Atatürk'ün 1 Kasım 1937 Meclis Açış Konuşması Nasıl Cımbızlandı
Öncelikle
peşinen söyleyeyim ki: bu yazıda amacım bazılarının yaptığı gibi elime
bir "iman ölçer!" alıp Atatürk'ün imanını ölçmek değildir. Ayrıca bu
kimsenin haddine de değildir. Atatürk yapıp ettikleriyle her
şeyden önce Türk insanının canını, namusunu, vatanını kurtarmıştır. Bu
ona minnet duymak için yeter de artar bile. Benim bu yazıdaki amacım çokça çarpıtılan bir konuyu açıklığa kavuşturmaktır.
Son zamanlarda sözüm ona “Atatürk’ün dinsizliğine” en büyük kanıt olarak onun 1 Kasım 1937 tarihli Meclis açış konuşmasının sonundaki “Gökten indiği sanılan kitapların dogmaları!”
sözü gösterilmektedir. Atatürk’ün sürekli istismar edilen ve çokça
çarpıtılan bu sözünü açıklamanın zamanı geldi de geçiyor bile:
Öncelikle Atatürk’ün o sözünü –Atatürk’ü dinsiz göstermek isteyenlerin yaptığı gibi cımbızlamadan- öncesiyle sonrasıyla ortaya koyalım:
İşte Youtube’da yayınlanan “o videoda” yer almayan bölümleriyle Atatürk’ün 1 Kasım 1937 tarihli Meclis açış konuşmasındaki o kısım:
“Aziz milletvekilleri,
Dünyaca bilinmektedir ki, bizim devlet yönetimimizdeki ana programımız, Cumhuriyet Halk Partisi programıdır. Bunun kapsadığı prensipler, yönetimde ve politikada bizi aydınlatıcı ana çizgilerdir. Fakat bu prensipleri, gökten indiği sanılan kitapların doğmalarıyla asla bir tutmamalıdır. Biz, ilhamlarımızı, gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya yaşamdan almış bulunuyoruz.(Alkışlar)
Bizim yolumuzu çizen, içinde yaşadığımız yurt; bağrından çıktığımız Türk ulusu ve bir de, uluslar tarihinin bin bir acıklı olay ve sıkıntı ile dolu yapraklarından çıkardığımız sonuçlardır.
Elimizdeki programın ruhu, bizi sadece bir kısım vatandaşlarla ilgilenmekten engeller, biz bütün Türk ulusuna hizmet ederiz. Geçen yıl içinde, parti ile hükümet kuruluşunu birleştirmekle vatandaşlar arasında ayrılık tanımadığımızı fiilen göstermiş olduk. (Var ol sesleri) Bu olayın bizim, devlet yönetiminde kabul ettiğimiz, ‘Kuvvet birdir ve o ulusundur’ gerçeğine uygun olduğu ortadadır.(Alkışlar) Gücün tek kaynağı olan Türk Milletinin seçkin vekillerini, büyük mutlulukla, eğilerek selamlarım.(Bravo, yaşa sesleri, şiddetli ve sürekli alkışlar)” (Millet Meclisi Tutanak Dergisi D. V, C. 20, Sa. 3, 1 Kasım 1937).
Öncelikle Atatürk’ün o sözünü –Atatürk’ü dinsiz göstermek isteyenlerin yaptığı gibi cımbızlamadan- öncesiyle sonrasıyla ortaya koyalım:
İşte Youtube’da yayınlanan “o videoda” yer almayan bölümleriyle Atatürk’ün 1 Kasım 1937 tarihli Meclis açış konuşmasındaki o kısım:
“Aziz milletvekilleri,
Dünyaca bilinmektedir ki, bizim devlet yönetimimizdeki ana programımız, Cumhuriyet Halk Partisi programıdır. Bunun kapsadığı prensipler, yönetimde ve politikada bizi aydınlatıcı ana çizgilerdir. Fakat bu prensipleri, gökten indiği sanılan kitapların doğmalarıyla asla bir tutmamalıdır. Biz, ilhamlarımızı, gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya yaşamdan almış bulunuyoruz.(Alkışlar)
Bizim yolumuzu çizen, içinde yaşadığımız yurt; bağrından çıktığımız Türk ulusu ve bir de, uluslar tarihinin bin bir acıklı olay ve sıkıntı ile dolu yapraklarından çıkardığımız sonuçlardır.
Elimizdeki programın ruhu, bizi sadece bir kısım vatandaşlarla ilgilenmekten engeller, biz bütün Türk ulusuna hizmet ederiz. Geçen yıl içinde, parti ile hükümet kuruluşunu birleştirmekle vatandaşlar arasında ayrılık tanımadığımızı fiilen göstermiş olduk. (Var ol sesleri) Bu olayın bizim, devlet yönetiminde kabul ettiğimiz, ‘Kuvvet birdir ve o ulusundur’ gerçeğine uygun olduğu ortadadır.(Alkışlar) Gücün tek kaynağı olan Türk Milletinin seçkin vekillerini, büyük mutlulukla, eğilerek selamlarım.(Bravo, yaşa sesleri, şiddetli ve sürekli alkışlar)” (Millet Meclisi Tutanak Dergisi D. V, C. 20, Sa. 3, 1 Kasım 1937).
1 Kasım 1937-Atatürk Meclis'te
O Sözler, "CHP Prensiplerinin Hayattan Alındığı" Vurgusunu Güçlendirmek İçin Söylendi
Her şeyden önce Atatürk -tamamını buraya
sığdıramayacağım için koymadığım- 1937’deki bu Meclis açış konuşmasında
daha önceki Meclis açış konuşmalarında olduğu gibi Türk milletinin
yükselmesi, ilerlemesi, refahı, mutluluğu için neler yapılacağını
açıklamıştır. Ağır sanayinin kurulmasından, madenlerin işletilmesine,
demiryollarından, kültür sanat politikalarına kadar Türk milletinin
kalkınmasını sağlayacak birçok farklı alanda yapılanları ve
yapılacakları sıralamıştır. Bütün bunları dönemin hükümetinin, CHP’nin
yapacağını ifade etmiştir. Daha sonra “Dünyaca bilinmektedir
ki, bizim devlet yönetimimizdeki ana programımız, Cumhuriyet Halk
Partisi programıdır. Bunun kapsadığı prensipler, yönetimde ve politikada
bizi aydınlatıcı ana çizgilerdir.” demiş ve bu prensiplerin, yani CHP’nin ilkelerinin (6 ilke) zamana göre değişebilirliğini çok etkili bir şekilde vurgulamak için de “Fakat
bu prensipleri, gökten indiği sanılan kitapların doğmalarıyla asla bir
tutmamalıdır. Biz, ilhamlarımızı, gökten ve gaipten değil, doğrudan
doğruya yaşamdan almış bulunuyoruz” demiştir. Böylece
Atatürk CHP’nin prensiplerinin (ilkelerinin) dogma (donmuş, kalıplaşmış,
değişmez) olmadığını, bu prensiplerin hayattan alındığı belirtmiştir.
Yani Atatürk, “gökten indiği sanılan dogmalar” sözünü
kutsal kitapları aşağılamak amacıyla değil, CHP’nin prensiplerinin
hayattan alındığını, dolayısıyla dinamik prensipler olduğunu çok güçlü bir şekilde ifade etmek
için söylemiştir. Bu söylem tarzı (teşbih/benzetme) Atatürk’ün sıkça
başvurduğu yöntemlerden biridir. Atatürk konuşmalarında özellikle öne
çıkarmak, altını çizmek istediği noktaları böyle dikkat çekici, sarsıcı benzetmelerle, karşılaştırmalarla
belirginleştirmiştir. Burada da CHP’nin prensiplerinin hayattan
alındığını, bu prensiplerin değişebilirliğini, zamana uygunluğunu,
dinamikliğini vurgulamak için çok radikal bir şekilde bu prensipleri
kutsal kitaplardaki hükümlerle karşılaştırmıştır. Ancak Atatürk bu
karşılaştırmayı yaparken –hep iddia edildiği gibi- asla dinlere, kutsal
kitaplara hakaret etmemiştir.Burada kutsal kitapları yanlış
anlayan din bezirganlarına üstü kapalı bir gönderme yapmış, onların
yanlış kutsal kitap algılarını "sanmak" diyerek eleştirmiştir. Çünkü
Atatürk, kitapların gökten indiğini "sananlardan" değildir, O kitapların
"gökten" inmediğini çok iyi bilmektedir!
Atatürk'ün "Vatan ve Türk Ulusu" Vurgusu Görmezden Geliniyor
Çok daha önemlisi Atatürk,
Atatürk karşıtı psikolojik savaşçıların cımbızladıkları "o sözlerinden"
hemen sonra çok çarpıcı bir şekilde, yolunu çizen şeyin vatanı, Türk
milleti ve tarihten aldığı dersler olduğunu belirterek ayrım yapmadan
bütün Türk ulusuna hizmet etecekelerini şöyle ifade etmiştir: "Bizim
yolumuzu çizen, içinde yaşadığımız yurt; bağrından çıktığımız Türk
ulusu ve bir de, uluslar tarihinin bin bir acıklı olay ve sıkıntı ile
dolu yapraklarından çıkardığımız sonuçlardır. Elimizdeki
programın ruhu, bizi sadece bir kısım vatandaşlarla ilgilenmekten
engeller, biz bütün Türk ulusuna hizmet ederiz. Geçen yıl içinde, parti
ile hükümet kuruluşunu birleştirmekle vatandaşlar arasında ayrılık
tanımadığımızı fiilen göstermiş olduk. (Var ol sesleri) Bu olayın bizim,
devlet yönetiminde kabul ettiğimiz, ‘Kuvvet birdir ve o ulusundur’
gerçeğine uygun olduğu ortadadır.(Alkışlar) Gücün tek kaynağı olan Türk
Milletinin seçkin vekillerini, büyük mutlulukla, eğilerek selamlarım." Görüldüğü gibi Atatürk, kendisini din düşmanı olarak göstermek isteyen "cımbızcıların" görmezden geldikleri bu sözleriyle "gücün tek yaknağının Türk milleti olduğunu ve Türk milletine hizmet ettiklerini" ifade etmiştir. Önemli olan da bu değil midir? Aslında 1937 Meclis konuşmasının en can alıcı noktası "gökten indiği sanılan kitapların dogmaları" sözü değil, ondan hemen sonra gelen "Bağrından çıktığımız yurt (VATAN) ve TÜRK ULUSU" vurgusur.
Atatürk'ün, "Gökten İndiği Sanılan Kitapların Dogmaları" Sözünün Şifresi
Sırayla gidelim:
1."Gökten indiği sanılan kitapların dogmaları” ifadesi İslam dinine saygısızlık değildir: Açıkça görüldüğü gibi Atatürk burada hangi kitaptan, hangi dinden söz ettiğini belirtmemiştir. İslam dini veya Kuran ifadesini kullanmamıştır. Genel olarak "kitaplar" ifadesini kullanmıştır. Dolayısıyla burada İslam dinine ve onun kutsal kitabı Kuran’a bir hakaret söz konusu değildir.
2. “Gökten indiği sanılan kitaplar” ifadesinde ilahi dinlere hakaret yoktur: Şöyle ki: Evet!
Burada bir eleştiri vardır, ancak bu eleştiri kutsal kitaplara değil,
kitapların "gökten indiği sanrısına" yönelik bir eleştiridir. Çünkü ilahi dinlerin (Tanrısal kaynaklı-kitaplı dinlerin) kutsal kitapları "gökten inmemiştir". Hele hele son İslam dininin “gökten indiğini iddia etmek” abesle iştigal olur. Çünkü Kuran’ın gökten indiğini iddia etmek her şeyden önce Allah’ı gökte sanmak olur ki
bu büyük bir yanılgıdır. İslam'da Allah mekan ve zaman üstüdür. Belli
ki İslamın Semavi (göksel) din, Kuran’ın Semavi (göksel) kitap olduğu
şeklindeki genel kabulden hareket edenler, yüzeysel bir bakışla,
Kuran’ın gökten yere indiğini düşünmektedirler. Aslında gökteki
bir tanrı inancı Hem İslama inananların hem de ona inanmayanların ortak
bilinç altıdır. Oysa ki, İslama göre ne gökte bir tanrı vardır, ne İslam
semavi bir dindir, ne de Kuran gökten inen bir kitaptır. Burada “inmek”
sözüyle kastedilen “boyutsal” bir durumdur. İslami kaynaklara göre
Kuran İslam peygamberi Hz. Muhammed’e vahiy şeklinde “ilham” edilmiştir,
indirilmiştir, ama "gökten" indirilmemiştir. Kuran’da geçen “İnme” sözcüğünün Arapçası “Nüzul”dur ki, “Nüzul”(İnme) çok farklı anlamlarda kulanılmıştır, kullanılabilir. Bir kaç örnek vermek gerekirse: Örneğin “Nüzul” sözcüğünün kökü “NZL"dir. Buradan hareketle örneğin, “teNZiLat” indirimdir, ama “gökten indirim değil”, fiyatlarda indirimdir! “NeZLe” “sinüslerdeki akıntının akciğerlere inmesi” olayıdır. Burda "sinüs akıntısının gökten inmesi" değildir kuşkusuz! Hatta birde “inme” vardır, yani “felç”. Bilindiği gibi felç de gökten inmemiştir! Örnekleri çoğaltmak mümkündür. Aslında bizzat İslam dininin ana kaynağı Kuran’da, Kuran’ın indiği ancak gökten inmediği açıkça ifade edilmiştir. Şöyle ki. Kuran’da (39-Zümer-1)’de “Tenzîlul kitâbi minallâhil azîzil hakîm(hakîmi)”. (نزِيلُ الْكِتَابِ مِنَ اللَّهِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ ) yani “Bu kitabın indirilişi aziz ve hakim olan Allah’tandır”.
Elmalılı Hamdi Yazır başta olmak üzere bütün Kuran tercümelerinde bu
ayet burada verdiğim meale yakın bir şekilde çevrilmiştir. Hiçbir
tercüme de “gökten indirildi” ifadesi yoktur. Daha doğrusu “gök” “gökyüzü” ifadesi yoktur. Görüldüğü
gibi Atatürk çok haklıdır. Gerçekten de kutsal kitapların, özellikle
Kuran’ın gökten indirildiği hakikaten de bir “sanrıdır”. Demek
ki, asıl dine hakaret “Kuran’ın gökten indirildiğini” sanmaktır. Demek
ki neymiş! Atatürk Kuran’a, bugün ona dinsiz damgasını yapıştıranlardan
çok daha fazla hakimmiş.
3. “Gökten indiği sanılan kitapların dogmaları” cümlesindeki “dogmalar” ifadesi kutsal kitap sözlerine hakaret değildir: Şöyle ki: bütün sözlüklerde “Dogma” sözcüğü “Kat'i olarak ileri sürülen fikir.” anlamındadır. Sözcük Fransızca “Dogme” sözcüğüne dayanmaktadır. “Dogma” sözcüğü Türk Dil Kurumu’nun “Türkçe Sözlüğü”nde aynen şöyle tanımlanmıştır: “(Fr. Dogme. Yunan. Fel.)Doğruluğu sınanmadan benimsenen, bir öğretinin veya ideolojinin temeli yapılan sav, nas.” (TDK, Türkçe Sözlük, 9. bas. Ankara, 1998, s. 609). Dolayısıyla kutsal kitapların “dogma” olduğunu söylemek gerçeği ifade etmektir.
Bilindiği gibi Kuran’daki ilkelerin değişmez, zaman ötesi ilkeler,
Fransızca söylersek (dogme) olduğunu bizzat Kuran ifade etmiştir,
Müslümanlar da bu ilkeye inanmıştır. Asıl Kuran'ın "dogma"
(değişmez) olmadığını söylemek Kuran'a hakarettir! Bu nedenle Atatürk
“kitapların dogmaları” derken kutsal kitaplara ve özellikle de Kuran'a
hakaret etmemiş, gerçeği ifade etmiştir. Nitekim Atatürk, söz konusu konuşmasında, “Bizim prensiplerimizi dogmalarla bir tutmamalıdır” dedikten sonra, “Biz, ilhamlarımızı, gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya yaşamdan almış bulunuyoruz” demiştir ki, burada da “dogma” sözcüğünün birebir sözlük anlamından, yani “Doğruluğu sınanmadan benimsenen, bir öğretinin veya ideolojinin temeli yapılan sav, nas.” açıklamasından hareket etmiştir. Atatürk, “Bizim prensiplerimiz dogma değildir”
derken, kendi prensiplerinin "gökten" veya "gaipten" yani "bilinmeyen
bir kaynaktan/görünmez alemden" değil doğrudan doğruya bilinen, görülen
yaşamdan alındığını, yani dogmaların aksine “doğruluğunun sınandığını” yani "bilimsel" olduğunu anlatmak istemiştir. Böylece
devletin din kurallarıyla değil hayattan alınan dünyevi kurallarla
yönetileceğini, doğrusunun bu olduğunu anlatmak istemiştir. Atatürk bu sözleriyle çok güçlü, "sarsıcı", bir laiklik
vurgusu yapmıştır. Tabi ki devletin kutsal kitap kurallarıyla, din
kurallarıyla yönetilmesini isteyenlerin bunu anlaması olanaksızdır.
Atatürk bu sözleriyle, kutsal kitaplara/dinlere değil, sürekli
değişken, dinamik bir yapısı olan devlet yönetiminin "dogmalara" yani
değişmeyen" kitaplara/dinlere göre belirlenmesine ve bir de "kitapların gökten indiği sanrısına" dayanan kutsal kitap yorumuna/anlayışına, itiraz etmiştir.
Tabi buradaki yanlış anlaşılmada
zaman içinde sözcüklerin içinin boşaltılması ve o sözcülere yeni
anlamlar yüklenmesi de etkilidir. Örneğin Atatürk'ün kullandığı "Dogma"
sözcüğü Atatürk zamanında Fransızcadan dilimize yeni geçmiş bir sözcük
olması bakımından "sözlük anlamıyla" kullanılıyordu, ancak zaman içinde
içi boşaltılıp, adeta "dinlere hakaret" anlamında kullanılmaya
başlanmıştır. "Dogma" sözcüğünü bugun dinlere hakaret olarak
kullananların olması, 76 yıl önce Atatürk'ün o sözcüğü yukarıda
verdiğimiz şekilde sözlük anlamıyla kullandığı gerçeğini değiştirmez.
Ama günümüzün Atatürk karşıtı "psikolojik savaş uzamanları" bu tarz
kurnazlıklarla gerçekleri çok ustaca çarpıtabilmektedir.
Atatürk'ün Bütün Meclise Ayakta Fatiha Okuttuğu Meclis Konuşması
Atatürk'ün 1937 Meclis
konuşmasındaki bir sözünü cımbızlayıp çarpıtarak "Atatürk'ü dinsiz"
göstermeye çalışan din bezirganları, Atatürk'ün diğer Meclis
konuşmalarındaki dinsel vurgularını, İslam dininden övgüyle söz
etmelerini ve hatta bir keseresinde bütün Meclisi ayağa kaldırıp fatiha okuttuğunu toplumdan gizlerler veya bunun farkında bile değildirler.
Evet! Yanlış okumdanız, Atatürk,
Kurtuluş Savaşı'nın hemen sonrasındaki 13 Ağustos 1923 tarihli Meclis
konuşmasında Kurtuluş Savaşı'nın nasıl güçlüklerle kazanıldığını ifade
edip, milletvekillerini şehitlerin ruhlarına Fatihalar okumaya
çağırmıştır.
İşte bizim uyanık "cımbızcıların" hiç dikkatini çekmeyen Atatürk'ün o Meclis konuşması:
"Sayın arkadaşlar,
Açıklamalarıma son vermeden önce hepinizi büyük bir göreve davet etmek
istiyorum. Geçirdiğimiz buhranlı günlerin onurlu kahramanlarını hep
birlikte kutsayalım. (Alkışlar)
Onlar arasında, savaş alanlarında düşman silahları ile göğüsleri delinmiş mutlu kişiler olduğu gibi, yangınlarda, ateşlerde yakılmış talihsiz çocuklar, kadınlar ve ihtiyarlar da vardır.
Onlar arasında namusları saldırıya uğramış sonsuza dek ağlayacak genç kızlar da vardır.
Onlar arasında yurtlarını kaybetmiş aileler, evlatlarını gömmüş analar vardır ve yine onlar arasında savaştaki namus görevini onurla yaparak bu gün memleketlerine dönmüş gaziler vardır.
Onlardan şehitlik mertebesine erişenlerin ruhlarına fatihalar armağan edelim.(Ayakta fatiha okundu)". (13 Ağustos 1923 Millet Meclisi Tutanak Dergisi D. II, C. 1, Sayfa 36)
Onlar arasında, savaş alanlarında düşman silahları ile göğüsleri delinmiş mutlu kişiler olduğu gibi, yangınlarda, ateşlerde yakılmış talihsiz çocuklar, kadınlar ve ihtiyarlar da vardır.
Onlar arasında namusları saldırıya uğramış sonsuza dek ağlayacak genç kızlar da vardır.
Onlar arasında yurtlarını kaybetmiş aileler, evlatlarını gömmüş analar vardır ve yine onlar arasında savaştaki namus görevini onurla yaparak bu gün memleketlerine dönmüş gaziler vardır.
Onlardan şehitlik mertebesine erişenlerin ruhlarına fatihalar armağan edelim.(Ayakta fatiha okundu)". (13 Ağustos 1923 Millet Meclisi Tutanak Dergisi D. II, C. 1, Sayfa 36)
Meclis tutanağına yansıdığı şekliyle Atatürk şehitlerin ruhlarına fatihalar okunmasını isteyince milletvekilleri "ayakta fatiha okumuştur."
Atatürk'ün 1923 Meclis konuşmasının ve
sonrasındaki davranışının arkasında bir şeyler arayanlar, "canım o
strateji!" diyenler, nedense 1937 konuşmasındaki sözünün arkasındaki
gerçekleri, bunun neden, hangi amaçla söylendiğini hiç araştırmadan,
olduğu gibi anlama (yanlış anlama) yoluna gitmişleridr. Hatta yukarıda
anlattığım gibi o sözleri gerçek zemininden koparıp, başını sonunu kesip
(cımbızlayıp) çarpıtmışlardır
SONUÇ:
"...Fakat
bu prensipleri (CHP ilkeleri), gökten indiği sanılan kitapların
doğmalarıyla asla bir tutmamalıdır. Biz, ilhamlarımızı, gökten ve
gaipten değil, doğrudan doğruya yaşamdan almış bulunuyoruz.” diyen Atatürk’ün aslında ne demek istediğini özetlersek:
1. Atatürk, bu sözü, CHP ilkelerinin değişebilir, zamana, hayata uygun ilkeler olduğunu daha iyi vurgulamak için “anlam güçlendirici” olarak kullanmıştır. Bu onun yöntemlerindendir.
2. Üstelik kutsal kitaplar, hele İslamın kutsal kitabı Kuran gökten inmemiş, Allah tarafından indirilmiş/ilham edilmiştir. Bu konuda “Zumer Süresi-1”de “Kuran’ın Allah tarafından indirildiği” ifadesi vardır, ancak Kuran’ın “gökten indirildiği” ifadesi, daha doğrusu “gök” ifadesi yoktur. Çünkü zaten İslam göre Allah gökte değildir. “Allah insana şah damarından daha yakındır, Allah her yerdedir.” Allah’ın gökte olduğu inancı eski pagan dönemlere (İslam öncesi zamanlara) ait bir kavramdır. Örneğin, eski Türklerde Tanrı’nın gökte olduğunun düşülmesi ve “Gök-Tanrı” ifadesinin kullanılması gibi. Yani Atatürk haklıdır, kutsal kitaplar, hele Kuran “gökten” inmemiştir. Bunu düşünmek Atatürk'ün dediği gibi "sanmaktır", "sanrıdır".
3.“Kitapların dogmaları” ifadesi de çok doğru bir kullanımdır. Çünkü “dogma” sözcüğü “değişmeyen kurallar” anlamına gelmektedir. Bilindiği gibi Kuran da sonsuza kadar değişmeyen, değişmeyecek bir kitaptır. Atatürk, sadeleştirilmiş haliyle, "bizim prensiplerimizi değişmeyen kuralların yer aldığı kitaplarla asla bir tutmamaldır" derken, kendi prensiplerinin "değişkenliğine" vurgu yapmış, devletin değişmeyen değil, değişen, dünyevi kurallarla yönetileceğini anlatmak istemiştir. Yani din ve devleti ayırmış, laiklik vurgusu yapmıştır. Atatürk bu sözüyle dinleri, kutsal kitapları değil, "sanmak" diye adlandırdığı yanlış kutsal kitap algısını ve doğru ya da yanlış algılanmış "değişmez din kurallarının" (dogmaların) devlet yönetimine egemen olmasını eleştirmiştir.
1. Atatürk, bu sözü, CHP ilkelerinin değişebilir, zamana, hayata uygun ilkeler olduğunu daha iyi vurgulamak için “anlam güçlendirici” olarak kullanmıştır. Bu onun yöntemlerindendir.
2. Üstelik kutsal kitaplar, hele İslamın kutsal kitabı Kuran gökten inmemiş, Allah tarafından indirilmiş/ilham edilmiştir. Bu konuda “Zumer Süresi-1”de “Kuran’ın Allah tarafından indirildiği” ifadesi vardır, ancak Kuran’ın “gökten indirildiği” ifadesi, daha doğrusu “gök” ifadesi yoktur. Çünkü zaten İslam göre Allah gökte değildir. “Allah insana şah damarından daha yakındır, Allah her yerdedir.” Allah’ın gökte olduğu inancı eski pagan dönemlere (İslam öncesi zamanlara) ait bir kavramdır. Örneğin, eski Türklerde Tanrı’nın gökte olduğunun düşülmesi ve “Gök-Tanrı” ifadesinin kullanılması gibi. Yani Atatürk haklıdır, kutsal kitaplar, hele Kuran “gökten” inmemiştir. Bunu düşünmek Atatürk'ün dediği gibi "sanmaktır", "sanrıdır".
3.“Kitapların dogmaları” ifadesi de çok doğru bir kullanımdır. Çünkü “dogma” sözcüğü “değişmeyen kurallar” anlamına gelmektedir. Bilindiği gibi Kuran da sonsuza kadar değişmeyen, değişmeyecek bir kitaptır. Atatürk, sadeleştirilmiş haliyle, "bizim prensiplerimizi değişmeyen kuralların yer aldığı kitaplarla asla bir tutmamaldır" derken, kendi prensiplerinin "değişkenliğine" vurgu yapmış, devletin değişmeyen değil, değişen, dünyevi kurallarla yönetileceğini anlatmak istemiştir. Yani din ve devleti ayırmış, laiklik vurgusu yapmıştır. Atatürk bu sözüyle dinleri, kutsal kitapları değil, "sanmak" diye adlandırdığı yanlış kutsal kitap algısını ve doğru ya da yanlış algılanmış "değişmez din kurallarının" (dogmaların) devlet yönetimine egemen olmasını eleştirmiştir.
4. Atatürk, ölümünden yaklaşık bir yıl kadar önce bu kısa cümleye adeta o büyük DEHASINI saklamış gibidir. Nereden bilebilirdi cahil
bırakılmış, dinle kandırılmış gelecek nesillerin onun bu kısa
cümlesinde saklı dehayı görmek yerine bu cümleyi anlayamayacağını, hatta
çarpıtacağını...
Görüldüğü gibi Atatürk, inansın, inanmasın, az inansın, çok inansın günümüzün dindar geçinen Atatürk düşmanlarından çok daha fazla İslam dinine ve o dinin kutsal Kitabı Kuran’a hakimdir. Atatürk düşmanları Müslüman Türk insanının algıda seçiciliğine, derin bilinç altına hitap ederek, Atatürk’ün 1937 Meclis konuşmasını cımbızlayıp, o konuşmada geçen bazı ifadelerini -bütün cehaletleriyle- çarpıtarak “Atatürk’ün dinsizliğine kanıt” olarak göstermişlerdir. Ancak ne demişler: Yalancının mumum yatsıya kadar yanar. Yatsı vakti beyler!...
Ah Atatürk’ümüz ah! Nelerle uğraşıyoruz! Bıraktığın eserin anlamının ve kıymetinin farkında olmayan cahil “din istismarcıları” senin sözlerini çarpıtıp, sana nasıl iftiralar atıyor!Ah!..
Sinan MEYDAN - 9 OCAK 2013
Görüldüğü gibi Atatürk, inansın, inanmasın, az inansın, çok inansın günümüzün dindar geçinen Atatürk düşmanlarından çok daha fazla İslam dinine ve o dinin kutsal Kitabı Kuran’a hakimdir. Atatürk düşmanları Müslüman Türk insanının algıda seçiciliğine, derin bilinç altına hitap ederek, Atatürk’ün 1937 Meclis konuşmasını cımbızlayıp, o konuşmada geçen bazı ifadelerini -bütün cehaletleriyle- çarpıtarak “Atatürk’ün dinsizliğine kanıt” olarak göstermişlerdir. Ancak ne demişler: Yalancının mumum yatsıya kadar yanar. Yatsı vakti beyler!...
Ah Atatürk’ümüz ah! Nelerle uğraşıyoruz! Bıraktığın eserin anlamının ve kıymetinin farkında olmayan cahil “din istismarcıları” senin sözlerini çarpıtıp, sana nasıl iftiralar atıyor!Ah!..
Sinan MEYDAN - 9 OCAK 2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder