11 Ekim 2016 Salı

TÜRKÇEYİ AŞAĞILAYAN CUMHURBAŞKANI




16 Haziran 2013 günü Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul Kazlıçeşme’deki mitingde şunları söyledi:

“Bakın bugün, 16 Haziran. Bugün çok anlamlı bir yıldönümünü idrak ediyoruz.
Bundan tam 63 yıl önce merhum Adnan Menderes başkanlığındaki Demokrat Parti hükümeti, Türkiye’de çok büyük çok ağır bir zulmü ortadan kaldırmıştır.
Neydi biliyor musunuz?
Şu İstanbul minarelerinden, Türkiye’nin minarelerinden Ezan, İÇ KARARTICI, KULAK TIRMALAYICI şekilde;
“Tanrı uludur, Tanrı uludur’
diye okunuyordu.
(Meydandan YUH sesleri yükseliyor)
Kim yaptı bunu?
CHP!
İşte, 16 Haziran 1950’de merhum Adnan Menderes bu büyük zulme son verdi!
16 Haziran’dan itibaren minarelerden Ezan aslıyla, ‘Allahuekber, Allahu ekber!” diye okunmaya başlandı.”
(Miting alanındaki halk, tekbir getirmeye başlıyor. ‘Ya Allah Bismillah Allahu ekber.)

Mitingde Recep Tayyip Erdoğan, Türklerin dili Türkçeyi;
“iç karartıcı, kulak tırmalayıcı” olarak tanımlamıştır!
Türklerin vatanında, Türklerin minarelerinde Ezan’ın Türkçe okunmasını “çok ağır bir zulüm” olarak nitelemiştir.
Recep Tayyip Erdoğan, Türklerin anadili Türkçeyi, Türk halkına YUHALATMIŞTIR!

Değerli Dostlar,

Türklerin tarihinde, Türklerin anadili olan Türkçeyi Türk halkının bir bölümüne YUHALATMIŞ tek lider Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dır.
Dünya tarihinde anadilini aşağılayıp halkına YUHALATAN bir kral, imparator, şah, han, sultan ya da bir devlet başkanı görülmemiştir.

Recep Tayyip Erdoğan, ellerinde Türk bayrakları dalgalanan Türk halkına, Türkçeyi YUHALATMIŞTIR!
Şu manzaraya bir bakın:
Miting alanının doldurmuş binlerce Türk vatandaşı,
Ellerinde Türk bayrağı,
Dillerinde Türkçeye YUH!

Değerli Dostlar,

Recep Tayyip Erdoğan, Türkçe dili karşıtıdır.
Türkçeye karşı olmak, Türk’e karşı olmak demektir.
Recep Tayyip Erdoğan, Arapça dili sevdalısıdır.
Arapça sevdalısı olmak, Arap Kültür Emperyalizminin propagandacısı, Arap milliyetçisi olmak demektir.

Değerli Dostlar,

İslam’ın kutsal kitabı Kuran’da Ezan YOKTUR!
Kuran’da, Ezan’ın sözleri yazılı değildir!
Kuran’da, Ezan’ın Arapça okunacağını söyleyen bir hüküm YOKTUR!
Recep Tayyip Erdoğan, Ezan’ı eğitimsiz vatandaşlarımıza sanki Kuran’dan bir Ayet’miş gibi yutturmaya çalışmaktadır.
Kaldı ki, Kuran Ayetlerinin yalnız Arapça yazılıp Arapça okunacağına dair bir hüküm de Kuran’da YOKTUR!
Arapça, kutsal bir dil DEĞİLDİR!
Kutsal olan, Kuran’dır!
İslam evrensel bir din olduğuna göre, her ulusun Kuran’ı kendi dilinde okuyup öğrenmesi en doğal hakkıdır, en akıllı yoldur.
Türklere, Ezan’ı, Kuran’ı ve Namaz Dualarını Arapça dayatanlar, akıllarını kullanmayanlardır!
Kuran’da çok açık, çok net Ayet bulunmaktadır: Allah, aklını kullanmayanların üzerine pislik dökecektir!

Değerli Dostlar,

Dikkatlerinizi şu gerçeğe çekmek istiyorum.
Aslında konu, DİN DEĞİLDİR!
Aslında konu, DİLDİR!

Recep Tayyip Erdoğan mitinglerde Türk halkına, Kuran bilgisi vermiyor! İslam’ın tek kaynağı Kuran’dan alıntı yapmıyor!
Recep Tayyip Erdoğan, Kuran’ı bir yana bırakmış, Türklerin dili Türkçeye saldırıyor!
Öyleyse tespitimiz doğrudur, aslı konu DİN DEĞİL DİL’dir!
Asıl konu, Kuran buyruğunu yüceltmek değil, Türkçeyi karalamak, aşağılamaktır!
Neden böyledir?
Çünkü Türkler Kuran’ı, Ezanı ve Namaz Dualarını Türkçe okuyup Türkçe öğrenirse, ortada ne Mezhepler kalacaktır, ne Cemaatler, ne de Tarikatlar! Ne de bunlara dayanarak iktidar olmuş hükümetler ve kişiler!
Eğer Türkler Kuran’ı Türkçe okuyup öğrenselerdi, tımarhanelik Said-i Nursi’nin deli saçmalarına inanıp FETÖ’cü olabilir miydi?
Kuran’ı Türkçe okuyup öğrenen Müslümanlar, dış düşmanlarımızla birlik olup cumhuriyeti yıkmak isteyen tarikatların, cemaatlerin ordumuzun içinde, yargı içinde, milli eğitimin içinde yuvalanmasına göz yumar mıydı, izin verir miydi?

Değerli Dostlar,

Kuran’ı, Ezanı ve Namaz Dualarını Türkçe okuyup öğrenmesine izin verilmeyen, dinini ve ibadetini bilmediği bir yabancı dil olan Arapça yapması dayatılan Müslüman Türk halkı, çok ağır bir baskı ve çok büyük bir zulüm altındadır!

Kemalistler iktidar olacak ve Türkler Kuran’ı, Ezanı ve Namaz Dualarını Türkçe okuyup öğrenecekler; cumhuriyet karşıtı tarikatları, cemaatleri tarihin çöplüğüne atacaklardır.

Yılmaz Dikbaş
10 Ekim 2016, Pazartesi
dikbas@kalinka.com.tr
0532 233 31 52

10 Ekim 2016 Pazartesi

TALANLAR/ Suay Karaman



   
 Siyasi iktidar rant uğruna tüm doğal güzellikleri yok ederken, ülkemizin cennet köşeleri de bundan payını almaktadır. Orman Genel Müdürlüğü, ODTÜ Ormanı’nı Devlet Ormanı statüsüne geçirmek için rapor hazırlayarak, harekete geçti. Böylece Ankara’da Atatürk Orman Çiftliği’nden sonra başka bir orman alanı ile Eymir Gölü de talana uğrayacak, doğal yeşilden hoşlanmayan siyasi iktidar ve Ankara Anakent Belediyesi yeni bir rant kapısına kavuşacaktır.

Burdur’un Yeşilova ilçesinde bembeyaz kumsalı ve turkuvaz renkli suyuyla ülkemizin Maldivleri olarak bilinen Salda gölü, bir yeryüzü cenneti olarak kabul edilmektedir. Ancak bu doğa harikasını besleyen tek kaynak olan Düden Çayı’na, Devlet Su İşleri tarafından sulama amacıyla gölet yapımına başlandı. Dünyada Mars gezegeninin toprak yapısına benzerlik gösteren iki noktadan biri olan Salda Gölü’nün, yapılacak gölet ile su seviyesi azalacak, turkuvaz rengi yok olacak, kayaç ve toprak yapısı ile mavi-yeşil su yosunlarıyla Mars özelliği taşıyan beyaz oluşumları da kararacaktır. Aynı zamanda gölet yapımıyla su rejimi olumsuz etkileneceği için, gölde kirlilik başlayacak ve buna bağlı olarak göldeki canlı türleri de yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalacaktır.

Kırklareli’nin Demirköy ilçesinin İğneada beldesindeki biyolojik çeşitliliğiyle tüm dünyanın ilgisini çeken Longoz (su basar) Ormanları Milli Parkı’nın dibinde daha önce mahkeme kararıyla iptal edilen çimento limanı projesi yeniden hayata geçirilmek isteniyor. AKP’ye yakınlığıyla bilinen Limak Holding’e bağlı olduğu belirtilen Ada Liman İşletmeciliği’nin, liman için hazırladığı Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) raporuna bakanlık olumlu görüş bildirdi. Limana giriş yapacak ağır taşıtlar için yol ve köprü inşaatına başlanmıştır. Bu proje ile İğneada Körfezi ve longoz ormanları günde 300 çimento kamyonunun geçeceği bir mezarlığa dönüşecektir. Böylece plaj ve sahil alanı kapatılacak, balıkçılığa, doğa ve deniz yaşamına da zarar verilecektir. Kısaca rant uğruna İğneada’nın ölüm fermanı hazırlanmaktadır.

Ülkemizin tuz ihtiyacını yaklaşık %60 oranında karşılayan, ülkemizin ikinci büyük ve en sığ gölü olan, tek benzeri ABD’de bulunan Tuz Gölü ile çevresi için hayati önem taşıyan kaynakların yer aldığı Konya Kapalı Havzası’ndaki yeraltı sularında, son 30 yılda ortalama 15 metre azalma meydana gelmiştir. Göl kenarına açılan yeni tuz işletmeleri ile pek çoğu kaçak olan yüz elli binden fazla yer altı su kuyusu, göldeki su rezervinin azalmasındaki en büyük etkenlerdendir. Bunun sonucunda tuz üretimi azalacağı gibi, bitki ve hayvanlar için doğal yaşam alanı da yok olacaktır.
Artvin'e yaklaşık dört kilometre uzaklıkta, kent merkezinin yamaçlarında yer alan Cerattepe, ülkemizin ve dünyanın en zengin bitki örtüsüne sahip orman alanlarından ve kuşların göç güzergahlarından biridir. Bunun yanı sıra Cerattepe'nin altı Kafkasör Yaylası, sağ tarafı Hatila Milli Parkı, sol tarafı Kent Ormanı ve arkası ise Atabarı kayak merkezidir.
Siyasi iktidarın gözde işadamlarından Mehmet Cengiz’in sahibi olduğu Cengiz Holding şirketlerinden Eti Bakır AŞ, 2012 yılında Cerattepe'deki altın ve bakır maden işletmesini, ruhsat sahibi Özaltın Şirketi'nden rödovans (kira geliri/maden hasılatı) anlaşması ile satın aldı. Cerattepe’de madene karşı çıkan pek çok Artvinli, madenin olası çevresel etkilerinden korkmaktadır. Artvin için Cerattepe’deki maden işletmesi en az elli bin ağacın kesilmesi anlamına geldiği gibi altın işletmesinde kullanılacak olan siyanürün, Artvin’in etrafındaki derelere ve yeraltı sularına karışma riski de bulunmaktadır. Ayrıca burasının heyelan bölgesi olmasının madencilik açısından ayrı bir sakınca oluşturduğu gözlerden kaçmamalıdır.
Bu maden işletmesine karşı olan Artvinlilerin 2013 yılında yaptığı yürütmeyi durdurma başvurusu nedeniyle süreç askıda kaldı. 2014 yılında burada maden işletilemeyeceğine dair karar yerel mahkemeden çıktı ve Danıştay tarafından onaylandı. Danıştay'ın kararı üzerine şirket, ikinci bir ÇED raporu aldı. Bu raporun olumlu olması nedeniyle şirket çalışmalara başlamaya karar verdi. 2015 yılının ilk günlerinde Rize İdari Mahkemesi tarafından ÇED olumlu raporunun iptal edilmesiyle firmanın Cerattepe’de altın arama işi sona erdi. Mahkemenin iptal gerekçesinde “maden olursa Artvin biter” kararına karşın, şirket birkaç değişiklikle 2 Haziran 2015 tarihinde yeni bir ÇED raporu için onay alıp, buna dayanarak Cerattepe’de yer tespiti yapmaya çalıştı.
Bunun üzerine Türkiye Barolar Birliği ve TMMOB’nin desteklediği, 61 avukatın hazırladığı ve 760’dan fazla davacının imzası bulunan dava dosyası, 8 Temmuz 2015 tarihinde Rize İdare Mahkemesi’ne, “ÇED olumlu” raporunun yürütmesinin durdurulması ve iptali istemiyle dava açıldı. Ancak şirket mahkemenin karar vermesini beklemeden Cerattepe’ye adeta saldırdı, ağaçları keserek, şantiye kurmaya başladı. Böylece madene karşı olan Artvinliler Şubat 2016 tarihinden beri, 1700 metre rakımda kurulan bir kulübede gece ve gündüz nöbet tutmaya başladılar. Bu arada güvenlik güçlerinin her türlü baskı ve zorbalığına karşı direndiler.

Rize İdare Mahkemesi, bölgede 14 Mart 2016 tarihinde bilirkişi heyeti ile inceleme yaptı. Mahkeme, Cerattepe’deki madencilik faaliyetleri için tarafları son kez 19 Eylül 2016 tarihinde dinledi ve ertesi gün 20 Eylül 2016 tarihinde, Danıştay'a temyiz yolunun açık olduğunu bildirerek, ÇED iptal davasının reddine karar verdi.

“Bu milletin a.… koyacağız” ifadesiyle gündeme gelen AKP’nin gözde işadamı Mehmet Cengiz’e, Seydişehir Alüminyum Fabrikası’nın Seydişehir ve Antalya limanındaki tesislerini de peşkeş çekmişlerdi. Bu peşkeş sonucunda verdiği parayı, sadece lojmanları satarak geri almıştı. Tesislerde üretim durduğu gibi geri kalan tonlarca satışa hazır alüminyum ve araziler yanına kar kalmıştı. Anayasa Mahkemesi’nin satışın iptali kararı da uygulanmadı. Şimdi de İnebolu Limanı, Hopa Termik Santralı, Mardin’de fosfat tesisleri bulunan iki parsel arazi, İstanbul Ortaköy’de 965 metrekarelik arsa ve Eyüp Göktürk’teki 6 dönüm arazi için gözlerini dikmiş bekliyorlar. Bunların hepsinin 76 milyon liraya alınacağı bilinmektedir. Bu talanları yapanların ve aracı olanların tümünü yargılayıp, gasp ettiklerini geri almak ve zindanlara koymak gerekir. Böylece “koymak” nasıl oluyor, herkes görmelidir. Siyasi iktidarın yaptığı bu yağma anlayışı, bu talanları ve yalanları yıkmanın tek yolunun, halkın örgütlü direnişinden geçeceği bilinmelidir..
Suay Karaman 

İlk Kurşun Gazetesi, 10 Ekim 2016.





6 Ekim 2016 Perşembe

Berlin’de hâkimler var!.. Ankara’da hâkimler var mı?



Herkesin hemen hemen bildiği bir kavram vardır : “Berlin’de hâkimler var!..

Kavramın öyküsü şöyle:

“Prusya Kralı II. (Büyük) Frederik, Potsdam ormanlarında gezinirken bir tepeye ulaşır. Görür ki hemen yanında daha büyük bir tepe daha vardır ve bu tepenin üstünde bir değirmen kuruludur.

Yüksek olan tepeye Saray yaptırmayı düşünmektedir. Değirmeni satın alarak bu hayalini gerçekleştirmek ister. Fakat değirmenci satışa razı değildir.

Büyük Frederik değirmenciyi ikna etmek için önce değirmene değerinin kat kat üstünde bir bedel ödemeyi teklif eder.

Sans-Souci, “Hayır. Değirmenim satılık değil” der.

Kral bu cevaba kızar ve  “ Sen benim Prusya Kralı olduğumu bilmiyor musun ?” diye sorar. “Biliyorum, biliyorum” der Sans- Souci, “Sen de benim bu değirmenin tapulu sahibi olduğumu biliyor musun” diye anlamlı ve ağır bir cevap verir.

Kral çok öfkelenir.. ”Senin tapunda olsa rızanda olmasa, ben burayı zorla alacağım. Bakalım o zaman ne yapacaksın?” der.

Değirmenci başını kaldırır ve atının üzerinde bütün ihtişamı ile duran Kral’a, sükûnet için de “Berlin de hâkimler var” der.

“Berlin’deki Hâkimlerin” Değirmencide yarattığı özgüven Büyük Frederic’de büyük etki yaratır. Kral bu yel değirmeninin Prusya Krallığı devam ettikçe korunmasını ister ve onun yanındaki daha alçak olan tepeye sarayını yaptırır ve bu sarayın adını da Sans-Souci Sarayı koyar.”
Yaşanmış gerçek bir öyküdür bu.
 1745 de Büyük bir imparatorlukta kral “Koca imparatorluğun Kralıyım, Berlin’deki yargıçlar yüzünden bir değirmeni yerinden kaldıramıyorum” demiyor.
Ama gelin görün ki bu olaydan 270 yıl sonra Türkiye’yi yönettiğini iddia eden bir “Zat’ın iki dudağının arasından çıkan her söz, her istem hiçbir yargıç tarafından engellenmiyor/engellenemiyor.
Yüzlerce örnek var ama biz yalnızca birkaç örnek verelim.

Meclis’te görüşülmekte olan İç Güvenlik Yasa tasarısı sırasında “Yasa ya çıkacak, ya çıkacak. Muhalefet boşuna uğraşıyor”
MİT TIR’larıyla sınırdan silah geçirildi haberler Cumhuriyet Gazetesinde yayınlanması üzerine;  "17-25 Aralık darbe girişiminden sonra şu meşhur MİT tırları hadisesini hatırlıyorsunuz değil mi? İşte o tırlar Bayırbucak Türkmenlerine yardım götürüyordu. Şimdi diyecekler ki 'Başbakan tırların içinde silah yoktu' diyordu… Varsa ne olacak yoksa ne olacak.
Anayasa Mahkemesi'nin tutuklu gazeteciler Can Dündar ve Erdem Gül için verdiği tahliye kararını değerlendirerek, "Ben Anayasa Mahkemesi'nin vermiş olduğu karara sadece sessiz kalırım o kadar ama onu kabul etmek durumunda değilim. Bunu çok açık net söyleyeyim ve verdiği karara da uymuyorum, saygı da duymuyorum"
Cumhurbaşkanı'nın anayasal sınırları tartışmalarıyla ilgili, "İster kabul edilsin ister edilmesin, Türkiye'nin yönetim sistemi bu anlamda değişmiştir. Şimdi yapılması gereken bu fiili durumun hukuki çerçevesinin yeni bir Anayasa ile netleştirilmesi, kesinleştirilmesidir".
Prusyalı değirmenci Sans-Souci’nin büyük bir özgüvenle, inanç ve kararlılıkla değirmenine el koymak isteyen Prusya Kralına karşı “Berlin de hâkimler var” demesi örneğinde olduğu gibi yaşadığımız haksızlıklar, hukuksuzluklar karşısında “Ankara’da hâkimler var!” diyebiliyor muyuz?
Diyemiyoruz!
Öyleyse “hukuk devleti” teranesini külahıma anlatın…
Hukuk yoksa “faşizm” vardır. Bu hukuksuzluk içinde, faşizm koşulları altında  “Yenikapı” ruhuyla avutulan muhalefetin “parlamentoculuk” oynaşmasıyla hukuk–mukuk gelmez, faşizm de gitmez.. Herkes aklını başına alsın! 06 Ekim 2016

Mahmut ÖZYÜREK