26 Kasım 2015 Perşembe

"Türkiye'nin Taşı Toprağı Nükleer Bomba ve ABD Üssü"



"CIA'ya yakınlığı ile bilinen Washington enstitüsünün yayınladığı Richard Outzen imzalı bir raporda Türkiye'deki Nato radarları, ABD üsleri ve hepsinden önemlisi de Türkiye toprakları içinde konuşlanmış nükleer bombalar bir harita üzerinde tam liste olarak gösterildi.

    İzmit, Balıkesir, Eskişehir, Konya, Ankara, Malatya ve Erzurum’da ABD’nin nükleer silah depoları yer alıyor. Bilinenin aksine İncirlik üssünde ise Nükleer silah yer almıyor."

Türkiye'nin Taşı Toprağı Nükleer Bomba ve ABD Üssüymüş!

    (Haber Kaynağı: turknorthamerica.com / Armağan Yılmaz)

    CIA’ya yakınlığı ile bilinen Washington enstitüsünün yayınladığı Richard Outzen imzalı bir raporda Türkiye’deki Nato radarları, ABD üsleri ve hepsinden önemlisi de Türkiye toprakları içinde konuşlanmış nükleer bombalar bir harita üzerinde tam liste olarak gösterildi.
Bu güne kadar bilinenlerin aksine bir şok etkisi yaratacak rapora göre Türkiye’nin taşı toprağı adete nükleer bomba ve ABD üssü.
    İzmit, Balıkesir, Eskişehir, Konya, Ankara, Malatya ve Erzurum’da ABD’nin nükleer silah depoları yer alıyor. Bilinenin aksine İncirlik üssünde ise Nükleer silah yer almıyor.
Türkiye’nin tam 16 noktasında ise ABD’nin irili ufaklı üsleri yer alıyor. 15 farklı noktada ise NATO radarları Türkiye’yi sarmalamış durumda. Ayrıca 5 farklı noktada da ABD’nin füze ve nükleer bomba kontrol merkezleri konuşlanmış.
 Karadeniz’den Marmara’ya Ege’den Doğu Anadolu’ya kadar Türkiye’nin dört bir yanını sarmış olan NATO ve ABD yerleşkeleri ilerleyen günlerde çok büyük tartışmaları da beraberinde getireceğe benziyor.
 Raporda nükleer bombaların sayısı belirtilmezken konuşlandığı yerler itibariyle Türkiye’nin nükleer bomba üzerinde oturduğu söylenebilir. Ayrıca raporda ABD üslerindeki silah envanteri ve çalışan sayısı da belirtilmiyor. Ancak bu üslerde CIA ajanlarının yoğun şekilde konuşlandığı buradan yola çıkarak da Türkiye’nin yine en can alıcı noktalarının CIA’ın kontrolünde ve izlemesinde olduğu da ortaya çıkan bir gerçek.
 Raporda geçmişden bugüne Türk hükümetlerinin NATO ve ABD ile olan ilişkileri de ilginç detaylarla ele alınmış. Rapora göre Özal dönemi ABD-NATO-Türkiye ilişkilerinde en iyi dönem olarak anlatılırken AKP dönemi de bu ilişkilerin tavan yaptığı dönem olarak gösteriliyor.

Haber: Armağan Yılmaz – Turk North America

Raporun İngilizce aslı: http://www.washingtoninstitute.org/uploads/Documents/pubs/PolicyNote12.pdf
Türk Basınında Çıkan Benzer Haberler

İstanbullular nükleer bomba üstünde oturuyor
Güncelleme: 18:28 TSİ 05 Nisan. 2010 Pazartesi
    Savunma bakanlığı danışmanlığı da yapan emekli büyükelçi Taner Baytok, Türkiye'de ABD'ye ait nükleer silahların sanıldığı gibi İncirlik Üssü'nde değil, İstanbul'da da bulunduğunu söyledi ve "12 milyon İstanbullu nükleer bomba üzerinde oturuyor" dedi.
    Hürriyet gazetesinin haberine göre, Baytok Türkiye’deki nükleer silah varlığını doğruladı ve Türkiye’deki yaklaşık 100 taktik nükleer silahının, sanıldığı gibi İncirlik Üssü'nde değil, İstanbul’da bulunduğunu söyledi.
...
http://www.ntvmsnbc.com/id/25078278
* * *

"Türkiye'de 60'tan fazla nükleer bomba var"
Hürriyet Planet 1 Aralık 2011
    Vatan gazetesinin “Atomic Scientists” adlı dergide yayımlanan, Robert S. Norris ve Hans M. Kristensen imzalı bir makaleye dayandırdığı haberinde, ABD’nin Türkiye’de olduğu öne sürülen nükleer silahlarına ilişkin bilgilere yer verildi.
    Norris ve Kristensen'in araştırmaları sonucunda yayımladığı çalışmada, ABD’nin, Türkiye de dahil birçok Avrupa ülkesinde Soğuk Savaş yıllarından kalan “taktiksel atom bombalarının” ayrıntılı olarak depolandığı yerler ve sayıları veriliyor.
...
Çarpıcı bilgilerin yer aldığı raporda, Türkiye ile ilgili önemli iddialar yer alıyor. Bunlardan bazıları şöyle:

* Nükleer B61 tipi bombaların sayısı 60-70 arasında ve İncirlik’teki ABD hava üssünde bulunuyor. Bu sayı 2001 yılında 90’dı.

* İncirlik’teki durum Avrupa’daki diğer üslerden farklılık gösteriyor ve bunu raporu hazırlayan uzmanlar ‘özel statü’ diye niteliyor. Bunun nedeniyse yaklaşık 50 bombanın taşınabilmesi için ABD savaş uçağı gerekiyor. Ancak bu bombaları taşıyabilecek uçakları İncirlik’e yerleştirme teklifi Türkiye tarafından geri çevrilmiş. Bundan dolayı da İncirlik’e ‘tam NATO pozisyonu’ yerine ‘yarım pozisyon’ deniyor. Bu bombaların kullanılması için başlıkları taşıyabilecek türde ABD savaş uçaklarının önce İncirlik’e gelmesi ve bombaları yükleyerek havalanması gerekiyor.

* Geri kalan 10-20 civarındaki nükleer bombaysa Türk F-16A/B tipi uçaklarla taşınması için dizayn edilmiş.
* Ankara’daki Akıncı Hava Üssü'nde ve Balıkesir’de bulunan hava üslerindeki 40 kadar ABD nükleer silahı, buradaki üsler kapatıldığı için İncirlik’e kaydırıldı. O süreden itibaren İncirlik’teki ‘Türk bombalar’ 10 ile 20 sayısına indirildi.
...
http://www.hurriyet.com.tr/planet/19368830.asp

25 Kasım 2015 Çarşamba

ÖZGÜRLEŞİN -Öğretmenler Günü nedeniyle siyaset dersi vermeye kalkışan dostlara-



Özgürleşin sevgili dostlarım, klişelerle düşünmekten kurtulun.
24 Kasım da öğretmenlerin günüdür 5 Ekim de. 16 Mart da öğretmenlerin günüdür 17 Nisan’da. 23 Nisan da öğretmenlerin günüdür 19 Mayıs da… Daha sıralayayım mı?
Öğretmenlerin zorlu görevleri varken nerelere takılıyorsunuz bir düşünün. Horoz dövüşü değil bu. Koskoca bir tarih, bize öğretmeye devam ederken, “benden örnek alın, benden ders çıkarın” derken siz yaşadığımız gerçeği bir tarafa bırakarak tarihin çöplüğüne gömülmüş, kokuşmuş bir uğursuz döneme takılıp kalıyorsunuz.
Böyle uğursuz dönemlerimiz çok bizim. Asıl olan, o bataklıklarda fışkıran güzellikleri sahiplenebilmektir. 17 Nisan 1940 sevinci; 40’lı yılların amansız karanlığında doğmadı mı? Onu da “tek parti diktatörlüğü getirdi” diye yadsıyın bari; o görkemli Köy Enstitüleri efsanemizi; bir ışığımızı daha söndürün.
Gerçeğin devrimci olduğunu, gerçek istediği kadar bize göre yanlış olsun, o yanlışlıkların üstesinden gelme fırsatı verdiği için devrimci olduğunu unutmayalım. Gerçeği doğru algılayarak, ondan çıkaracağımız sonuçlarla, edineceğimiz bilgilerle gerçeği doğruya yönlendirmek için çabalamaktır doğru olan. Çünkü gerçeği kabullenmezseniz, hayatı hayallerinizle algılamaya, anlamaya çalışırsanız doğal olarak ona uygun çözüm arayışınız olur ve gittiğiniz yer de düş kırıklığıdır kesinlikle.
Gerçeğin sahnesinde yaşananları, olayları, oyuncuları, nesneleri, figüranları, olayların arkasını görmek size kalmış, aklınıza.
Gerçekten uzaklaşınca gideceğiniz yer, 12 Eylül’den hesap sorma zavallılığının komedisinin peşine düşmek olur. Bunun da çok örneğini gösterdi bize yakın tarih ve gerçek: “Yetmez ama…” “…kandırıldık…”
Yine de yolunuz açık ola, tasarlanan yeni anayasa 12 Eylül’ün ürünü diye 24 Kasım’ı kaldırınca alkışlayın emi… Ama onu alkışlarken nelerin köküne kibrit suyu ekildiğini de alkışlayacaksınız, unutmayın. Anımsatayım dedim hani, anayasa oylamasında da bu adamlar 12 Eylül’den hesap soruyor saflığıyla var olan görece hukukun bile katledilmesi alkışlanmıştı.
24 Kasım bir gerçek, üstelik Atatürk adına Atatürk’ün devrimci Cumhuriyetini yok edenlerin kullanmaya çalıştığı bir gerçek. Siz 24 Kasımı yok sayarken özgürlük düşmanlarının oyununa gelmiş olduğunuzu hâlâ fark edemediniz mi? Gerçeği yok sayarak devrimci olamazsınız; o gerçek ki toprağımızdan bilgisizliğin kökünü kazımayı amaçlayan, o günlere göre çok önemli, çok değerli olan Millet Mekteplerinin Mustafa Kemal Atatürk’ü başöğretmen kabul etmesidir. Şükran ona.
Öner YAĞCI

24 Kasım 2015 Salı

“MUSTAFA SUPHİ’Yİ KEMALİSTLER KATLETTİ” İFTİRASI TAMAMEN ÇÖKTÜ ENVER'İN MEKTUBU



Murat Bardakçı yıllardır Enver Paşa’nın karısı Naciye’ye yazdığı mektuplar üzerinde çalışıyordu. Sonunda bu çalışması “Enver” isimli kapsamlı bir kitaba dönüştü.

Bu kitapta son derece önemli bir bölüm var. Kitap çıkalı neredeyse iki hafta oluyor ancak sadece bu bir sayfanın büyük bir tartışma yaratması gerekiyordu. Hatta belki de bu tartışmayı bizzat Murat Bardakçı başlatmalıydı.

Mesele Mustafa Suphi’nin katledilmesi meselesi…
Kitabın 241. Sayfasındaki mektupta Enver karısına açıkça Mustafa Suphi’yi kendi adamlarının katlettiğini, bunu Mustafa Suphi kendisine karşı olduğu için yaptıklarını ve kendisinin üzülse de adamlarının eylemini takdir ettiğini açıkça belirtiyor. Mektubun kitaba alınan kısmını olduğu gibi aktarıyoruz:

“… Komünist Partisi Reisi Suphi Bey, Bakü’de aleyhimde olduğu için biçareyi Trabzon’da evvela karla, tükürükle hamallar epeyce ıslattıktan sonra bir motorbotla Batum’a iade etmek üzere yola çıkarmışlar. Hâlbuki yanında yüz yirmi bin Rus altını olduğundan kendisini zanlarınca yolda öldürmüşler paralarını almışlar. Maamafih bunu benim için yaptıklarından memnun olduğumu ve başkasına söylememelerini tembih ettim. Bence düşman da olsa, madem ki Müslüman, böyle olmamalıydı. Fakat ne çare, yazılan çekilirmiş.” (24 Nisan 1921 tarihli mektubundan)

TARİHİ BAŞTAN YAZACAK BELGE

Bu o kadar önemli bir mektup ki “tarihi baştan yazacak belge” denir ya; o düzeyde bir bulgu. Nedeni Enver’in adamlarının bir cinayet işlemesi değil. Bu zaten İttihat ve Terakki döneminde çok sık yaşanan bir olaydı. İttihatçıların muhaliflerini bir köşede öldürmesi yaygın siyasi mücadele yöntemleriydi. Hatta Atatürk de kendi anlatımıyla en az üç kere İttihatçı tetikçilerin saldırısından kurtuldu. Bu suikast girişimlerinden biri bizzat Enver’in amcası meşhur Halil Paşa’nın Selanik’te tertiplediğidir.

Bu olayın önemi şuradan kaynaklanıyor. Mustafa Suphi’nin cinayetinde Atatürk’ün en küçük bir sorumluluğu olmamasına rağmen neredeyse bir asırdır “Mustafa Suphi’yi Kemalistler katletti” iftirası ve yalanı üzerinden bir yakın tarih yazıldı.
Bu iki açıdan zehirli bir efsanenin ortaya çıkmasına neden oldu. Özellikle Türk Sosyalist hareketini Mustafa Kemal Atatürk’e düşman etmek için bu yalan ajan provokatörler tarafından kullanıldı. Kafadan bir sol tarih uyduruldu. Solun PKK ve ABD kucağına itilmesi için çok işlevsel, yalana dayalı bir tarih inşa edildi.

HEM ATATÜRK'E HEM MUSTAFA SUPHİ'YE ATILAN İFTİRA

“Mustafa Kemal, Mustafa Suphi’yi katletti” yalanı 1970’lerden sonra adeta solun kaderini değiştirdi ve komprador bir çizgiye yerleşmesini sağladı.

Diğer taraftan Soğuk Savaş sürecinde, sağcı ve karşıdevrimci güçler de devletimizin kurucusunu adi siyasi cinayetlerin faili göstermek pahasına bu yalana dört elle sarıldılar. Tevetoğlu gibi isimler tam da Moskova güdümlü solun istediği gibi Moskova ajanı kışkırtıcı bir Mustafa Suphi ve anti-komünist bir Atatürk portresi çizmeye çalıştılar.

Oysa Sovyetler yıkıldıktan sonra ortaya çıkan belgelerde Sultangaliyev’in idamıyla sonuçlanan davalarda Stalinist rejimin Sultangaliyev ve Mustafa Suphi’yi “Pan-Türkist illegal hücre kurmak, Kemalist Ankara’nın ajanlığını yapmak” ile suçladığı ortaya çıktı.

Yani aslında Turancı bir komünist ve gerçek bir vatansever olan Mustafa Suphi’yi hem solcular hem sağcılar elbirliğiyle Moskova ajanı ilan etti. Maksat da Atatürk’e saldırabilmek ve O’nu faali meçhul cinayet tertipleyen bir diktatör olarak gösterebilmekti.
Oysa Atatürk değil Mustafa Suphi’yi, kendisi için en büyük tehlikeyi oluşturan İstanbul İttihatçılarını bile asla bu tür bir yöntemle tasfiye etmeye girişmemişti. Tüm hayatı meşruluk üzerine kurulu büyük bir devrimciydi. Neredeyse İzmir Suikasti’yle bunu hayatıyla ödeyecekti. Bundan sonra bile sözü yargıya bıraktı. Kemalist Devrimin (1919-1938) bir tane bile faili meçhul cinayeti yoktur.

Neden bir tek Mustafa Suphi ve 14 yoldaşının cinayeti böylesine akla hayale gelmeyecek bir şekilde Atatürk tarafından tertiplensin ki?

MEKTUP DOĞRU MU?

Şimdi mektuba geri dönelim.
Şu anda bu mektupla ilgili çok ilginç bir sessizlik var. Bizce bu konu tartışılmalı.

Mektubu irdeleyelim. Öncelikle kitapta Murat Bardakçı mektubun ilk başta 20 Şubat 1921’deki bir mektuptan dört gün sonra yani 24 Şubat’ta yazıldığını söylüyor. Yani Mustafa Suphi’ler katledildikten bir ay sonra.

Ancak sonra mektubu alıntıladıktan sonra parantez içinde “24 Nisan 1921 tarihli mektubundan” ifadesini kullanmış Bardakçı. Hangi tarih doğru?

Mektubun sahte olması çok ama çok düşük bir ihtimal… Bardakçı böyle bir hataya düşemez. Ama Enver’in kendi karısına böyle bir cinayeti açıkça itiraf etmesi insanı şaşkınlık içinde bırakıyor.
Bu mümkün mü? Murat Bardakçı kitabında Enver’in karısına mektuplarında her şeyi, en küçük siyasi sırları bile eksiksiz yazdığını, bunda amacının bütün hayatını tarihe geçirmek olduğunu belirtiyor.

Yine de tarihe geçmek isteyen birinin kendisine bağlı bir çetenin işlediği böylesi bir cinayeti açıkça itiraf etmesi ve hatta kendi tebriklerini çeteye gönderdiğini belirtmesi çok garip bir durum. Bugünden bakıldığında anlayamıyoruz. Belki de bu cinayetler o dönem normalleşmişti.

Mektubun iç mantığına geldiğimizde, bizce mektubun doğru olma ihtimali çok artıyor. Açıklayalım.

ENVER PAŞA, MUSTAFA SUPHİ'YE NEDEN DÜŞMAN?

Mektuptan şu iki sonuç çıkıyor:

1. Enver yazdığı mektupta Mustafa Suphi’yi kendi adamlarının katlettiğini itiraf ediyor. Gerekçe olarak Bakü’deki Doğu Halkları Kurultayı’nda Mustafa Suphi’nin liderliğini yaptığı grubunun kendisine karşı çıkmasıymış. Kendisi de anlaşılan bu cinayet eylemini onaylıyor. Tertipleyip tertiplemediği belli değil.

2. Mustafa Suphi’nin Atatürk’e, Ankara’ya götürdüğü 120 bin ruble değerindeki Rus altınına Enver’in adamları el koymuş.
Bu iki sonuç da tarihi olaylarla tutarlıdır. Birincisi Enver, Çiçerin, Stalin ve Lenin ile sürekli temas halindedir. Kendisine bir ordu verilmesini ve Doğu Anadolu’dan Türkiye’ye girmeyi talep etmektedir. Atatürk, Kâzım Karabekir ve Ali Fuat Cebesoy arasındaki yazışmalarda bu konu defalarca büyük tehlike olarak ele alınmaktadır. Çünkü Ruslar kendi çıkarları için Enver’e bu desteği verir ve Enver silahlı bir orduyla Anadolu’ya girerse Anadolu’daki bütün mücadele çökebilir, ülke bir iç savaşa sürüklenebilir.
Ayrıca Atatürk ve silah arkadaşları Çiçerin’in başlangıçtan itibaren Sovyet yardımını Doğu Anadolu’dan Ermenistan’a toprak verilmesi şartına bağladığını biliyordu. Enver, Çiçerin ve Stalin desteğiyle Anadolu’ya girseydi ne olurdu? Elbette ki felaket… Rusların toprak taleplerine de karşı konulamazdı.

Sakarya Zaferi’ne kadar bu tehdit devam etti. Hatta 1921 Mart’ında Moskova Antlaşması’yla kayıt altına alınan ve verilmesi gereken Sovyet yardımı uzunca süre bekletildi. Enver Sakarya Savaşı’nın en ateşli günlerinde Batum’a kadar gelip, Atatürk’e tehdit noktasına kadar varan mektuplar yazdı. Doğan Avcıoğlu’nun Milli Kurtuluş Tarihi eserinin ikinci cildinde Atatürk ile Enver arasındaki bu mektup savaşları okunabilir.

Mustafa Suphi’nin önderlik ettiği ve Sultangaliyev’e bağlı Türk Komünistleri ise Enver’e karşıydı. Ankara’nın doğrudan desteklenmesini ve Türk komünistlerinin Anadolu İhtilâli’ne katılmasını savunuyorlardı.

Ayrıca Mustafa Suphi çok eskiden itibaren Enver ve İttihatçılara düşmandı. Bakü’de düzenlenen Doğu Halkları Kurultayı’nda Zinovyev ve Rus Bolşevikleri Enver’i adeta Doğu Halklarının lideri gibi kürsüye çıkartıp konuşma yaptırmak isteyince Mustafa Suphi ve TKP’liler yuhalamaya başladılar ve Enver’i konuşturmadılar. Konuşma metnini Zinovyev okumak zorunda kaldı.

Daha sonra Mustafa Suphi ve arkadaşları kürsüye çıktı ve Enver’e hakaret derecesine varacak kadar sert eleştiriler yönelttiler. Enver bunu asla unutmadı. Mustafa Suphi ve TKP’yi Moskova ile arasında pürüz çıkaran bir sorun olarak görüyordu.

MUSTAFA SUPHİ'NİN ANKARA'YA GÖTÜRDÜĞÜ YARDIM

Bir de ortada 120 bin Ruble değerinde Romanof altını meselesi var.

Şimdi araştırmacı yazar Yunus Yılmaz’ın “Turancı Sosyalist Ethem Nejat” kitabına başvuralım. Yunus Yılmaz, Yücel Demirel’in Dönüş Belgeleri’ni kaynak alarak Mustafa Suphi’nin Ankara’ya Atatürk’e teslim edilmek üzerine getirdiği yardımla ilgili önemli bir açıklamasını aktarıyor. Mustafa Suphi Türkistan kaynaklı ve Türkiye’ye verilmesi kararlaştırılmış bir yardımın büyük kısmının alıkonmasından dolayı Rus Bolşevikleriyle tartışmış:

“Daha sonra bize Türkiye’de inkılap yapmak için Rusya Komünist Fırkası tarafından Türkistan’a giderken verilen sandık muhteviyatından bahsedildi. İstasova benim hatırımda kaldığına göre beş yüz bin Romanof ve mücevharat var dedi. Cevap verdim: Bu paranın beş yüz bin Romanof olmasına evvelce karar verilmiş idi… Bu mesele halledilmeyince biz gidemeyiz, bilhassa ben gidemem dedim. Pavloviç bu meblağı veremeyiz, çoktur dedi. Biz hayrette kaldık. Bu arkadaşları baştan savmak için gönderiyorsanız o başkadır. Meseleye ciddiyetle bakmak lazım gelir dedim. Bu para Türkiye’ye hediye edilmiş bir paradır, bu alınmaz. Nihayet karar verildi ki: Bu sandık alahalihi burada kalsın…”

Bu olay Mustafa Suphi’ye göre 21 Eylül 1920’de oluyor. Yani Sovyet Büyükelçisi’yle birlikte Türk Komünistlerinin konvoy olarak Kars’tan Türkiye’ye girmelerinden yaklaşık 3 ay önce.
Mustafa Suphi Ankara’ya götürülecek paranın bir kısmına Rus Bolşeviklerinin el koymasına haklı olarak tepki göstermiş. Çünkü mesele aynı zamanda kendi itibariyle ilgili… Bu ona emanet edilecek olan ve adresi Ankara olan bir destek.

Sonunda Mustafa Suphi ve beraberindeki heyet yeni Sovyet Büyükelçisinin konvoyuna dâhil oluyor. Anlaşılan yanlarında para ve silah da var. Bunlar Ankara Hükümeti’ne teslim edilecek.

Doğan Avcıoğlu’nun eserinde daha sonra Mustafa Suphi’ye ihanet eden arkadaşlarından Süleyman Sami’nin Ankara hükümetine Bakü’den “50 top, 70 makineli tüfek, 17 bin tüfek ve cephane”nin Türkiye Komünist Partisi tarafından getirileceğini yazdığı mektuptan alıntılar var. Ancak 500 bin ya da 120 bin rubleden bahsedilmemiş. Ayrıca Süleyman Sami’nin bu mektubundan 6 ay sonra Mustafa Suphi ve konvoyu Türkiye’ye girdi. Yanlarında İstiklâl Harbi’ne destek için ne kadar para ve silah vardı kestirmek imkânsız…

120 BİN RUBLE NE OLDU?

Bu kadar detaya niye girdik? Amaç Enver’in mektubunun iç tutarlılığı var mı sorgulamak.
Mantık açısından bu mektup doğru bir mektup gibi görünmektedir.

Ayrıca şu hesabı da not etmeliyiz. Sovyetler Birliği Ankara Hükümeti’ne kesintili ve gecikmeli de olsa Büyük Taarruz’dan önce –tarihçi Ergün Aybars’a göre- toplam 11 milyon ruble destek olmuştur. Bunun dışında silah yardımı da vardır.
Bu desteğin büyük kısmı Buhara Emirinin kaçmasından sonra Cedidçiler (Türkistan Milliyetçileri) ve Sultangaliyev, Turar Rıskulov gibi Milli Komünistlerin ön ayak olmasıyla kurulan Buhara Cumhuriyet’inin bütçesinden gelmiştir.

Ayrıca Azerbaycan Sovyet Cumhuriyeti’nin ilk başkanı Neriman Nerimanov’un da büyük destekleri vardır. Ancak kendi kardeşlerimizden gelen bu desteklerin büyük kısmına Rus Bolşevikleri el koymuş ve bir baskı unsuru olarak kullanmıştır. Hatta Nerimanov’un bu konuda Lenin’e çok sert ve tehdide varan mektupları vardır. İleri Yayınları bunları bastı.

Yine de 11 milyon rubleyi hesap edelim. O tarihlerde 1 ABD doları yaklaşık 2,2 rubledir. Bir Türk lirası ise 1,66 rubledir.
Öyle görülüyor ki Mustafa Suphi 500 bin Rublelik bir yardım ile Ankara’ya gidecekti. Ancak bu ona verilmedi. 120 bin Ruble ise gasp edildi. Belki de daha fazla para gasp edildi ama katil Yahya Kahya şefi Enver’e sadece 120 bin Rubleden bahsetti.
Enver’in iddiasına göre aslında görev katledilmeleri değildi. Dayak atılacak ve Batum’a bırakılacaklardı. Ancak 120 bin Ruble işin rengini değiştirdi. Tabii bu yeni çıkan mektup doğruysa…

Daha önce bu konuların en önemli araştırmacılarından Akdes Nimet Kurat, Mustafa Suphi’nin yanındaki 8.000 altın için Yahya Kahya tarafından katledildiği yazmıştı. Yani aslında bunlar bilinen ama belgelenemeyen tarihi olaylardı. Ta ki şu ana ve bu belgeye kadar.

120 BİN RUBLE İÇİN BU CİNAYET İŞLENİR Mİ?

120 bin ruble o dönemin kuruna göre 54.545 ABD doları ediyor. 1920 yılında ABD doları bugünkünden tam 13 kat daha fazla değerliydi. Yani bugünün parasıyla 709.091 ABD doları.
Bu çok büyük bir miktardır. Cinayet için de büyük bir motivasyon kaynağıdır.
Okurun merakını gidermek için TBMM’nin bütçesinin gelirini ortaya koymak gerekirse…

İstiklal Savaşı boyunca bugünkü anlamda düzenli bir bütçe oluşturulamamıştır. Örneğin 1921 yılında TBMM’nin toplam bütçesi 79.160.058 olarak saptandı. Ancak ek bütçe ve avanslarla bu rakam değişti.
Kolaylık olsun diye ilk düzenli bütçemizi yani 1924 bütçesini ele alırsak hükümet bütçesinin toplam tahsil edilen geliri 138 milyon liradır.

11 milyon ruble yaklaşık 6,9 milyon liradır. 1922 yılının bütçe gelirlerinin 1924’ten çok daha az olduğunu varsaysak bile Sovyetler’den gelen mali yardım 1922’nin zafer bütçesinin %10’unu bile oluşturmamaktadır. Ancak Sovyetler’in silah yardımı çok daha etkili olmuştur. Bu gerçek teslim edilmelidir.

Burada geriye şu sorular kalıyor.

Stalin ve Lenin’in Türkiye’ye yönelik toplanan yardımların bir kısmını kendi siyasi çıkarları için gasp etmesi anlaşılabilir. Sonuçta onlar Rus devletini düşünüyordu.
Peki Mustafa Suphi’nin Atatürk’e teslim etmek için taşıdığı emanetlere ve en az 120 bin ruble olan paraya ne oldu? Enver’in adamları bu parayı ne yaptı?

ESAS CİNAYET TARİH CİNAYETİ

Mustafa Kemal Atatürk’e atılan Mustafa Suphi iftirası bir tarih cinayetidir. Sadece Atatürk’ün mirasına yönelik bir cinayet değil, Mustafa Suphi ve arkadaşlarının anısına yönelik de bir cinayettir.
Murat Bardakçı’ya artık çok önemli bir görev düşmektedir. Bu mektubun orijinalini yayınlamak…
Atatürk’ün manevi şahsiyeti ve aynı zamanda Karadeniz’de katledilen 15 devrimci yurtseverin anısına bu borcu hepimiz adına taşıyor.

Eğer bu mektup doğruysa Atatürk’e karşı olanları dâhil bütün samimi komünistler de ciddi bir özeleştiri vermelidir.
Tarih palavracısı, alçak bir Atatürk düşmanının yinelemeyi çok sevdiği bir tekerleme var: Yalan söyleyen tarih utansın.
Bizce tarih er ya da geç doğruyu söyler. Utanması gereken bu noktadan sonra doğrulara gözlerini kapatandır.   22.11.2015

ALİ ÖZSOY