29 Kasım 2015 Pazar

İBLİSİN KOMİTESİ!




Türk milletine ihanet çetesi: İBLİSİN KOMİTESİ; CİA, MOSSAD, NATO, Vatikan, BMGK " Amerika, Rusya, Cin, İngiltere, Fransa" daimi üye ülkeler derin devleti Rothshild, Rocefeller Siyonist mason locaları G20'ler,
G8'ler, CFR, FED, petrol-altın, madenler =
Dolar = kara Para ve Kan İmparatorluğu: SİYONİZİM

- Bin yıldır bu Milli Mücadele, İBLİS KOMİTESİ ile ANADOLU arasında!
- Küresel mafya: Siyonist mason locaları, CFR = FED = CİA, MOSAD = Rothschild-Rockefeller VATİKAN-KRALİÇE-BARONLAR, TARİKATLAR

Birinci ve ikinci dünya savaşlarını çıkaran ve finanse eden Siyonist mason Rocefeller, Rothshild CFR, FED örgütüdür.

Siyonist mason Vatikan, ADL, MOSSAD hattının yan kolu katil CİA örgütü kurulduğu günden bu yana gerçekleştirdiği sayısız operasyonlarla, darbelerle ve katliamları ile dünya gündeminden hiç düşmedi.

Kuruluş amacı, elitler ve köleler sömürü ve işgal sistemlerini kuran küresel mafya Petrol, Altın, Madenler ve Dolar Siyonist mason locaları küresel sermayenin Baronları ve tröstlerinden oluşan CFR = FED = Rothschild-Rockefeller VATİKAN-KRALLAR, KRALİÇELER-BARONLAR VE TARİKAT örgütleri ve bu odaklardan beslenen kiralık katil bölücü misyoner şer odaklarından oluşan
Siyonist emperyalist işgalci güçlere karşı olan anti Siyonist ulus devletleri, ülkeleri ve milletleri etkisiz hale getirmek ve anti Siyonist ve milli mücadeleci ulus devletleri devirerek, bu ülkeleri ve milletleri etnisite, mezhep, siyasi ve ideolojik kaos ve savaşları ile parçalayarak buralardaki zengin kaynakları kolayca sömürü ve işgallerle çıkarlarını korumak olan Siyonist mason localarının tetikçisi CIA, MOSSAD örgütü onlarca devlete doğrudan ya da dolaylı şekilde onlarca kez müdahalelerde bulundu.
Peki ' demokrasi " havucu ile dünyayı aldatan ülkelerde, küresel katil Siyonist mason localarının, MOSSAD ve terör makinası CIA işgalci üslerinin ne işi var?

ABD, Avrupa ve İngiltere, Fransa, Rusya ve Cin derin devleti Siyonist mason localarının yarattığı bir savaş makinesi olan CIA, nasıl oldu da devletlerden tamamen bağımsızlaşarak ekonomik, stratejik ve politik arenanın üst düzey yönlendiricisi oldu?
Ve nasıl oldu da Siyonist mason locaları ve MOSSAD ile birlikte zamanla Amerika, Avrupa, İngiltere, Fransa, Cin ve Rus derin devleti ve dış politikalarının belirleyicisi oldu?
CIA, neden, küresel, silah, petrol, altın ve maden mafyaları ve uyuşturucu tacirleri, banka, borsa tröstleriyle birlikte ülkelere ve toplumlara darbeler ve operasyonlar düzenledi?
Uluslararası Dış politikalar ve iç politikalardaki derin devlet MOSSAD = CIA, örtülü operasyonların, darbelerin başlangıcından günümüzdeki yeraltı bağlantılarına kadar pek çok konuyu bilen Amerikan Parlamentosu yönetimi üst düzey yetkilileri nasıl oldu da bu operasyonları kendi çıkarları için kullandı?
- Türkiye ve Türk milleti üzerinde oynanan iblis oyunları:

- İngilizler Lozan’da Musul meselesi görüşülürken, Şeyh Sait’i kullanmışlardı. Fransızlarla Hatay için boğuşulurken, Dersim isyanı başlamıştı.
Türk Ordusu Kıbrıs’taki kıyıma dur deyince, Asala Örgütünün katliamı başlamıştı. Güneydoğu Anadolu Projesi
Özal, o yıllarda Türkiye'de hiç duyulmamış konuları tartışmaya açacaktı:
Bir Türk-Kürt Federasyonu kurma fikrini ortaya atacak, tepkiler sonunda ''konuyu tartışmaya açmak istemiştim'' diyecekti.
Amerikalılar süreci ve tansiyonu kontrol edecekti.
Turgut Özal 1991 yılında ''Türkiye olarak şu ermeni soykırımını tanısak da bu iş sona erse'' görüşünü de dillendirdi.
O nedenle Amerikan büyükelçisi Abramowitz Ermeni Meselesini de, Türk - Kürt Federasyonunu da ağzından düşürmüyordu.
Tepki gösterenlere de ''Bunu ben değil, cumhurbaşkanınız söylüyor'' diyordu.
İşte Emekli büyükelçi Coşkun Kırca'nın sözleri:
''Abramowitz her tarafta Amerikan sefiri olarak bunları söylüyordu.
Ben kendisine bir yerde bir gün 'Nasıl olur? Türkiye'nin iç işlerine müdahale hakkınız yok sizin' deyince 'ben asla Türkiye'nin iç işlerine müdahale etmiyorum. Bunları sizin cumhurbaşkanınız söylüyor' diye cevap verdi bana.''
Yine o yıllarda Çekiç Güç'ün yarattığı konforlu ortamda Kuzey Irak, batılı yardım kuruluşları ve ajanlarla dolup taşacaktı.
Birleşmiş Milletler, şemsiye altında ve Çekiç Güç'ün denetimindeki şeritte, bir Kürt devleti için kolları sıvamışlardı.
Bölge halkına batılı kurtarıcılarının geleceği ve bir Kürt devleti kurulacağı müjdesi veriliyordu.
O yıllarda oralarda dolaşırken İspanyol Kültür Derneği'nden Alman Yardım Kuruluşlarına kadar 200'e yakın derneğin faaliyetine tanık olmuştuk.
1995 yılında Aksiyon Dergisi, Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis tarafından hazırlanan bir rapora yer verdi.
Buna göre İncirlik'ten kalkan Çekiç Güç'e bağlı uçakların PKK'ya havadan malzeme attığı saptanmıştı.
O günlerde İngiliz Daily Telegraph gazetesi, Amerikalı subayların PKK'lılarla düzenli toplantılar yaptığını yazdı.
Amerikan özel kuvveti Delta Force birlikleri, Kuzey Irak'ta peşmergeleri eğitiyordu.
Bu haber Frankfurter Allgemeine, Observer gibi Avrupa gazetelerinde ve Londra'da çıkan El Hayat adlı gazetede yayınlandı.
PKK'nın Kürdistan Ulusal Kongresi, 2002 yılı Ocak ayında Brüksel'de ABD'nin desteği ile toplandı ve ABD'de resmen kabul edildi.
Batılı ülkeler PKK'ya serbest çalışma şartları sağlıyorlardı.
Avrupa Birliği PKK'yı, adı KADEK olarak değiştirilinceye kadar onu terör örgütleri listesine koymadı; PKK, KADEK adını alınca da bu kez KADEK terör örgütleri listesine alınmadı.
Bunları görmemek için kör olmak ya da başka devletlere çalışıyor olmak gerekti. Bu arada on binlerce vatan evladı yitirildi.
“Gafiller; kaybetmeye hazır GÖREN KÖRLERDİR.”(Torlakon öğretisi)
1995'te cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, 32. Gün programında Avrupa Birliği'nin terörle mücadele konusundaki önerilerine şöyle cevap verecekti:
''Siz diyor, azınlık hakları tanıyın bunlara. Şimdi bunlara anlatıyoruz ki burada, bunlar bugün ülkenin tümünün sahibi... Niçin azınlık hakları, ikinci kademe... Başka istikametlere varır... Özerkliğe varır, otonomiye varır, federasyona varır. Sonra Türkiye'nin parçalanmasına varır...''
Batı zaten bunu istiyordu.
100 yıl önce olduğu gibi planlar aynıydı.
Bir Kürt Devleti, bölgedeki ülkelerin ittifakını önleyecek, Türkiye'yi Asya'dan izole edecek ve ikinci İsrail'i petrol coğrafyası üzerine inşa edecekti.
O nedenle, yeni Bogos Nubar Paşalar ile Kürt Şerif Paşalar Türkiye'yi sarmış, masada batılı devletler ile aynı tarafa oturur olmuşlardı.
Arada CIA marifeti ile gerçekleştirilen darbeler, sesini çıkaran, gidişe dur diyen tüm aydınları susturacaktı.
Türkiye'nin kırmızıçizgileri yavaşça solacaktı.
Yabancı Büyükelçiler, sabır zorlayıcı açıklamalar yapacaklardı.
Amerika'nın Ankara eski Büyükelçisi M. Abramowitz, yayınladığı Türkiye raporunda Türkiye'nin parçalanabileceğini açıkladı.
- Abramowitz'in ''Türkiye parçalanabilir'' demesinden çok değil bir ay sonra, Almanya'dan yola çıkıp incirlik üssüne malzeme götüren bir NATO tırında, PKK'ya ulaştırılmak üzere hazırlanmış askeri donatım malzemeleri yakalanacaktı.
İşte 90'ları böyle geçirdik.
Kürdistan Devleti'nin kurulması yolunda, Batılı devletlere destek verdik. Ermenistan Lobisi'nin istekleri doğrultusunda, adımlar attık.
Sevr Anlaşması içinde bir başlık daha var.
İstanbul'da çöreklenmesi düşünülen bir Bizans devleti.
Bu konudaki kırmızıçizgilerde Fener Rum Patrikhanesi'nin aktif katılımı ile pembeleşti.
Hillary Clinton, Dışişleri Bakanı olarak geldiği Ankara'da sıraladığı bir dizi talebin başına, Heybeliada Ruhban Okulu'nun açılmasını koydu.
Bu Bizans devleti hayalinin vazgeçilmez şiarıydı.
1990'lardan bugüne kadar bu konu baş tacıydı.
Bu konudaki ilk adım, Avrupa'dan gelmişti.
1994 yılında Avrupa Birliği, Fener Rum Patrikhanesi Patriği Bartholomeos'u, Bizans Devlet Başkanı olarak seçtiğini duyurdu.
Avrupa Birliği'nden Devlet Başkanı unvanı edinen Fener Patriği, basına verdiği demeçlerde ''Lozan'ı tanımıyoruz'' diyordu.
Avrupa Birliği, Fener Patriği'ne İstanbul merkezli Bizans Devleti Başkanı unvanını verirken; Fener Patrikliğinin tıpkı Vatikan Devleti gibi bir statüye kavuşturulması ve Türkiye toprakları üzerinde bir tür devlet içinde devlet olup çıkması düşünülüyordu.
Avrupa Birliği'nin Bizans Devlet Başkanı unvanı verdiği Fener Rum Patriği, aynı yıl Belçika'ya gidiyor ve orada Belçika Kralı tarafından Devlet Başkanı sıfatıyla ağırlanıyordu.
Bugün nasıl Pentagon Danışmanı, Stratford Düşünme Merkezi başkanı George Friedman, yeni Osmanlı haritaları yayınlıyorsa; 1918'de de bugünküne çok benzer haritalar ortalıkta uçuşuyordu.
Esquire Dergisi'nin Şubat 1994 tarihli sayısında, İstanbul başkentli bir Yakındoğu federasyonunu işaret eden harita yayınlandı.
Bu yayından bir kaç gün sonra, The New York Times Magazin'de Robet D. Kaplan imzalı bir yazıda, İstanbul başkentli Yakındoğu federasyonu kurulması gerektiği savunuldu.
Ardından aynı düşünce, CIA eski Türkiye Şefi Paul Henzé'nin raporunda karşımıza çıkıyordu.
Tüm bunlar olurken, Amerikan İstihbarat Teşkilatı CIA, CNN televizyonuna çıkarak ''Doğu Bloğu ve Rusya'daki bütün üst düzey ajanlarımızı, Türkiye'ye kaydırıyoruz. Yakında Türkiye'de çok büyük karışıklıklar çıkabilir'' diyordu.
Cumhurbaşkanı Demirel, 1 Mayıs 1995 günü Milliyet Gazetesi yöneticilerini makamına çağırıyor ve ''Batı Sevr'i istiyor'' diyordu.
Lort Curzon'un hayaleti, Türkiye üzerinde dolaşıyordu.
1995'te bayram havasında bir kutlama yapıldı.
Halk ne olduğunu anlamadı.
Birçok Avrupalı üst düzey isim Türkiye'ye doluştu.
Havai fişekler eşliğinde bir kutlama yapıldı.
Türkiye, Avrupa Birliği'ne girmeden Gümrük Birliği'ne sokulmuştu.
Yani, tüm gelirlerine el konulacak, hiçbir şey üretemeyecek ama her şeyi satın almak zorunda kalacaktı.
Üstelik yok oluşunu kutlayacaktı.
Halkın hangi sarmalın içine itildiği ortaya çıkmamalıydı.
Bunun için televizyonlar kullanılacaktı.
Batı, basın-yayın vasıtası ile Türk halkının beynini dumura uğratacaktı.
“Kendi aklına hâkim olamayanlar, başkalarının aklına mahkûm olurlar.
Kendi yurduna sahip çıkamayanlar; vatan, bayrak, namus diye ağlar dururlar.”(Torlakon öğretisi)
Medyanın önemli bölümü ve bir kısım aydın, Avrupa Birliği'ne bağlı kurumların, Avrupalı vakıfların maaş bordrosuna alınmıştı.
Cüceler tarafından sıkı sıkı bağlı yatan bir devdi, Türkiye...
Üzerinde türlü oyunlar oynanıyordu.
Psikolojik operasyonlar, insanları umutsuzluğa sürüklüyordu.
( Soros sponsorlu TESEV'den çarpıcı Kürt Raporu: ''PKK, bölge halkının kendisidir!'')

1999'da, Apo Kenya'da yakalandı ve Avrupa Birliği uyum yasaları çerçevesinde idam cezası uygulanmadı.
- İmralı'da mahkeme sırasında Batı'nın tüm üst düzey isimleri, dünyanın en ünlü gazetecileri sorgulamayı izledi.
Batıdan Öcalan'a destek mesajları yağıyordu.
- Fransız Cumhurbaşkanı’nın eşi Madam Mitterrand’ın açıklamaları gazetelerdeydi. Ne mi diyordu: ''Ben Apo'dan daha çok Apo'cuyum. Abdullah'ın kalbimde çok özel bir yeri var.''
- Vatikan bir bildiri yayınlıyor; "1918'den beri Kürtler bağımsızlıklarına kavuşmayı bekliyorlar" diyordu.
- Türkiye'yi ziyaret eden Avrupa Birliği dönem Başkanı "Apo'yu asarsanız AB'ye giremezsiniz" diyordu.
Ardından Leyla Zana'yı hapishanede ziyarete gidiyordu.
Sonra da Türkiye Cumhuriyeti hükümetine, HADEP'li Belediye Başkanları ile diyalog tavsiyesinde bulunuyordu; "Yoksa Avrupa Birliği kapısı kapanıverir!"
Öcalan idama mahkûm olmuştu.
Ama Avrupa Birliği uyum yasaları çerçevesinde idam cezası kaldırıldı.
İmralı'dan avukatları aracılığı ile yandaşlarına görüşlerini iletmeye devam etti. Öcalan, mahkemeye verdiği savunmasında; kendisinin batılı ülkelerce korunup beslendiğini, batılı ülkelerden silah, malzeme ve para yardımları alarak Türkiye'ye karşı savaştıklarını açıkladı.

Batı'nın Sevr'i uygulama peşinde koştuğu ve Türkiye'nin toprak bütünlüğünü parçalamayı amaçladığı açıkça ortaya konmuştu.
Sorgusunda kullandığı bir cümle her şeyi özetliyordu: "Şeyh Sait'in devamıydım. Kullanıldım."
"...Bunu bir tek ben söylemiyorum. Zaten kullanıldım. Kullanılmamın en çarpıcı örneği benim durumum. Nereden nereye gelindiği ortada."
- Şeyh Sait'in devamıydım, kullanıldım diyecekti.
- İngilizler Lozan'da Musul meselesi görüşülürken, Şeyh Sait'i kullanmışlardı. Fransızlarla Hatay'ı için boğuşulurken, Dersim isyanı başlamıştı.
- Türk Ordusu Kıbrıs'taki kıyıma dur deyince, Asala Örgütü'nün katliamı başlamıştı. Güneydoğu Anadolu Projesi ile Türkiye suyun kontrolünü sağlayacak ve bölgesel güç olabilecekken, PKK ortaya çıkmıştı.
- 2000'lerde; Sevr Anlaşması'ndan Büyük Ortadoğu Projesi'ne izler düşmeye devam edecek, ılımlı İslam adı altında Türk insanının inanışları deforme edilecekti.
Amerikan Gizli Servisi'nin Türkiye'ye pek aşina adı Graham Fuller, Türkiye'nin laiklikten vazgeçmesi gerektiğini vadediyordu.
Tarikatlara izin verilmeliydi.
1995'e kadar Amerikan politikaları karşıtı söylemleri ile tanınan Fethullah Gülen, 1995 sonrası Amerika'yı yüceltmeye başlayacaktı.

Gülen'e göre Amerika'dan habersiz iş yapılamazdı.
Amerika'da İslamcı akım ile ilgili raporda, ılımlı İslam temsilcisi olarak Fethullah Gülen'in adı geçecek ve Gülen 1997 yılında Papa ile görüştürülecekti.
“ Türk’e düşman olan; ya apaçık kâfirdir, ya sahte Müslümandır veya aptalın biridir. Dördüncüsü olamaz.”(Filozof Torlakon)
Bütün bunlar olurken Türkiye inanılmaz ölçüde fakirleşecek, ithalatı artacak, ihracatı düşecek, tüm kaynakları yabancı ellere geçecek, para getiren neyi varsa satılacak, sanayi tesisleri şalterlerini kapatacak ve halk yokluğun pençesinde kıvranacaktı.
Dünya Bankası raporuna göre, halkın yüzde 20'si yoksulluk sınırı altında yaşamaya başlayacaktı.
Türkiye'nin önüne konulan havuç, ''Avrupa Birliği üyeliği'' sayesinde
Batı;
- Demokrasi adına bölücülük,
- İnsan hakları adına gericilik,
- Dinler arası diyalog adına misyonerlik,
- Çevrecilik adına suyumuzu ele geçirme, operasyonları yapıyordu.
Bir Kürt Devleti’nin kültürünü yaratmak için televizyonlar açıyor, yeni bir Kürtçe icat ediyordu.

Hatırlayın Lort Curzon, Lozan Konferansı'nda Musul - Kerkük konusu görüşülürken Kürtleri kastederek "Ben onlara bir alfabe verdiğimde görürsünüz" demişti.
Bugün görüyoruz.
Şimdi batı, bölgede ortak Kürt kültürü yaratma peşinde.
Maddi çıkarları bunu gerektiriyor.
Batı, içinden geçtiği krizle sallanırken; Asya'nın kilidi Türkiye'yi kırmaya çalışıyor.
Aslında Dünya; 21. yüzyıla, 20. yüzyıl başındaki koşullarla giriyor.
Türkiye o zamanki gibi bugün de kilit ülke.
Amerika Başkanı Bill Clinton'un sözlerini unutmayalım:
"20. yüzyılın ilk 50 yılını Türkiye belirledi. 21. yüzyılın ilk 50 yılı da, Türkiye'nin alacağı doğrultuda şekillenecek."
Şimdi Clinton'un eşi Hillary, Condelezza Rice'ın yerinde.
Amerika'nın Dışişleri Bakanı ve Amerikan Başkanı Obama'nın gözü, Türkiye'nin üzerinde.
Amerika'nın Dışişleri Bakanı Hillary:
- Türkiye'nin limanlarını istiyor.
- Fener Rum Patriği ekümenik olsun diyor.
- Kürt Devleti’ne hamilik yapın diyor.
- Ermenistan ile bir bütün olun diyor.

Kilit ülke Türkiye, bakalım 21. yüzyılın ilk çeyreğinde kendi çıkarları çerçevesinde bir politikayla kirli oyunlara cevap verebilecek mi?
Benim en ufak bir kuşkum yok.
Bu millet, düşünülebilecek her melanete karşı koyabildi.
Bu oyunlarla da başa çıkacaktır.
Bu çıkışta, yine Mustafa Kemal'in sözleri yolumuzu aydınlatacaktır.
Bakın, 1922'de yepyeni bir cumhuriyetin eşiğinde o ne diyor;
"Ulusal mücadelenin amacı tam bağımsızlıktır. Tam bağımsızlık ancak mali bağımsızlıkla gerçekleştirilebilir."

O nedenle Türk halkı; mali bağımsızlığını dışarıya peşkeş çekenleri anlamalı, kendi refahıyla ve ülkenin bekası ile oynayanları tespit edebilmelidir.

- Türk milletine ihanet, Ekümenlik, Devlet içinde devlet:
- 1994 yılında Avrupa Birliği Parlamentosu, Fener Rum Patrikhanesi Patriği Bartholomeos'u, İstanbul merkezli Bizans Devlet Başkanı olarak seçtiğini duyurdu.
-Avrupa Birliği'nden Devlet Başkanı unvanı edinen Fener Rum Patriği, basına verdiği demeçlerde ''Lozan'ı tanımıyoruz'' diyordu. Avrupa Birliği, Fener Rum Patriği'ne İstanbul merkezli Bizans Devleti Başkanı unvanını verirken; Fener Patrikliğinin tıpkı Vatikan Devleti gibi bir statüye kavuşturulması ve Türkiye toprakları üzerinde bir tür devlet içinde devlet olup çıkması düşünülüyordu.

Avrupa Birliği'nin, İstanbul merkezli Bizans Devlet Başkanı unvanı verdiği Fener Rum Patriği, aynı yıl Belçika'ya gidiyor ve orada Belçika Kralı tarafından Devlet Başkanı sıfatıyla ağırlanıyordu.

Bugün nasıl Pentagon Danışmanı, Stratford Düşünce Merkezi başkanı George Friedman, yeni Osmanlı haritaları yayınlıyorsa; 1918'de de bugünküne çok benzer haritalar ortalıkta uçuşuyordu. Esquire Dergisi'nin Şubat 1994 tarihli sayısında, İstanbul başkentli bir Yakındoğu federasyonunu işaret eden harita yayınlandı.
Bu yayından bir kaç gün sonra, The New York Times Magazin'de Robet D. Kaplan imzalı bir yazıda, İstanbul başkentli Yakındoğu federasyonu kurulması gerektiği savunuldu."
 “ Yüce Türk Milleti, Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir. Eğer hala ülkeyi kurtaracak büyük bir lider bekliyorsanız, ben size hiçbir şey öğretememişim demektir.”
"Mustafa Kemal ATATÜRK" .
Serhat Türk·28 Kasım 2015 Cumartesi

“BİZLER ENTELEKTÜEL FAHİŞELERİZ." (Swinton, New York Times yazarı)



“Şunu çok iyi bilsinler: Ne Ulu Önder Atatürk " din düşmanı" idi, ne de Bediüzzaman Said - i Nursi veya din âlimleri "Atatürk Düşmanı." Diyen bir Atatürk karşıtına verdiğim yanıt..
Güncelliği nedeniyle bir kez daha yayınlıyorum..



“BİZLER ENTELEKTÜEL FAHİŞELERİZ."
 (Swinton, New York Times yazarı)

SN. AKSÖZ;
Gazeteci Swinton, “BİZLER ENTELEKTÜEL FAHİŞELERİZ" demişti yıllar önce. Bu günlerde yaygın medyada“ENTELEKTÜEL FAHİŞE” den geçilmiyor.  Ancak biz yerel basında görmemeyi umut ediyoruz.
SN. AKSÖZ;
27 Mart 2012 tarihli kimi yerel gazetelerde ve internet haber gazetelerindeki yazınızı okurken sizin halinize üzüldüm. Birilerinin kulağınıza üflediği bilgi ve belgeden yoksun şeyleri kendi düşünceniz ve kendi çabanızın ürünü gibi göstermek gerçekten zor olsa gerek.
Ne olurdu, o yazıyı yazarken başkalarının düşüncelerini aynen aktaracağınıza birazcık araştırsaydınız. Kaldı ki yazınızda hakaret, eleştiri,  çapsızlık dışında bir düşünceye rastlamak’da olanaklı değil. Birilerine yaranmak, her devrin adamı olmak gerçekten zor olsa gerek.
SN. AKSÖZ;
Türkiye’de üç grup insan yaşıyor:
·         Birincisi, cahil olduğunu bile bilmeyen cahiller…   
·         İkincisi, aydın olduğunu sanan cahiller…
·         Üçüncüsü de, cahillerle nasıl başa çıkacağını bilemeyen aydınlar…
Bunların içinde en tehlikeli olanlar, topluma gerçekten zarar verenler ikinci grupta olanlardır. Çünkü onların düşünce yetenekleri dumura uğramıştır. Doğru bildiklerini sorgulama yetenekleri yoktur, “yanılmış olabilirim” şeklinde bir özeleştiri becerileri yoktur, değişim de çaplarına uygun değildir. Bunlar; kendini ispatlama çabasındadırlar. Sağa sola çamur atmakla tatmin olduklarını zannederler.
İtibarsızlığın kaçınılmaz depresyonunu yaşarlar.
Ha şimdi, “Ben SDÜ’ deyim” falan deme. Biz senin oralara hangi yeteneklerinle (!) geldiğini çok iyi biliyoruz. Bizim oralarda bir söz vardır. “Sürüyü güden çoban, çevirince sürüyü ters yöne EN TOPAL KOYUN geçer en öne” derler. Ne yapalım ki tepedeki çobanlar sürüyü ters yöne çevirdiler. Siz de öne geçtiniz. Yani, bu durumunuz sizin bilgi, becerilerinizden kaynaklı değil.
Yazınızın içinde yanlış, çarpık, güdümlü de olsa bir paragrafınız var dişe dokunur.
” Şunu çok iyi bilsinler: Ne Ulu Önder Atatürk " din düşmanı" idi, ne de Bediüzzaman Said - i Nursi veya din âlimleri "Atatürk Düşmanı." Bu millet el ele vererek Kurtuluş Savaşını verdi. Bundan sonra toplumun her kesimi milliyetçisi, muhafazakârı, demokratı, sosyal demokratı, liberali hep birlikte asgari müşterek te Ulu Önder'in izinde ülkemizi daha ileriye götürmek için mücadelesini verecektir.   Sizler bu mücadelenin neresindesiniz merak ediyorum.”
“Deveye demişler, boynun eğri. Demiş nerem doğru ki?” Bu cümlede böyle işte. Şimdi bunun neresini düzeltelim.
Biz Atatürk’ün din düşmanı olmadığını yıllardır yazar, söyleriz de, sizin kalemşorluğunu yaptığınız kimileri onun “din düşmanı” olduğunu söyler, yazar. Her gün yandaş, güdümlü medyada ağzı salyalı onlarca çığırtkan Atatürk e, din üzerinden saldırırken, sizin güdümlü kaleminiz onlarla ilgili bir tek satırcık bile olsa eleştiri yazmaz/yazamaz. Çünkü emir verenler sizin bunu yazmanıza izin vermezler.
Gelelim Said Kürdinin Mustafa Kemal e karşı olmadığı, kurtuluş savaşını birlikte verdikleri saçmalığına.
SN. AKSÖZ;  Bırakın kargaları güldürmeyi.
Said Kürdi “Kurtuluş savaşında İngilizlerle işbirliği yapan, İtilaf Devletlerinden aldığı silah, para ve malzeme ile 30 u aşkın isyanın çıkmasını örgütleyen  “Kürdistan Teali Cemiyetinin 2. Azasıdır.  (1-Seyyid Abdülkadir……..sayfa 70,  2-Said-i Nursi….sayfa 73,  3-Dr. Abdullah Cevdet.. .sayfa 83)
Mehmet Akif, Çanakkale'de üzerimize gelen orduları, "Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne bela" diyerek lanetler. Havada uçan kol, bacak ve gövdelerin meydana çıkardığı dehşet verici tabloyu gözyaşları içinde anlatır Şiirlerinde.  Said’i Nursi ise bu canavarlıkları yapan Hıristiyanların "Rahmeti İlahiye'nin hazinesinden ne kadar büyük mükâfatlar alacaklarına" dair risaleler yayınlamakla meşguldür.  "Birinci Dünya Savaşı’nda bizimle savaşmış da olsa, bir Hristiyan ölmüşse şehit sayılır, ahirette mükâfatı vardır." (Kastamonu Lahikasi,s.45) diyen bir Türk düşmanıdır.
Said Kürdi;    “Ben bir manevi âlemde, İslam Deccal ini gördüm. Yalnız bir tek gözünde teshirce bir manyetizma gözümle müşahede ettim ve onu bütün bir münkir bildim. İşte bu inkârı mutlaktan çıkan bir cüret ve cesaretle mukaddesata hücum eder.(...) Fakat kahraman ve mücahit ordunun ve dindar milletin ruhundaki nur–u iman ve Kur’an ışığıyla hakikat–i hal–i göreceği ve o kumandanın çok dehşetli tahribatını tamire çalışacağı rivayetlerden anlaşılıyor.” (Şualar458–459,Siracun Nur 247)
b)        Saidi Nursi, başlangıçta şifreli olarak işaret ettiği Deccal ’in kim olduğunu daha sonra şöyle anlatıyor:“Ölmüş gitmiş dünyadan ve hükümetten alakası kesilmiş bir adam hakkında otuz sene evvel bir Hadis–i Şerif’in ihbarıyla Kur’an’a zararlı bir adam çıkacak demiştim.Sonra Mustafa Kemal’in o adam olduğunu zaman gösterdi. “(Emirdağ Lahikası I/278,Yirmiyedinci mektuptan Sabık Reis–i Cumhur’a ve üç makama gönderilen istida)
["saltanat-ı hilâfeti" mahveden bir Deccal” , "şimal tarafında zuhur" eden bir Büyük Deccal de vardır. ,"o insafsız , o çok kusurlu adam" . "Ayasofya Camisini puthaneye, Meşîhat Dairesini (Osmanlı Diyanet Dairesi) kızların lisesine çeviren adamı sevmemek suç olması imkânı var mı" "günahkârlar",  "seyyiesiz", "Süfyan", "Nefreti âmmeye lâyık adam", "Deccal",  "İslam’ın en büyük fitne-i diniyelerinden”, “Türkiye'nin siyasi rejimi Nur Saadetini söndürmeye çalışmaktadır.” “Kemalistler seviyesiz, anarşist kimselerdir.” (Said Nursi, Münazarat. S. 17)  diyen Atatürk düşmanıdır.
(Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun (20.9.1965 gün ve E. 234/D-1 K. 313, Tebliğname:1-1078)”  Said Kürdi hakkında; Nurculuğun kurucusu Sait Nursi. Hiç bir zaman Türklüğü ve Türk milletini kabul etmeyerek Kürt olduğunu övünerek beyan ve ilan etmekle beraber, 1327 (1911) tarihlerinde faaliyette bulunduğu anlaşılan (Kürt Teali) cemiyetinde çalışmak, memlekette Türklerden ayrı dili ve milliyeti olan bir Kürt cemaati mevcut olduğunu ileri sürmek, yine o tarihlerde kurulduğu bildirilen (Kürdistan Azmi Kavi) cemiyetinin mümessili olarak İstanbul’a gelip Kürtçe tedrisat yapan mektepler açılması için gayret göstermek ve « Uyan ey Selahattini Eyyubi’nin torunları Kürtler» diye tahrik ve teşviklerde bulunmak suretiyle memleketin bütünlüğünü bozmaya matuf amaç ve gaye takip ettiği anlaşıldığı,” yazmaktadır.  Bakın bu yazılanların hepsinin belgesini de veriyoruz. Devrim şehidimiz Uğur Mumcu’nun söylemiyle, “Bilgi sahibi olunmadan, fikir sahibi olunmaz” Kuru sıkı atıp birilerini karalama alışkanlığınızdan vazgeçin artık.
Açın okuyun "Özgür bir Kürdistan tohumunu ekiyorum. Onu geliştirip büyütün" diyende Said Kürdi’dir. Yani  Said Kürdi azılı bir Kürtçüdür.
SN. AKSÖZ;
Tümü belgelere dayalı olan bu bilgileri gazetenizde yayınlama cesaretiniz var mı? Yoksa her zamanki gibi dosya altı edip, bize hakarete devam mı edeceksiniz?
SN. AKSÖZ;
Son olarak tarihten sizi çok ilgilendiren, bir anekdot’u aktaralım.”Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az”
“BİZLER ENTELEKTÜEL FAHİŞELERİZ."
 (Swinton, New York Times yazarı)
 “Solcu, Marks'ın arkadaşı gazeteci Swinton,  1880'lerde New York Times'ta yazıyor. Gazete bir Yahudi tarafından satın alındıktan sonra düzenlenen toplantıda, davetli gazeteciler basının onuruna kadeh kaldırmak üzere kürsüye çağırıyorlar onu. Swinton elindeki kadehiyle kürsüye çıkıyor. Çıt yok...
Ve tarihi cümleler dökülüyor bir bir ağzından.
"Dünya tarihinin şu anına dek, Amerika'da "Özgür bağımsız basın" diye bir şey olmamıştır. Bunu siz de biliyorsunuz biz de..." diye başlıyor sözlerine;  "Hiçbiriniz düşündüklerinizi olduğu gibi yazmaya cesaret edemezsiniz. Bunu yapmaya kalktığınızda yazdıklarınızın önceden basılmayacağını bilirsiniz çünkü. Çalıştığım gazete bana düşüncelerimi özgürce yazmam için değil, tersine yazmamam için haftalık bir ücret ödüyorlar. İçinizde benzer biçimde benzer ücret alan başkaları da vardır.
Düşüncelerini açıkça yazacak kadar salak olan herhangi biri, sokakta başka bir iş arıyor olacaktır. Gazetemin herhangi bir sayısında düşüncelerimi apaçık yazmaya izin verseydim, 24 saat dolmadan işimden atılırdım. Gazetecilerin işi; gerçeği yok etmek, düpedüz yalan söylemek, saptırmak, kötülemek, servet sahiplerine dalkavukluk etmek, kendi gündelik ekmeği uğruna yurdunu ve soyunu satmaktır. Bunu siz de biliyorsunuz, ben de… Öyleyse şimdi burada "bağımsız özgür basının" (!) "şerefine" (!) kadeh kaldırmak saçmalığı da nereden çıktı? Bizler, sahnenin arkasındaki zengin adamların oyuncakları, kullarıyız. Bizler ipleri çekilince zıplayan oyuncak kuklalarız...
Onlar ipleri çekiyorlar ve biz dans ediyoruz.
Yeteneklerimiz, olanaklarımız ve yaşamlarımız, hepsi başkalarının malı.
Bizler entelektüel fahişeleriz."
Üzüntülerimle. 30.03.2012
Mahmut ÖZYÜREK
ADD Isparta Şube Başkanı