Murat
Bardakçı yıllardır Enver Paşa’nın karısı Naciye’ye yazdığı mektuplar üzerinde
çalışıyordu. Sonunda bu çalışması “Enver” isimli kapsamlı bir kitaba
dönüştü.
Bu
kitapta son derece önemli bir bölüm var. Kitap çıkalı neredeyse iki hafta
oluyor ancak sadece bu bir sayfanın büyük bir tartışma yaratması gerekiyordu.
Hatta belki de bu tartışmayı bizzat Murat Bardakçı başlatmalıydı.
Mesele
Mustafa Suphi’nin katledilmesi meselesi…
Kitabın
241. Sayfasındaki mektupta Enver karısına açıkça Mustafa Suphi’yi kendi
adamlarının katlettiğini, bunu Mustafa Suphi kendisine karşı olduğu için
yaptıklarını ve kendisinin üzülse de adamlarının eylemini takdir ettiğini
açıkça belirtiyor. Mektubun kitaba alınan kısmını olduğu gibi aktarıyoruz:
“…
Komünist Partisi Reisi Suphi Bey, Bakü’de aleyhimde olduğu için biçareyi
Trabzon’da evvela karla, tükürükle hamallar epeyce ıslattıktan sonra bir
motorbotla Batum’a iade etmek üzere yola çıkarmışlar. Hâlbuki yanında yüz yirmi
bin Rus altını olduğundan kendisini zanlarınca yolda öldürmüşler paralarını
almışlar. Maamafih bunu benim için yaptıklarından memnun olduğumu ve başkasına
söylememelerini tembih ettim. Bence düşman da olsa, madem ki Müslüman, böyle
olmamalıydı. Fakat ne çare, yazılan çekilirmiş.”
(24 Nisan 1921 tarihli mektubundan)
TARİHİ
BAŞTAN YAZACAK BELGE
Bu
o kadar önemli bir mektup ki “tarihi baştan yazacak belge” denir ya; o düzeyde
bir bulgu. Nedeni Enver’in adamlarının bir cinayet işlemesi değil. Bu zaten
İttihat ve Terakki döneminde çok sık yaşanan bir olaydı. İttihatçıların
muhaliflerini bir köşede öldürmesi yaygın siyasi mücadele yöntemleriydi. Hatta
Atatürk de kendi anlatımıyla en az üç kere İttihatçı tetikçilerin saldırısından
kurtuldu. Bu suikast girişimlerinden biri bizzat Enver’in amcası meşhur Halil
Paşa’nın Selanik’te tertiplediğidir.
Bu
olayın önemi şuradan kaynaklanıyor. Mustafa Suphi’nin cinayetinde Atatürk’ün en
küçük bir sorumluluğu olmamasına rağmen neredeyse bir asırdır “Mustafa
Suphi’yi Kemalistler katletti” iftirası ve yalanı üzerinden bir yakın
tarih yazıldı.
Bu
iki açıdan zehirli bir efsanenin ortaya çıkmasına neden oldu. Özellikle Türk
Sosyalist hareketini Mustafa Kemal Atatürk’e düşman etmek için bu yalan ajan
provokatörler tarafından kullanıldı. Kafadan bir sol tarih uyduruldu. Solun PKK
ve ABD kucağına itilmesi için çok işlevsel, yalana dayalı bir tarih inşa
edildi.
HEM
ATATÜRK'E HEM MUSTAFA SUPHİ'YE ATILAN İFTİRA
“Mustafa
Kemal, Mustafa Suphi’yi katletti” yalanı 1970’lerden sonra adeta solun kaderini
değiştirdi ve komprador bir çizgiye yerleşmesini sağladı.
Diğer
taraftan Soğuk Savaş sürecinde, sağcı ve karşıdevrimci güçler de devletimizin
kurucusunu adi siyasi cinayetlerin faili göstermek pahasına bu yalana dört elle
sarıldılar. Tevetoğlu gibi isimler tam da Moskova güdümlü solun istediği gibi
Moskova ajanı kışkırtıcı bir Mustafa Suphi ve anti-komünist bir Atatürk
portresi çizmeye çalıştılar.
Oysa
Sovyetler yıkıldıktan sonra ortaya çıkan belgelerde Sultangaliyev’in idamıyla
sonuçlanan davalarda Stalinist rejimin Sultangaliyev ve Mustafa Suphi’yi
“Pan-Türkist illegal hücre kurmak, Kemalist Ankara’nın ajanlığını yapmak” ile
suçladığı ortaya çıktı.
Yani
aslında Turancı bir komünist ve gerçek bir vatansever olan Mustafa Suphi’yi hem
solcular hem sağcılar elbirliğiyle Moskova ajanı ilan etti. Maksat da Atatürk’e
saldırabilmek ve O’nu faali meçhul cinayet tertipleyen bir diktatör olarak
gösterebilmekti.
Oysa
Atatürk değil Mustafa Suphi’yi, kendisi için en büyük tehlikeyi oluşturan
İstanbul İttihatçılarını bile asla bu tür bir yöntemle tasfiye etmeye
girişmemişti. Tüm hayatı meşruluk üzerine kurulu büyük bir devrimciydi.
Neredeyse İzmir Suikasti’yle bunu hayatıyla ödeyecekti. Bundan sonra bile sözü
yargıya bıraktı. Kemalist Devrimin (1919-1938) bir tane bile faili meçhul
cinayeti yoktur.
Neden
bir tek Mustafa Suphi ve 14 yoldaşının cinayeti böylesine akla hayale
gelmeyecek bir şekilde Atatürk tarafından tertiplensin ki?
MEKTUP
DOĞRU MU?
Şimdi
mektuba geri dönelim.
Şu
anda bu mektupla ilgili çok ilginç bir sessizlik var. Bizce bu konu
tartışılmalı.
Mektubu
irdeleyelim. Öncelikle kitapta Murat Bardakçı mektubun ilk başta 20 Şubat
1921’deki bir mektuptan dört gün sonra yani 24 Şubat’ta yazıldığını söylüyor.
Yani Mustafa Suphi’ler katledildikten bir ay sonra.
Ancak
sonra mektubu alıntıladıktan sonra parantez içinde “24 Nisan 1921 tarihli
mektubundan” ifadesini kullanmış Bardakçı. Hangi tarih doğru?
Mektubun
sahte olması çok ama çok düşük bir ihtimal… Bardakçı böyle bir hataya düşemez.
Ama Enver’in kendi karısına böyle bir cinayeti açıkça itiraf etmesi insanı
şaşkınlık içinde bırakıyor.
Bu
mümkün mü? Murat Bardakçı kitabında Enver’in karısına mektuplarında her şeyi,
en küçük siyasi sırları bile eksiksiz yazdığını, bunda amacının bütün hayatını
tarihe geçirmek olduğunu belirtiyor.
Yine
de tarihe geçmek isteyen birinin kendisine bağlı bir çetenin işlediği böylesi
bir cinayeti açıkça itiraf etmesi ve hatta kendi tebriklerini çeteye
gönderdiğini belirtmesi çok garip bir durum. Bugünden bakıldığında
anlayamıyoruz. Belki de bu cinayetler o dönem normalleşmişti.
Mektubun
iç mantığına geldiğimizde, bizce mektubun doğru olma ihtimali çok artıyor.
Açıklayalım.
ENVER
PAŞA, MUSTAFA SUPHİ'YE NEDEN DÜŞMAN?
Mektuptan
şu iki sonuç çıkıyor:
1.
Enver yazdığı mektupta Mustafa Suphi’yi kendi adamlarının katlettiğini itiraf
ediyor. Gerekçe olarak Bakü’deki Doğu Halkları Kurultayı’nda Mustafa Suphi’nin
liderliğini yaptığı grubunun kendisine karşı çıkmasıymış. Kendisi de anlaşılan
bu cinayet eylemini onaylıyor. Tertipleyip tertiplemediği belli değil.
2.
Mustafa Suphi’nin Atatürk’e, Ankara’ya götürdüğü 120 bin ruble değerindeki Rus
altınına Enver’in adamları el koymuş.
Bu
iki sonuç da tarihi olaylarla tutarlıdır. Birincisi Enver, Çiçerin, Stalin ve Lenin
ile sürekli temas halindedir. Kendisine bir ordu verilmesini ve Doğu
Anadolu’dan Türkiye’ye girmeyi talep etmektedir. Atatürk, Kâzım Karabekir ve
Ali Fuat Cebesoy arasındaki yazışmalarda bu konu defalarca büyük tehlike olarak
ele alınmaktadır. Çünkü Ruslar kendi çıkarları için Enver’e bu desteği verir ve
Enver silahlı bir orduyla Anadolu’ya girerse Anadolu’daki bütün mücadele
çökebilir, ülke bir iç savaşa sürüklenebilir.
Ayrıca
Atatürk ve silah arkadaşları Çiçerin’in başlangıçtan itibaren Sovyet yardımını
Doğu Anadolu’dan Ermenistan’a toprak verilmesi şartına bağladığını biliyordu.
Enver, Çiçerin ve Stalin desteğiyle Anadolu’ya girseydi ne olurdu? Elbette ki
felaket… Rusların toprak taleplerine de karşı konulamazdı.
Sakarya
Zaferi’ne kadar bu tehdit devam etti. Hatta 1921 Mart’ında Moskova
Antlaşması’yla kayıt altına alınan ve verilmesi gereken Sovyet yardımı uzunca
süre bekletildi. Enver Sakarya Savaşı’nın en ateşli günlerinde Batum’a kadar
gelip, Atatürk’e tehdit noktasına kadar varan mektuplar yazdı. Doğan
Avcıoğlu’nun Milli Kurtuluş Tarihi eserinin ikinci cildinde Atatürk ile Enver
arasındaki bu mektup savaşları okunabilir.
Mustafa
Suphi’nin önderlik ettiği ve Sultangaliyev’e bağlı Türk Komünistleri ise
Enver’e karşıydı. Ankara’nın doğrudan desteklenmesini ve Türk komünistlerinin
Anadolu İhtilâli’ne katılmasını savunuyorlardı.
Ayrıca
Mustafa Suphi çok eskiden itibaren Enver ve İttihatçılara düşmandı. Bakü’de
düzenlenen Doğu Halkları Kurultayı’nda Zinovyev ve Rus Bolşevikleri Enver’i
adeta Doğu Halklarının lideri gibi kürsüye çıkartıp konuşma yaptırmak isteyince
Mustafa Suphi ve TKP’liler yuhalamaya başladılar ve Enver’i konuşturmadılar.
Konuşma metnini Zinovyev okumak zorunda kaldı.
Daha
sonra Mustafa Suphi ve arkadaşları kürsüye çıktı ve Enver’e hakaret derecesine
varacak kadar sert eleştiriler yönelttiler. Enver bunu asla unutmadı. Mustafa
Suphi ve TKP’yi Moskova ile arasında pürüz çıkaran bir sorun olarak görüyordu.
MUSTAFA
SUPHİ'NİN ANKARA'YA GÖTÜRDÜĞÜ YARDIM
Bir
de ortada 120 bin Ruble değerinde Romanof altını meselesi var.
Şimdi
araştırmacı yazar Yunus Yılmaz’ın “Turancı Sosyalist Ethem Nejat” kitabına
başvuralım. Yunus Yılmaz, Yücel Demirel’in Dönüş Belgeleri’ni kaynak alarak
Mustafa Suphi’nin Ankara’ya Atatürk’e teslim edilmek üzerine getirdiği yardımla
ilgili önemli bir açıklamasını aktarıyor. Mustafa Suphi Türkistan kaynaklı ve
Türkiye’ye verilmesi kararlaştırılmış bir yardımın büyük kısmının
alıkonmasından dolayı Rus Bolşevikleriyle tartışmış:
“Daha
sonra bize Türkiye’de inkılap yapmak için Rusya Komünist Fırkası tarafından
Türkistan’a giderken verilen sandık muhteviyatından bahsedildi. İstasova benim
hatırımda kaldığına göre beş yüz bin Romanof ve mücevharat var dedi. Cevap
verdim: Bu paranın beş yüz bin Romanof olmasına evvelce karar verilmiş idi… Bu
mesele halledilmeyince biz gidemeyiz, bilhassa ben gidemem dedim. Pavloviç bu
meblağı veremeyiz, çoktur dedi. Biz hayrette kaldık. Bu arkadaşları baştan
savmak için gönderiyorsanız o başkadır. Meseleye ciddiyetle bakmak lazım gelir
dedim. Bu para Türkiye’ye hediye edilmiş bir paradır, bu alınmaz. Nihayet karar
verildi ki: Bu sandık alahalihi burada kalsın…”
Bu
olay Mustafa Suphi’ye göre 21 Eylül 1920’de oluyor. Yani Sovyet Büyükelçisi’yle
birlikte Türk Komünistlerinin konvoy olarak Kars’tan Türkiye’ye girmelerinden
yaklaşık 3 ay önce.
Mustafa
Suphi Ankara’ya götürülecek paranın bir kısmına Rus Bolşeviklerinin el
koymasına haklı olarak tepki göstermiş. Çünkü mesele aynı zamanda kendi
itibariyle ilgili… Bu ona emanet edilecek olan ve adresi Ankara olan bir
destek.
Sonunda
Mustafa Suphi ve beraberindeki heyet yeni Sovyet Büyükelçisinin konvoyuna dâhil
oluyor. Anlaşılan yanlarında para ve silah da var. Bunlar Ankara Hükümeti’ne
teslim edilecek.
Doğan
Avcıoğlu’nun eserinde daha sonra Mustafa Suphi’ye ihanet eden arkadaşlarından
Süleyman Sami’nin Ankara hükümetine Bakü’den “50 top, 70 makineli tüfek, 17 bin
tüfek ve cephane”nin Türkiye Komünist Partisi tarafından getirileceğini yazdığı
mektuptan alıntılar var. Ancak 500 bin ya da 120 bin rubleden bahsedilmemiş.
Ayrıca Süleyman Sami’nin bu mektubundan 6 ay sonra Mustafa Suphi ve konvoyu
Türkiye’ye girdi. Yanlarında İstiklâl Harbi’ne destek için ne kadar para ve
silah vardı kestirmek imkânsız…
120
BİN RUBLE NE OLDU?
Bu
kadar detaya niye girdik? Amaç Enver’in mektubunun iç tutarlılığı var mı
sorgulamak.
Mantık
açısından bu mektup doğru bir mektup gibi görünmektedir.
Ayrıca
şu hesabı da not etmeliyiz. Sovyetler Birliği Ankara Hükümeti’ne kesintili ve
gecikmeli de olsa Büyük Taarruz’dan önce –tarihçi Ergün Aybars’a göre- toplam
11 milyon ruble destek olmuştur. Bunun dışında silah yardımı da vardır.
Bu
desteğin büyük kısmı Buhara Emirinin kaçmasından sonra Cedidçiler (Türkistan
Milliyetçileri) ve Sultangaliyev, Turar Rıskulov gibi Milli Komünistlerin ön
ayak olmasıyla kurulan Buhara Cumhuriyet’inin bütçesinden gelmiştir.
Ayrıca
Azerbaycan Sovyet Cumhuriyeti’nin ilk başkanı Neriman Nerimanov’un da büyük
destekleri vardır. Ancak kendi kardeşlerimizden gelen bu desteklerin büyük
kısmına Rus Bolşevikleri el koymuş ve bir baskı unsuru olarak kullanmıştır.
Hatta Nerimanov’un bu konuda Lenin’e çok sert ve tehdide varan mektupları
vardır. İleri Yayınları bunları bastı.
Yine
de 11 milyon rubleyi hesap edelim. O tarihlerde 1 ABD doları yaklaşık 2,2
rubledir. Bir Türk lirası ise 1,66 rubledir.
Öyle
görülüyor ki Mustafa Suphi 500 bin Rublelik bir yardım ile Ankara’ya gidecekti.
Ancak bu ona verilmedi. 120 bin Ruble ise gasp edildi. Belki de daha fazla para
gasp edildi ama katil Yahya Kahya şefi Enver’e sadece 120 bin Rubleden
bahsetti.
Enver’in
iddiasına göre aslında görev katledilmeleri değildi. Dayak atılacak ve Batum’a
bırakılacaklardı. Ancak 120 bin Ruble işin rengini değiştirdi. Tabii bu yeni
çıkan mektup doğruysa…
Daha
önce bu konuların en önemli araştırmacılarından Akdes Nimet Kurat, Mustafa
Suphi’nin yanındaki 8.000 altın için Yahya Kahya tarafından katledildiği
yazmıştı. Yani aslında bunlar bilinen ama belgelenemeyen tarihi olaylardı. Ta
ki şu ana ve bu belgeye kadar.
120
BİN RUBLE İÇİN BU CİNAYET İŞLENİR Mİ?
120
bin ruble o dönemin kuruna göre 54.545 ABD doları ediyor. 1920 yılında ABD
doları bugünkünden tam 13 kat daha fazla değerliydi. Yani bugünün parasıyla
709.091 ABD doları.
Bu
çok büyük bir miktardır. Cinayet için de büyük bir motivasyon kaynağıdır.
Okurun
merakını gidermek için TBMM’nin bütçesinin gelirini ortaya koymak gerekirse…
İstiklal
Savaşı boyunca bugünkü anlamda düzenli bir bütçe oluşturulamamıştır. Örneğin
1921 yılında TBMM’nin toplam bütçesi 79.160.058 olarak saptandı. Ancak ek bütçe
ve avanslarla bu rakam değişti.
Kolaylık
olsun diye ilk düzenli bütçemizi yani 1924 bütçesini ele alırsak hükümet
bütçesinin toplam tahsil edilen geliri 138 milyon liradır.
11
milyon ruble yaklaşık 6,9 milyon liradır. 1922 yılının bütçe gelirlerinin
1924’ten çok daha az olduğunu varsaysak bile Sovyetler’den gelen mali yardım
1922’nin zafer bütçesinin %10’unu bile oluşturmamaktadır. Ancak Sovyetler’in
silah yardımı çok daha etkili olmuştur. Bu gerçek teslim edilmelidir.
Burada
geriye şu sorular kalıyor.
Stalin
ve Lenin’in Türkiye’ye yönelik toplanan yardımların bir kısmını kendi siyasi
çıkarları için gasp etmesi anlaşılabilir. Sonuçta onlar Rus devletini
düşünüyordu.
Peki
Mustafa Suphi’nin Atatürk’e teslim etmek için taşıdığı emanetlere ve en az 120
bin ruble olan paraya ne oldu? Enver’in adamları bu parayı ne yaptı?
ESAS
CİNAYET TARİH CİNAYETİ
Mustafa
Kemal Atatürk’e atılan Mustafa Suphi iftirası bir tarih cinayetidir. Sadece
Atatürk’ün mirasına yönelik bir cinayet değil, Mustafa Suphi ve arkadaşlarının
anısına yönelik de bir cinayettir.
Murat
Bardakçı’ya artık çok önemli bir görev düşmektedir. Bu mektubun orijinalini
yayınlamak…
Atatürk’ün
manevi şahsiyeti ve aynı zamanda Karadeniz’de katledilen 15 devrimci
yurtseverin anısına bu borcu hepimiz adına taşıyor.
Eğer
bu mektup doğruysa Atatürk’e karşı olanları dâhil bütün samimi komünistler de
ciddi bir özeleştiri vermelidir.
Tarih
palavracısı, alçak bir Atatürk düşmanının yinelemeyi çok sevdiği bir tekerleme
var: Yalan söyleyen tarih utansın.
Bizce
tarih er ya da geç doğruyu söyler. Utanması gereken bu noktadan sonra doğrulara
gözlerini kapatandır. 22.11.2015
ALİ
ÖZSOY
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder