21 Ocak 2015 Çarşamba

TÜRKİYE’Yİ EMPERYAL KUMPASLARDAN, KURTARSA KURTARSA CHP ÖRGÜTLERİ KURTARIR!..



Emperyal odaklar epeydir şunu keşfetmiş bulunuyorlar: Hepsi hepsi, dört adamı kontrol etmek suretiyle, 75 milyonu kontrol edebilirsiniz. Hele “medya silahları” ayrıca elinizde ise, kimseyi yerinden  kımıldatmama becerisini sürdürebilirsiniz.

Bu denklem; Ülkemiz’de de, Bölgemiz’de de yıllardır yürürlükte bulunuyor.

Bir defa %10’luk baraj; hele bir de, hükümette istikrar adına, sözüm ona, kelli felli hukukçularımız tarafından savunulunca, tam bir “demokrasi faciası” oluşturyor.

 Oysa, “temsiliyetin” olmadığı yerde demokrasiden (özgürlüklerin ödünsüz izlendiği, halk yönetiminden) bahis, abestir.  “Temsiliyet bunalımı” demek, “demokrasi bunalımı” demektir.

“Temsiliyet”, yalnızca bir ya da birkaç liderin, dağ taş demeden, vur ha sür ha koşuşturup
 -eyvallah gerçi- yarattıkları rüzgârı arkalarına almalarının uzantısında, ama işte milletvekilliklerinden başlayarak, giderek, partilerinin yönetim organlarının sandalyelerinin, hatta başbakan ve hükümet üyelerinin, isimlerini tek başlarına koyup, seçmenin önüne taşımalarıyla, olmuyor.

Tersine, birisi size “Yürü ya Kulum!” demişse ve siz bütün şu dediklerimi, biraz marifetiniz varsa,  encamında pekala tek başınıza yapabiliyor oluyorsunuz. Ama size el verene, kol kaptırıyorsunuz.

Onun için genel seçim kadar, partilerin içlerinde ve çeşitli kademelerindeki seçimler, bu arada, milletvekili adaylarının belirlenmesine dönük olarak, tüm partililerin katılımıyla önseçim (“eğilim yoklaması” değil, düpedüz, “hakim huzurunda ve tüm partililerle önseçim temsiliyetin, giderek parti içinde, ya da ülkede iktidarsanız, dış odaklara “kol kaptırmamanın” temel yöntemi oluyor.

**

CHP’de, Baykal’ın parti içi iktidarına (kim ne derse desin), fevkalade gaddar biçimde son verilmesinden önce; “parti içi demokrasi”, çalışmıyordu. Tersine partide, dargrupçuluk hakimdi. O kadar böyleydi ki, “Cumhuriyet’in Partisi” CHP, Türkiye Cumhuriyeti’nin bütünlüğünü sağlamaktan uzaklaştı. Hatta, Türkiye’nin Doğusu’ndan ve Güney Doğusu’ndan (insanın söylemeye dili varmıyor) tam anlamıyla, kovuldu. Uzağa gitmeye gerek yok. Seçim sonuçları ortada...

 
1960’lardan başlayarak, “Orta’nın Solu” ilkesiyle, 1970’lerde, “Toprak işleyenin, su kullananın, ne ezen ne ezilen, hakça bir düzen!”, özdeyişiyle, 1980 sonrası, Sosyal Demokrasi (toplumculuk, dayanışma, hakça gelir dağılımı, içte ve dışta barış)  zeminindeki ilkeler demetiyle, CHP nüvesinin, yurtta, iyi kötü sağladığı bütünleşme ve sarmaşma, sonraları dargrupçulukla tavsayınca; Türkiye - telaffuz etmek, akademik namus gereğidir -  Refah Partisi’nden başlayarak, AKP’nin mimarisini oluşturduğu adil düzen, iman, kuran, ezan zemininde bir arada durmayı, evet, başardı.

Bu çizginin ise, hele, bölgede petrol ve doğal gaz uğruna, bitmek tükenmek bilmeyen fırıldaklar çevirmekte olan, emperyal odakların boyunduruğuna girince, gerek ülkede gerek bölgede nasıl yozlaştığına hep beraber tanık olduk; olmaya hâlâ devam ediyoruz... Encamında söz konusu çizgi, maateessüf, temelde, bölgemizde, vahşinin vahşisi bir mezhep çatışmasının aparatı oldu, çıktı.

**

Her şey bir tarafa, parti içi demokrasi kültürü en yüksek olan parti - yıllar içinde bu özelliği ciddi olarak zayıflatılmış olmakla beraber- CHP’dir.

Buna karşın, 2007 Seçimleri’nde, milletvekili listelerini, tek başına Genel Başkan (Baykal), yapmıştı.

2011’de tufaya getirildi. Buna dayanmasını beklerdik. Dayanamadı. Gitti. Yerine Kılıçdaroğlu geldi.

Türkiye’nin, bölgenin dizaynı uzantısında, tam bir dizayn tazgâhında olduğu belliydi. Petrol ve doğal gaza sahip olma yünündeki acımasız ve kanlı stratejik denklemler, Türkiye’nin yakasını bırakmayacaktı. Bu olgu yalnız iktidarın değil, aynı zamanda ve bilhassa Meclis’teki muhalefet partilerinin de hizada tutulması gereğini behemehal, beraberinde getiriyordu.

Kılıçdaroğlu, parti içinde dargrupçukluktan yaka silkmiş yığınlar tarafından, büyük umutlarla bağırlara basıldı...

Maateessüf, bir iki istisnanın dışında “eski tas, eski hamam”, hemen hiç değişmedi. 2011 Genel Seçimi’nde Örgütler, neredeyse külliyen hiçe sayıldı.

Partinin tabelasının altında dolaşmadıkları bir tarafa, başka partilerin tabelaları altında dolaşmış kıyamet kadar insan (herkesin, kendi dürüst müktesebatıyla saygıdeğer olduğu hususu saklı olarak ifade ediyorum) partinin üst kademelerine ve milletvekilliklerine doluştu...   

En tepedeki bir arkadaşıma bir gün Genel Merkez’de sordum:

-       Bu partiyi kim yönetiyor, allaşkına? dedim.

-       Lobiler, Hocam, diyiverdi...

Demek ki, lobiler ve bunların içli dışlı oldukları dış çervreler, CHP’nin örgütlerini nasıl çalıştırmayabileceklerini öğrenmişlerdi.

Ama CHP örgütleri, yamandır.

Durumu, hızlıca kavradılar...

Bayrağı açtılar.

Bu arada Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu, üstündeki çeşitli vesayet zincirlerinden kurtulma refleksleri gösteriyor...

2015 Genel Seçimi’ne dönük olarak:

-        Önseçim, olacak, diyor.

Olmazsa, çok açık söyleyeyim, gider ve ağızdan yel alsın, partiyi bitirmiş olarak, gider.

Rahmetli Genel Başkan Erdal İnönü, 1991 Genel Seçimi’nde,  İzmir’de önseçime girmişti. Genel Sekreter Fikri Sağlar, Mersin’de önseçime girdi.

Daha önceleri, İsmet Paşa’nın Malatya’dan, Ecevit’in Zonguldak’tan önseçime girdikleri, övünçle zikredilir.

Kılıçdaroğlu’nun yapması gereken açıktır:

Etrafında ne kadar toplama ya da tıkıştırma adam varsa, uzmanı, bürokratı, oradan buradan devşirme sözde (köklerini örgütlerimizden alan, azınlık sayıdaki omuzdaşımızı, elbette tenzih ederek ifade ediyorum, ama işte sözde) siyasetçisi, hepsine dönüp, diyecek ki:

-       Ben önseçime giriyorum. Hadi yallah hepiniz, sızlanmayı bırakın, önseçime gireceksiniz!..

O yolla, bu yolla, parti yönetimine kadar tırmandırılmış ya da tırmanmış, kimse, kendini bulunmaz Hint kumaşı sanmasın... Hemen hiç birinin “tabanı” yoktur. Hodri meydan, gelsinler, girsinler önseçime, alsınlar boylarının ölçüsünü...

Önseçimin, kendine özgü tuzakları yok mudur, vardır, ama CHP Örgütleri bu konuda idmanlıdır ve bu tuzakları etksiz kılmayı başaracaktır; buna yürekten inanıyorum.

**

Kayıtlı olduğum İlçe’nin, Örgüt Emekçileri, pek çok dost, beni milletvekilliğine taşımak üzere  harekete geçmişler, telefon görüşmeleri yapmışlar, fakslar çekmişler, bir kısmı, karda kışta, üşenmeden, taa Genel Merkez’e kadar gitmiş, ilgili arkadaşlarla görüşmüşler...

Bu gelişmeyi kıvançla oğrenmiş olmakla beraber, şu hususları yönetimdeki ilgili arkadaşlarıma derhal ilettim:

      o  Örgütlerimizin verecekleri her görevi üstlenmeye amade olmaklığım saklı olarak, ancak,  bulunduğumuz aşamada, o yönde şahsî, herhangi bir yönelişim olmamıştır.

 
o   Son iki genel seçimde, listelerde, parti içindeki ya da belki daha da önemlisi, parti dışındaki, seçkin sayılacak birikimlerim her ne olursa olsun, "malum denklemler" sebebiyle, tarafıma yer verilmeyeceğini öngörmüş bulunsam da, Örgütlerimiz'in, "Hocam siz aday olacaksınız, onlar yapmazlarsa biz hesabını soracagiz!", yönündeki sıcacık baskıları uzantısında, aday oldum; nedir ki bilindiği üzere, listelere alınmadımdı...


o   Bu sefer tüm partililerle ve hakim huzurunda, "Önseçim" olmazsa, aday olmayacağım, çünkü  resim ortada; içerisi, dışarısı, nereleri ise, oraları, pek rahatsız olacakları için, listelere "Tolga Yarman", zinhar alınmayacaktır.


o   “Eğilim Yoklaması” yapılacak olsa da aday olmayacağım, çünkü sonuç, hangi başarı gradosunu tutturursam tutturayım, yine aynı olacaktır.


o   Bu çerçevede, bir tek “hakim nezaretinde ve tüm partililerle önseçim” olursa, aday olabilirim...


Netice itibariyle önümüzde, Allah ömur verirse, daha çok kurultay vardır...

Düşüncelerimizi, kaygılarımzı, önerilerimizi, bolca da "çığlığımızı" seslendiririz elbette.

**

Bırakın Türkiye sorunlarına yoğun kafa patlatmış, pek çok çözüm üretmiş, nice projeye imza atmış, dünyanın bildiği bir bilim  adamı olmamı bir tarafa; parti kurucusu, yılların örgüt emekçisi, kurultay onur üyesi, bir çırpıda sayılamayacak kadar çok demokratik kitle örgütünün kurucusu ve önderi olarak ben, “kontenjan milletvekilliğine” talip değilsem, tersine, “Ancak önseçim olursa, aday olacağım!” diyorsam, sanırım, pek kimsenin kontenjan nilletvekilliğine talip olmaya hakkı kalmamak gerekir.
 *

Son bir söz, Doğu ve Güney Doğu İllerimiz’den seçilecek partililerimiz için...

Bir arkadaşım geçen gün danıştı:

-        Hocam, Doğu’da, Güney Doğu’da listelerimzi nasıl hazırlamalıyız, ne tür ittifaklar yapmalıyız?, diye sordu.

Cevabım basitti:

i)     Aman “ittifak” lâfını bir tarafa bırakalım... Bunun yerine şöyle bakalım: Yörede temsil kabiliyeti yüksek olan partililer, eğer o ya da bu sebeple partiden ayrılmışlarsa, hemen partiye dönsünler.

ii)   Parti yörede, muhakkak ve tüm partililerin katılımıyla, hakim huzurunda, önseçim yapsın.

iii) Süreç partiye sıcak, demokratik bir dinamizma kazandırır.

iv) Hakim huzurunda ve tüm partililerle yapılacak önseçim (dikkat “eğilim yoklaması” değil) yoluyla, listelere yerleşecek adaylar, kitleyi sürekleyecektir.

v)   Yalnız orada mı, Türkiye’nin her tarafında...  

Türkiye’yi emperyal kumpaslardan, kurtarsa kurtarsa, ama açıklayageldiğim yöntemlerle, CHP örgütleri kurtarabilir...

**

Bölge’de, her yıl bir milyon insanın kanını içerek yaşayan savaş makinasının efendisi, bir  emperyal boyunduruk istemiyoruz

Bölge’de mezhep savaşı istemiyoruz.

Yok istikrarlı hükümetmiş, yok değilmiş, temsiliyette adaletsizlik istemiyoruz.

İnanç dünyasında, din adına, hele emperyal tezgâhta,  “şekil dayatmacılığını”, bunun giderek  inanç barışına, kezzap gibi boca edilmesini istemiyoruz.

Diyanet’in, Cumhuriyet’in kurulduğu yıllarda olduğu gibi, bir, nakil kurumu, şekil kurumu, iktidar payandası, biat kurumu değil, bir, akıl kurumu ve inanç barışının güvencesi, özerk, gereğinde, eli mekruhtan, haramdan çıkmayan, münafık  iktidar erbabına haddini bildirecek  kurumunuz olmasını istiyoruz.

Demokrasinin; üçte birlik oy oranlarıyla, üçte ikilik parlamento çoğunluğuna konanların akıllarına her geleni yapmaya yeltendiği; giderek, hâşâ, hırsızlığı, arsızlığı, hatta kıyımları aklamaya tevessül ettiği, inanç barışını, görenekte, kitapta yeri olmayan, “kendi paranoyak mutlakları” adına, taammüden dinamitlediği bir yozlaşma ve aldatmaca rejimine dönüşmesini şiddetle reddediyoruz.

Yerel Yömetimler’e, bugünkünden daha geniş serbesti verilmesini ve icra alanı tanınmasını elbette, istiyoruz, ama ükemizin, hele emperyal dizaynlarla bölünmesini kesinlikle reddediyoruz.

Avrupa’nın göbeğinden kalkan bombardıman uçakları, yok Arap baharıymış, yok Fellah baharatıymış diye, Libya’da çoluk, çocuk demeden binlerce insanın üstlerine bomba yağdırırken, bizim önümüze, “Pat!” diye atılıveren Dersim Meselesi’ne (hangi acılar yaşanmışsa, onları elbette yüreğimizde acımız olarak hissederiz, ama bir dakika) yem bulmuş civciv gibi kapaklanan, gabi, giderek emperyal odaklarla kolkola girmiş hain yöneticiler istemiyoruz.

Gündemi, çözüm önerilerini tartışmayan ya da tam da emperyal buyurganların istedikleri gibi tartıştıran, her hal-u karda bölgedeki savaş makinasına dönük olarak ağızlarını açmayan medyacıları istemiyoruz.
 
İrfanı kapalı, vicdanı mühürlü değil, irfanı hür, vicdanı hür nesillerin yetişmesine omuz vermek istiyoruz.

Bilhassa içeridekilere söylüyorum, kimlerse artık, onlar:

-       Çekin mel’un ellerinizi CHP’den... Siz zaten batmışşınız. Ne Türkiye’yi, ne bölgeyi, ne de çocuklarınızın geleceğini daha fazla batırmaya hiç hakkınız yok!.. Çekmiyor musunuz: Nasıl isterseniz! CHP Örgütleri size, müstahak olduğunuz dayağı, er ya da geç, ama muhakkak, atacaktır!..


TEŞEKKÜR

Değerli Omuzdaşlarım, Lale Gürman’a, Tünay Süer’e, Engin Demirkollu Sarıkartal’a, Cavit Savcı’ya, Suay Karaman’a, Çetin Karadağ’a, Birol Başaran’a, Batur İlter’e, Bozkurt Nuhoğlu’na, Kayhan Kantarlı’ya, Hüseyin Ünal’a, Mehmet Patan’a  yapıcı eleştirileri ve sıcacık destekleri dolayısıyla gönül dolusu teşekkürlerimi sunuyorum...


Tolga Yarman, Prof. Dr.

CHP Kurultay Onur Uyesi

Psikiyatri Vakası Parti Ülke Yönetiyor! /MUSTAFA ÖNDER



AKP’li bir koskoca karı, “G...nün kılı olayım” demişti.

Başka biri “Annem gibi kokuyorsun” diyerek kocasını boynuzlamıştı.

"AKP'ye üye olmak RTE’ye nikâhla bağlanmaktır” diyen zavallı kadınları da yazdı basın.

Yahu bunlar fanatikler demiş, gırgıra almıştık.

Padişahın “Halife olarak gönderildiğine” inanan İmam-Hatip müdürüne acımıştık.

Ona oy vermek zorundasınız” diyen meddah kılıklı fesli kıravatlı deli tarihçiyi, “Harf İnkılâbı”na, “Bu memlekette köpekleştirme yapılmıştır. Bir gecede Türkiye’nin kitapları okunmaz hale gelmiştir” diyen sahte âlimleri ciddiye almadık!

RTE için her gün 2 rekât şükür namazı kılınması”nı isteyen şizofrene şaşırmıştık...
Beyin kanamasından 20 gün yoğun bakımda kalan AKP'li Belediye Başkanının muhtarlardan “Yoğun bakımda aşağıdaki dünyaya gittim, geri geldim. Aşağıda baba ve dedelerinizden size selam getirdim. Baba ve dedeleriniz çok çalışarak 10 Ağustos’ta Erdoğan’a oy vermenizi istedi” diye oy istemesi evlere şenlikti!
7 Yaşında kızlarla evlenilebilir”, “çalışan kadın fuhuşa ortam yaratır” ve “erkeklerin kadın spikeri izlemesi caiz değildir” fetvası veren örümcek kafalılar, tam deliydi.
Kaçak otel” işletip büyük paralara ekranda vaaz veren profesörler, “yolsuzluğu hırsızlık saymayan” ilahiyatçılar, “Cinsel ilişki namaz kılmaktan da önemlidir”, “Cinsellik bir ibadettir” vecizesi ile ünlü, kocasına arkadaşını teklif eden karılar sökün etti... Televizyonlarda “İsevî dinî magazin” oluşturdular!
Hz. Muhammet kimlik kartı” dağıtıp mevlide çağıran din tacirlerini de görmüş, her kesimden sütü bozuk çıkar diye aldırış etmemiştik.

Erdoğan'ı halife olarak tanıyor ve biat ediyorum” ifadesini kullanan yazarlar çıktı.

RTE’yi “atası ilan eden” dönek gazetecileri de tanıdık.
Yüzde 99’u Müslüman olan ülkenin Kayseri ilinde kurulan “Genç Müslümanlar Derneği”, Fransız Charlie Hebdo baskınında katliam yapanları "Müslümanların yüzünü ağarttılar" diye övüşüyle şaşkına döndük.

Beyaz çarşaf üstüne kravatlı, başları örtülü çıplak karılar, namazın boyun ağrılarına iyi geldiğini söyleyen münafık mankenlerimiz oldu!

Taraf olmayan bertaraf olur” diyerek işe başlamışlardı, AKP kongrelerini dansöz oynatarak kutladılar!

Günah işleme özgürü” vekiller, “Halife-i ruyi zemin” Padişaha "biat" eden tımarhanelikler, “Tayyip’i üzmek Allah’ı üzmektir” diyen ve onun yaşadığı Rize, İstanbul ve Siirt’i kutsal ilan eden divanelere şaşırmış, yalakalık yapıyorlar demiştik.

Padişahı “ikinci peygamber” ilân eden ve “RTE’ye dokunmayı ibadet bilen” teşkilat yöneticileri çıktığında, dedik ki bunlar deliriyor!
Padişah, “Hırsızlık babadan öğrenilir” dedi, oğulları yatak odasında milyarlar depoladı.
İthal AKP’li biri RTE’yi, “Türkiye’nin ezelî ve ebedî başkanı”, diğeri "Allah'ın bütün vasıflarını üzerinde toplayan lider"i ilan etti, öteki hızını alamadı, “Ona dokunmak bile ibadettir” deyiverdi!

Hırsız kolu keseriz dediler, hırsızlara dava açan hâkim ve savcıları doğradılar!
Yalaka biri, “RTE, Hazreti İbrahim’e kadar uzanan bir yolun, bir davanın en son neferlerindedir” derken, öbürü kendini Hz. İbrahim, kardeşini de Hz. Muhammed ilan etti, diğer deli, torpili ayetle açıklayacak kadar tefsir uzmanıydı artık!

Psikiyatrik vaka hepsi de...

İlk işareti, “Oslo’da PKK ile görüştüğümüzü söyleyen şerefsizdir” dedikten sonra olayı itiraf edişiydi!

17-25 Aralık baskını ile depresyona girdi! 11 Yıllık nikâhlısı cemaati, haşhaşi, virüs, darbeci ilan etti. Dün, ağlaya ağlaya Hocayı Türkiye’ye çağırıyorlardı, Bozdağ, “Gülen bu memleketin yetiştirdiği değerli bir kıymettir” diyordu, Davutoğlu, “Faydalı çalışmalar yapan Hocafendiye selam olsun” diyordu!

İçişleri bakanı, “Peygamberimiz hata yaptı, biz yapmadık” şirkine saplandı.

Başbakanı eleştiren muhalefet parti milletvekiline fırça atan valiler türedi!

Yobaz Akit’in küfürbazı, İETT seferlerindeki gecikmeleri 'paralale' bağlayarak “paranoya”nın son safhasındaki şizofrenlerden.
 
AKP'li yönetici, “AKP'nin muhalifleri, Türkiye'nin hasmı, düşmanı, AKP’ye oy verenler ise Türkiye sevdalılarıdır” açıklaması yaptı, yüzde ellimiz hain oldu!
 
Onca haram para, ses kaydı, görüntü, video, tutanak, iddianame montajdı, yalandı!

Oğulların evine kasa ve paraları paralel polis koymuştu ama takipsizlik kararından sonra adamlar paraları valizlerle gelip aldı...

Yüzde ellilik, “çalıyoruz ama çalışıyoruz” sloganına yine oy verince zıvanadan çıktılar!

Rahmetimiz gazabımızı aşacak” zirvesine ulaştı Padişah...

Şimdi çiftlikteki sarayda, divan-ı hümayuna başkanlık ediyor!

Saray muradına erince partide hedef kalmadı, Saray’ın önündeki Zübeyde Hanım Sokağını, Cumhurbaşkanlığı Caddesi yaptılar...
 
Türkçeyi küçümseyip Osmanlıca Arap alfabesine hevesinde, 16 Türk devleti askeri ile poz vermeye başladılar.

Cumhuriyeti, Osmanlı'nın 90 yıllık reklam arası sanan ve “Arkadaşlar reklam arası bitti, film başladı ve isteseniz de istemeseniz de 2023'te vizyona girecek” diyen divane kadına, “Vizyona girmemiş film nasıl başlıyor?” demiyor o yüzde elli!

Tımarhaneliğin son örneği Erzincan İl Başkanlığı'nın hem Latin harfiyle hem de Arapça yazılmış davetiyesi! ‘Türk kaşığı ile cavır boku yemek’ denir buna!

Psikiyatrik vaka partiyi deliler, akıl noksanları, iyi saatte olsunlar sardı!

Gurur, kibir, güç zehirlenmesi, şımarıklık, kural tanımama onları deliliğe, münafıklık, şirk ve diktatörlüğe sürüklendiler, gayri iflah olmaz.

Din maskeliler, ne kadar günah varsa işlemekten zevk alıyor!

Yüzde ellilik millî irade”yi Deli İbrahim gibi yönetecekler!

Ey şu partiye oy veren yüzde ellilik!
 
Siz bunca deliyi nasıl bir araya topladınız?
 
Yoksa siz, mazoşist misiniz? 20 Ocak 2015     
http://www.haberiniz.com.tr/yazilar/koseyazisi117591-Psikiyatri_Vakasi_Parti_Ulke_Yonetiyor.html

19 Ocak 2015 Pazartesi

SİVİL ÖRÜMCEK AĞININ DÜĞÜMCÜSÜ




TESEV – 1 
AMERİKAN CFR’NİN KOPYASI BİR KURULUŞ
Mustafa Yıldırım
TESEV’in ne olup olmadığını, birçok dergide yayınlamıştık. Ayrıca TESEV, 2004 yılında yayınlanan “Project Democracy – Sivil Örümceğin Ağında” kitabının da en önemli bölümü olmuştu.
Son günlerde, TESEV’in Ordu ile ilgili değerlendirme kitabı yayınlanınca Genel Kurmay Başkanı konuştu ve ortalık ayağa kalktı. Ancak toz duman arasında TESEV’in ne olup olmadığı yine anlaşılamadı. Şimdi Türkiye basınının yer vermediği TESEV geçmişini özetleyelim:
Nejat Eczacıbaşı, 1961’de ‘Ekonomik ve Sosyal Etütler Konferans Heyeti’ni oluşturdu. Seçkin kuruluş daha sonra ‘Sosyal Etütler Konferans Vakfı’ oldu.
1982–1983 yılında ABD, ‘yarı açık’ “Anti-Communist Leage” örgütlenmesinden ‘açık operasyon’ örgütlenmesine geçmişti. Artık ülkelerde, dernek, vakıf, meslek odaları örgütlenmesiyle bir ağ oluşturulacak ve iç-dış siyaset içerden denetim altına alınarak, uzaktan kumandaya bağlanacaktı. Türkiye de operasyonun hedefi olmakta gecikmedi.
Bu arada, 1984 yılında, Boğaziçi Üniversitesi Vakfı, Ankara Üniversitesi Siyasi Bilimler Vakfı ve Eczacıbaşı’nın Vakfı ortak girişimle TESEV’i kurdular. Kuruluşa ayrıca 200 kişi katıldı. (Kurucuların tam listesi için bkz. Sivil Örümceğin Ağında 23. ve 24. Basım)
TESEV kurucu ve yöneticileri arasındaki seçkin kişiler, Türkiye’de oluşturulacak geniş ağın düğümlerini oluşturdular. Kişiler kişilere, kurumlar kurumlara bağlanıyordu. Birkaçını anımsamak yeterlidir:
Bülent EczacıbaşıFeyyaz Berker (Tekfen Holding), Can Paker (Henkel-TUSİAD, Sabancı Holding, Soros Açık Toplum), İshak Alaton (Alarko Holding), Mehmet Kabasakal (ISO, TESAV, CHP, Sosyaldemokrasi Okulu), Hasan Karaçal (DPT, Tarih Vakfı), Ziya MüezzinoğluÜstün Ergüder(Boğaziçi Ünv. Rektörü, Soros Açık Toplum, Sabancı Üniversitesi, IPM- İstanbul Politika Merkezi),Gündüz Aktan (Emekli B. Elçi, TESEV direktörü, sonradan ASAM Başkanı), Kemal Kılıçdaroğlu (Hesap Uzmanı), Cüneyt Zapsu…  (IPM ve Amerikan bağlantıları için bkz. Ortağın Çocukları, 2. ve 3. Basım)
Kurucular arasında ve yönetimde yer alan 4 kişi bağlantıları ilginçleştiriyor. Bunlardan Tarhan Erdem, CHP eski milletvekili, eski Sanayi Bakanı, 1999–2000 arasında CHP Genel sekreteriydi. Erdal İnönü’nün 2 yıl önce (2004) son siyasal parti girişimi olarak başlattığı “Yeni Oluşum’un tüzüğünü hazırladı. Ancak Tarhan Erdem’in en erdemli işi, Doğan Medya Koordinatörlüğü ve Radikal’de köşe yazarlığıdır.
TESEV direktörü Özden Samberk, Dışişleri Müsteşarı, Almanya, İspanya, Belçika ve İngiltere’de Büyükelçi idi. Turgut Özal döneminde Cumhurbaşkanlığı danışmanıydı. TESEV’e hareket getirdi. Kürt konferanslarına katıldı.
Fikret Toksöz, Marmara Belediyeler Birliği sekreteridir ve Murat Belge Başkanlığında kurulan Helsinki Yurttaşlar Derneği kurucusudur. Toksöz, aynı zamanda TESEV’in “yerel otonomi” çalışmalarında baş aktördür.
CIA-RAND COOPERATION ve TESEV
TESEV kurucuları ve yönetim kurulu üyeleri arasındaki en ünlü kişiye geçmeden önce ‘RAND Corporation’ı anımsayalım. Bu şirket, 1948’de ABD Hava Kuvvetleri ve silah sanayicileriyle birlikte kurulmuştu. ‘Think Tank’ adı bu kuruluşla başladı. RAND, güvenlik tasarımları, raporları hazırlayarak devletine ve sanayicilere yarar sağlamaktadır.
Yönetiminde generaller ve CIA emektarları bulunuyor. 12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türkiye’de istasyon şefliği yapmış olan Paul Bernard Henze ve Graham Edmund Fuller de RAND’da görevlidirler. RAND, ‘Graduate Institute’ adlı eğitim kurumuyla ülkelere destek vermektedir.
TESEV kurucusu Yılmaz Argüden de, bu mekteptendir. Argüden, 1978-1980 arasında Koç Holding ARGE’de yönetim kurulu başkanıydı, 1980-1985 arasında RAND’ın Stratejik Analizcisi, daha sonra Dünya Bankası Kredi Bölümü yöneticisi oldu. 1991 yılında Başbakan Mesut Yılmaz’ın Başdanışmanıydı. 2006’da İsrail kurucusu olarak bilinen ve dünya para ağının en büyük aktörü sayılanRothscild’ların İstanbul Şubesi yöneticisi oldu.
TESEV’in danışmanları arasındaki T.C Dışişleri Bakanlığı eski görevlileri, çok sayıdaki akademisyen, şirket yöneticisi geniş bir ağ oluşturmaktadır. RAND için Türkiye’de İslam raporunu hazırlayan, Georgetown University CMCU (Müslüman Hırıstiyan Anlayış Merkezi- Merve Kavakçı ve Fethullah Gülen konferanslarıyla dikkat çekti) ve Sabancı Üniversitesi öğretim görevlilerinden Sabri SayarıFlorida International University’ den Oktay Ural, Dünya Bankası’ndan Baran TuncerSabancı Üniversitesi rektörü Tosun TerzioğluColumbia University’den Dani RodrikMoon’un Kasım Gülek’ten sonraki PWPA Türkiye Temsilcisi Erdoğan AklinHurşit Güneş en ünlüleridir.
Ordu-Siyaset” araştırmacısı, İsrail örgütü WINEP bültenlerinin en önemli kişisi, İngiltere’den Türkiye’ye gönderilen Alevi-Sünni araştırmacılarının destekçisi William Hale, TESEV konferansçıları arasında en dikkat çekici kişidir. (WINEP-Türkiye-CIA, AKP ve TSK geniş ilişkileri için bkz. Ortağın Çocukları)
*
TESEV, ABD’nin ve AB’nin ortaklaşa yürüttükleri Türkiye’yi özerkleştirme (Bana göre ‘Anadolu Federe Devleti’ oluşturma), Ortadoğu, Kafkasya ve Asya’da ‘kolonileştirme’ girişimlerinin en önemli destekçisi ARI Derneği ile birlikte Türkiye Sivil Örümcek Ağı’nın ilmik dokuyucusudur.
7.10.2006
SİVİL ÖRÜMCEK AĞININ DÜĞÜMCÜSÜ
TESEV – 2
T.C. KARŞITLARIYLA İŞBİRLİĞİ
Mustafa Yıldırım
Boğaziçi Üniversitesi Vakfı, Ankara Üniversitesi Siyasi Bilimler Vakfı ve Eczacıbaşı’nın Vakfı ortak girişimiyle ve ayrıca 200 kişinin katılımıyla oluşturulan TESEV’in kurucuları arasından bazı büyük şirketlerin sahiplerini ve yöneticilerini, ABD’nin güvenlik şirketi RAND (İşbirliği yapan bazıları ‘think-tank’ diyerek toplantılarını aklamaya çalışıyorlar) bağlantılı kişileri, evinde George Soros ile toplantı yapanları, üniversite rektörlerini anımsatmıştık.
TESEV’in yayınladığı bazı raporlara ya da konferanslara bakıp “Ne var bunda? İşte onlar da fikirlerini yayınlıyorlar!” diyenler çoğunlukta. Bu raporlar ve konferanslar, TESEV yöneticilerinin açıklamalarından, kurucuların-yöneticilerin sivil ağ bağlantılarından, yurtdışı katılımlarından, konferansçıların kimliklerinden ve ABD-İsrail destekçisi çalışmalarından, ABD istihbarat ve dışişleri görevlerinin ilişkilerinden ayrı tutulduğunda, salt düşünce eylemi olarak görülebilir.
Örneğin ‘İmam Hatip Okulları’ ya da ‘Müslüman Kadınlar’ araştırmalarını, ABD’nin “Uluslararası Din Hürriyeti” operasyonundan; iç göç ile ilgili çalışmayı, Lozan’ın mübadele maddelerinden ve Kürt federe devleti girişimlerinden; ‘azınlık hukuku’ çalışmalarını, ABD-AB’nin “Müslüman azınlıkların hakları tanınmalıdır” çağrılarından.
Tümünü, ABD Kongresi’nce hazırlatılarak, Kurtuluş Savaşçılarını birer iç isyancı konumuna indirgeyerek, Lozan’ın yasal temellerini yok sayan raporla birlikte, Pekin-Varşova konferanslarında ABD delegelerini Türkiye karşıtı konuşmalarından ayrı değerlendirirseniz senaryonun tümünü anlamamış olursunuz.
TESEV’in çalışmalarını olumsuz bulanların çoğu, vakfın kurucu-yöneticilerinden birkaçının ilişkileriyle sınırlı eleştirilerde bulunurken, bu vakfın kurucusu şirketleri ve ABD bağlantılarını görmezden gelmektedirler.
Bu son derece doğal, çünkü TESEV, Sivil Örümcek Ağı’ndaki önemli işlevine uygun olarak birçok kurum ve kişiyle içli-dışlı çalışıyor; devletin kurumlarından büyük destek alıyor.
TESEV KİME KİMİNLE ÇALIŞIYOR
TESEV’in çalışmaları Türkiye’nin ulusal yapısına olumlu katkı sağlamaktan çok,  ABD-AB-Yunanistan-İsrail ittifakına destek yığmaktadır. Bu desteği büyütmek için elinden geleni yapan TESEV’in ulusal güvenliğin tartışıldığı günlerde İstanbul’a getirip konuşturduğu yabancılardan birkaç örnek, vakfın işlevini anlamlandıracaktır:
Strobe Talbot, ABD’nin ünlü güvenlik elemanlarındandır. TESEV, her konuğuna yaptığı gibi Talbot’u da Boğaziçi Üniversitesi’nde konuşturdu.
TalbotIrak’ın silahlı işgalini aklayacak konuşmayla Türkleri ABD desteğine çağırıyordu.Talbot aslında kendi devletinin çıkarlarına bağlı bir kişidir. Onu bir düşünür gibi, tarafı olduğumuz bir savaş başlamak üzereyken getirenler, onun şu açıklamasını bilmiyor olamazlar:
Demokrasiler (ülkeler), ticaret ve diplomaside güvenilir ortaklar olmalıdırlar ve Amerikan çıkarlarına uyumlu savunma ve dış politika izlemelidirler!
Zaten TESEV Direktörü eski Büyükelçi Özden Samberk de, Irak’ın işgalinden önce “Bir sivil toplum lideri olarak diyorum ki, Türkiye’nin yeri stratejik müttefikinin yanıdır” diyerek Amerikan dış politikasına yeterli desteği vermişti.
John Brademas, Yunan asıllı eski senatör, Onasis Vakfı Başkanı ve Helen Mirasını Koruma Vakfı Başkanı idi. Daha da önemlisi Sivil örümcek Ağı’nın merkez örgütü NED’in on yıla yakın başkanlığını yapan kişiydi. Öylesine önemli bir adamdı ki, yönetiminde TESEV’den de kişiler bulunanTUSİAD heyeti, Amerika’ya gidip, T.C. Anayasasının değiştirilmesiyle ilgili raporu Brademas’a vermişti.
19 Şubat 2001 para krizinden hemen sonra Kemal Derviş, arkadaşı John Wolfowitz’in de desteğiyle T.C. hükümetine bakan olarak atanmıştı. Derviş’in sözüyle “kriz içinde reformlar” yapılmaya başlanmıştı. Sıra, Kıbrıs’ın Annan Planı denilerek, ABD-AB-Atina İttifakına devrine gelmişti. TESEV, Brademas’ı İstanbul’a getirdi. Brademas, Boğaziçi’nde Atina tezlerini sonuna dek propaganda etmek ve kişisel dostluklar edinmek olanağı buldu.
John Brademas’ın Türkiye sevgisi(!) geçmişe dayanmaktadır. 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı’nın hemen ardından öne geçen Brademas, hem Türkiye’ye, hem de Kıbrıslı Türklere karşı ambargo yasalarının çıkmasını sağlamıştı.
ABD hazinesinden ve AB fonlarından milyonlara varan dolar ve Euro alan, Quantum bankerlerinin temsilcisi Soros’un en büyük parasal desteğine sahip olan TESEV, ABD tarafından en çok desteklenen ARI Derneği ile birlikte daha birçok T.C. aleyhtarını İstanbul’a taşımıştır. Bunların içinde en önemli Türk düşmanı ise Yunan asıllı Amerikalı John Sitilides’tir. (Quantum bankerlerinin hanedanlarlıklar, kara-para, P2 Masonları ilişkileri için bkz. Sivil Örümceğin Ağında)
Atina’nın Amer54ika’daki beşinci kolu John Sitilides, Abdullah Öcalan’ın teslim günlerinde Türkiye aleyhine imza toplayarak, Amerikan Başkanı’na dilekçe veren kişidir. Onun ve Alan Makowsky gibi, TESEV konuğu İsrail destekçilerini, “Ordu Siyaset” uzmanı İngilizleri, Washington’da ortaklık geliştirdikleri Sorosçuları bu satırlara sığdıramayız. 8.11.2006
SİVİL ÖRÜMCEK AĞININ DÜĞÜMCÜSÜ
TESEV – 
YABANCININ RESMİ PARASIYLA ‘SİVİL’ RAPORLAR
Mustafa Yıldırım
ABD’yi oluşturan herhangi bir federal devlette, ya da herhangi bir A.B devletinde, bir dernek ya da vakıf, ya da kişi, yabancı devletten para alarak iç siyasete müdahale ederse,
Ülkesinde etnisitelere ayrılıkçılık düşüncesini aşılamaya girişir ve ülkesinin anayasasını değiştirmek için çalışır ve parayı veren devletin politikalarına (çıkarlarına) uygun olarak, komşu devletleri kayıran ya da komşularını işgal edenlerin arkasına kitle desteği yığmaya girişirse,.
Ülkedeki rejim karşıtı girişimlerde bulunanlara, “düşünce özgürlüğü” ya da “din hürriyeti” diyerek arka çıkar ve devletinin kuruluş ilkelerinin değiştirilmesi için çabalarsa,
Yabancı devletlerin deneyimli istihbaratçılarıyla yabancı devletin ulusal çıkarlarını korumak için yemin etmiş elemanları da ‘danışman’ ya da ‘konferansçı’ adı altında çalışmalara katılırlarsa.
Bu elemanlar içerdeki siyasal partilere eleman eğitimi verir ve ülkenin gençlerini içerdeki ortağın çocuklarıyla birlikte örgütlerler ve NATO gençlik örgütleri kuraralarsa.
Yabancı devletin resmi parasıyla beslenen örgütler, TBMM Anayasa komisyonuyla birlikte çalışır ve komiteler kurarlarsa,
Bir derneğin başkanı, “Amerika’nın yerinde olsam yasalar çıkmadan bir kuruş vermem!” diyerek kendi ülkesine karşı bir tür şantaj önerirse,.
Eylemleri çoğaltmak olası, ama bu kadarı bile, ister ABD’de, ister Almanya’da, İngiltere’de, Fransa’da, İspanya’da, İtalya’da olsun, devletin bağımsızlığına, egemenliğine, ulusal güvenliğine aykırı görülür ve ağır ceza verilir. Söz konusu devletlerin hiç, ama hiçbiri, yabancı bir devletin siyasal partilerine bağlı örgütlerin, kendi ülkesine gelerek bürolar açmalarına ve iç siyasetini, yasalarını değiştirmek için çalışmalarına izin vermez!
T.C’nde ise tam tersidir. Devletin güvenlik kurumları yasalara dayanarak, derneklerin-vakıfların yabancı devletlerden para almasına, nyabancı güdümünde siyasal çalışmaları onaylamaktadır.
*
Bu satırların bazıları, kalburüstü işadamlarının, üniversite rektörlerinin, II. Cumhuriyetçi akademisyenlerin, kendi kendilerine ‘aydın’ diyen medyacıların örgütü TESEV’i anımsatıyor.
T.C ordusunun demokratikleştirilmesi ana başlığı altında, ordunun etkinliğini azaltma raporu üstüne Genel Kurmay Başkanı konuşmasaydı, TESEV’in işlevi sorgulanmayacaktı bile.
Bu rapor genellikle yukarıda sözü edilen eylemlerden ayrılarak eleştirilmektedir. Bu rapor, ülkenin ulusal merkezi otoritesinin zayıflatılması, ‘yerel otonomiler adı altında parçalı federe devletler yaratılması’, azınlıklara anadilde eğitim (dikkat anadil öğretilmesi değil) isteklerinin desteklenmesiyle, soykırımın tanınması konferanslarıyla, Lozan eleştirileriyle birlikte ele alınırsa, bir anlam kazanır.
Yalnızca, “Orduda itaatsizlik öneriyor” ya da “Ordumuzu suçluyor” denilirse ve konu, şu ya da bu tarikatın ve Quantum şirketi temsilcisi George Soros’un desteğine indirgenirse, ABD-AB ortak operasyonu bilerek ya da bilmeyerek gizlenmiş olur.
Aslında TESEV raporu, ABD tarafından dayatılan “project democracy” operasyonun temel ilkelerinden birini yerine getirmektedir. Rapor, ulusal orduların, devletlerin merkezi yapılarını sürdürecek olan orduları bir tür paralı askeri birlikler düzeyine indirmeyi amaçlayan AB ve ABD demokratikleşme ilkelerine de uygundur. (Bu operasyon düşünce temelinde göründü sonu Silivri’de tamamlandı)
TESEV, AB’ne uyum değişikliklerinin ve ABD’nin demokrasi ihraç politikasının gereğini yapmaktadırAB fonlarından ve ABD hazinesinden NED aracılığıyla milyonlarca dolar ya da Euro almaktadır. Quantum Bankerleri’nin temsilcisi George Soros’tan aldıklarından çok, Amerikan Dışişleri onayıyla ABD hazinesinden alınan paralarla sürdürülen politika belirleyicidir. Quantum bankerleri, açılan piyasalarda vurgunu düşünürler. ABD’nin hedefi yeni kolonilik politikasına uygun olarak Türkiye’yi mozaik-federe devletlere bölmektir.(TESEV-NED-Quantun Bankerleri ağı şeması için bkz. Sivil Öümceğin Ağında ve Ortağın Çocukları)
AB’ye giriş ‘müteaddit defalar’ desteklenmişse, ABD’ye bağlı örgütlerin, Alman-İngiliz-Fransız vakıflarının çalışmaları demokrasiye katkı olarak değerlendiriliyorsa, rapordaki birkaç taciz edici cümleye ilişkin sınırlı eleştiriler, TESEV’e ve işbirlikçilerine karşı haksızlıktır da, denebilir. Aslında TESEV’in hazırladığı raporu, kurucu ortaklardan Bülent Eczacıbaşı’nın, Tefken Holding sahibi Feyyaz Berker’in, İshak Alaton’un onaylayıp onaylamadıkları da sorulursa, durum daha iyi anlaşılacaktır.
Bu arada bir yandan generallerin konuşması için her türlü kışkırtıcı eylem gerçekleştirilmekte, öte yandan silahlı kuvvetlerin gücünü temsil eden görevlilerin iç siyaseti doğrudan etkileyecek biçimde konuşmaları yadırganmaktadır.
Ancak unutulmamalı ki, dünyanın hiçbir yerinde, bir ülkeyi bölmek, kargaşa ortamına sürüklemek için silahlı silahsız, açıktan ya da örtülü olarak çalışılıyorsa, bağımsızlığı tehdit eden her türlü terörist eylemi ABD-AB ülkelerince türlü kamuflajla destekleniyorsa, içerde ayrışmayı hızlandırıcı etnik kışkırtıcılık alıp başını gitmişse, dinsel öbekler yabancılar tarafından korunup kollanıyorsa, siyasal partiler sivil(!) toplumun desteğini alacağız diye dolaylı ya da doğrudan yabancıların güdümüne girmişse.
Böyle bir ülkede, konuşulmakla yetinilmesine şükredilse yeridir. ABD ve Batı hayranlarının sandıkları gibi, yabancının iktisadi ve siyasi köleliği altında demokrasi geliştirilemez.
İşin aslına bakılırsa, Türk ulusu gıpta edilecek bir demokrasi kurma yeteneğine sahiptir.Bağımsız, egemen Türkiye Cumhuriyeti’nde kurulacak olan gerçek demokraside, askerlerin siyasete doğrudan karışmasına da, yabancı devletlerin güdümünde sivil örgütlenmeye ve askeri darbelere izin verilmez.
Ancak yayılmacı devletler de böyle bir demokratik gelişme istemezler! Onlar için asıl sorun, T.C.’nin bağımsız ve egemen bir devlet olarak güçlenmesi ve öteki uluslara örnek olmasıdır!
Bu durum şimdilik bir kör düğümü andırmaktadır. Ne var ki, her türden ihanete karşın, bu kördüğümü ulus kendisi çözecektir. Biraz daha acı çekilecektir, ama kesinlikle çözecektir. 10.10.2006

SİVİL ÖRÜMCEK AĞININ DÜĞÜMCÜSÜ
TESEV – 4
EMPERYALİST PARASIYLA ANTİ-FAŞİZM
Mustafa Yıldırım
TESEV’in Reagan-Bush partisinin örgütü IRI üstünden ABD merkez organı NED ile ilişkileri, 1995 yılında 79.000 dolarlık “proje” ile başlıyor. İlk yıllarda ağırlığı, Amerikalılarla Marmara ve Türkiye Belediyeler Birlikleri’yle yerel yönetimlerin “güçlendirilmesi”, “otonomlaşması” yani özerkleşmesine, siyasal partiler ve devlet reformuna veriyorlar.
IRI-TESEV-Belediye Birlikleri ortak projeleri için 1996’dan 1998’e dek NED’den alınan para 563.597 dolardır. Aynı dönemde TESEV’in yalnız başına AB’nin operasyonel ortaklığı olarak “Türkiye Devlet Reformu” için 600.000 Euro tutan bir çalışma yaptığı da eklenirse işin dış bağlantı ciddiyeti ortaya çıkar.[1]
IRI, 2000-2006 arasında, KA-DERARI Derneği ve TESEV ile gençlik örgütlenmesi, konferanslar, yolsuzluk araştırmaları için NED’den aldığı 673.000 doları kullanıyor. TESEV, 2004’te ABD Ticaret Odası’nın uluslararası “demokrasi ihracı” kuruluşu CIPE’nin NED’den aldığı 100.485 dolarla elektrik reformu işine el atıyor ve aynı yıl NED’den bu kez aracısız 40.000 dolar alarak şeffaflık çalışmaları ve “NGO’lar ve gazeteciler için yasa üstüne eğitim toplantıları” düzenliyor. Bu iş için ayrıca AB’den 86.129euro alıyorlar.[2]
2006 yılında genel seçim kokusu alınmış olmalı ki, IRI hemen devreye giriyor ve Türkiye’de TESEV ve ARI Derneği ile ortaklaşa yürütülecek “Gençlik – siyaset, seçim kampanyaları eğitimi, IRI ayrıca stajyerlik, parlamento okulu, gençlik üstünde siyasi görüş araştırması, milletvekili adayları kampanya eğitimi” için NED’den 400.000 dolar aktarıyor.[3]
QUANTUM’DAN MILYON DOLAR
AMERIKAN MARSHALL FONU’NDAN DESTEK

TESEVQuantum bankerler şirketinin temsilcisi George Soros’u da ihmal etmiyor. SorosTürkiye’de en yoğun çalışmaları TESEV ile gerçekleştirdiklerini açıklıyor. Soros’un İstanbul’da kurdurduğu Açık Toplum Enstitüsü Derneği yönetiminde TESEV Başkanı Can Paker yer alıyor ve Soros’tan aktarılan paranın tutarı milyon doları geçiyordu.[4]
TESEV’in ilişkileri yıllar içinde Amerikan yoğunluğunu aşıp Avrupa’ya yayıldı. GMF (German Marshall Fund of the United States) Türkiye şubesinin açılması ve Suat Kınıklıoğlu’nun temsilciliğe getirilmesiyle birlikte TESEV ile GMF ortak girişimleri de başladı. 2004’te İstanbul “NATO Zirvesi” öncesinde “Yeni Bir Yol Kavşağında Türkiye” konferansını düzenlendi. Konferansta Burak AkçaparMensur AkgünMeliha Altunışık ve Ayşe KadıoğluTESEV adına bir rapor sundular.[5]
TESEV ve GMF ortak çalışmaları şöyle açıklanıyordu:
Son olarak iki senedir TESEV’in Avrupa temaslarına destek vermekte olan GMF (German Marshall Fund of the United States) ofisini yapılan ziyarette Fransa’nın Mayıs 2007′de yapılacak seçimlerin yaklaşması sebebi ile iç politikada destek sağlamak için Türkiye’ye karşı söylemler oluşabileceğinin altı çizilmiştir. Girilmekte olan hassas dönemde Türkiye’de yaşanmakta olan gelişmeleri ve süreçleri anlatan yazıların Fransa basınında yer almasını sağlamak için GMF her türlü desteği vermeye hazır olduğunu belirtmiştir. Fransa’dan Türkiye’ye medya mensubu ziyaretleri organize ederek Türkiye’deki gelişmelerin anlaşılması konusunda işbirliği yapılacaktır.”
TESEV, Aralık 2007’de TSK’nın sınır ötesi operasyonuna başlayacağı günlerin hemen öncesinde ilişkilerini geliştirmek için Avrupa’ya gidiyor ve GMF Bürosu’na uğruyor. Daha sonra da Fransa’ya geçiyorlar ve Paris’te yarı-resmi kuruluşlardan IFRI (Institute Français des Relations Internationales) ile bir panel düzenliyorlar.
Anlaşılan odur ki aracılar, “İçimize mi kapanalım?” diyerek tıpkı Osmanlı yöneticileri gibi düşünüyorlar ve adına ‘konferans’ denilen karşılıklı toplantılarda içlerini döküyorlar. Yabancı katılımcılar kendi ülkelerinin ve kurumlarının çıkarlarına uygun bilimsel(!) konuşurken, Bizans İstanbul’undan gidenler, fırsat bu fırsat deyip, Türkiye’yi karalamak için ellerinden geleni yapıyorlar.
İşin daha kötüsü, toplantıya katılan T.C. Dışişleri görevlileri ya da Ankara’daki kurumlar bu karalamaları yanıtlamıyorlar. Aslında o görevliler o toplantılara katılmakla bir bakıma karalayıcıları onaylıyorlar. IFRI ile yapılan panel-toplantı bu tutuma iyi bir örnek oluşturuyordu.
7 Aralık 2007’de yapılan o panel-toplantıda Helsinki Yurttaşlık Derneği (Her yıl ABD’den 37.500 Dolar alır) kurucusu, Soros’un Açık Toplum Derneği danışmanı, dönekliği “fikir o…puluğu” olarak niteleyecek denli açık sözlü olan Burhan Belge’nin oğlu, bir zamanların antiemperyalizm kuramcısıMurat Belge ile Woodrow Wilson Center kursiyeri-bursiyeri Osman Cengiz Çandar’ın açıklamaları çarpıcıdır.
Eczacıbaşı-Tekfen-Ankara Üniversitesi Vakfı ortak kuruluşu olan TESEV’in Paris toplantısında Murat Belge ve Osman Cengiz Çandar’ın söyledikleri Türkiye’de yankılanmadı; ancak onlar görevlerini yapmanın huzuruyla İstanbul’a döndüler.
Huzurlu kişilerden Murat Belge de o toplantıda, Avrupa’nın Türkiye’ye karşı daha çok dayatmalarda bulunması gerektiğini şu sözlerle diledi:
Türkiye’nin AB üyeliğini destekliyorum ancak benim için AB daha önemli. Türkiye’nin gerekli şartları yerine getirmemesi halinde AB’ye üye olmasını istemiyorum… Ayrıca soykırım zamanında doğmamış olmama ve bunun sorumluluğunu taşımama karşın, Türkiye’nin bugünkü inkârından dolayı kendimi sorumlu hissediyorum…
“Bunlar bildik şeyler” demeden önce Murat Belge’nin kesin yargısını okuyalım:
Bu şartlarda Türkiye’nin AB üyesi olmasını desteklemek, Türkiye’de hâkim faşizme katkıda bulunmak anlamı taşımaktadır.”
Murat Belge, şeyhlerle, şıhlarla, azınlık milliyetçileriyle, Amerikan-AB-Suudi hazinesiyle ortaklaşa kurulmuş olan demokrasi cephesinin temel görevinin “anti-faşist” mücadele olduğunu ne de güzel açıklıyor.
Osman Cengiz Çandar’ı ayrıca tanıtmaya gerek yok. O işinin iyi bir ustası olduğundan daha da artistik konuşmuş:
Türkiye uzun dönem Orta Doğu’ya ilgisiz kalmıştır. Son dönemde Türkiye, anormal olarak nitelenebilecek bu durumdan çıkıp, bölgesini adeta yeni baştan keşfetmekte; birçok sorunda önemli ve etkin bir kolaylaştırıcı rol oynamaktadır. Öte yandan, Türkiye’nin bölgedeki bu etkinliğinin ülkedeki İslami etkiyle ilgili olup olmadığı sorusu akla gelebilir. Bu sorunun cevabı evettir. Bir akademisyen gözüyle, PKK’nın adını her andığımda başına terörist sıfatını ekleme zorunluluğu duymuyorum. Aslında bu yanlıştır da.”
Kendisinin ‘akademisyen’ olduğunu vurgulayan Osman Cengiz Çandar, Paris’te kendini gösterdikçe göstermiş ve demiş ki:
PKK’nın mücadele gücü zayıftır ve stratejik saldırılarla yetinmektedir, Türk Ordusu ise bu örgütle mücadelesinde merhametsizdir.
TESEV’in alt müdürlerinden Mensur Akgün, tepe başkanlarından Can PakerAhmet İnsel,TÜSİAD temsilcisi Serap Atan da orada konuştular ya da konuşmaları yönlendirdiler; ancak T.C. Dışişleri’nin resmi görevlisi, Avrupa Birliği’ndeki Genel Sekreteri Oğuz Demiralp’in orada bulunma gerekçesi ve şu yaklaşımlara verdiği (ya da vermediği) yanıt her zaman merak konusu olacaktır.
Paris-Almanya dönüşünde TESEV müdürü televizyonlara çıkıp, ABD – Türkiye – AKP işbirliğini allayıp pulladı. ABD – AB – Soros – Alman parasıyla işleyen TESEV’in asıl patronları olan Eczacıbaşıile Tekfen Holding sahiplerinin bu olan bitene bir diyecekleri de olmalı kuşkusuz.
Ancak şu halimize bir bakınız ki; yüzyıl önce yabancılar doğrudan önemli görevlere getirilirken, son yıllarda yabancıların yerine Türkçe adlı temsilcileri, Amerikan ve İngiliz vatandaşları ülke ekonomisini yöneten bakanlık koltuğuna oturuyor,  Akev tercümanları milletvekili oluyor; eski Hava Kuvvetlerisubayı, Marshall Fonu temsilcisi, TBMM Dış İlişkiler Komisyonu’nun sözcülüğüne getiriliyor.
Bu durumdan yüksünmeyip, “Hiç olmazsa bunlar Türk” diyenler de çıkabilir. Özgürlük ve onur duygusu ne de olsa bir tıynet sorunudur. 2007

Not: 1 TESEV (1-2-3) yazıları kaynağı: Mustafa Yıldırım, Savaşmadan yenilmek, UDY 2006.
2- TESEV-4 Yazısı Kaynağı Mustafa Yıldırım, THE GENERAL, UDY, 2011
3- TESEV’in NEDAmerikan Cumhuriyetçi Parti-IRI, Amerikan Demokrat Parti – NDI, Amerikan işadamları örgütü CIPE aracılığıyla Amerikan hazinesinden ve Amerikan-Avrupa kartellerinin ortak kasasından aldığı para ve görev listesi, ARI-IRI-NDI buluşmalarının ayrıntıları; Quantum bankerlerinden destek görenlerin listesi için bkz. Sivil Örümceğin Ağında ve Ortağın Çocukları son baskıları)                                                 
4TESEV kurucularının, yüksek danışmanlarının tam listesi için bkz. Sivil Örümceğin Ağında 23. ve24. Basım
[1] Türk Belediyeler Birliği Derneği ile Alman Hristiyan Demokrat Parti örgütü Konrad Adenauer Stiftung arasında yapılan katkı sözleşmeleri tutarı, yalnızca 1997-2001 döneminde, 1.650.000 DEM’dir. Ergün Poyraz, AKP’nin Temel İçgüdüsü, Toplumsal Dönüşüm Y ., İst. 2004, s.283. 
[2] AB’nin para akıttığı tüm ilişkiler için bkz. Yılmaz Dikbaş, Avrupa Birliği-Tabuta Çakılan Son Çivi, Asya Şafak Y. ,İst., 2007.
[3] Güncellenmiş listeler ve ayrıntılar için Bkz. Sivil Örümceğin Ağında, 22 Basım ve Ortağın Çocuklarıkitapları.
[4] Can Paker, gazetelere Soros’tan 2 milyon Dolar aldıklarını açıkladı.
[5] Dışişleri Bakanlığı elemanlarından Burak Akçapar, daha sonra Washington’da görevlendirildi.
ALINTI: http://cemilcan.gen.tr/2012/06/soros-tesev-ve-uyuyan-dev/