24 Mayıs 2015 Pazar

Zihnen İptal!



Seçim, siyasal vaadler üzerine yürür.
Siyasal partiler, şimdi adet olduğu üzere 200 sayfa ortalamada seçim bildirgeleri yayınlar. Kimsenin okumayacağını bildikleri için olsa gerek, bir de kısa bildiriler çıkarırlar. Şimdilerde bunların da okunacağı kuşkulu olduğu için belki, “flaş! flaş!” projeler açıklama adeti belirdi.
Altı oklu değil, çınar ağaçlı Cumhuriyet Halk Partisi de bir “flaş!” yaptı. Belli ki gündemi işgal etmek, tartışılmak istiyor.
Aman sakın yanılmamalı! Tartışılmak istemiyor, gündemde “dönen haber” olmak istiyor. Çünkü “flaş! flaş!”a kapılıp “iyi ama şu da böyle…” diyecek olursanız, bir kesim laik – cumhuriyetçi – hatta Atatürkçü ve ilerici – solcu – sosyalist olduğunu ilan edenler affetmiyorlar. -Şimdi zamanı mı! Seçime gidiyoruz!
Gerçekten söyler misiniz, seçim vaatleri üzerine konuşmanın zamanı ne zamandır? Hem de böyle gürültülü “flaş!”ları bile duymazdan gelip, seçimler olup bittikten sonra mı?
Durum ilginç ötesi…
Bir kısım laiklik yanlısı, “AKP ile laiklik tehlikede değil” sözünü duymazdan gelmeyi yeğledi. Bir kısım cumhuriyetçi – Atatürkçü, “Anayasa’da vatandaşlığı Türk değil TC diye tanımlayacağız” sözünü duymadı. Bir kısım ilerici – solcu – pek sosyalist şimdi son “flaş!”ı savuşturmanın derdinde.
-Konuşma, sus, seçim var!
-İyi ama, bütün bunlar “oyumuzu verelim” dediğiniz partinin seçim vaatleri! Siz, gerçekten, bu vaatleri, hedefleri, amaçları doğru ve yerli yerinde mi görüyorsunuz?
-Hayır, hayır ama, olsun, dur şimdi, seçim var!
Bu duruma ne denebilir ki!
Seçime gidiyoruz, tüm algıların en açık olması gereken zaman diliminde algılar kapalı, amigo ruhu baskın, kısacası ortam zihnen iptal!
*
Açıklanan “flaş!” proje, ekonomik yükseliş projesi.
Kalkınma değil, yükseliş.. Anlamı şu: biz artık çabamıza kalkınma değil yükseliş diyoruz, çünkü biz “emerging economy”lerden biriyiz. Yükselen ekonomiler’den biri olarak da, kalkınma plancılığını terk edeceğiz. Size, küresel ekonomi ile daha sıkı bağlanmayı amaçlayan proje esaslı neo-liberal iktisat zihniyetini benimseyeceğimizi duyuruyoruz.
Ekonomik yükseliş zihniyeti, montajcılık düzeyine sıkışmış mevcut sanayiyi ambalajcılık sanayisi düzeyine çekecek. Ticaret de, komisyonculuk mertebesine indirilecek.
Sanayinin özü, depolama – gerekirse montajlama – mutlaka ambalajlama – etiketleme – bunları gideceği yere gönderme (postalama) işleri olacak. Toptan – perakende ticaret düzeneğinin yerini ise, başka ülkede üretilmiş malı, tüketileceği başka ülkeye iletme işi için alınacak komisyonculuk sistemi alacak. Kısa adıyla “lojistik”, yani “geri hizmetler”, yani “istihkam işleri”…
Ekonominin yükselişi için umulur ki, bazı üretim şirketleri bizim lojistik kentte yerleşir; biz de onlardan teknoloji öğrenebiliriz.
Ürettiği malı alıp, tüketecek ülkelere gönderme hesabı içinde 58 ülke var. Büyük pazar! Ne var ki, bu ülkelerin böyle bir proje için ne diyecekleri şimdilik meçhul! Cazip bulacakları umulur!
1940’lı yıllarda ABD’li Thornburg gelmiş, bir rapor hazırlayıp Türkiye’ye “sanayi değil tarım” yolunu göstermişti. Şimdi dışarıdan birilerinin gelmesine gerek yok. Tüm iddialarımızı ve hedeflerimizi, ülkemizi kuran partinin yöneticileri dahil dünya-bölge liderli parti bürokrasileri geri çekiyor.
*
“Flaş! flaş!” Tanıtım filmi, bu “proje”nin dünyada dördüncü olacağını ilan ediyor. İlki Güney Amerika’da, diğer ikisi Uzak Asya’daymış.
Gelin görün ki, örnek gösterilen projelerin bu projeyle uzak yakın benzerliği bulunmuyor.
Güney Amerika’daki proje 2000 yılında başlayan, IISRA kısa adıyla bilinen The Initiative for Regional Infrastructer Integration in South America. Bu, Güney Amerika’nın 12 ülkesinde devletlerin bir anlaşmaya bağladıkları, kimilerinin kendi kalkınma bankalarını devreye soktukları, “kıtayı bütünleştirme projesi”. Proje çerçevesinde demiryolları, karayolları, enerji, telekomünikasyon hatları yapımı gibi işler var.
Uzak Asya’daki diğer iki proje ise Şangay İşbirliği Örgütü ve Çin odaklı işler.
Biri, Çin’in Kunming kentinden başlatılıp Singapur’a uzanırken 8 ülkeyi içine alan Kunming Demiryolu Projesi. Ülkeler arası anlaşmalar yapılmış; ama daha önemlisi arkasında Çin’in CNR ve CSR adlı dünya devi, 180 bin işçili, dünyada 350 yatırım üstlenmiş durumda olan iki demiryolu yapım-işletim şirketinin birleştirilmesi gibi bir hazırlık var.
Öbürü İpekyolu Ekonomik Kuşağı, Şangay İşbirliği Örgütü ve içinde Rusya, Kazakistan, Özbekistan, …. gibi ülkelerin yer aldığı, anlaşmalara dayanan bir ulaşım – enerji – iletişim altyapı projesi. Ülkeler yatırım şirketlerini harekete geçirmişler, anlaşmalar yapılmış.
Örnekler, bir ülkede bir mega kent kurup başkalarının ürettiklerini başkalarının tüketimi için postalama işine hiç benzemiyor. Bunları, “flaş! flaş'” tanıtımına benzermiş diye sunmak hiç yakışık almıyor.
*
Depocu-ambalajcı yeni sanayi, özel bir kentten yürütülecek. Hakkını yemeyelim, kent “mega kent” olacak. Besbelli ki, şu anda ovalık – dağlık – boş bir alan bu işe hasredilecek.
En önemlisi, bu meganın yönetimi, ulusal ve kamusal yönetimin bir parçası değil, küresel ve özel sektör sisteminin elinde olacak. Özel yasa ve özel vali ile yönetilecek. Maliyetler sıfırlanacak. [Maliyetler…. işçi ücreti, vergilendirme, kiralama, belediye hizmetleri karşılığı ödemeler]
Yani Anadolu’nun göbeğinde işçi ücretlerinin, sendikal hakların berhava edileceği; vergi kasamızdan özenle beslenecek; uyuşmazlıkları ulusal yargı sisteminin dışında çözülecek; ulus-ötesi sigorta, para-kredi, hukuk kurumlarının iş göreceği bir küresel neo-liberal sermaye cenneti yaratılacak.
Yargı birliği mi demiştiniz! İdari birlik mi diyorsunuz! Hele adil ücret diyenler! Vatandaşların yasa önünde eşitliği mi!
Bu modelde asıl olan bunlar değil, rekabet ve yarışmadır. Dinazorluğun ve statükoculuğun, ulusalcılığın ve kamu hizmeti yandaşlığının alemi yok!
*
Ekonomik Yükseliş Projesi, bu seçim vaadi, Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuş bir parti adına umut değil en fazla derin bir mahcubiyet duygusu yaratabilir.
Bu zihniyet, artık çöken küreselci neo-liberal zihniyettir. Dünya Bankası, IMF ve hatta NATO’nun devirlerini tamamladıklarını görmeden, halka bu denenmiş ve batmış projeleri “seçim vaadi” diye sunmak yakışıksız bir iş olmuştur.
Bu karşıdevrimci dalganın ortasında, yurttaşlarımızın umut aradıkları bir ortamda, Türk Devrimi’nin öncü gücü büyük bir partiyi bu duruma düşürmenin sorumluluğu büyüktür.
*
Ama belki bu sözler bile fazla olabilir.
Ortadaki “flaş! flash!” proje, adeta bir okul bitirme projesi gibi bir şey. İlk kez okuyup, yeni öğrendiği şeylerin çok parlak olduğunu sanan acar bir öğrencinin okul bitirme ödevi… Acaba bu parlak okul ödevini ciddiye alıp Türk ve dünya kamuoyuna sunabilen parti yöneticilerine ışık tutmakla mı yetinsek?
Prof. Dr. Birgül Ayman Güler

11 Mayıs 2015 Pazartesi

Küresel’ Anneler Günü İçin! / Banu AVAR



O 1864 de doğdu. 41 yaşında annesini kaybettiğinde ABD ‘yeni Dünya Düzeninin ana hatlarını bulmaya çalışıyordu, Avrupa’da ‘kan rüzgârları’ esiyor, Osmanlı İmparatorluğu gizli anlaşmalarla bölünmenin eşiğinde duruyordu.
Dünya ilk kez topyekûn bir petrol savaşına sahne olmak üzereyken ve milyonlarca anne katledilecekken, Anna Jarvis Amerika’da ‘anneler günü’ önerisini bir kilisede kutladı.
Önerisi emperyal güçlerin dünyaya ‘kültür ihracatı’ modeli için ‘elverişli’ bulundu ve başta başkan Wilson olmak üzere, gazete patronlarından din adamlarına ve Senato’ya kadar kabul gördü.
Dünya kanla yıkanırken, Wilson prensibiyle Anadolu’ya kukla devletler oturtulurken Mayıs’ın 2. Pazar günü ‘anneler günü’ ilan edilmişti.
***
1. Dünya Savaşı emperyal güçlerin Pazar kapma yarışıydı. Ve bu paylaşım kavgasında sadece topraklar değil zihinler de devşirilecekti.. Emperyal güçler, zihinsel işgalin atom bombasından daha etkili olduğunu söylemişlerdi.. Kanlı savaşlar, petrol, pamuk ve buğdayın ele geçirilmesi için beyinlerin de işgal edilmesi gerekti. O yıllarda yeni bir dünya düzeni şekilleniyor, Amerikan küresel çetesi ‘tek dünya sistemi’ ‘tek dünya kültürü’ üzerine kafa yoruyorlardı.
Anna Jarvis 1948 yılında 84 yaşında 2. bir dünya paylaşım savaşının ertesinde öldü.. Ölmeden önce ortaya attığı fikrin tüketim amacıyla kullanılmasından duyduğu üzüntüyü belirtiyor, ‘Bu özel günü dini bir kutlama olarak düşünmüştüm. Oysa ticari amaçlara alet oldu.’ demişti. Demekle kalmadı, ulvi fikrinin metalaşmasına duyduğu nefretle birçok kurum ve kuruluşa dava açtı ve doğal olarak hepsini kaybetti. Öldüğünde çok yoksuldu, evi bile elinden alınmıştı, bir hastane köşesinde hayata veda etti. Çocuğu yoktu. Emperyalizm gerçekleri gördüğü ve göstermeye kalktığı için Jarvis’i affetmemişti.
Adı unutuldu gitti..
Emperyalizm anneler gününü birçok ülkeye ihraç etti. Tıpkı birçok benzer gün gibi…
Türkiye 1947’de küresel çetenin kucağına düşünce ‘Amerika, canım feda sana’ şarkıları eşliğinde , NATO için Kore’ye asker yollayacak, Amerikan üslerine ve barış gönüllüsü adı altında ajanlara kapılarını açacak, süt tozları içecek, Amerikan eğitimiyle zihni bulandırılacak, Hollywood filmleriyle küçük Amerika olmaya özenecekti… Anasıyla babasıyla tüm millet yokluk ve yoksulluk içine sürüklenir, ülkenin tüm varlıkları küresel odakların eline geçerken Anneler günü en yoksulundan en varsılına kutlamakla övünülen bir güne dönüşecekti…
Milli günler hızla solarken ‘küresel günler’ öne çıkacaktı…
Bu millet anasının değerini her şeyin üzerinde tutan bir millettir. ‘Cennet anaların ayakları altındadır’ diyen bir dine mensuptur.. Anasına atasına yılda bir gün değil yaşadığı her anı adayan bir kültürden gelmiştir. Emperyalizm için bu tehlikelidir ve değişmelidir! Her şey sahteleşmeli, tek bir gün analar için tüm alış veriş merkezleri kampanyalar yapmalı, parası var yok herkes sokaklara çıkmalı, alabileceği ne varsa almalıdır.
Küresel ekonomik işgal bir yandan, sırtlan dişlerini etine geçirdiği millete ‘ananı da al git’ derken öbür yandan sırıtarak ‘ama bir şey al da git! Diye hırlamaktadır..
Kılcal damarlarımıza kadar sızan ‘kültürsüzleşme örneklerini kendi yaşamınızda yakalayın…
Anneler, babalar, halalar, teyzeler, sevgililer günlerini coşku içinde kutluyor musunuz… Avrupa’da Müslümanların kılıçtan geçirildiği 1 Nisan gününde eşe dosta şakalar mı yapıyorsunuz, sorgulayın…
Emperyalizmin tarifini mi istiyorsunuz? Günlük yaşantınıza ve değişen değerlere bakın…
Analarınızın, atalarınızın değerini yaşadığınız sürece unutmayın!

6 Mayıs 2015 Çarşamba

DÜZMECE MAHKEMENİN İDAM ETTİĞİ ÜÇ GENCİMİZ



Bundan tam 43 yıl önce, 6 Mayıs 1972 günü, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan idam edilerek öldürüldüler.
Deniz Gezmiş ve Yusuf Aslan 25, Hüseyin İnan 23 yaşındaydı.
Bu üç gencimiz, hiç kimseyi öldürmemişlerdi.
Peki, bu üç gencimiz tamamen suçsuz muydular?
Bu üç gencimiz; adam kaçırıp alıkoymuş, banka soymuş ve otomobil çalmışlardı.
Peki, bu suçların cezası idam mıydı?
Bu suçların cezası Türkiye’de de başka ülkelerde de idam değildi.
Peki, bu üç gencimiz hangi ağır suçla suçlanıp idam edilmişlerdi?
Anayasayı zorla ortadan kaldırmaya ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni zorla kapatmaya teşebbüs etmekle suçlanmışlardı.
Bu üç gencimiz, Ordu’nun silahlı subayları mıydı?
Hayır!
Bu üç gencimiz, günümüzün terör örgütü PKK gibi silahlı bir örgüt kurup binlerce kişiyi mi öldürmüşlerdi?
Hayır!
Başkanı, üyeleri ve savcısı asker olan düzmece mahkeme, bu üç gencimizin “niyetlerinin” silahlı örgüt kurmak olduğunu öne sürerek hakkı, adaleti ve insanlığı çiğneyerek varsayıma dayalı idam cezası vermişti.
İdam cezaları oylanmak üzere Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne getirildi.
Deniz Gezmiş ve iki arkadaşının idam edilmesini 273 milletvekili kabul etti. İşte onlardan bazıları:
Süleyman Demirel ( Mason ), Orhan Alp ( Mason ), H. Turgut Toker ( Mason), İsmet Sezgin ( Mason ), Sadettin Bilgiç ( Mason ), Turhan Feyzioğlu ( Mason), Mesut Erez ( Mason ), Hüseyin Özalp ( Mason ), Orhan Öztrak (Mason ), Necmettin Cevheri ( Mason ), M. Selahattin Kılıç ( Mason ), Nuri Bayar ( Mason ), Kemal Satır ( Mason ), Ahmet Topaloğlu ( Mason ) , Alpaslan Türkeş, Nahit Menteşe, Cemal Külahlı, Barlas Küntay, Kasım Önadım, Refet Sezgin, Rasim Cinisli, Rıfkı Danışman, Ali İhsan Göğüş, İsmail Arar, Ferruh Bozbeyli, Ali Naili Erdem, Faruk Sükan, Ahmet Karaaslan, Vefa Tanır, Esat Kıratlıoğlu, Haydar Özalp, Ata Bodur, Erol Akçal, Talat Asal, Doğan Kitaplı, Tevfik Koraltan, Yusuf Ziya Önder, Enver Akova, Kinyas Kartal, Mehmet Aksoy, Ekrem Dikmen, Selahattin Güven, Ahmet İhsan Birincioğlu, Ali Rıza Uzuner, Ahmet Nihat Akın, Ahmet Güner, S. Tekin Müftüoğlu, Mehmet Salih Yıldız, Ali Cavit Oral, Hüsamettin Uslu, İhsan Aataöv, Süleyman Çiloğlu, Hasan Ali Gülcan, Hasan Akçalıoğlu, Rafet Eker, Cihat Bilgehan, Ahmet İhsan Kırımlı, Nihad Kürşad, Akın Özdemir, Ertuğrul Akça, Adnan Akarca, Nimet Ağaoğlu, Zeki Çeliker, İsmet Kapısız.
Bu milletvekillerini bugün, nefretle anıyorum.
İdamları 48 milletvekili reddetti.
Deniz Gezmiş ve iki arkadaşının idam edilmesini reddeden 48 milletvekili şunlardır:
İsmet İnönü, Bülent Ecevit, Mehmet Ali Aybar, Necdet Uğur, Mustafa Üstündağ, Mustafa Ok, Kemal Güven, Kemal Demir, Mevlüt Ocakçıoğlu, Ferda Güley, B. Turgut Boztepe, Hayrettin Uysal, Yaşar Akal, Adil Yaşa, Yılmaz Alpaslan, Hüseyin Yenipınar, Adil Turan, Kemal Okyay, Tufan Doğan Avşargil, Mehmet Yüceler, Beyti Arda, Hakkı Gökçe, Muammer Ertem, Mehmet Ozdal, Ali Değerli, Nermin Neftçi, Cevat Sayın, Mehmet Aytuğ, Hasan Çetinkaya, Selçuk Erverdi, Celal Kargılı, Hüseyin Dolun, Reşit Ülker, Lebit Yurdoğlu, Şeref Bakşık, M. Hulusi Çakır, Kamil Kırıkoğlu, Yusuf Ziya Yılmaz, Kemal Ataman, İbrahim Cüceoğlu, A. Sakıp Hiçerimez, Osman Soğukpınar, Yusuf Ziya Yağcı, Abdullah Naci Budak, Kenan Mümtaz Akışık, Nadir Yavuzkan, Nail Atlı, Nuri Çelik Yazıcıoğlu.
Bu milletvekillerini bugün, sevgi ve saygıyla anıyorum.
TBMM ve Senato tarafından onaylanan idam cezaları, 3 Mayıs 1972 günü Cumhurbaşkanı mason Cevdet Sunay tarafından imzalandı.
5 Mayıs 1972 tarihli resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe girdi.
6 Mayıs 1972 günü, sabaha karşı saat 01.25’te önce Deniz Gezmiş idam sehpasına çıkarıldı.
Deniz Gezmiş’in son sözleri:
“Yaşasın tam bağımsız Türkiye…
Kahrolsun emperyalizm.
Yaşasın işçiler, köylüler.”
Yusuf Aslan’ın idam sehpasında son sözleri:
“Ben halkımın bağımsızlığı için bir defa ve şerefle ölüyorum. Fakat bizi asan sizler, şerefsizliğinizle her gün öleceksiniz! Biz halkımızın hizmetindeyiz. Sizler Amerika’nın hizmetindesiniz.
Yaşasın devrimciler! Kahrolsun Faşizm!”
Hüseyin İnan idama giderken son sözlerini şöyle söyledi:
“Ben hiçbir şahsi çıkar gözetmeden, halkın mutluluğu için savaştım.
Bu bayrağı bu ana kadar şerefle taşıdım. Bundan sonra bu bayrağı Türkiye halkına emanet ediyorum.
Yaşasın işçiler ve köylüler!
Kahrolsun Faşizm!”
Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ı sevgi ve saygıyla anıyorum.
Tarihimizin bu çok önemli dönemini, ikinci baskısı Nergiz Yayınları tarafından yapılan “ATATÜRKÇÜLER YENİLDİ” adlı kitabımda, TBMM tutanaklarını kaynak kullanarak anlattım.
Yılmaz Dikbaş
6 Mayıs 2015, Çarşamba
dikbas@kalinka.com.tr
0532 233 31 52

2 Mayıs 2015 Cumartesi

Lozan’ı Delen AKP Sevr’i Uyguluyor/Orhan Dede





Türkiye’de kaynak olduğunu gizlemek için AKP hükümeti, açıktan değil ama gizli gizli vatandaşlara Lozan Antlaşması’nda bu madenlerin çıkarılmaması sözünün verildiğini, Türkiye’de madenlerin bu yüzden çıkarılamadığını söylüyor. Kendi iktidarsızlığını ve cürmünü Lozan’a imza atanların sırtına yıkmaya çalışan AKP cephesi bu gerekçeyle “kaynak nerede” sorusunu cevaplamadan savuşturuyor. 
Lozan’da elbette böyle bir madde yok. 
Türkiye’nin kuruluş senedi olan Lozan Antlaşması, bu hükümet tarafından delik deşik edildi. 
Lozan Antlaşması’na sımsıkı sarılması gereken AKP hükümeti bu anlaşmayı yok sayarken 13 yıllık iktidarında Sevr Antlaşması’nı uyguladı.
Bakınız Batılı devletlerin Osmanlı’yı nasıl paylaşılacağını tasarım eden Sevr Antlaşması’nda hangi maddeler vardı bir bakalım.  
Sevr’in bu maddelerine göz atarken bunların 13 yıldır iktidarda olan AKP hükümeti döneminde Türkiye’de bu Sevr şartlarının ne kadarının uygulandığını da düşünelim.
• Osmanlı’nın askeri gücü ve ağır silahları azaltılacak.
Son 13 yılda en büyük saldırıların hedefi haline gelen Türk ordusu hükümet sayesinde bugün hem personel açısından, hem de askeri teçhizat açısından tüm dönemlerin en büyük aczi yetini yaşıyor. 
• Azınlıklara geniş haklar verilecek.
AKP Milletvekili Adayı Ermeni asıllı Markar Esayan, azınlıkların Cumhuriyet tarihinde görmedikleri ilgiyi 13 yıldır AKP hükümetinden gördüğünü açıkladı. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ise 2 yıl önce “Azınlıklara haklarını sonuna kadar vermek bizim boynumuzun borcudur” demişti.
• Ülke ekonomisinde yabancılara imtiyazlar verilecek.
Özelleştirme uygulamalarıyla Türkiye’nin vergileriyle güçlüklerle kurulmuş şirketlerimiz bu dönemde yabancılara peşkeş çekildi. Bankacılık, sigorta, ilaç, tarım, enerji, telekomünikasyon sektörleri neredeyse tamamen yabancıların eline geçmiş durumda.
• Kürt bölgesinde İngiliz, Fransız ve İtalyan temsilcilerden oluşan komisyon yerel bir yönetim kuracak. 1 yıl sonra bu bölge Birleşmiş Milletlere bağımsızlık için başvurabilecek.
Hükümetin peşinde koştuğu sözde çözüm süreci Türkiye’yi Sevr’in bu şartını gerçekleştirecek noktalara taşıyor. Hükümet İngiliz, Fransız ve İtalyanlardan oluşan bir komisyon kurmadı belki ama Akil İnsanlar heyetleriyle Sevr’in öngördüğü bu komisyonun yapacaklarını eksiksiz uyguladı. Üstelik süreç terörist başının kontrolünde yürüyor.
• Türkler Kıbrıs’ta hiçbir hak iddia etmeyecekler.
KKTC’yi kendi kaderine terk eden hükümet Kıbrıs’ta ver kurtul politikası yürütüyor. Rumların Kıbrıs Cumhuriyeti adıyla AB’ye üye olmasını hazmeden siyasiler zaten Kıbrıs’tan çoktan vazgeçmişlerdi. Şimdi KKTC’de cumhurbaşkanlığına yeni seçilen Mustafa Akıncı’yla “yavru mu kardeş mi” polemiğine giren Cumhurbaşkanı Erdoğan etkisiyle Türkiye, KKTC’yle köprüleri yakında atarsa hiç şaşırmayacağım. 
Yukarıda ifade ettiklerimiz 13 yıldır Türkiye’de iktidar olan AKP hükümeti döneminde Lozan’ı yok sayıldığını göstermesinin yanında Atatürklü Türkiye’nin yırtıp attığı Sevr’in şartlarının mevcut hükümet tarafından hataya geçirildiğini gösteriyor. 
Yoksa milletimiz 13 yıldır farkında olmadan Sevr hükümetini mi iş başına getiriyor?