşüm." Süheyl BATUM

"Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) 15’inci olağan kurultayı Ankara'da gerçekleştirildi.
Genel Başkanlık için Tansel Çölaşan ile CHP eski Milletvekili Prof. Dr. Süheyl Batum yarıştı. Batum, Tansel Çölaşan'ı geride bırakarak ADD'nin yeni genel başkanı oldu. Oylama sonucunda Süheyl Batum 515 oy alırken, Tansel Çölaşan 442 oyda kaldı.
Süheyl Batum'un listesi ise 4 fire verdi. Batum'un listesini delen isimler, Tansel Çölaşan, Öner Tanık, Özgün Şimşek ve Durur Gök oldu."
Gerek ADD kongresi gerekse Cumhurbaşkanlığı (daha doğrusu başkanlık) seçimi sonrasındaki hezimet nedeniyle ortalığın toz duman olduğu ve taraflar arasında şiddetli bir post kavgasının başladığı bir süreçte İlk Kurşun gazetesinde Kasım 2010'da 5 bölümlük dizi yazı olarak yayınlanan Y-CHP'nin Yeni Yönetimi yazılarımı anımsatma gereği duydum. Dizi azının 4. Bölümü ADD'nin yeni başkanı  Süheyl Batum'la ilgiliydi. Diğer bölümleri de aşağıdaki linklerde. CHP'nin ideolojik savruluşunu her nedense yeni keşfeden  Muharrem İnce ve taraftarları (Var olan koltuklarını kaybedenler oldukça aktif bu arada) bu yazıları 8 yıl önce yazdığımızda neredeydi acaba? 
ADD Kongresi ile ilgili dikkat çeken bir diğer nokta da Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu ve İnce etrafındaki kimi eski milletvekillerinin  Batum'a verdiği destekti. ADD Genel Merkezinin delegeler için verdiği yemeğe katılmayan Batum destekçisi delegeler Türkiye Barolar Birliği sosyal tesisinde ağırlandılar. Feyzioğlu'nun bu yarışta açıkça taraf olması ayrı bir talihsizlik oldu. Buradan Tansel Çölaşan taraftarı olduğum gibi bir sonuç çıkarılmasın.  Çölaşan'ın yönetimde olduğu son 8 yıldaki hatalarının alınan sonuçta önemli rolü olduğu unutulmamalıdır. Özellikle yargının cemaatin eline geçtiği 12 Eylül 2010 referandumundaki ikircikli tutumu ve rahmetli Alpaslan Işıklı'nın ADD Başkanlığına aday olduğu 2012 Kongresinde yaşananlar çok büyük bir hatalarıdır. Sonrasında da hatalarına devam etmiştir.
**
Yeni CHP’nin Yeni Yönetimi (4) (Süheyl Batum)


Yeni CHP’nin yeni yönetiminde Genel Sekreter ve Parti Sözcülüğü görevini üstlenen Süheyl Batum Anayasa Hukuku Profesörü. Kısa süre önceye kadar Demokrat Partiye Genel Başkan olacağı söylenen Batum, CHP’deki hızlı değişim sürecinin ardından birkaç ay önce üye olduğu CHP’ye Genel Sekreter oldu.
Batum, Önceki YÖK Başkanı Erdoğan Teziç’in koordinatörlüğünde TÜSİAD’ın 1992 yılında hazırlattığı Anayasa taslağı yazan ekipte yer alıyor. Söz konusu taslak, AKP tarafından Ergun Özbudun’a hazırlatılan Anayasa taslağına olan yakınlığı ile de biliniyor. “İdeolojilerden arınmış, liberal Anayasa” olarak adlandırılan taslağın hazırlayıcılarından olan Batum, TÜSİAD’ın Görüşler dergisinde yazdığı yazılar ve TÜSİAD için hazırladığı AB raporları ile de dikkat çekiyor.

Süheyl Batum’un içinde yer aldığı TÜSİAD’ın taslağında 1961 ve 1982 Anayasalarında yer alan değiştirilemeyecek maddelerin de değişmesi öneriliyor. Konuyla ilgili olarak taslağın giriş bölümünde, “TBMM, 1982 Anayasası’nın “değiştirilemez hükümler” arasında saydığı hükümleri yok saymak ya da değişik formülasyonlara büründürmek hak ve yetkisine sahip midir?” sorusuna cevap aranıyor.
“Türkiye devletinin cumhuriyet” olduğu yönündeki hükmün değiştirilemezliğinin Türk anayasa geleneğinin temel unsuru olduğu belirtilen taslakta, bunun dışındaki maddelerin değiştirilmezlik kapsamına 12 Eylül rejimi şartlarında hazırlanan 1982 Anayasası’yla alındığı kaydediliyor. Bu hükümler arasında değiştirilebilecek kurallar da olabileceği belirtilirken, şu açıklama yapılıyor: “Bu konuda asli kurucu organ yetkisini kullanan bir meclisin kendini bağımsız hissetmesi doğal ve gereklidir. Bu açıdan önerilebilecek ideal formül, yeni bir Anayasa hazırlama girişiminin başında, TBMM’nin bir anayasa değişikliği yaparak, değişmezlik hukukunu daha önceki Cumhuriyet Anayasalarında olduğu gibi ‘Cumhuriyet’ ilkesi ile sınırlı tutması olacaktır. Sonuç olarak çalışma grubumuz, TBMM’nin yeni bir anayasa taslağını oluşturma aşamasında kendisini ‘cumhuriyet hükümet şekli’nin değişmezliği dışında özgür ve bağımsız hissetmesi gerektiğine inanmaktadır.”
Resmî ideoloji olmamalı

Erdoğan Teziç ve arkadaşlarının, AKP Mersin Milletvekili Prof. Dr. Zafer Üskül’ün ideolojisiz anayasa fikrine 15 yıl önce hazırladıkları TÜSİAD’ın anayasa taslağında yer vermeleri de dikkat çeken noktalardan biri. “Liberal demokratik rejimlerde devletin resmî bir ideolojisi olmaz.” denilen taslakta yeni anayasanın ideolojik hükümlerden mümkün olduğu kadar arındırılması gerektiği savunuluyor. Buna örnek olarak da Türk milliyetçiliği ya da Atatürk milliyetçiliği şeklindeki ideolojik anlam verilebilecek kavramların anayasadan çıkarılarak bunun yerine hukuki bir deyim olan ‘milli’ sıfatının koyulması isteniyor. Anayasa’da resmi ideolojinin yer almamasına ilişkin önerinin gerekçesi ise şöyle: “Atatürk’ün nihai hedefi Batı tipi liberal demokrasidir. Liberal demokratik rejimlerde ise devletin resmî bir ideolojisi olmaz. Türkiye’de 1946 seçimleri ile Atatürk’ün nihai hedef olarak belirlediği çoğulcu demokratik rejime yönelmiştir. Bu aşamadan sonra gerçekleştirilmesi gereken liberal demokratik toplumların ilkeleri olan çoğulculuk, özgürlük ve eşitlik olmalıdır.”
Başlangıç bölümü demokratik düzenle bağdaşmaz.

Bu çerçevede Anayasa’da başlangıç bölümüne de gerek olmadığı, böyle bir bölüm olacaksa bile bunun çok temel hukuk ilkelerine ayrılmasının gerekli görüldüğü vurgulanıyor. Dolayısıyla, “1982 Anayasasının ideolojik yönü ağır başlangıç bölümünün bağlayıcı sayılmadığı” ileri sürülüyor. Bir hukuk kuralı olmaktan çok, ideolojik bir yapıya sahip olan başlangıç kısmının 1961 ve 1982 anayasalarında sorun çözmek yerine sorun ürettiğinin altı çiziliyor. Bu konuda şu görüş dile getiriliyor: “Üslup açısından son derece ağır ve bir tek cümleden oluşan ve Anayasanın dayandığı temel görüş ve ilkeler yığınını içeren 1982 Anayasası başlangıç metni otoriter bir devlet ideolojisi çağrıştırır biçimde düzenlenmiştir. Nitekim yargı organlarınca da böyle yorumlandığı olmuştur. Devleti soyut bir varlık olarak yücelten, ona ‘kutsal’ sıfatını ekleyen bir anlayışla, özgürlükçü ve çoğulcu bir demokratik düzenin bağdaştırılması imkânsızdır.”

Genelkurmay, Milli Savunma’ ya bağlansın.

TÜSİAD’ın taslağında bir diğer önemli değişiklik de Genelkurmay Başkanlığının statüsünde göze çarpıyor. Taslakta, bütün NATO ülkelerinde genelkurmay başkanının başbakana değil, Milli Savunma bakanına bağlı olduğu belirtiliyor. Bu sebeple ilgili maddenin, “Genelkurmay başkanı Milli Savunma bakanına karşı sorumludur.” şeklinde değiştirilmesi öneriliyor.

Süheyl Batum, 2000-2003 yılları arasında Bahçeşehir Üniversitesi’nde Hukuk Fakültesi Dekanlığı, 2003 yılından 2007 yılına kadar da Rektörlük görevinde bulundu. Süheyl Batum’u irdelerken Bahçeşehir Üniversitesine de yakından bakmamız gerekir. Bahçeşehir Üniversitesinin Brookings Enstitüsü ile yakın ilişkisi var.
Brookings Enstitüsü Amerikan demokrasisini (!) güçlendirmek, Amerikalıların sosyal refah, güvenlik ve fırsatlarını kollamak, güçlendirmek, daha açık, güvenilir (ABD açısından), işbirlikçi uluslararası bir sistem yaratmak için kurulmuştur.

Yeni CHP operasyonundan kısa süre önce İstanbul Atatürk Havaalanında Kemal Kılıçdaroğlu ile Brookings Enstitüsü’nün Küresel Ekonomi ve Kalkınmadan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Kemal Derviş’in ilginç bir rastlantı sonucu karşılaşmaları ve kırk beş dakikalık bir görüşme yapmaları da bu bağlamda oldukça dikkat çekicidir.
Brookings Enstitüsü ile Bahçeşehir Üniversitesi arasındaki ağı (şebeke/network) çözümlemek için değerli araştırmacı, yazar Erol Bilbilik’in “Açılım Kıskacı” kitabında önemli ipuçları var.
Projenin hayata geçirilmesi amacıyla, Bahçeşehir Rektörü Prof. Dr. Süheyl Batum ve George Washington Üniversitesi Rektörü arasında ‘Amerikan Araştırmaları Programı’ adlı bir yapılanma için Haziran 2006’da bir işbirliği antlaşması imzalanmıştır. Anlaşmanın ardından Bahçeşehir Üniversite’ndeki ‘Küresel Liderlik Forumu’na katılmak üzere Morton Abramowitz, Marc Grossman, Marc Paris ve Alan Makovsky İstanbul’a gelmiştir.

Toplantıya Prof. Dr. Süheyl Batum, Prof. Dr. Hasan Köni, Prof. Dr. İlber Ortaylı, Prof. Dr. Nilüfer Narlı, Burak Kuntay, Koç Holding’den Can Kıraç, Alarko Holding’den İshak Alaton, Doğan Medya Grubu’ndan Arzuhan Doğan Yalçındağ, Mehmet Acar ve Mehmet Ali Bayar katılmıştır. Daha sonra Amerikalı heyet, TÜSİAD eski başkanı Halis Komili’yle; Koç Holding’den Rüşdü Saraçoğlu’yla; ertesi gün de İlhan Kesici’yle baş başa görüşmüştür. Bu hazırlık görüşmelerinin sonunda, Brookings Enstitüsü Başkanlığı ile TÜSİAD arasında bir anlaşma imzalanması aşamasına gelinmiştir.”

BOP’un Türkiye Enstitüsü: Bahçeşehir Üniversitesi

Brookings Enstitüsü Başkanı, ABD Eski Dışişleri Bakan yardımcısı Strobe Tallbott; “Türkiye 2007 Projesi“ni yürütmek üzere Morton Abramowitz, Marc Grossman, Eric Edelman, ve Marc Parris’ten oluşan bir grup oluşturdu ve ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi Marc Parris’i 1 Şubat 2007 tarihi itibariyle bu projenin direktörlüğüne getirdi. Proje kapsamında TÜSİAD, Brookings Enstitüsü ve Bahçeşehir Üniversitesi Türkiye ve Washington’da ortak konferans ve toplantılar düzenledi. Yapılan dizi toplantılarla Türkiye ve çevresindeki gelişmeler irdelenerek ABD medyasında yer alması sağlandı. Proje kapsamındaki ilk toplantılar Abdullah Gül’ün Exeter Üniversitesinden yakın dostu Zaman gazetesi yazarı Fehmi Koru, Soli Özel ve Murat Yetkin’in katılımıyla Washington’da başladı. Brookings Enstitüsünden toplantılarla ilgili olarak yapılan açıklamada 2007 yılının Türkiye için önemli bir yıl olacağı ve bu seçimlerin Türk siyasal sisteminin yakın geleceğini şekillendireceği, seçim sürecinin yanı sıra Orta Doğu ve Doğu Akdeniz’deki gelişmelerin de Türkiye’nin, ABD, İslam dünyası ve İsrail ile ilişkilerine yön vereceği vurgulandı.

“Brookings Enstitüsü’nün dizi toplantılarından biri de 9 Mayıs 2009’da düzenlenen 4. Sakıp Sabancı Üniversitesi Konferansı ve ardından yenen akşam yemeğiydi. Yemekte AKP’nin kapatılması davası ile daha pek çok konu tartışıldı. Yemekte Brookings Enstitüsü’nün Başkanı, Strobe Talbott, aynı enstitüden uzman Philipp Gordon, Daniel Benjamin, Ömer Taşpınar, ATC Başkanı James Holmes, TÜSİAD-ABD Başkanı Abdullah Akyüz, (Fethullah Gülen destekli) TUSKON-ABD Temsilcisi Hakan Taşçı, Türk medyasının Washington temsilcilerinin yanı sıra Hasan Cemal gibi kişiler yer aldı.
ABD Dışişleri Bakan yardımcılığı görevinden ayrıldığı hâlde toplantıya katılan Nicolas Burns görüşlerin şu başlıklar altında dile getirdi.:
– ABD-Türkiye ortaklığı yeniden: Yeni dönemde ABD Başkanı kim olursa olsun ( ister Barack Obama ister Hillary Clinton, ister John McCain ) Türkiye ile müttefiklik ilişkilerine öncelik tanımalı. Türkiye, terörizm sorununu Irak hükümetini ve bölgesel Kürt yönetimini de işin içine katarak ortadan kaldırmaya çalışmalı, böylece fiili bir durum yaratılmamalıdır.
– Türkiye, Yunanistan, Kıbrıs ve Ermenistan konusunda yeni bir açılım yapabilir. Fener Rum Patrikhanesi ve Ekümeniklik sorununa çözüm yolu bulunmalı; Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması sağlanmalıdır. 2009’un Kıbrıs’ta çözüm yılı olması kimseyi şaşırtmamalıdır.

– İran ve Suriye’ye baskı: Türkiye, İran ile bir 28 yıl daha görüşmeme politikası sürdüremez.

– NATO amacına daha fazla destek: Türkiye’nin Afganistan’da büyük katkısı oldu. NATO’nun amacına da katkıda bulunmalıdır.
– Siviller tarafından idare edilen hükümet yapısı Türkiye’nin geleceği açısından çok önemlidir. Bu şehirde Gül ve Erdoğan’a büyük saygı var. Türkiye dünya sahnesinde iyi oynuyor, bu iki lider de güvenilir ortaklar.

– Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın 1 numaralı yardımcılığına getirilen Philip Gordon, ‘dava sonunda AKP için kapatılma kararı verilmesi, askeri darbeden farklı olmayacaktır’ dedi.

– Brookings Entitüsü’nün Türkiye Masası Direktörü Dr. Ömer Taşpınar da ‘ABD, Türkiye’nin AB’ne üyeliğini daha güçlü biçimde desteklemelidir’ demiştir.

-Brookings Enstitüsü’nde Küresel Ekonomi ve Gelişim Programı Başkan Yardımcılığı’na atanan, aynı zamanda Sabancı Üniversitesi Danışma Kurulu üyesi Kemal Derviş ise “Türkiye artık on yıl önceki Türkiye değil, daha güçlü, paradigmalar değişti. Üyelik süreci tek tarafın yöneteceği bir şey olmayacak artık. Türkiye daha aktif olacağı bir aşamaya gelmek zorunda” dedi.
– 20 Ekim 2009 tarihinde Conrad Oteli’nde Brookings Enstitüsü ile TÜSİAD ortak toplantısında Enstitü Başkanı Strobe Talbott, Başkan Yardımcısı Martin İnydik de Afganistan ve Pakistan konusunda birer konuşma yaptı. (Açılım Kıskacı, Erol Bilbilik, Kırmızı Kedi Yayınevi, 1. Basım, Ağustos 2010. s.55-58)

Şimdi de Bahçeşehir Üniversitesinin web sitesinden Süheyl Batum’un da aktif biçimde yer aldığı bir dizi organizasyon ve etkinliğe daha yakından bakalım.

Siyaset Okulu Amerika

Bahçeşehir Üniversitesi Hükümet ve Liderlik Okulu’nun geleneksel programı “Siyaset Okulu”nun yurtdışı uzantısı olan “Siyaset Okulu Amerika” sertifika programı 2006 yılında başlamıştır ve ilk Siyaset Okulu öğrencilerinin katılımıyla Amerika Birleşik Devletleri’nde büyük bir başarı elde ederek gerçekleştirilmiştir. Programımız her sene olduğu gibi bu sene de Amerika Birleşik Devletleri başkenti Washington, DC eyaletinde gerçekleşecektir.

Programımızın maksadı Türk dış politikasının en önemli unsurlarından ve en önemli diyalog alanlarından biri olan Amerika Birleşik Devletleri’nin siyasi, sosyal, idari, ekonomik dinamikleri hakkında birinci dereceden bilgi alarak bu konuları ve Amerika Birleşik Devletleri siyasi sisteminin işleyişini öğrenmektir.

Program “Siyaset Okulu“nun diğer yurt dışı programlarından farklı olarak siyasi kuruluşların yanı sıra iş dünyası, enstitüler, ABD Temsilciler Meclisi ve Kongresi, “Think-Thank” kuruluşları ve lobiler ile çeşitli yuvarlak masa toplantılarının düzenleneceği bir program olarak dizayn edilmiştir.

Program esnasında Amerika’da lobilerin önemi, yasama, yürütme ve yargı erklerinin sistematik farklılıkları, Senato ve Temsilciler Meclisi arasındaki güç dengeleri, Başkanın fonksiyonu, sistemin işleyişi esnasında karar alma sürecinin oluşturulması, Amerika’daki lobilerin ve sivil toplum örgütlerinin iç ve dış politikaya etkisi gibi birçok konuda toplantılar yapılmaktadır. 

İki hafta sürecek olan programın katılımcıları daha önce gerçekleştirilmiş olan ‘Siyaset Okulu’ programlarına katılmış olan kişilerdir. Öğrencilerin, programda amaçlanan konularda gelecekte Türkiye’ye liderlik yapabilecek uluslararası ilişkiler uzmanları olmaları beklenmektedir.

Program esnasında Washington Institute, Hudson Institude, ATAA (Assembly of Turkish American Association), FDD (Foundation for Defence of Democracies), CATO, The Century Foundation, TUSIAD USA, Livingston Group, Southfive Halkla İlişkiler gibi birçok think-tank kuruluşunun yanı sıra Amerikan Senatosu, Temsilciler Meclisi, Amerikan Yüksek Mahkemesi, Amerikan Kongresi, Türkiye Büyükelçiliği gibi resmi kurumlar ziyaret edilerek, işlevleri hakkında bilgi alınmaktadır.

Süheyl Batum’un da Danışma Kurulu içinde yer aldığı Bahçeşehir Üniversitesi Amerikan Araştırmalar Merkezi’nin partnerleri ise CIA’nın yan kuruluşu RAND Corporation ( http://www.rand.org ) ve Neoconların kurduğu Demokrasi Savunma Vakfı (Foundation For Defense Of Democracies). Bu küresel partner ilişkilerini açık seçik web sitelerine koymaları da çok ilginç.

Bahçeşehir Üniversitesi Amerikan Araştırma Merkezi’nin Danışma Kurulu Başkanı Zeynel Abidin Erdem. Kurulda Süheyl Batum’un yanı sıra G. Lincoln McCurdy, Clifford D. May, Jason Epstein, Mark Dubowitz, Michael Makovsky, David Mack, David Araon, Eser Karakaş, Nilüfer Narlı, Sami Kohen, Nüzhet Kandemir gibi isimler yer alıyor.

Son olarak Süheyl Batum’un Fethullah Gülen’in en stratejik organizasyonu “Abant Platformu” toplantılarının “ Vesayet ve Demokrasi” başlığıyla 3-4 Aralık 2004 tarihinde gerçekleştirilen “Brüksel Abant Platformu” toplantısının katılımcıları arasında yer aldığını hatırlatmak istiyorum. Süheyl Batum ile birlikte Brüksel Abant toplantısına katılanlar arasında Ali Bulaç, Eser/Işıl Karakaş, Mehmet Altan, Nilüfer Göle, Soli Özel, Doğu Ergil, Mehmet Sağlam, Zeyno Baran, Ali Müfit Gürtuna İngmar Karlsson gibi kişiler bulunuyordu.

CHP’nin Atlantik ötesi ve AB’deki güç odaklarıyla hemhal olmuş yeni yöneticilerini incelediğim dizi yazının dördüncüsü burada tamamlanmış oluyor. Yazımın beşinci ve son bölümünde bu bilgiler ışığında küresel işbirlikçi Neo Kemalist yeni CHP yapılanmasıyla ilgili genel bir değerlendirme yapacağım.


Ali Rıza Üçer

İLK KURŞUN



27 Temmuz 2018 Cuma

Tarihe geçmek, tarihe kalmak* Özdemir İnce


Ey Ehali! R.T. Erdoğan’ın en büyük tutkusu tarihe geçmek!
Başbakan, cumhurbaşkanı olarak zaten ve doğal olarak tarihe geçti ama o bununla yetinmiyor. Adının Osmanlı sultanlarıyla, Cumhuriyet’in kurucu babalarıyla birlikte anılmasını istiyor… Beştepe’deki Akkondu, İstanbul Kanalı, Üçüncü Köprü, Üçüncü Havaalanı, Çamlıca Camii, Marmaray, tüneller ve daha başka şeylerle tarihe adını kendi eliyle kazımak istiyor. Bunlardan, Marmaray ve tünelin dışında geriye kalanlarının tamamının gereklilikleri tartışmalı. Özellikle de bir doğa ve yerleşim felaketine yol açacak olan İstanbul Kanalı’nın gereklilik ve zorunluluğu… Aslında tasarlanmış bir cinayet! Halkın hazinesinin milyarlarca lirası R.T. Erdoğan’ın büyüklük kompleksini tatmin için sokağa atıldı. Atılıyor ve atılacak!

Tarihte bu komplekse kapılan bütün muktedirlerin iktidarı felaketle sonuçlanmıştır. Kendi sonları felaketli olsa neyse yönettikleri ülke de aynı felaketin altında perişan olmuştur.

Demokrasi öylesine bir rejimdir ki hiçbir yöneticinin 'büyüklük kompleksi'ne kapılmasına ve bu kompleksi tatmin etmesine izin vermez. Zorlamalar, tepeden inmeler demokrasiyi yok eder.

Bu kompleksin larva ya da mikrobunu taşıyan yöneticiler amaçlarına ulaşmak için önce demokrasiyi yok ederler. Sonunda, süvari birliği eşliğinde makam otomobile binerler. Oysa normal düzende otomobil motosiklet takımı birlikte yürür; Birleşik Krallık’ta olduğu gibi, atların çektiği arabaya da süvari takımı eşlik eder.

***

TARİHE GEÇMEK

R.T. Erdoğan’ın tarih ve toplum bilgisi herhangi bir akademik birikim ve özel okuma çabasından kaynaklanmıyor. Ne biliyorsa, cumhuriyet karşıtı, karşı devrimci şeyh, hoca, mürşit ve ağabeylerin konferans ve sohbetlerinden kulağında kalan şeyler.

Bunlar, doğruluk ve gerçeklikleri; akıl ve mantığın süzgecinden geçirilmeden, biat ve itaat kültürü içinde kabul edilmiş dogmalar ve tevatürler.

Bu derme çatma bilgimsileri, bilimsel bilginin mihenk taşına vurmadığı için, ilk gençliğinden bu yana tam anlamıyla bir fanatik 'yanılan insan', 'anakronik'.

Necip Fazıl Kısakürek’in İdeolocya Örgüsü’nü (Büyük Doğu Yayınları) baştan sona altını çizerek okuduğunu da sanmıyorum. Necip Fazıl, kitabını bilimsel bir yapıt olması için değil göz küllemek için yazmış. Bir tür Hitler’in Mein Kampf’ı… Yani Kavgam… Necip Fazıl’ın Davam’ı…

R.T. Erdoğan’ın, son 6-7 yıllık hal ve gidişinden, İdeologya Örgüsü’ndeki Başyüce figüründen etkilenmiş olduğunu söyleyebiliriz. R.T. Erdoğan bir Başyüce olarak tarihe geçmek istiyor. N.F.Kısakürek döktürüyor:

[-“Başyüce”, kaba ve umumî mânasiyle herhangi bir Miri reisi değil, derin ve girift, içtimaî bir remzdir. Bir timsal…

-Bütün selâhiyetler beşerî haddin en üstünüyle eline teslim edilmiş kâmil ferdin, Allah’ı, vicdanı ve milleti arasında terkibleştirmeye memur bulunduğu kâmil ahenk uğrunda, nefsini selâhiyetsizlikte son mertebeye indirmesi… “Başyüce”nin heykelleştirdiği remz, işte bu mânanın temsilciliği ve şahıslandırıcılığıdır.

-“Başyüce”, milletini tek şahıs içinde yekûnlaştıran bir örnek… Onun içindir ki, selâhiyeti, hak ve hakikate kar­şı bu yekûna eş, kendi öz nefsine karşı da bu yekûnun en ufak parçasından daha küçük…

-“Başyüce”nin kendi öz lisanından başka her edası ve işi “ben milletimin görünürde en ahlâklı, en bilgili ve en akıllı ferdiyim!” diye ilân edecektir.

-“Başyüce”, “Yüceler Kurultayı”nın her şubede lif lif örülmüş kanunlar manzumesine aykırı emir veremez ve ver­mez; fakat her emri, kanunu tamamlayıcı ve belirtici ayrı bir kanundur. Kanunun bir şey söylemediği yerde “Başyüce”nin emri, kat’îdir.

-“Başyüce”nin bir emriyle hükümet değişir.

-Bütün hükümet manzumesi, en büyüğünden en küçüğüne kadar onun adına iş görür...

-Kaza cihazı onun adına işler ve adalet onun adına dağıtılır.

-“Başyüce”, bütün icra vasıtalarının ve bütün şubeleriyle ordunun başıdır. Başbuğ, doğrudan doğruya “Başyüce”nin vekilidir.

-Anlaşılıyor ki, “Başyüce”, İslâmın “ulülemr” diye isimlendirdiği, büyük içtimaî irade ve icra makamını, bu makama en küçük nefs ve hırsı karıştırmamak ve kendi öz nefsaniyeti bakımından mâdum kalmak borcu altında, şahsiyle dolduran ideal ferttir. “Başyüce”, temsil ettiği iman ve hakikat kutbunun, en ileri hürriyet içinde her şeyi ve her şeyi köleleştiren mânasına karşı mukaddes mîzan önünde, her şeyden ve herkesten fazla köleleşecektir… “Başyüce”de pırıldayan kudret ve haşmet ifadesi, onun değil, bütün milletiyle bağlı olduğu mânalar âleminin; ve oradan aksederek, milletinindir.

-Cemiyetin, hangi sahada olursa olsun, en dertli ve ıstırablı unsuru,”Başyüce”yi kendisi kadar dert ve ıstırab içinde olup olmadığını ve derdinin çaresini elinde tutup tutmadığını anlamak bakımından, her ân hesaba çekmeye muktedir, kanunî bir imkân sahibi olacaktır. En küçük suistimale karşı, cüret edicisine en büyük cezayı davet edecek olan bu imkan, her vatandaşın evinde, keyf için çekilmesi yasak bir imdat işareti koludur.

-“Yüceler Kurultayı” beş yıl için seçtiği “Başyüce”yi tekrar intihab edebilir.

-Tekrar seçilmeyen “Başyüce”, yaş haddini aşmamış bulunuyorsa “Yüceler Kurultayı”ndaki yerine avdet eder.

-“Başyüce” için bütün yüceler gibi, makamını temsil gücünü muhafaza ettikçe yaş haddi yoktur.

-“Başyüce’lik makamı üzerinde Kurultaya karşı en tesirli irşad, ölüm, hastalık, çekilme isteği gibi hallerde, “Başyüce”nin kendi yerine bizzat göstereceği namzet veya namzetlerdir. (S.291-293)]

Okuduğunuz metnin en büyük hatası, bir yasa metni olmasına karşın, hukuk söylemiyle (discours) değil yazınsal (edebi) söylemle yazılmış olmasıdır. Bir anayasanın hukuk söylemiyle değil de Necip Fazıl’ın üslubuyla yazıldığını düşünün, ne kadar eğlenceli olur.

“Başbuğ” ile “Başyüce” tiplerinden sadece Başbuğ’un Orta Asya Türk kültüründe bir karşılığı var. Necip Fazıl’ın Başyüce’si kurgusal (fictif) bir tip…

Necip Fazıl, “Büyük Doğu” mefkûresi gereği olarak, “millet meclisi”ne “Yüceler Meclisi” adını veriyor. Yani, böylece, milletvekilleri de “Yüce” oluyor.

“Yüceler Kurultayı”, “milletin; dinde, fikirde, sanatta, ilimde, siyasette, müsbet bilgilerde, ticarette, askerlikte, iradede, işde, hülasa insan kafasının arayıcı hamlelerini ve idrak çilelerini planlaştıran her sahada, eser, keşif, görüş, terkip ve dava sahibi (aksiyon)cu güzidelerden örülüdür.” (S.285)

“Güzide” şu anlama gelir: Seçkin, elit, kalantor!

Şimdi titreyip kendinize gelin:

-“Yüceler Kurultayı” âzası, halkın değil, Hakkın seçtikleridir. (S.288)

-“Yüceler Kurultayı”nın cephe duvarında şu levha ve şu ölçü pırıldar: “Hakimiyet Hakkındır.” (‘S.285)

-Başyüce, “Kendisi ve kendisini murakabe eden yine kendisi olarak, bir insanda iki cephe veya iki cephede bir insan…” (S.289)

R.T. Erdoğan, Başbakan olarak, “İki tane ayyaşın yaptığı yasa...” cümlesini ağzına aldığı gün, 28 Mayıs 2013 günü partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada, gene Necip Fazıl’dan söz eder: “ Nesillere istikamet çizmekle geçen ömründe sadece teoriyle meşgul olmamış eğilmeden, bükülmeden hayatını da bir miras olarak bize devretti. Zor zamanlarda, zor şartlarda yaşadı. Tehditlerle hapiste geçen bir ömre rağmen hak bildiği yoldan geri dönmedi. Bize rehber oldu yolumuza ışık tuttu.”

Okuduklarımızdan aklımızda kaldığına, tanıklıklarımızdan edindiğimiz bilgilere göre; kılavuzu Necip Fazıl olan R.T. Erdoğan bir Başyüce olarak “kendi kendisini denetlemekte”, bunun dışında bir denetim istememektedir.

22 Temmuz 2018 Pazar

‘Acilen Atatürk’ün yolunda bağımsızlığı yaratmalıyız yoksa hepimizi öldürecekler’


'Saklı Seçilmişler' kitabını, başımıza nelerin geldiğini öğrenmemiz için yazdığını söyleyen usta kalem Soner Yalçın, başlıktaki uyarıyı yaptı ve ekledi: Türkiye Kurtuluş Savaşı’nı tek cephede vermedi. Acilen Atatürk’ün yolunda, ulusal tarım ve sağlık politikasına ihtiyaç var.
RÖPORTAJ: Nil SOYSAL
Soner Yalçın diyor ki; “Bir film düşün. İlk sahne sıradan bir olayla başlar. Film ilerledikçe gelişmelere inanamazsın. Dehşete kapılırsın. Film biter. Etkisinden kurtulamazsın. Korkarsın. Bu kitabın yazım sürecinde ben bunları yaşadım.” İşte bu sözlerin altına imzamı atarım!…
DOĞU'DA TARIMSAL İŞLETMELER KAPATILDI
– Kitabın sayfalarını çevirdikçe, ABD ve AB'nin Türkiye pazarını kendi endüstriyel tarımsal ürünlerine açmak için neler yaptıklarına şaşırıp kalıyoruz. Bunlar niye gündeme getirilmedi?
Çünkü köylüyü düşmanlaştırdılar; bütçe üzerindeki yük gösterdiler. Köylünün sahibi kalmadı. Üretici yıkıma sürüklendi. Sosyal demokrat partiler bile küresel baronların neoliberal finans ekonomisini savunur oldu. Köylü yalnızlaştırıldı. Siyaset Ankara demeçlerine-laf sokmalara sıkıştırıldı. Örneğin, köyden kente göç olgusu salt terörle ilişkilendirildi; tarımın çökertilmesi hiç gündeme getirilmedi. Oysa köylü zarar ettirilerek toprağından koparıldı, hayvancılıktan uzaklaştırıldı. Bakın, ABD-AB teröre salt silah-kamuoyu-medya desteği vermedi. Doğu ve Güneydoğu Anadolu'daki tarımsal kamu işletmeleri kapattırıldı; hayvancılık, dünya değerlisi tütün gibi tarım ürünleri bitirildi. Örneğin, Güneydoğu'da 66 bin 123 aile tütün üretimini bırakmak zorunda kaldı.
TOHUMU BİLE İTHAL EDİYORUZ
– Bugünlerde ABD Başkanı Donald Trump'ın Beyaz Saray maceralarını anlatan “Fire and Fury” kitabı çok popüler. Siz de Beyaz Saray ile gıda baronlarının ilişkisini anlatıyorsunuz…
Daha düne kadar dünyada en rezil küresel tarım şirketi Monsanto idi. Monsanto'nun maddi olarak desteklediği Tommy Thompson,  2001-2005 yıllarında oğul Bush'un Sağlık Bakanı oldu. Diğerleri farklı mı: Obama'nın FDA Gıda Güvenliği Dairesi Başdanışmanı olarak atadığı Michael R. Taylor, Monsanto'nun ikinci adamıydı! İlk icraatı ne oldu dersin: Süt ürünleri etiketlerinde (süt ineklerinin verimini artırmak için kullanılan kansorejen ürün) “rBGH içerir” gibi bilgi bulunmasını yasaklamak! Obama, Monsanto gibi kimyasal zehir üreten şirketlerin desteklediği Tom Vilsack'ı Tarım Bakanı yaptı!
– Ya tohumlar, hibrit tohumlar…
Aklıma gelenleri söyleyeyim, çünkü liste uzun: Şili'den, Çin'den, Tayvan'dan fasulye tohumu alıyoruz! Tanzanya'dan barbunya ve hıyar tohumu, Peru'dan, Pakistan'dan patlıcan tohumu, Hırvatistan'dan arpa, yulaf tohumu Zimbabve'den bezelye tohumu, Sudan'dan ve Yunanistan'dan bile mısır tohumu alıyoruz. İsrail'den; biber, turp, marul, soğan, domates, kabak, ayçiçeği, buğday, kavun, karpuz, çiçek tohumları alıyoruz… Sadece ABD'den aldığımız tohumlar kitapta bir sayfa tuttu! Tohum çok önemli ama insanlarımız bunun farkında değil. Rockefeller danışmanı H.Kissinger'ın yanında çalışan Paul Bremer, Irak Geçici Koalisyon Güçleri'nin başına getirildi. İlk yaptığı Irak'ın tarımına el atmak oldu. Iraklı köylülerin elindeki son doğal tohumları denetimlerindeki Norveç'teki “Svalbard Tohum Deposu”na taşıdı! Irak, tohumlarını “Ebu Gureyb Tohum Deposu”nda saklıyordu. İşgalden önce Irak Tarım Bakanlığı, bu tohumların bir bölümünün yedeklenmesi için Suriye Halep'teki, “Tarım Araştırmaları Merkezi”ne gönderdi. Suriye iç savaşı çıkınca Halep'teki değerli tohumlara ne oldu?  Norveç'teki “Felaket Ambarı'nın ilk tohumları oldu? Ne tesadüf!

KÖYLÜ TOPRAĞINDAN KOPARILDI, HAYVANCILIKTAN UZAKLAŞTIRILDI
Soner Yalçın, “Saklı Seçilmişler” adlı son kitabında Türk tarımının içinde bulunduğu duruma da dikkat çekti ve şu tespiti yaptı: “Köylü zarar ettirilerek toprağından koparıldı, hayvancılıktan uzaklaştırıldı. Köylü yalnız kaldı.”
KURTULUŞ İÇİN İLK ADIM ÖĞRENMEKTİR…
– O kadar çarpıcı olaylar anlatıyorsunuz ki şu net olarak görülüyor: Kimyasal gıdalar sonucu genetiği darmadağın edilen insan bir felakete sürükleniyor. Küresel şirketleri elinde tutan “dünya efendilerinin” bunu salt para kazanmak için yapmadığını ispatlıyorsunuz. E biz ne yapacağız bu durumda? Nasıl kurtulacağız?
Konunun politik atağını bilmek zorundayız. Carnegie Uluslararası Barış Vakfı bir dönem Türkiye'de çok aktifti. “Kemalizm'i bırakın… Ilımlı İslam'a sarılın… Kürdistan açılımı yapın” diyen sivil toplum kuruluşu! Bakın konu nereden nerelere geliyor. Sorunuza gelirsem, biz ne mi yapacağız? İlk adım, öğrenmek. “Saklı Seçilmişler” bu amaçla yazıldı. Sonra bu politikalara cesurca karşı çıkacak, Türk tarımını global hegemonyadan kurtaracak bir iktidar inşa edeceğiz. Bakın; ABD'li Tugamiral  Mark Lambert Bristol Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra ilişki kurmak için Ankara Milli Hükümeti'ne bir isim önerdi. Dedi ki; “Ticari destek almak için Rockefeller size yardımcı olabilir!” Ankara Hükümeti, Rockefeller'ı iyi tanıyordu; 1905 yılından itibaren Osmanlı topraklarında petrol arıyordu. 24 Nisan 1923 tarihinde şu cevabı verdiler: “Rockefeller'ın memleketimize daveti uygun görülmemiştir!” Türkiye, Kurtuluş Savaşı'nı sadece tek cephede vermedi. Menderes, Özal ve Erdoğan'dan Atatürk'ün farkı budur. Acilen ulusal tarım politikasına ihtiyaç var. Acilen ulusal sağlık politikasına ihtiyaç var. Acilen Atatürk'ün gösterdiği yolda ulusal tam bağımsızlığı yeniden yaratmaya ihtiyaç var. Yoksa hepimizi öldürecekler!
BİZİM TÜTÜNÜMÜZ TAM 30 YILDIR BU TOPRAKLARDA YETİM
– Bir de tütün meselesi var. Tütün üretimini yok etmek için iç ve dış odakların elbirliği ile neler yaptıklarını da kitabınızdan öğreniyoruz. İktidarların TEKEL'i kaldırıp, ABD'yi nasıl tekel yaptıklarını rakamlarla yazmışsınız!

İthal tütünün önü sonuna kadar nasıl açıldı yıl yıl rakamlarla yazdım. Bizim tütün ise 30 yıldır bu topraklarda yetim. Tütün üretici sayısı, 2002'de 405 bin 882 iken, 2015'de yüzde 86 azalarak 56 bine geriledi! Hâlâ Adıyaman'daki bir avuç tütün üreticisiyle uğraşıyor AKP! Tütünün hangi boyutunu anlatayım: Bugün sigara tüketicisi düne göre en sağlıksız sigara kağıdını içiyor. Yabancılar ucuz sigara satmak için buna mecburlar. Türkiye büyük bir sigara pazarı, kaybetmek istemiyorlar. Sigaranın içine bırakmayı zorlaştıracak kimyasallar koyuyorlar!
GDO'LU TÜTÜN İÇİRİYORLAR
Dünya Sigara Sağlığı İle Savaşanlar Örgütü Başkanı İngiliz  David  Simpson gerçeği yüzümüze vuruyor: “Biliniz ki, ABD'de ve İngiltere'de sigara içenlerin sayısı azalıyorsa, Türkiye'de içenlerin sayısı mutlaka artacaktır.” Bu kadar net. Sadece kimyasal maddeler de değil.1983'de antibiyotiğe dayanıklı ilk genetiği değiştirilmiş GDO'lu tütün elde edildi. 1985'de virüs, bakteri ve böceklere dayanıklı genetiği değiştirilmiş tütünün tarla denemeleri başladı. 1990'da ABD'de herbisite/otlara dayanıklı genetiği değiştirilmiş tütünün üretimine izin verildi. Sigara artık sağlığa bin kez zararlı. Bir de mentollü sigaralar var. Mentolün serinletici ve ağrı kesici yönleri sigarayı daha hafif ve tiryakiler için çekici hale getiriyor! Bunlar normal sigaralara göre daha zararlı. Bu sebeple AB ülkelerinde yasak. Ancak sigara düşmanı Erdoğan'ın gücü yetmedi; 2020'ye kadar satışı serbest bırakıldı!
– Sigaradaki katkı maddelerinin sayısını 120 olarak yazmışsınız. Siz içiyor musunuz sigara?
(Gülüyor) Hayır. Tiryaki olmadım.


ANAVATANI ANADOLU OLAN MERCİMEĞİ DE YOK ETTİLER
– Geldik “Çikita Muz” serüvenine…
Rockefeller'ın Latin Amerika'yı gırtlağından nasıl ele geçirdiğini bu örneklerle yazıyorum. “Muz Cumhuriyeti” isminin sebebi Rockefeller. Hatırlarsınız: Turgut Özal'ın Türk tarımını gıda emperyalizminin emrine açma projesinin simgesi idi “Çikita Muz!” O yıl, yani 1984 yılında ABD'li “United Fruit Company” adını, “Chiquita Brands International” olarak değiştirdi. “Çikita” adı buradan geliyor.
– Beni mercimek şaşırttı!
Kimi şaşırtmaz! Anavatanı Anadolu olan mercimeğimizi yok ettiler. 1990'da 846 bin ton mercimek üretimi ile dünya ihracatının yüzde 47'sini karşılayarak ilk sırada yer alan Türkiye, bugün ithal mercimek alıyor! Kanada, 1970'lerde Türkiye'den götürdüğü kırmızı mercimeğin genleriyle oynayarak dünyanın en büyük ihracatçısı oldu. Yılda 300 bin ton mercimeğin önemli miktarını Kanada'dan alıyoruz!
TARIMSAL ÜRETİM ALANLARI DARALTILDI
Özal politikalarına rağmen 1990'da 2 milyon 13 bin tonu aşkın bakliyat üretimi gerçekleştirdik. 2015'te üretim 1 milyon 79 bin tona düştü. Bugün 1 milyon tonun altına düştük. Son 25 yılda dünyada baklagiller ekim alanı 61 milyon hektardan 82 milyon hektara; baklagiller üretimi 40 milyon tondan 70 milyon tona çıktı. Türkiye'de ise baklagillerin ekildiği alanlarda yüzde 66, üretim miktarında ise yüzde 47 gerileme yaşandı. Türkiye,1980 yılında 7 bin 600 ton kuru fasulye, 88 bin 500 ton nohut ve 102 bin ton mercimek ihraç edip, bu üç üründe bir gram ithalat yapmadı.1990'da 860 bin ton nohut üretimiyle dünya ihracatının yüzde 62'sini karşılayarak ilk sırada yer alan Türkiye, bugün 50 bin nohut ithal ediyor! Dış alım artsın diye gümrükleri sıfırlanıyor! Keza 50 bin ton kuru fasulye ithal ediyor. AKP'nin hediyesi: Ekim alanları yeşil mercimekte yüzde 94, kırmızı mercimekte yüzde 67, nohutta yüzde 60, kuru fasulyede yüzde 47 daraldı. Bugün, kuru fasulyeyi, nohutu, bezelyeyi, mısırı, pamuğu mercimeği ABD'den alıyoruz. Bunun adı “teslimiyettir.” Bize neler yedirdikleri ayrı konu. GDO'lu soya cenneti ABD, yılda 2.3 milyon ton soya ithal ediyor ve her yiyeceğe koyuyor. -BİTTİ-


https://www.sozcu.com.tr/2018/gundem/acilen-ataturkun-yolunda-bagimsizligi-yaratmaliyiz-yoksa-hepimizi-oldurecekler-2178494/