30 Ocak 2018 Salı

"Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) – Kuvayı İnzibatiye (Anzavur Ahmet çetesi) ile benzeştirilebilir”

Sayı:2018/008
Konu: “Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) – Kuvayı İnzibatiyedir”                                                                        30 Ocak2018   
Kod: 32.011.159
BASIN AÇIKLAMASI
"Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) – Kuvayı İnzibatiye (Anzavur Ahmet çetesi) ile benzeştirilebilir”
"Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) terör örgütü değil, kendi vatanlarını savunan içinde her meşrepten her inançtan etnik kökenden bulunan insanın bulunduğu milli yapıdır. Tıpkı Kuvayı Milliye güçleri gibi sivil bir oluşumdur"  diyenlere yanıtımızdır.
Türk ulusuna uygulatılmaya çalışılan emperyalist bir işgal planına karşı yerel direnişin ve bölgesel milis (halk) birliklerinin ilk kıvılcımı olan Kuvayı Milliye vatan ve namus savunmasının adıdır.
 “El Nusra” artığı, dış güçlerin maşası, kendi vatanına, kendi ordusuna karşı savaşan "Özgür Suriye Ordusu (ÖSO)” ile Kuvayı Milliye'yi benzeştirmek tümüyle Kurtuluş ve kuruluşumuza, ulusumuza yapılmış itibarsızlaştırma ve hakarettir.
"Özgür Suriye Ordusu (ÖSO)'na, Türk kurtuluş savaşında bir benzeştirme yapılacaksa; Türk ulusu yokluk ve yoksulluk içinde, vatan, namus ve bağımsızlık mücadelesi vermeye çalışırken, İstanbul Hükümeti ve Padişah Vahdettin tarafından, İngiltere’nin desteği ile kurulmuş,  bir Hıyanet ve yıkım Ordusu olan Kuvayı İnzibatiye (Anzavur Ahmet çetesi) ile benzeştirilebilir.
Halkımızın bilgisine sunulur.

  
 YÖNETİM KURULU ADINA:                                            Mahmut ÖZYÜREK
ULUSAL EĞİTİM DERNEĞİ
ISPARTA ŞUBE BAŞKANI


29 Ocak 2018 Pazartesi

Fesli Deli Kadir'in hezeyanlarının yeri “milletin huzuru” değil tarihin çöplüğüdür.



Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, partisinin Kocaeli Gençlik Kolları İl Kongresi öncesi kendisini bekleyen vatandaşlara seslendi. Erdoğan, CHP'den Ege'deki adalara ilişkin yapılan eleştirilere yanıt veren Erdoğan, “Çünkü biliyorsunuz uluslararası camiaya eğer kendinizi anlatmazsınız, meydanda kazanırsınız, masada kaybedersiniz. Lozan'da öyle olmadı mı? Kılıçdaroğlu'na sorsan Lozan'da kazandığımızı söyler. Ondan sonra da adaların faturasını AK Partiye kesmeye kalkar. Adaları siz verdiniz siz. Sizin partinizin başında olanlar verdi. Tarihi dosyaları hazırlatıyorum ve Lozan da dâhil olmak üzere bunların önüne, milletin önüne bu belgelerle anlatacağız. Görecekler kim nerede neyi vermiş. Öyle yalanlarla, dolanlarla bu milleti aldatamazsınız"  buyurmuşlar. 27 Ocak 2018
Siyasal alanda yalnızca karşı devrimin değil, faşizmin kurumsallaşmaya yöneldiği bu günlerde geçmişte emperyalizmin devşirdiği sözde aydın, dinci gericilikten beslenen bir kesimin dile getirdiği bu ve benzeri “Cumhuriyet Tarihi Yalanları” bugün üzüntüyle belirtmek gerekir ki Türkiye Cumhuriyeti'ni ve Türk Milleti'nin birliğini temsil eden bir makam sahibi tarafından dile getirilmektedir.
Cumhuriyet Tarihini çarpıtarak, Çağdaş devrime ve Atatürk’e kurtuluş ve kuruluşumuzu sağlayan kadroya saldırarak siyaset yapmak, yalnızca bunu yapanların değil, aynı zamanda Türkiye cumhuriyetinin uluslararası alanda itibarsızlaştırılmasıdır.
1919 la başlayan Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş sürecini meşru olmayan yol ve yöntemlerle çarpıtmak, karalamak, itibarsız kılmak Mustafa Kemal Atatürk’ten intikam almak, Atatürk’le Türk halkının bağlarını koparmak Emperyalizmin ve işbirlikçilerinin önceliğidir. 1950’li yıllarda başlayan bu yeniden sömürgeleştirme süreci, günümüzde iktidar gücünü de yanına alarak pervasızca sürdürülmektedir. 
Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı,  ya kadrolu saray tarihçileri bilinçli ve kasıtlı olarak yanlış bilgilendiriyorlar, ya da Erdoğan siyasal alanda bazı kazanımlar elde etmek amacıyla doğruları dile getirmekten özellikle kaçınıyor. Her iki durumda gerçekten kaygı vericidir.  Ancak unutmamak gerekir ki tarih İktidar gücü ile yazılmaz. Yazılmış olsa bile, o tarih değildir ve  bir “utanç” belgesi olmak dışında değer ve anlam taşımaz.
  Bir Türkiye Cumhuriyeti yurttaşının Ulusal Bağımsızlığımızın, Ulusal birliğimizin, topraklarımızın “tapu senedi” Lozan’a saldırması için, ya tarih bilmemesi, Kurtuluş Savaşı öncesi ve sonrası koşulları analiz edememesi, ya Sevr Antlaşması’na bel bağlamış olması ya da akli melekelerden yoksun olması gerekir.  
Şimdi Gelelim Ege Adalarını Kimlerin - Kime Verdiğine
1.  II. Mahmut (1808 – 1839) Rusya`nın baskısıyla Eylül 1829`da imzalanan Edirne Antlaşmasını imzalamak zorunda kaldı. Bu antlaşmanın 10. Maddesine göre Yunanistan’ın özerkliği sağlanmıştır. Yine II. Mahmut döneminde 1830 Londra Antlaşması ile Yunanistan’ın bağımsızlığının resmen tanınmasını getirmiştir. Yunanistan’ın 1830’da bağımsızlığını kazanmasıyla Mora ve Attika Yarımadası’nın elden çıkmasına ek olarak; Eğriboz, Kuzey Sporat Adaları, Siklat Adaları da Türklerin elinden çıkmıştır.
2.  Sultan Mehmed Reşad (V. Mehmed) (1909 - 1918) Uşi Antlaşması (18 Ekim 1912): 1911 Eylül sonunda İtalya Trablusgarp'a saldırdı. Osmanlı hazırlıksız yakalandı. II. Abdülhamit döneminde donanmanın Haliç'te çürütülmesinden dolayı Osmanlı şimdi çok zor durumda kalmıştı. Osmanlı Donanması’nın zayıflığından yararlanan İtalya, 12 Adalar’a saldırıp işgal etti. İtalyan donanması Çanakkale'yi geçmeyi bile denedi, ancak başarısız oldu. 
İtalya'nın bu saldırılarından cesaret alan Balkan ülkeleri de Osmanlı'ya savaş ilan ettiler. Osmanlı Donanması’nın zayıflığı, Yunanistan'ın da iştahını kabarttı. Yunanistan, Averof zırhlısıyla Ege adalarını, özellikle Midilli'yi işgal etti. İki cepheden kuşatılan Osmanlı, İtalya ile Uşi Antlaşması'nı imzaladı. Bu antlaşma ile Osmanlı, 12 Ada'yı Balkan Savaşı sonuna kadar İtalya'ya bıraktı. Ancak kısa süre sonra başlayan I. Dünya Savaşı'nda Osmanlı ile İtalya'nın karşı karşıya gelmesiyle adalar İtalya'da kaldı. Böylece 12 Ada, fiilen 1912 ve 1914 yıllarında elden çıktı.
3.  Londra Antlaşması: (30 Mayıs 1913), Atina Antlaşması (14 Kasım 1913): Osmanlı Devleti, I. Balkan Savaşı sonunda çok ağır bir yenilgiye uğradı. Bulgar orduları Çatalca'ya kadar geldi. Edirne kaybedildi. İşte o günlerde Ege Adaları Yunanistan tarafından işgal edildi. Osmanlı, 12 Ada'nın ve Trablusgarp'ın işgaline karşı koyamadığı gibi, Ege Adaları’nın işgaline de karşı koyamadı, çünkü donanması yoktu. Balkan Savaşı'ndan sonraki Londra Antlaşması'na göre Ege Adaları’nın geleceğinin “büyük devletlerce” belirlenmesine karar verildi. Ayrıca Girit Adası Yunanistan'a bırakıldı. II. Balkan Savaşı sonundaki Atina Antlaşması'yla da Ege Adaları’nın geleceğinin yine “büyük devletlerce belirlenmesine” karar verildi.
4.  Büyükelçiler Konferansı (Şubat 1914): Ege Adaları Yunanistan'ın elindeydi ama Osmanlı Devleti, 22-23 Aralık 1913'te büyük devletlere, Anadolu kıyılarına yakın Midilli ve Sakız gibi adaları Yunanistan'a bırakmak istemediğini bildirdi. Ancak büyük devletler, buna karşı çıkınca Osmanlı geri adım attı. Sonuçta Londra'da Büyükelçiler Konferansı toplandı. Burada alınan kararlar 14 Şubat 1914'te Osmanlı'ya iletildi. Buna göre Meis Adası hariç 12 Ada İtalya'ya, İmroz (Gökçeada) ve Bozcaada dışındaki bütün Ege Adaları Yunanistan'a verildi. Osmanlı Devleti bu durumu kabul etmeyerek 15 Şubat 1914'te büyük devletlere bir nota gönderdi. Ancak bir sonuç alamadı. Bu sırada I. Dünya Savaşı'nın başlamasıyla Ege Adaları fiilen Yunanistan'da ve İtalya'da kaldı. Türkiye'nin elinde ise fiilen Gökçeada, Bozcaada ve Meis vardı.
5.  Sevr Antlaşması (10 Ağustos 1920): I. Dünya Savaşı'ndan sonra Türkiye'yi parçalayıp paylaşmak için Osmanlı'ya imzalatılan Sevr Antlaşması'nın 84. Maddesi’ne göre Türkiye, Gökçeada (İmroz), Bozcaada, Limni, Semadirek, Midilli, Sakız, Sisam, Nikarya gibi tüm adaları Londra, Atina ve Büyükelçiler Konferansı kararları doğrultusunda Yunanistan'a verecekti. Sevr Antlaşması'nın 122. Maddesi’ne göre Türkiye, İtalyan işgali altında bulunan Stampalia, Rodos, Herkit, Kerpe, Kaşot, Piskopis, İncirli, Kalimnos, Loryos, Patnos, Limpos, Sümbeki, İstanköy adaları ile bunlara bağlı adacıklar ve Kastellorizo Adası üzerindeki bütün haklarından, sıfatlarından vazgeçecekti.
Bu anlaşmalar Ege Adaları ve 12 Ada'nın neredeyse tamamının, 1923 yılındaki Lozan Antlaşması'ndan yaklaşık 10 yıl önce kaybedildiğinin resmi belgeleridir. Ege Adaları, 12 Ada 1912, 1913, 1914 yıllarında fiilen zaten kaybedilmişti. Sevr Antlaşması'na göre tüm Ege adaları Yunanistan'a, 12 Ada ise İtalya'ya bırakılıyordu.  Tarihe “Fesli Deli Kadir” gözüyle bakmayan, ortalama zekâ seviyesindeki hemen herkes 1923 ten önce Ege Adalarının tümünün elden çıkmış olduğunu anlayabilir. Ancak Sevr’i geçersiz kılan Türk Kurtuluş Savaşının başarıyla tamamlanmış olması Lozan da Ege Adalarının bir kez daha müzakere konusu olmasını sağlamıştır.
6.  Lozan Antlaşması(Lozan, 24 Temmuz 1923 )Lozan Görüşmelerinin beşinci gününde Ege Adaları, Birleşik Krallık delegesi Lord Curzon’un başkanlığında görüşülmeye başlanmıştır. TBMM’yi temsilen giden heyetin başındaki İsmet Paşa Türkiye’ye bırakılması istenen adaları sıralamıştır. Bu adalar arasında Gökçeada ve Bozcaada da bulunmaktadır. Ancak adalara özerklik teklifinde dahi bulunulmasına karşın Gökçeada, Bozcaada ve Meis dışındaki tüm adaların Yunanistan’a bırakıldığı ısrarla belirtilmiştir. Daha sonra görüşmelere ara verilmiş ve 23 Nisan 1923’te Eşek Adası’nın Türkiye’ye bırakıldığı kabul edilmişti. Meis Adası ise Türkiye’ye verilmedi. Yine anlaşma sağlanamadı ve görüşmeler kesildi. Sonunda 24 Temmuz 1923’te Lozan Barış Antlaşması imzalandı. Antlaşmaya göre Gökçeada, Bozcaada, Tavşan Adası, Eşek Adası gibi adalar alınabilmişti. Ayrıca Anadolu sahillerine üç milden az uzaklıkta bulunan adalar ve adacıklar da Türkiye’ye verilmişti.
Ege Adaları’nın hukuki yorumu ise burada başlıyor. Lozan’da Yunanistan’a ve Türkiye’ye verilen adalar dışında bir de egemenliği hukuksal olarak belirtilmemiş adalar-adacıklar bulunuyor. Bütün bu savaşlar öncesinde Ege Adaları Türklerin kontrolünde olduğu için ve de Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı’nın mirasçısı ve hukuki devamı olduğu için adalarda hukuken hak iddia edebiliyoruz. Yunanistan’a antlaşmalarla verilen adalar belli ise geriye kalan tüm adaların Türkiye’ye ait olması kadar doğal bir şey yoktur. Burada Türkiye Cumhuriyeti’nin Osmanlı’nın devamı ya da mirasçısı olmadığını düşünenler olabilir. Oysaki Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı’dan kalan borçların kendi üzerine düşen kadarını ödeyip reddi miras yapmayarak hukuki olarak Osmanlı’nın devamı ve mirasçısı olduğunu zaten kabul etmiştir. Dolayısıyla Ege’de hukuksal konumu belirlenmemiş her ada ve adacık Türkiye Cumhuriyeti’nin vatan toprağıdır.
Yunanistan tarafından işgal edilen ada ve adacıklar;
 Koyun Adası 17,4 km2, Eşek Adası’nın 14,5 km2, Fornoz adası 10 km2’, Nergizcik Adası. 6.6 km2, Hurşit Adası, Bulamaç Adası, Kalolimnoz Adası, Keçi Adası, Sakarcılar Adası, Koçbaba Adası, Ardacık Adası ve bu yıl işgal edilen Ardıççık Adası. Bir de Girit çevresinde hukuki statüsü belirlenmediği için Türk toprağı sayılan adalar var: Gavdos, Dhia, Gaidhouronisi, Koufonisi ve Dionisades Adası.
İstanbul’un hemen yakınındaki Büyükada’nın yüzölçümü 5,4 km2 olduğu düşünülürse işgal edilen adaların toprak büyüklükleri hakkında bir yargıya varabiliriz.
 2004 yılından itibaren Türkiye'nin vatan toprakları Yunanistan tarafından adım adım işgal edilmiştir. Bugün Türkiye'ye ait 18 ada ve bir kayalığa Yunan bayrağı çekilmiş, Yunan askeri, adalarda konuşlanmıştır. 
Doğu Ege Adalarının aidiyeti ve silahsızlandırılmış statülerine ilişkin temel belgeler 1923 Lozan ve 1947 Paris Barış Anlaşmalarıdır. Aidiyet ve silahsızlandırma konusunda Lozan Barış Anlaşması’nın 6. 12. 15. ve 16. maddeleri, Paris Barış Anlaşması’nın da 14 maddesi ayrıntılı hükümler içermektedir.
Bu adaların “Türkiye Cumhuriyetinin egemenlik alanı içinde” olduğu uluslararası kabul görmüş bir olgudur. Adaların Türkiye’ye ait olduğu 20. yüzyılın İngiliz ve Amerikan haritalarında da belirtilmiştir. Ayrıca Lozan Barış Antlaşması’nın 15. maddesinde sözü edilen 2 numaralı haritada da adaların Türk hâkimiyetinde olduğu altı siyahla çizilerek gösterilmiştir. (Harita – 1) Söz konusu haritada Yunan ve İtalyan Adaları da altı kırmızı ile çizilerek gösterilmiştir. Yine 1943 yılına ait İngiliz haritasında, 1951 yılına ait Amerikan haritasında da adalar Türk toprağı olarak gösterilmiştir. Hal böyle iken daha fazla kanıta ihtiyaç var mıdır?
Peki, Türk Hükümetleri adaların işgaline neden ses çıkarmadı? Her gün “Suriye bizim iç işimiz” diyen bir hükümet, Yunanistan’ın adalarımızı işgalini iç işi olarak görmüyor mu?
Bu sorunun yanıtını Emekli Albay Ümit Yalım veriyor.
Gizli mutabakat yapıldı
"İşgal 2004'te başladı, bunun AB'den müzakere tarihi alabilmek için verilen bir taviz olduğu söyleniyor" diyor ve ekliyor “Bu gizli bir mutabakat. Kayıtları var mı bilmem. 2006'dan itibaren Türkiye ile Yunanistan arasında istikşafi görüşmeler başladı. Bu görüşmeler maalesef gizli olarak, Türkiye'den üç diplomat, Yunanistan'dan da iki diplomat ve bir amiral tarafından yürütüldü. Kamuoyuna bilgi verilmedi. Sadece Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Genelkurmay Başkanı'nın bilgisi vardı. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin bir personeli olarak benim de haberim yoktu, ta ki 2008'deki bir hava sahası ihlaline kadar.”
 Yalım devamla; “Binali Yıldırım, Başbakan olunca gördük ki, kendi seçim bölgesi olan Koyun Adası'na pasaportla girmiş! Koyun Adası, İzmir'e bağlı. Türkiye Başbakanı vatan toprağına pasaportla giriyor, hem de Yunan gümrüğünden geçerek! Daha da vahim bir şey var. Yıldırım, teknedeki Türk Bayrağı'nı rulo yaparak saklıyor ve tekneye Yunan Bayrağı çekiyor! Bu şekilde 3 kere gitti Koyun Adası'na. Milletin gözüne bakarak “Tek bayrak” diyen Başbakan, Yunan Bayrağı ile vatan toprağına gidiyor. Demokrasi ile yönetilen ülkelerde savcıların bu işin peşine düşmesi lazım.”
Söz konusu adaların bizde olması demek adaların karasularının 3 mil olduğu düşünüldüğünde karasularımızın artması, Ege’de etkinliğimizin artması demektir. Ayrıca her adanın kendine ait ekonomik münhasır bölgesi de bulunmaktadır. Bu da o adaların etrafındaki ve üzerindeki doğal zenginliklerin bize ait olduğunu göstermektedir. Bilindiği üzere Ege’de ve özellikle Girit çevresinde petrol ve doğalgaz yatakları olduğu düşünülmektedir. Hatta Girit çevresinde çalışmalar başlamıştır. Adalarımızın işgaline göz yumarak bu fırsatları da geri tepmiş oluyoruz.
Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan girişte verdiğimiz ve bu yazıya konu olan konuşmasında Tarihi dosyaları hazırlatıyorum ve Lozan da dâhil olmak üzere bunların önüne, milletin önüne bu belgelerle anlatacağız” diyor. Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’a anımsatalım. Tarihi belgelerin hepsi tüm açıklığı ile ortada. Şayet Erdoğan bu belgeleri, “hocam” diyerek sarayda ağırladığı, “Keşke Yunan galip gelseydi. Ne Hilafet yıkılırdı, ne Şeriat kaldırılırdı, ne Medrese lağvedilirdi, ne hocalar asılırdı, hiçbiri olmazdı” diyen, Kuvayı millîye düşmanı ve işgalci emperyalistlerin yandaşı Kadir Mısıroğlu’na hazırlatacaksa bu dosya bir hezeyanlar yığını olmaktan öte bir anlam taşımaz ve yeri “milletin huzuru” değil tarihin çöplüğüdür.
28 Ocak 2018
Mahmut ÖZYÜREK












25 Ocak 2018 Perşembe

TARİHSEL VE KÜLTÜREL VARLIKLARIMIZI OSMANLI YAĞMALATTI/ Yılmaz DİKBAŞ

Türkiye’nin Asya kıtasında yer alan kısmına Anadolu adı verilmiştir.
İsa’dan önce, M.Ö 2.000 yılından günümüze kadar Anadolu’da başlıca şu büyük devletler kurulmuştur:
Hititler, Frigyalılar (Frigler), İyonyalılar (İyonlar), Lidyalılar, Urartular, Sümerler, Akadlar, Babiller, Asurlular, Persler, Karyalılar, Likyalılar, İskender İmparatorluğu, Doğu Romalılar, Bizanslılar, Büyük Selçuklu Devleti, Anadolu Selçuklu Devleti, Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti.

Değerli Dostlar,

Yukarıda adlarını saydığım devletlerin tarihi, bugün Anadolu’da yaşayan Türklerin tarihidir.
Günümüz Türkleri geçmişlerin öğrenmek istiyorlarsa, tarihlerini çok iyi bilmelidirler.
Yukarıda adlarını saydığım devletlerden kalma, yeraltı ve yeryüzündeki tüm zenginlikler, maddi değerler yanında tarihsel ve sanatsal yapıtların tümü, Türklere bırakılmış mirastır.
Anadolu topraklarında yer alan bütün yapıtlar Türklere aittir, bizlere aittir.

Değerli Dostlar,

1300’lü yıllarda Avrupa’da, daha önce hiç görülmemiş boyutta değişimler, yenilikler yaşandı. İtalya’da başlayıp önce İngiltere, Portekiz ve Hollanda gibi büyük ülkelere, daha sonra tüm Avrupa’ya yayılan bu büyük değişime Rönesans, yani Yeniden Doğuş adı verildi.
Rönesans döneminde; bilimde, sanatta, tarihte, edebiyatta, felsefede, insan sevgisinde (hümanizm) ve kültür alanında çok büyük ve önemli yenilikler, buluşlar ve atılımlar yaşandı.
Osmanlı padişahlarının Avrupa’daki Rönesans’tan haberi olmadı!
Osmanlı medreselerindeki “müderris” adı verilen hocaların da Rönesans ile ilgili hiç bilgileri olmadı!
Tamamına yakını okuma yazma bilmeyen okulsuz ve eğitimsiz bırakılmış yoksul Anadolu Türkleri de Rönesans’ın ne olduğunu hiç bilemediler!
Yaklaşık 600 yıl süren Osmanlı döneminde Anadolu’da, Rönesans, yani bir Yeniden Doğuş yaşanmadı!
Anadolu Türkleri yeniden doğuş, uyanış ve bilinçlenme için Büyük Devrimci Mustafa Kemal Atatürk’ü ve onun başlattığı Cumhuriyet dönemini bekledi.

Değerli Dostlar,

Osmanlı, Anadolu topraklarında kurulmuş eski uygarlıkların geride bıraktığı mirası sahiplenmedi!
Osmanlı, 1071 yılı öncesinde Anadolu’da üretilmiş eserleri “bizden” saymadı! Başta kiliseler olmak üzere, farklı inançların tapınaklarının çoğunu ya yıktı ya da eklemelerle camiye çevirdi. Ve bunlar dışındaki arkeolojik ve mimari değerlerle ilgilenmeye hiç gerek duymadı.
Osmanlı, Anadolu’daki tarihi mirasına sahip çıkmayınca, bu topraklarda yeşeren uygarlıkların ürettiği eserleri büyük bir iştahla yağmalamaya hazır yabancılara kapıyı açmış oldu.
Osmanlı, yağmacılara kapıyı açmakla da kalmadı; bazı padişahlar, sadrazamlar, vezirler, valiler ve komutanlar yabancı yağmacılara yardımcı oldular!

Aydın ili, Söke ilçesi Balat köyünde ilk arkeolojik kazılar 1896 yılında Almanlar tarafından yapıldı. Eski adı Miletos, günümüzdeki adı Milet olan yerde yapılan kazılarda ortaya çıkarılan çok değerli eserleri Sultan 2. Abdülhamit, Almanlara hediye etti!
Sultan Abdülhamit, Avrupa tarihini bilmiyordu.
Sultan Abdülhamit, Anadolu tarihini de hiç bilmiyordu.
Sultan Abdülhamit, tarih bilgisine ve bilincine sahip değildi.

1885 yılında, yine Sultan 2. Abdülhamit döneminde, Avusturyalılar Efes’te kazılara başladılar. Çıkardıkları çok sayıda ve çok değerli eserleri ülkelerine götürdüler ve Viyana’da Efes Müzesi’ni kurdular.

1912–1914 yılları arasında, yani Osmanlı padişahı Sultan Reşat döneminde, İngilizler de Karkamış eserlerini Londra’daki Britanya Müzesi’ne taşıdılar.

Osmanlı, Birinci Dünya Savaşı’na Almanlarla beraber olarak girdi ve savaştan yenik çıktı. Galip devletler; İngiltere, Fransa, İtalya ve Yunanistan Anadolu’ya asker çıkardılar, işgallere başladılar.
16 Mart 1920 günü İngilizler İstanbul’u işgal ettiler.
1922 yılında başbakan olacak, 1922–1923 yıllarında Lozan görüşmelerinde İngiliz heyetine başkanlık yapacak Lord Curzon, İngiliz askerlerinin İstanbul’u işgal ettikleri gün, İngiliz hükümetinin gizli oturumunda, Anadolu ile ilgili aldıkları kararları şöyle açıklıyordu:

“Paris’ten arkeoloji uzmanları getirilerek Anadolu’daki bütün tarihi eserlere kıymet konulacaktır. Kıymet tespit heyeti şu kişilerden oluşmuştur: İngiltere adına Kumandan Hogarth, Fransa adına Prof. Cagnat, İtalya adına Sinyor Parabeni, Amerika adına ise Mr. Butler. Tarihi ve sanat değeri olan mallar alınıp götürülecektir.”

Çok açıkça görülmektedir ki, Büyük Devrimci Mustafa Kemal önderliğinde gerçekleştirilen kurtuluş savaşı eğer başarıya ulaşmasaydı, Anadolu’nun tarihi ve kültürel zenginlikleri bu dört emperyalist ülke; İngiltere, Fransa, İtalya ve Amerika Birleşik Devletleri tarafından yağmalanarak kendi ülkelerine taşınacaktı.

Anadolu’daki en çok ve en değerli tarihi ve kültürel değerlerimizi yağmalayanların başında Almanlar gelmektedir.
Evet, Almanlar yağmaladılar ancak “çaldılar” diyemeyiz! Çünkü tüm yağmalamayı Osmanlı yetkililerinin gözleri önünde, onların sözlü ve yazılı izinleriyle yaptılar.
Almanların Anadolu’da görevlendirdiği en ünlü yağmacı, Carl Humann’dır. Bu kişi arkeolog değil, inşaat mühendisiydi, kazma işinde uzmandı.
Carl Humann, Alman İmparatoru’nun Sultan 2. Abdülhamit üzerindeki etkisini kullanarak 1884 yılında kazılara başladı.
Carl Humann, Anadolu’nun her yanında yaptığı kazılarda ortaya çıkardığı binlerce tonluk tarihi ve kültürel eseri, yüzlerce sandığa yerleştirip Osmanlı yetkililerin gözleri önünde gemilere yükleyerek Almanya’ya kaçırdı.
Carl Humann, 12 Nisan 1896 günü, 57 yaşındayken, İzmir’de öldü. İzmir’deki bir kilisenin bahçesine gömüldü.
Bakın, sonra ne oldu.
Türkiye’de 14 Mayıs 1950 tarihinde yapılan milletvekili genel seçimlerini Demokrat Parti kazandı, Celal Bayar cumhurbaşkanı, Adnan Menderes da başbakan oldu.
1950’lerin ortalarında Alman başbakanı Ankara’ya geldi. Başbakan Adnan Menderes’ten, Carl Humann’ın Bergama’ya taşıtılmasını rica etti. Bergama, Car Humann’ın en çok tarihi ve kültürel eserleri yağmalamış olduğu bölgeydi.
Başbakan Adnan Menderes emir verdi, Carl Humann’ın mezarı Bergama’ya taşıtılarak Zeus Sumağı’na gömüldü!
Başbakan Adnan Menderes, Anadolu’nun tarihsel ve kültürel çok değerli eserlerini yağmalamış olan bir Alman mühendisini ödüllendiriyor, akıl almaz bir biçimde onurlandırıyordu!
Başbakan Adnan Menderes, tarih bilgisinden ve tarih bilincinden yoksundu!
Başbakan Adnan Menderes tıpkı Osmanlı sadrazamları gibi, Anadolu’nun tarihsel ve kültürel değerlerini sanki bir yağmayla elde etmiş gibi, bir başka yağmacıya hediye ediyordu!

Anadolu’daki tarihi ve kültürel eserlerimizi yağmalayanlardan ilk İngiliz, Charles Fellows’dur.
Charles Fellows, yağmaladığı eserleri topluca gemilere yükleyip İngiltere’ye götürdü. Yağmaladığı eserler arasında öylesine değerli olanlar vardı ki, İngiltere Kraliçesi Victoria, Charles Fellows’u “Sir” unvanıyla ödüllendirdi.
Charles Fellows, tarihi eserlerimizi yağmalamak üzere yola çıktığında, Rodos Limanı’nda Osmanlı paşası tarafından 17 pare top atışıyla selamlanmıştı.
Rodos’ta kazılar yapmak için Charle Fellows’a verdiği izin belgesinde Rodos Paşası Hacı Ali Paşa şunları yazmıştı:
“ İngiltere Kraliçesi ve Padişah uygun gördü ve mademki kardeşiz, dostuz bu nedenle ne istiyorsanız alabilirsiniz.”

Charles Fellows, içine yağmaladığı tarihi ve sanatsal eserleri koyduğu sandıkları, Türk köylülerinin yardımıyla gemilere yükletmişti

Anadolu’daki tarihi ve kültürel eserlerimiz en çok şu üç padişah döneminde yağmalanmıştır: Abdülmecit, Abdülaziz ve 2. Abdülhamit.
Bu Osmanlı padişahlarından yaklaşık yüz yıl sonra, Türkiye’nin yer altı ve yer üstü madenlerinin, fabrikalarının, işletmelerinin, bankalarının, limanlarının ve tarım topraklarının, kendilerini “Osmanlı’nın Torunları” olarak adlandıranlar tarafından “özelleştirme” adı altında yabancılara peşkeş çekmiş olması bir rastlantı olabilir mi?

Amerikalılar, Anadolu’nun tarihi ve kültürel eserlerini yağmalamaya Avrupalılardan daha geç başladılar. Yağmalamada başka yöntemler uyguladılar.
Bu yöntemlerden birisi; tüccar, emekli asker ve gözükara adamlarını konsolos olarak tayin edip onlar aracılığıyla tarihi eserleri toplamaktı. Çanakkale’de, Manisa’da ve Kıbrıs’ta bu yöntemi uyguladılar. Ayrıca bol para vererek eser toplamada hiçbir sınır tanımıyorlar, kazı alanına devlet adına gönderilen denetçiler, çıkan eserleri el altından kazı heyetine satmayı teklif ettiğinde memnuniyetle kabul ediyorlardı.

Değerli Dostlar,

Anadolu topraklarının kimler tarafından kazıldığını, kimler tarafından yağmalandığını ayrıntılarıyla ve belgeleriyle okuyup öğrenmek istiyorsanız, sizlere şu kitabı öneririm:

Yaşar Yılmaz, “Anadolu’nun Gözyaşları-Yutdışına Götürülmüş Tarihi Eserlerimiz”, Yem Yayın, İstanbul, Haziran 2015

Değerli Dostlar,

Anadolu’da tarihi kazı yapanların tamamına yakınını yabancılar oluşturmuştur.
Ve bu durum bugün için de aynıdır.
Bizim üniversitelerimizden Türk arkeolog yetişmiyor mu?
Bu soruyu sorduğumuzda, “Toprak altındaki eserler insanlığın ortak mirasıdır” propagandasını yapıyorlar.
Peki, yabancıların topraklarından Türklerin de kazı yapmasına izin veriyorlar mı?
Anadolu toprağının altındaki de üstündeki de tüm tarihi ve kültürel eserler, insanlığın ortak mirası değildir! Sadece ve sadece Türklerin mirasıdır!
Eğer günümüz Türk arkeologlar bu tür kazıları yapmakta henüz deneyimli değilse, hazır değilse, bekleriz, ne zaman deneyim kazanırlarsa biz de o zaman kazmaya başlarız.
Binlerce yıldır Anadolu toprağının altında bekleyen eserler, varsın biraz daha beklesin. Torunlarımız bu konuda daha bilinçli olacak daha cesur, daha onurlu, daha bilinçli ve kişilikli bir duruş sergileyeceklerdir.

Anadolu toprağının yabancılar tarafından kazılmasına izin verenlere vatansever diyebilir misiniz?

Yılmaz Dikbaş
24 Ocak 2018, Çarşamba
dikbas@kalinka.com.tr

0532 233 31 52