13 Ocak 2016 Çarşamba

Başbakanlık "Cuma İzni Genelgesi"nin İptali İçin Açılan Dava Dilekçesi



Sayı   :2016/003
 Konu: Başbakanlık Cuma Genelgesi Dava Dilekçesi                        13.01.2016                                                                                                                                        
 
BASIN AÇIKLAMASI
Başbakan Ahmet Davutoğlu imzasıyla 8 Ocak 2016 Tarihli ve 29587 Sayılı Resmî Gazete de yayımlanan Cuma İzni ile İlgili 2016/1 Sayılı Başbakanlık Genelgesinin TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASININ 2, 10.14.19 ve 24 ve maddeleri – 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu 3-122- 216-219. Maddelerine aykırı olduğu ve Atatürk İlke ve Devrimlerine karşı kalkışmanın kilometre taşını oluşturduğu gerçeğinden hareketle,
Ulusal Eğitim Derneği Isparta Şube Başkanı Mahmut ÖZYÜREK  “Genelgenin Yürütmesinin Durdurulması ve İptali” İstemi ile Danıştay Başkanlığına sunulmak üzere Isparta İdare Mahkemesine 13.01.2016 Çarşamba günü başvurusunu yapmıştır..
Başvuru dilekçesi ekli dosyadadır.
Basın Kuruluşlarına ve Kamuoyuna duyurulur..

YÖNETİM KURULU ADINA:                                   Mahmut ÖZYÜREK
                                                                                      Ulusal Eğitim Derneği
                                                                                      Isparta Şube Başkanı 



DANIŞTAY BAŞKANLIĞI’NA
                                                                           ANKARA
(Sunulmak üzere)
İDARE MAHKEMESİ BAŞKANLIĞINA
ISPARTA
Yürütmenin Durdurulması ve iptali istemlidir
DAVACI                   :         Mahmut ÖZYÜREK (40.045.495.034) Piri Mehmet Mh. Mimar Sinan Cd.  
                                                Uslu  Ün Psj. K:2 No:17 ISPARTA
DAVALI          :           T.C Başbakanlık/ ANKARA

D.KONUSU     :           8 Ocak 2016 Tarihli ve 29587 Sayılı Resmî Gazete de yayımlanan Cuma İzni         ile İlgili 2016/1 Sayılı Başbakanlık Genelgesi
TARİHİ           :           13 Ocak 2016
AÇIKLAMALAR      :  
Başbakan Ahmet Davutoğlu imzasıyla 8 Ocak 2016 Tarihli ve 29587 Sayılı Resmî Gazete de yayımlanan Cuma İzni ile İlgili 2016/1 Sayılı Başbakanlık Genelgesinde "Anayasa ve ilgili mevzuatla güvence altına alınan dini inanç hürriyetinin bir gereği olarak; cuma namazı saatinin mesai saatine denk gelmesi halinde, kamu kurum ve kuruluşlarında çalışanlardan isteyenlere mesai kaybına neden olmadan izin verilir" denilmektedir.
Genelge, kamu çalışanlarının cuma günü mesailerinin, cuma namazı öncesi öğle tatiline girecek ve namazın bitiminden sonra tekrar mesaiye başlayacak şekilde düzenlenmesini öngörüyor.
Anayasa açısından;
Söz konusu “Cuma İzni Genelgesi” yani Kamuda mesainin “Cuma namazına göre” ayarlanması Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına açıkça aykırılık oluşturmaktadır. “Genelgeler, tüzükler, yönetmelikler yasalara ve anayasaya aykırı olamaz”.
1.    Anayasanın “Başlangıç” kısmındaki, lâiklik ilkesinin gereği olarak “din politikaya ve devlet işlerine kesinlikle karıştırılamaz.” Anayasa’nın değiştirilemez/değiştirilmesi teklif edilemez 2. maddesine göre, Türkiye Cumhuriyeti “başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.” Yani Türkiye Cumhuriyetinin toplumsal/siyasal yaşamın temel dayanaklarından birisi ve en önemlisi “demokratik, laik bir hukuk devleti” olma niteliğidir. Bu genelge ile Cumhuriyetin “laik” niteliği ve “hukuk devleti” ilkesi açıkça ayaklar altına alınmıştır. 
Bu genelge ile din, kendisini devletin hukuk sistemine göre değil, devlet kendisini dine uydurmaktadır.Üstelik bu  inanç özgürlüğü adı altında dayatılmaktadır. Laik hukuk, laik devlet ve inanç özgürlüğü ile bağdaşmayan bu durum, Anayasa’nın 2nci maddesine aykırılığın yanında, açıkça bir karşı devrim niteliğindedir.
2.    Yine Anayasa`nın Kanun önünde Eşitliği düzenleyen 10. Maddesine göre “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.”
Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.
Bu genelge ile yapılan uygulama ayrımcılık içermekte olup, eşitliğe de açıkça aykırıdır.  Sadece belirli bir din yönünden, devlet organlarının işlemleri biçimlendirilmektedir. İnanç özgürlüğü adı altında, laik hukuktan kopuş ve siyasal İslam’ın kuşatılmışlığı ortaya çıkmaktadır.
3.    Cuma namazı izni adı altında yaratılacak psikolojik baskı ile Sünni İslam dışındaki her mezhep ve dine ait insanlarla, ateistler ve milyonlarca laik memur da ezilecektir. Bunlar; terfi ve tayin baskısı ile cumaya gidecekler; böylece memurlar zorla gerici/terörist siyasal İslam’ın bir elemanı haline getirilecektir. Kamuda “kanun önünde eşitlik” yok edilecektir.


Bu düzenleme ile (Cuma namazını izne bağlamak), izin isteyen ve istemeyenlerin, 'Cuma namazı kılanlar ve kılmayanlar’ın kolayca fişlenebileceği bir ortam yaratmaktadır.
Genelgeyi bu yönüyle Anayasa’nın kişi özgürlüğü ve güvenliğini güvence altına alan 19. maddesiyle bağdaştırmak olanaksızdır.
4.    Genelge ile öğle tatili saati Cuma namazına göre ayarlanmamakta; isteyen memura o saatlerde izin verilmesi öngörülmektedir.
Belirtmek gerekir ki, kamu görevlisine izin verme yetkisi hiçbir yasada doğrudan Başbakan’a verilmemiştir. Genelge bu yönden hukuksal sakatlık içermektedir.. 657 sayılı yasaya göre  izinler “merkezlerde atamaya yetkili amirler, illerde valiler, ilçelerde kaymakamlar ve yurt dışında, diplomatik misyon şefleri tarafından, birim amirinin muvafakatiyle” verilir.Başbakanın doğrudan izinlere müdahalesi ilgili yasaya aykırılık oluşturmaktadır
Genelgede verilecek izin açıkça dini gereğe dayandırılmaktadır.  Hiç kuşkusuz bir normun, bir yazılı kuralın, bu kural "velev ki" genelge ile düzenlenmiş olsun, dini gereklere dayandırılması Anayasa’nın çeşitli düzenlemelerinde tanımlanan laiklik ilkesine açıkça aykırıdır.
Çünkü Anayasa’nın 24. maddesinde, "Devletin sosyal, ekonomik, siyasî veya hukukî temel düzeninin kısmen de olsa, din kurallarına dayandırılması" yasaklanmıştır. Ve yine aynı maddede bir başka önemli kural daha getirilmiş ve "dinin, din duygularının ya da dince kutsal sayılan değerlerin siyasi çıkar sağlamak amacıyla kullanılması" da yasaklanmıştır. Anayasanın değişik kısımlarında tanımlan laiklik ilkesi gereği, kamusal ve toplumsal alandaki hiçbir düzenleme, dini kurallara dayandırılamaz. Bu bağlamda laiklik ilkesi, Cuma namazı nedeniyle özel izin verilmesine de engeldir.
T.C. Anayasasının Din ve Vicdan Hürriyetini düzenleyen 24. Maddesi bu özgürlüklerin kullanılmasını  "14 üncü madde hükümlerine aykırı olmamak” koşuluna bağlamıştır.
14. maddede ise, “Anayasada yer alan tüm hak ve özgürlüklerin kullanılması, demokratik ve lâik Cumhuriyet ilkesini zedelememe” koşuluna bağlanmıştır. Demek ki, ibadet özgürlüğünün önünde Cumhuriyet’in laiklik ilkesi sınırlaması vardır. Öyleyse, Cuma namazı izninin gerekçesi inanç özgürlüğü olamayacağı gibi ibadet özgürlüğü de olamaz.
5.     Cuma namazı izni bir başka yönden de anayasaya aykırıdır. Anayasa’nın yine aynı maddesinde,( Din ve Vicdan Hürriyetini düzenleyen 24. Maddesi) "hiç kimsenin, ibadete, dinî ayin ve törenlere katılmaya, dinî inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamayacağı" yazılıdır.
Böylesine bir düzenleme, hem Cuma namazına gitmek için izin isteyenler, hem de istemeyenler yönünden "dini inancını açıklamaya zorlama" anlamındadır. Hatta namaza gitmeyecekler yönünden, yukarıda da vurgulandığı gibi, aynı zamanda "fişlenme" korkusuyla "ibadete katılma zorlaması" anlamına da gelmektedir. Ve tüm bu zorlamalar Anayasa’nın belirtilen kurallarıyla bağdaşmamaktadır.
İsteyenin yararlanacağı ifadesi kullanılması, yararlanan ve yararlanmayanın özel durumlarını da ortaya çıkaran ve ortaya koyan yönüyle, fiilen herkesin bu kapsamda ve yararlanma yolunda irade ortaya koymasına yol açacaktır.
6.    Türkiye’nin en doğu ve batısı arasında 75 dk. Zaman farkı vardır. Namaz saatlerinin değişkenlik göstermesi karşısında, artık çalışma saatleri konusunda ülkenin her yerinde farklı uygulama söz konusu olacaktır. Çalışma saatleri konusundaki genel olarak ulusal birlik ortadan kalkacaktır. Bu durum, 1925 tarih ve 697 sayılı Yasa’ya çok açıkça aykırıdır. Çalışma saatleri, Cuma günü için ezani saat sistemine göre biçimlenmektedir. Ezani saat sisteminin terkedilmesi ve modern saat sistemine geçilmesi 1909 yılında Osmanlı Mebusan Meclisinde tartışılmış ve kabul edilmemiş, Cumhuriyet döneminde 697 sayılı Yasa ile söz konusu olmuştur.
Şimdi bu sistem çalışma saatleri üzerinden ve Cuma günü ile başlanılarak delinmektedir. Yapılan işlem, çalışma saatleri uygulamasında, alafranga/modern saat sisteminden kopuşun başlangıcıdır.
Diğer yandan söz konusu genelge ile Eğitim kurumlarında Eğitim sürerken, ders ve eğitime ara verilerek, dini ibadet öne çekilmekte, eğitim sistemi de felç edilmekte, bu yolla ortada kalan öğrenciler veya diğer kişiler için de, eğitim yerine ibadet geçirilerek, bu durumun yönlendirici bir boyut yaratmasına yol açılmaktadır.
7.    Türk Ceza Kanunu’nu açısından
a.    Türk Ceza Kanununun “Adalet ve kanun önünde eşitlik ilkesi”ni düzenleyen 3. Maddesi 2. fıkrası
MADDE 3. - (2) Ceza Kanununun uygulamasında kişiler arasın-da ırk, dil, din, mezhep, milliyet, renk, cinsiyet, siyasal veya diğer fikir yahut düşünceleri, felsefi inanç, millî veya sosyal köken, doğum, ekonomik ve diğer toplumsal konumları yönünden ayrım yapılamaz ve hiçbir kimseye ayrıcalık tanınamaz.
 Ayırımcılık
b. MADDE 122. - (1) Kişiler arasında dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım yaparak;
a) Bir taşınır veya taşınmaz malın satılmasını, devrini veya bir hizmetin icrasını veya hizmetten yararlanılmasını engelleyen veya kişinin işe alınmasını veya alınmamasını yukarıda sayılan hâllerden birine bağlayan, (Yahudi’ye mal satmam, ihale vermem diyemezsin)
b) Besin maddelerini vermeyen veya kamuya arz edilmiş bir hizmeti yapmayı reddeden,
c) Kişinin olağan bir ekonomik etkinlikte bulunmasını engelleyen,
Kimse hakkında altı aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezası verilir.
Halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama
c. MADDE 216. - (1) Halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik eden kimse, bu nedenle kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması halinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Halkın bir kesimini, sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet ve-ya bölge farklılığına dayanarak alenen aşağılayan kişi, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(3) Halkın bir kesiminin benimsediği dinî değerleri alenen aşağılayan kişi, fiilin kamu barışını bozmaya elverişli olması hâlinde, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
d. 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu 219 maddesi “Görev sırasında din hizmetlerini kötüye kullanma” gereğince “suça” konu oluşturmaktadır.
Geçmişte;
a)   1975 yılında Bayındırlık Bakanlığı Karayolları Genel Müdürlüğü 8.8.1975 günlü, 461-28/22151 sayılı genelge ile “Cuma günlerine ilişkin çalışma saatleri namaz saatine göre” düzenlemiş,
b)   13.01.1997 günlü, 97/9022 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile “ramazan ayı boyunca geçerli olmak üzere çalışma saatleri iftar saatlerine göre yeniden düzenlenmiş”
Ancak her iki düzenlemenin de (hukuki deliller 2-3) Danıştay ilgili dairelerince tarafından Yürütmesi durdurulmuş ve iptal edilmiştir.
HUKUKİ NEDENLER:
TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASININ 2, 10.14.19 ve 24 ve maddeleri – 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu 3-122- 216-219. Maddeleri
HUKUKİ DELİLLER          :          
1-8 Ocak 2016 Tarihli ve 29587 Sayılı Resmî Gazete de yayımlanan Cuma İzni ile İlgili 2016/1 Sayılı Başbakanlık Genelgesi
2- Danıştay. 8.Dairesi; 02.03.1976 günlü, E.1975/1993, K.1976/642 sayılı karar
3- Danıştay.12.Daire; 28.01.1997 günlü, E.1997/151 sayılı karar
SONUÇ VE İSTEM   :          
Yukarıda sunulan ve açıklanan, ayrıca mahkemenizce re’ sen araştırılacak konular da dikkate alınarak;
1-          08Ocak 2016 Tarihli ve 29587 Sayılı Resmî Gazete de yayımlanan Cuma İzni ile İlgili 2016/1 Sayılı Başbakanlık Genelgesi’nin Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 2, 10,14,19 ve 24 ve maddelerine aykırılık – 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu 3-122- 216-219. Maddeleri gereğince “suça konu” oluşturması nedeniyle, kamusal alanda yaratacağı sakıncaları nedeniyle öncelik ve ivedilikle YÜRÜTMESİNİN DURDURULMASINA, Mahkemenizce yapılacak yargılama sonunda söz konusu genelgenin İPTALİNE karar verilmesini, 
2-           İşlemin 2820 sayılı Siyasi Partiler Yasası’nın 106. maddesi kapsamında kalması nedeniyle, konunun Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na da iletilmesinin sağlanmasını ARZ VE TALEP EDERİM.

EK:  1 Başbakanlık Genelgesi
         2- Nüfus Cüzdanı Örneği                     

Mahmut ÖZYÜREK
https://ssl.gstatic.com/ui/v1/icons/mail/images/cleardot.gif

 







Komünist bir masaldı Sümerbank…- Anıl Aba



Sümerbank, bugünlerde bir ayağı çukurda olan, cumhuriyetimizin ilk kamu yatırımıydı. 1933 yılında kurulan iştirakin Kayseri’deki ilk fabrikası 1935 senesinde Sovyetler Birliği’nin teknik ve maddi desteğiyle açılmıştı. Ülkemizin sanayileşmesi ve büyümesi için atılmış en önemli adımlardan biri olan Sümerbank, sadece iktisadî değil sosyal ve kültürel olarak da ilerici bir projeydi.
Mesela Sümerbank fabrikaları işçilerine kütüphane, sinema binası, spor sahası, lojman (vazife evleri denirdi), çay bahçesi ve hastane dahil her türlü sosyal imkanı sunardı. Hepsini geçtim, fabrikanın hamamı dahi vardı. Nazilli basma fabrikasında işçiler Beethoven dinlerdi; kasetten değil ha, yine işçilerin kurduğu klasik müzik korosundan, canlı olarak… Orkestrası ya da bandosu olmayan diğer fabrikalarda işçiler çalışırken radyodan klasik müzik yayını yapılırdı; tıpkı SSCB’de, Romanya’da, Küba’da olduğu gibi.. Bazen hünerli bir işçi çıkar, mikrofondan fıkra anlatır veyahut iş arkadaşlarını eğlendiren taklitler yapardı. Oysa şimdilerde şartları kölelikten hallice olan modern fabrika ve plazalarda çalışıyor işçiler.
Bir ulusu giydirmek…
Bizim kuşak için Eylül ayı Sümerbank ayı olurdu. Okul önlüğümüzden, pantolonumuza, defter kalemden, beslenme çantamıza kadar her şeyi Sümerbank’tan aldık biz. Anneannemin patiskaları, dedemin bayramlık mendilleri, annemin hâlâ kullandığı porselen takımı, babamın martı gibi Beykoz köselesi kunduraları… Herkesin, sonraları Gaffur pijaması diye ayyuka çıkan, çizgili pazen pijaması muhakkak vardı. Kışın Sümerbank pijamamı yine Sümerbank çorabımın içine sokup öyle yatardım.
Memur çocukları, kumaş kokulu Sümerbank mağazalarına ailecek yapılan ziyaretleri iyi bilirler. Çünkü devlet, memurlarına ve devlete bağlı kurumlarda çalışan işçilere yıllık Sümerbank istihkakı verirdi. Gelinlik çeyizlere Sümerbank çeki konurdu. Sümerbank, yatılı öğretmen okulunda okuyan öğrencilere her yıl birer çift ayakkabı yollar, Kredi ve Yurtlar kurumunun çarşaf ve nevresimlerini üretirdi. Hatta maddi durumu olmayan başarılı öğrencilere burslar verip onları yurtdışında eğitime de gönderirdi.
Bir dönem Galatasaray’ın parçalı formalarını da yine Sümerbank dikmişti. Merserize trikotaj veya keten dokuma bu formalara futbolcular canları gibi bakar, her maç sonrası evinde yıkayarak bir sezon boyunca giyerlerdi.

Anadolu kadını için adeta bir basma devrimi yapmıştı Sümerbank. Rengarenk, püfür püfür, desen desen emprime basmalar üretti yıllarca. Rahşan Ecevit’in dallı güllü basma elbiseleri, Karaoğlan’ın mavi gömleği hep Sümerbank’tandı. Ben de Sümerbank’a gittiğim zaman tezgâhtardan Ecevit mavisi gömlek isterdim ekseriyetle. Dünya güzeli seçilen Azra Akın’ın o nefis elbisesini bile Oscar de la Renta filan değil Sümerbank dikmişti. Fakat bugün Emine Hanım, 6000 dolara ayakkabı satan, Christian Louboutin’den aşağıya giyinmiyor maşallah.
Ne komünist ülkeymişiz…
O zamanlar Sovyet kredisiyle başlayan bu küçük macera peyderpey büyüdü. İpliğinden tutun, nihai ürünün nakliyatına kadar çoğu işi kendi bünyesinde yapmaya başladı. Sümerbank mensucatla kalmadı; porselendir, kırtasiyedir, halıdır, kilimdir, tuğladır, aklınıza ne geliyorsa üretmeye ve satmaya başladı. Kendi finansmanını bile kendi bankacılık faaliyetlerinden sağlıyordu. 40 binden fazla çalışan, 500’e yakın mağaza, 41 fabrika ve 43 banka şubesiyle Türkiye’nin en büyük holding teşekküllerinden biri haline geldi. Eğer istenseydi bir ülkenin tüm üretimini yapacak bir yapıya ulaşabilirdi. Bizatihi bir işçi kooperatifi olmasa da Bask bölgesindeki Mondragon kooperatifiyle biçimsel benzerlikler gösterirdi. Tüccara ayrı, nakliyeciye ayrı, perakendeciye ayrı kâr fırsatı vermeden halka aracısız satış yaptığı için fiyatları uygun olurdu; bundan ötürü de özel şirketler vatandaş segmentinde Sümerbank’la pek sıkı rekabet edemiyordu.
Fakat dar gelirli ve mütevazi vatandaşın bayramlık giyim-kuşam ihtiyacını Sümerbank’tan karşılaması Özal’ın çok zoruna gitti. IMF ve Dünya Bankası her geldiğinde “halkın sırtındaki kambur” diyerek Sümerbank’ı şikayet etti. Neymiş, fabrika işçisi çok para alıyormuş… Rahmetli çok tontondu ama hiç sevmezdi çok para alan işçiyi. İşçi dediğin az para alır, hatta mümkün olsa almadan çalışır, değil mi?
Önce Sümerbank’ın bir kısmı işçi düşmanı Garipoğlu’na, bir kısmı da hepimizin yakinen tanıdığı Albayraklara haraç mezat satıldı. Hatta araya güzelim TÜMOSAN ihalesi de sıkıştırıldı. Sonra Merinos, Beykoz, Bergama ve Malatya başta olmak üzere fabrikalar teker teker kapatılmaya başlandı. Emekçi şehri olan Nazilli, bir gecede emekli şehri oldu. Daha sonra rüzgâr hafiften yön değiştirdi; Garipoğlu Sümerbank’ın kaynaklarını zimmetine geçirmek ve nitelikli dolandırıcılık suçlarıyla açılan davalardan, mahkeme kararları bozula bozula, sadece 2 yıl 2 ay hapis cezasıyla yırttı. Yani bir halkın 80 yıllık ortak emeği 2 yıl hapis karşılığında birkaç haramiye aktarılmış oldu. Acaba biz de 2 yıl yatsak geri verirler mi Sümerbank’ı?
14 yıl önce bugün, 11 Ocak 2002’de, Türkiye halkının iftihar vesilesi olan Sümerbank’ın son fabrikasına da kilit vurdular. Geriye Sümerbank’ın sadece adı kalmıştı. Bu da dönemin peşkeşten sorumlu maliye bakanı Unakıtan’ın çok gücüne gitti. “Sümerbank’ı bitirdik, yakında tarihten siliniyor” diye resmen halka nispet yaptı. Sonraları da çıkıp “Satıyoruz satıyoruz bitmiyor, ne komünist ülkeymişiz” diye zevzek zevzek konuşmuştu. En son geçen sene Sümerbank lojmanlarının TÜRGEV’e devredilmesi gündemdeydi. Ayakkabı kutularını doldurduk ama gözlerini doyuramadık bu zındıkların…
Halkın halk için ürettiği Sümerbank’tan geriye bize Bershka, bize Collezione, bize Mango kaldı.. İstiklâl Caddesi’nde masa açıp kızıl dergi satanlara “hesapta komünist ama ayağında Converse var” diyen gevezelere sormuş olayım:
Kardeşim, Sümerbank ayakkabı üretiyor da biz mi giymiyoruz?!
Alıntı: http://sendika8.org/2016/01/komunist-bir-masaldi-sumerbank-anil-aba/

12 Ocak 2016 Salı

CIA'cı Barkey, "Ya İstiklâl Caddesi'nde Olursa" Demişti!..



Sultanahmet'te Patlama


Sabah saatlerinde İstanbul'un en önemli merkezlerinden Sultanahmet'te patlama meydana geldi.
Ölü ve yaralılar olduğu bildiriliyor.
Patlamanın sebebine ilişkin henüz bir açıklama yok.
Şayet saldırıysa;
CIA'cı Henry Barkey'in 3 ay önce Ankara katliamından sonra yaptığı şu açıklamayı unutmayalım:
"Türkiye'nin yapması gereken çok önemli bir şey var. IŞİD altyapısını mümkün olduğu kadar temizlemek. Çünkü eninde sonunda bu altyapı, Türkiye’nin içinde Türkiye’ye saplanmış bir hançer gibi. Düşünün Ankara gibi Türkiye’nin en iyi muhafaza edilmiş, en çok polisin var olduğu yerde uluorta 100 kişinin canını alan bir katliam yaptılar. Bunu bu kadar kolaylıkla yapmışlarsa, bunu İstanbul’da da, başka yerde de yapabilirler. Türkiye’nin dikkatli davranması lazım. IŞİD’in daha fazla katliamlara sebep vermemesi lazım. Öte yandan yarın öbür gün İstanbul’da İstiklal Caddesi’nde yapsalar ne olacak? Türkiye’nin turizme ihtiyacı var. Türkiye, uluslararası camiayla yakın iktisadi ilişkileri olan bir ülke. Küresel oluşumun parçası. Bütün bunlar çok kötü bir şekilde zedelenebilir. Dolayısıyla IŞİD’i mümkün olduğu kadar çabuk altyapısını sindirip ortadan kaldırması lâzım Türkiye’nin. Ama bunu yapabilir mi, hele şu seçim sırasında zannetmiyorum.”
Ve şunu soralım:
Şimdi ne istiyorlar?
Suriye'de PYD ve "Kürt koridorunu" kabul etmemizi mi?
Güneydoğu'da PKK'ya karşı operasyonları durdurmamızı mı?
Musul'dan çekilmemizi mi?
Kıbrıs'ı mı?
Hepsini birden mi?
Müyesser Yıldız

11 Ocak 2016 Pazartesi

İCAZETLİ DÜZENBAZLIĞIN “SOSYAL SORUMLULUK PROJESİ !”



Atatürkçü Düşünce Derneği Tüzüğünde Amaçları belirleyen 4. Maddesinde şunlar yazılı.  “Atatürk’ün düşüncelerini, davranışlarını, savaşımlarını ve yapıtlarını inceleme, araştırma konusu yapmak, bunlara karşı girişim, adım ve akımlarla yasalar çerçevesinde düşün savaşımı vermektir.”, “devrim karşıtlarının ulusal yaşamı geriye çekme çabalarından toplumu korumak için her alanda aydınlatıcı ve uyarıcı hizmetler vermelerini gerçekleştirmektir.”
Demek ki ADD Atatürk’ün “düşüncelerini, davranışlarını, savaşımlarını ve yapıtlarına (eserlerine),  “karşı adım ve akımlarla yasalar çerçevesinde” savaşım vermek amacıyla kurulmuş.
Mustafa Kemal Atatürk ise -  "Benim iki büyük eserim vardır; biri Türkiye Cumhuriyeti, diğeri Cumhuriyet Halk Partisi'dir” diyor.
Demek ’ki Türkiye Cumhuriyeti Mustafa Kemal Atatürk’ün en büyük eseri(yapıtı)
AKP iktidara geldiği günden başlayarak Türkiye cumhuriyetini, yani Atatürk ün en büyük eserini yok etmek amaçlı girişimlerini her alanda sürdürdü, sürdürüyor. Türkiye Cumhuriyeti Tarihinin en büyük yıkım ve ihaneti ile karşı karşıya. İktidar ülkeyi fiilen dinci faşist bir diktatörlüğe dönüştürmüş.. Bunun yasal zeminini yaratmak için muhalefet partileriyle iş ve güç birliği içinde “yeni anayasa” yapmak için uzlaştılar..
Şimdi ADD Genel Merkezi ve şubelerinin Tüzük gereği Mustafa Kemal Atatürk’ün en büyük eseri(yapıtı) olan Türkiye Cumhuriyetinin yıkımına ve ihanete karşı savaşım vermesi beklenir değil mi?  Görelim bakalım öyle midir?
Bilindiği üzere ADD Isparta Şubesi “Türkiye Cumhuriyetinin yıkımına ve ihanete karşı savaşım vermesi” nedeniyle ADD genel başkanlığına Masonların özel görevlisi olarak atanan Tansel ÇÖLAŞAN ve müritleri tarafından düzenlenen bir operasyonla 2013 yılında kapatıldı..
Yerine bu operasyonun Isparta ayağını yürüten,  Mason teyzelerinden icazetli,  sünepe, kaplıca çelebisi, Derneği satış mekânı olarak kullanan kozmetik pazarlamacıları ve geçmişi şaibeli bir ekip tarafından “GÜL ADD Isparta Şubesi” kurduruldu.
İşte bu Gül ADD Isparta Şubesinin Türkiye’nin yakıcı gündemine çözüm olarak projeler ürettiği Isparta yerel basınında ve GÜL ADD Isparta Şubesi sosyal paylaşım sitelerinde yayımlandı..
Basında yer alan projeler tüm ADD şubeleri ile de paylaşılmış.. Şubelerden büyük beğeni almış.. Ve kutlama mesajları da yazılmış..
“Derneğin bir diğer sosyal sorumluluk projesi ise sokak hayvanları ile ilgili. Sokak hayvanlarını besleme etkinliği için de bir duyuru yapan ADD; "Atatürkçü Düşünce Derneği Isparta Şubesi ve Isparta Hayvanları Koruma Derneği tarafından düzenlenen sokak hayvanlarını besleme etkinliğine katılımlarınızı bekliyoruz”
ADD Özellikle 2010 yılından bu yana Atatürkçülüğü, göstermelik bir makyaj, bu köhne düzenin savunuculuğu ve hizmetkârlığı, halkın acılarına duyarsız ama “çağdaş” bir yaşam yürütme olarak yutturmaya çalışan bir zihniyetin eline geçmiştir. Isparta da GÜL ADD tamda bu çarpık, sapkın anlayışın gereğini yerine getirmektedir.
Onlara göre Atatürk’ün devrimleri ve ilkeleri önemli günlerde hatırlanılacak, üstümüze giyeceğimiz elbiselerdir. Varsın bugünkü düzen onun kurduğu Cumhuriyet’in tam zıddı olsun; önemli değil! Yeter ki onun kurduğu Cumhuriyet şeklen devam etsin!
Elbette Kemalistler 1950 den bu yana sömürü çarklarıyla işleyen kapitalizmin Türk halkında yarattığı yıkımlara karşı duracaklardır. Ancak bu karşı duruş işbirlikçi egemenlerin yarattığı yıkımları ucundan kıyısından pansuman ederek örtmek, böylece vahşi sömürü düzeninin “aklanmasına”  ve sürdürebilirliğine katkı ve hizmet değildir.
 “Sosyal Sorumluluk Projeleri”  halkın emperyalizme ve işbirlikçiliğe karşı  duyduğu öfkeyi, tepkiyi, toplumsal muhalefeti etkisiz ve eylemsiz kılmak amacıyla üretilmiş “cambaza bak” düzenbazlığının adıdır.  Böylece bu projeler uygulayanların niyetlerinden bağımsız olarak SİSTEMİN BESLEYENİ olmaktan öteye geçemezler.
Yeni-sömürgecilik, klasik sömürgecilikteki açık işgalin yerini gizli işgalin almasıdır.. Böylelikle halkların ulusal bilinci çarpıtılarak, emperyalist sömürü gizlenmeye çalışılır.
Emperyalizmin akıllı ve kurnaz mimarları halkların er ya da geç emperyalist sömürüye ve işgale başkaldıracağı, sömürüden ve işgalden kurtulan halkların örneklerini izleyeceği gerçeğinden yola çıkarak, açık işgalin yerine gizli işgali koyarak sömürüsünü güvence altına almayı, bağımlı ülke halklarının tepkisini, öfkesini, oluşacak toplumsal muhalefeti dizginleyecek önlemleri almayı da unutmadılar. Bu önlemlerin içinde en etkili olanı ise toplumsal muhalefeti temsil iddiasındaki örgütlenmeler aracılığı ile uygulamaya konulan/ koydurulan “Sosyal Sorumluluk projeleridir”.
Kemalistleri haklı ve meşru kılan; tüm kurumlarıyla işgal edilmiş bir sistemin önlerine koyduğu pansuman önlemler ve “icazet” değil, işgale, gericiliğe ve haksızlığa başkaldırının, Kemalizm’in vazgeçilmez bir gereği ve önkoşulu olmasıdır. Bu tür başkaldırılar, tarihin hiçbir evresinde, meşruiyet sınırlarını; kavgalı olduğu, mücadele ettiği gücün koyduğu kurallara göre oluşturmadı. Meşruiyeti; sistemin “icazetine” ve pansuman projelere indirgemek, düşüncelere ve dile görünmez zincirlerin dolanmasına olanak vermekle aynı anlamı taşır.  Kemalizm’in bu şekilde kavranması, Cumhuriyet yıkıcılığının ideolojik olarak aklanmasına dönüşür.
Atatürkçü kesimlerde bu esas hedef kimi zaman unutulmakta/unutturulmakta, devrimci çözümlerin dışında, Atatürk devrimlerini yozlaştıran, ortadan kaldırmaya çalışan, Türkiye’yi adım adım emperyalizme bağlayan karşı devrimci iktidarların şekillendirdiği siyasal yapı ile hesaplaşmak yerine,  siyasal yapı içerisinde, çözümler aranmaktadır. Bunun adı sistemin istediği kadar ve istediği yönde düşünerek iktidara yedeklenmek, mücadeleden kaçmak, düşmana teslim olmaktır, halkın haklı ve meşru devrimci mücadelesine ihanet etmektir.
Bunun adı, açlıktan ağlayan çocuğa bir adet lolipop şeker vererek susmasını sağlamaktır.
Bunun adı, bedendeki kanserli bölgeyi kökten temizlemek yerine, ağrı kesici ile tedavi etmeye kalkışmaktır.
Bunun adı, Atatürkçülük adına,  mevcut vahşileşmiş sömürge düzeninin, dinci faşizmin yarattığı yıkımları tamir ve pansuman ederek ortaya çıkmak, böylece antiemperyalist, halkçı devrimci Kemalist hareketi marjinal(AŞIRI UÇ) bir konuma düşürmektir.
Türkiye artık Atatürk’ün miras bıraktığı ülke değildir. Tanzimat Batıcılığının sahte reformculuğunu, düzenin bekçiliğini “Atatürkçülük”  zanneden zavallılığa karşı Kemalizm’in Cumhuriyetçi, köktenci ve devrimci anlayışını savunmak, bu uğurda savaşım vermektir Atatürkçülük.
Sosyal projeler, Soros, AB fonları;  yeni sömürgecilerin kurnaz ve akıllı mimarlarınca üretilip Sahte Atatürkçülerin ellerine verilen bu ve benzeri düzenbazlıklar,  yalnızca toplumsal muhalefeti dizginlemek, uysal, düzenle uyumlu kılmakla kalmıyor, aynı zamanda Kemalist devrimlerinin yarattığı bütün tarihsel birikimi bir bir yok etme işlevini’ de yerine getiriyor.
Atatürkçülük, emperyalizme karşı verilen bir ulusal bağımsızlık, gericiliğe karşı verilen devrimci  mücadelenin adıdır. Tüm halkın birleşmesi ve bir düzeni yıkıp, yerine devrimci bir Cumhuriyet’i kurmasıyla ortaya çıkmış tamamen antiemperyalist, siyasi ve devrimci bir harekettir. Onun tarihsel pratiği bugünkü düzenin sahiplerini ölçülemez derecede rahatsız etmektedir.
Bu nedenle sömürü çarklarıyla işleyen kapitalizmin, dinci faşizmin yıkımlarını görmemizi engelleyecek bilgi kirliliği yaratan, Kemalist mevzilerde bilinç bulandırmaya, yozlaşmaya yol açan, antiemperyalist halkçı devrimci mücadeleyi “marjinal”(aşırı uç) gösteren bu anlayış mutlaka kırılmalıdır kırılacaktır. Son sözü Mustafa Kemal Atatürk’e bırakalım.
“Efendiler, biz hakkımızı korumak, bağımsızlığımızı güven altına almak için, toptan bizi mahvetmek isteyen emperyalizme karşı milletçe savaşmayı uygun gören bir doktrini izleyen insanlarız... Biz Batı emperyalistlerine karşı tam bağımsızlığımızı korumakla kalmıyoruz. Aynı zamanda Batı emperyalistlerinin güçleri ve bilinen her vasıtası ile Türk ulusunu emperyalizme araç olarak kullanmak isteyenlere engel oluyoruz. Bununla bütün insanlığa hizmet ettiğimize inanıyoruz.”
11 Ocak 2016 Isparta
Mahmut ÖZYÜREK