8 Aralık 2014 Pazartesi

MEVLANA'NIN TÜRK DÜŞMANLIĞI ve BİAT KÜLTÜRÜ



Türkler, İsa'dan en az 2000 yıl önce Anadolu'da yaşamaktaydılar.
Türklerin Anadolu'ya yerleşmesi 1071'deki Malazgirt Savaşı'ndan sonra hızlandı. Selçuklu komutanı Kutalmışoğlu Süleyman Şah Anadolu'daki fetihleri batıya yayarak 1075'te İznik'i Bizans'tan aldı ve burayı başkent yaparak bağımsızlığını ilan etti.
Böylece Anadolu Selçuklu Devleti kuruldu. İlhanlıların son Anadolu sultanını tahttan indirdikleri 1308'e kadar varlığını sürdürdü.
Selçuklu döneminin iki büyük tarihçisinden biri olan Aksaraylı Kerimeddin Mahmud, Türkler hakkında şunları yazmıştır: (10)
''HUNHAR TÜRKLER KÖPEKLER VE KURT GİBİDİRLER. ELLERİNE FIRSAT GEÇERSEN YAĞMAYI GANİMET BİLİRLER FAKAT DÜŞMAN KUVVETLERİ GELİRSE KAÇARLAR.''
Selçuklu döneminde en öne çıkan isimlerin başında hiç kuşkusuz Mevlana gelmektedir.
Mevlana Celaleddin-i Rumi (1297 Beth-1273 Konya), İslam ve batı dünyasında tanınmış, şair ve düşünce adamıdır.
Bugün Afganistan'da bulunan Beth kentinde doğmuş, Konya'da ölmüştür.
Mevlana'nın etnik kökeni ise tartışmalıdır. Fars, Tacik veya Türk olduğu yönünde görüşler vardır. Mevlana, başta en ünlü yapıtı Mesnevi olmak üzere tüm kitaplarını Farsça yazmıştır.
Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubat'ın davet ettiği babasıyla Konya'ya geldiğinde Mevlana, 21 yaşındadır.
Tebriz'li Şems, Mevlana'nın hocasıdır.
Mevlana, Türk düşmanıdır.
Mevlana, Oğuz Türklerine, Türkmenlere, Ahilere ve Alevilere düşmandır.
Mevlana'da Türk; kaba, çirkin, bayağı, bir varlıktır.
Mevlana'ya göre Oğuz Türkleri 'KİNDAR, KAN DÖKÜCÜ, İŞKENCEYİ SEVEN' insanlardır.
İŞTE, ÜNLÜ MESNEVİ'DEN BİR ALINTI: (11)
-Kan dökücü Oğuz Türkleri geldiler, yağma etmek için ansızın bir köye saldırdılar.
-O köyün ileri gelenlerinden iki kişi buldular, onlardan birisini öldürmek istediler.
-Başını kesmek için ellerini bağladılar. O zavallı adam can korkusu ile''Ey padişahlar, ey yüce kişiler!'' diye yalvarmaya başladı.
-''Ne yapıyorsunuz? Beni neden öldürmek istiyorsunuz? Niçin benim kanıma susadınız?
-Benim öldürülmemde ne hikmet var? Beni öldürmekteki maksatınız nedir? Görüyorsunuz ki ben zengin değilim, çıplak yoksul bir kişiyim.''
-Oğuzlardan biri; ''Şu arkadaşın korksunda, varını yoğunu çıkarsın diye seni öldüreceğiz.'' dedi.
-O zavallı adam dedi ki: ''Korkutmak istediğiniz arkdaşım benden daha yoksuldur.'' Oğuz; ''O öyle görünüyor ama onun altını vardır.''dedi.
MEVLANA'NIN MESNEVİ'SİNDEN TÜRK DÜŞMANLIĞI İŞLEYEN İKİ ALINTI DAHA YAPALIM:
-''O kıtlık babası Oğuz oğlu Uc...''(12)
-''Ey ecel, ey köyü yağmalayan Türk...''(13)
 -Mevlana'da Türk, güçlü kuvvetlidir ama akılsız ve kan dökücüdür.(14) Mesnevi'de padişahların ve beylerin övüldüğüne sık sık rastlarız ama yoksullarla ilgilenildiği hemen hiç görülmez.

-Türk karşıtı Mevlana'yı biraz daha yakından tanıyalım:(15)

-Mesnevi, o devrin magazin haber bülteni değerindeydi.

-Mevlana birileri ile mücadele etmek ve zafere ulaşmak için Mesnevi'yi kaleme almıştır. Doğrudan kendisi Mesnevi'nin yazılış amacını böyle saptamaktadır.

-MEVLANA KARŞITLARI ARASINDA ŞUNLAR BULUNMAKTADIR: Ahi Evren, Ahi Ahmed ve Ahiler, Hacı Bektaş, Baba İlyas ve Türkmen ileri gelenleri... (Ahiler ve Alevilen öz Türk'türler.)

-Mevlana ağza alınmayacak küfürlü sözler kullanmaktan çekinmediği gibi bazı iftira ve suçlamalarda bulunmuş, çirkin sözler söylemiştir.

-Mevlevi çevreler ile Ahi ve Türkmen çevreler arasındaki mücadele ve sürtüşmeler asırlarca devam etmiştir.

-Mevlana, çocuğu olmayan Ahi Evren'nin bu durumuyla alay ederek onun hadım ve eşcinsel olduğu imasında bulunan sözler söyler.

-Mevlana ünlü kitabı Mesnevi'de anlattığı bir hikaye, eşcinsel olduğunu belirttiği Cuha'nın bir delikanlıya Mevlana'ya göre çirkin bir ilişkide bulunma teklifini söz konusu etmektedir.
 Yine başka bir hikayede bu Cuha'nın kadın elbisesi giyerek kadınlar meclisinde Mevlana'ya göre edep dışı bir davranışını anlatmaktadır. Burada Mevlana böyle bir tabloyu ayrıntılarıyla anlatarak, Türkmen çevrelerin kadın ve erkek bir arada dini sohbet meclislerinde bulunmaları adet ve töreleri ile alay eder. Mevlana, kadınlarla erkeklerin bir arada bulunup sohbet etmelerine, eğlenmelerine karşıdır.

-Ahi Evren'nin karısı, Fatma Bacı'dır. Ahi Evren'nin ölümünden sonra kimsesiz kalan Fatma Bacı, Hacı Bektaş'a sığınmış, Hacı Bektaş'ta onu kendisine bacı edinerek himayesine almıştır. Mevlana, Hacı Bektaş'a ''BACISI KAHPE'' derken Fatma Bacı'yı kastetmektedir.

-Yine Mesnevi'deki bir hikayede Mevlana, Ahi Evren'in iri vücutlu köse diye tarif etmekte ve bir delikanlıya sarkıntılık yaptığını anlatmaktadır. Delikanlı bu iri adamdan uzaklaşmak isterken ''BENDEN KORMA EY DELİKANLI. BEN EŞCİNSEL BİRİYİM. BU İLİŞKİDE SEN ÜSTTE KALACAKSIN BANA DEVEYE BİNER GİBİ BİNECEKSİN, DİLEDİĞİN GİBİ SÜRECEKSİN.'' dediğini naklederek onun homoseksüel ilişkide edilgen konumunda olduğunu yazarak, (Mevlana kendi değer ölçülerine göre) çok onur kırıcı bir biçimde ona iftira etmektedir. Mevlana, diğer bazı hikayelerde de Ahi Evren'i eşcinsel, iri cüsseli, ekşi suratlı çirkef gibi sıfatlarla anmaktadır. (Ahi Evren, Oğuz Türk'üdür, yani öz Türk'tür.)

-1243 yılında, Ahiler ve Türkmenler, yağmacı ve işgalci bir güç olan 'Moğol Emperyalizmi'ne karşı savaşırlarken Mevlana ve çevresi Moğollarla çok iyi ilişkiler kurarlar ve Moğol iktidarının meşrutiyetini vurgulamaya çalışırlar. Mevlana ve yandaşları, güç kimdeyse, yani iktidar kimdeyse ondan yanadırlar.

-İslam dünyasında çok eskiden beri akılcılar (Rasyonalistler) ile sezgiciler (İçe Doğuşcu) birbirleriyle mücadele halindeydiler. AKILCILAR; gerçek bilgiyi elde etmek için aklın ve mantığın ölçü olduğunu savunmuşlar hatta aklı, imana varmanın ve Allah'ı bulmanın vasıtası olarak görmüşlerdir. Bilim adamları, yazarlar ve filozoflar bu görüşün temsilcileridir. SEZGİCİLER İSE, gerçek bilginin içe doğuş ile elde edilebileceğini, içe doğuş ile Allah'a varılabileceğini, iman edilebileceğini tezini savunurlar. İşte Mevlana bu ikinci düşünce tarzının öncülerindendir. Yani Mevlana, aklın öncülüğünü kabul etmez.

-Mevlana'nın Mesnevi'sinde akılcılığı yeren birçok hikaye bulunmaktadır.

-Şunu da hatırlatmakta yarar vardır. Mevleviliğin Selçuklular zamanından beri Anadolu'da fikir üstünlüğü sağlaması, akılcılığın büyük ölçüde zayıflamasına ve hatta silinmesine neden olmuştur. Bu durum, Mevlana'nın Anadolu'nun fikir tarihindeki yerinin ve etkisinin ne kadar önemli olduğunu göstermektedir.

-Mevlana, 'kadın karşıtı' bir görüşe sahiptir. Onun bu yönü üzerinde hiç durulmamış veya fark edilmemiştir. Bu görüş ona hocası Tebriz'li Şems'ten gelmektedir. Çünkü Şems, çok daha aşırı bir kadın karşıtıdır. Ahmed Eflaki'nin anlattığına göre, bir gün Şems namuslu bir hanımı övdü ve sonra şöyle dedi: ''BU İYİ MEZİYETLERİNE RAĞMEN BİR ARŞTAN DAHA YÜKSEK MAKAM VERİLSE, O BU MAKAMDA İKEN YERDE KALKMIŞ BİR ALET (erkeğin cinsel organı-YD) GÖRESE DELİ GİBİ O ALETİN ÜZERİNE ATLAR. ÇÜNKÜ KADININ MEZHEBİNDE ONDAN DAHA YÜKSEK BİR MAKAM YOKTUR.''

Mevlana, Mesnevi'de kadınları konu alan onlarca hikaye anlatmış ve bütün hikayelerde kadınları değersiz gösterip alay etmiş, hor görüp hakaretler yağdırmıştır. Kadının doğasında aşağı ve kötü eğilimleri şairane ve abartılı bir üslupla anlatmaya çalışmıştır.

-Mevlana'nın ölümünden sonra da Mevleviler Moğollarla iyi ilişkiler içinde olmuşlar, Türkmen ve Ahi çevrelere karşı düşmanca tutumlarını sürdürmüşlerdir.

-Osmanlı Devleti, İstanbul'un fethinden sonra çok uluslu bir devlet haline gelince giderek Türkmenlerin denetiminden ve Türkmen topluluklarının hakimiyetinden çıkmıştır. Türk olmayan etnik gruplardan olan kişiler devletin yüksek kademelerinde yer almaya başlamışlardır.

-Osmanlı Devleti çok uluslu bir devlet haline dönüşünce XV. Yüzyıl sonlarında Mevlevilik de Osmanlı Devleti'nin yapısı içinde yer almaya başladı. II. Beyazıt zamanında İstanbul'da ve taşrada Mevlevihaneleri açılmaya başlandı. Devletin Mevlevihaneleri açması Türkmen ve Ahi çevrelerce hoş karşılanmamıştır. Selçuklular zamanından beri devam eden, Mevlevilerin Ahi ve Türkmenlere karşı savaşımı yeniden baş göstermiş ve kızışmıştır.

-MEVLANA'NIN VE DOLAYISIYLA MEVLEVİLERİN TEMEL AHLAK KURALI, DEVLETİN VE YÖNETİMİN BAŞINDA OLANLARA KAYITSIZ ŞARTSIZ BOYUN EĞMEKTİR. Yani güçlü olana, iktidarı elinde tutana biat kültürü, Mevlana'nın ve Mevlevilerin temel dünya görüşüdür. Osmanlılar, Mevlevilerin bu görüş ve tutumlarının, yani güçlüye boyun eğme duygusu, biat etme ahlakının yaralı olacağını düşünmüşlerdir. Bu yolla ''KUL İLE HALK'' yaratmaya çalışmıştır. Şeyh Sadi bu ahlaki kural ve düşünceyi şöyle ifade etmektedir:

-''Sen, ben miskini gözettikten beri eserlerim güneşten daha çok ün kazanmıştır. Pek çok kusurlarım bulunmasına rağmen sultanın beğenip kabul ettiği kusurlar sanat ve hüner hükmündedir.''

-Şeyh Sadi'nin 'Gülistan'ının Osmanlı tarihi boyunca en çok okutulan ve okunan eser olması da bu görüşünü dayatmış bir eser olmasındandır.

-İşte Mevlana'nın Mesnevi'de ve diğer eserlerinde öngördüğü ahlak anlayışı budur. Mesnevi'de Emir Ayas'a verdiği öğütte bu ahlak kuralını uzun uzun dile getirmekte ve Emir Ayas'ı buna uymamakla suçlamaktadır. Buna göre doğru ve yanlış, iyi ve kötü, güzel ve çirkin siyasi otoritenin belirlemesine göredir. Allah gücü ve kudreti kime vermişse, hakkı ve adaleti belirleme yetkisi de onundur.
Mevlana'nın torunu Ulu Arif Çelebi, kendisine niçin Müslümanları (Karamanoğullarını) bırakıp Moğollara destek verdiğini soranlara: ''GÜNÜMÜZDE ALLAH GÜCÜ VE KUDRETİ MOĞOLLARA VERMİŞTİR. BİZ MEVLEVİLER ONLARA İTAAT ETMEYİ KENDİMİZ İÇİN ZORUNLU GÖRÜRÜZ.'' demiştir.

-XV. Yüzyıl ortalarından itibaren Cihan Devleti kurma yoluna girmiş bulunan Osmanlı Devleti'nin üst düzey yetkilileri bu düşüncenin, bu anlayışın Devlet'in hayrına olacağını düşünmüşler ve bütün vilayetlerde 'Mevlevi Evleri' açarak bu görüşün ve ahlak anlayışının yaygınlaşması çalışmışlarıdır. Yüksek devlet memurluklarına da Mevlevi ocaklarına bu ruh ve ahlak anlayışı ile donanmış Mevleviler tayin edilmeye başlanmıştır.

Mevlana'nın sahip olduğu ve yaydığı, 'KİM OLURSA OLSUN İKTİDARI ELİNDE BULUNDURANA BİAT ETME AHLAKI', üzerinde çok dikkatli düşünülmesi gereken bir kültürdür.

Türk Milletine Suikast düzenleyenlerin içimizdeki işbirlikçilerin büyük bir çoğunluğu bu kültürden gelmektedirler, yani sadece ve sadece 'GÜCÜ ELİNDE TUTANA BİAT EDENLER'dir.

GÜNÜMÜZDEN BİR ÖRNEK VEREREK BUNU VURGULAMAK İSTİYORUM:

12 yılı aşkındır Amerika Birleşik Devletleri'ne gönüllü olarak sığınmış bulunan Fethullah Gülen, henüz Türkiye'de iken bakın ne diyordu: (16)

''Amerika şu anda bütün konum ve gücüyle bütün dünyaya kumanda edebilir. Amerika hala bu dünya gemisinin dümeninde oturan milletin adıdır. Bütün dünyada yapılacak işler buradan idare edilebilir ve hatta denilebilir ki, şöyle veya böyle Amerikalılarla dostça geçinmeden destek almak değil, dostça geçinmeden Amerikalılar istemezlerse kimseye dünyanın değişik yerlerinde hiçbir iş yaptırmazlar.''

Fethullah Gülen, dünyanın en güçlüsü gördüğü Amerika'ya biat ediyor, Amerika'ya itaat etmeyi zorunlu görüyor ve gösteriyordu.

Biliyorsunuz, 'Hoca Efendi' unvanlı Fethullah Gülen, çok sayıda dindar müslümanın 'lideri'dir.
Peki, nasıl oluyorda dindar Müslüman Hoca Efendi, Hristiyan Amerikalılara biat ediyor?

FETHULLAH GÜLEN, MEVLANA AHLAKINI SÜRDÜRÜYORDU: Güçlüden ve zenginden yana olma, güçlüye ve zengine biat etme... BİAT KÜLTÜRÜNE SAHİP KİŞİLER İÇİN; GÜÇLÜNÜN DİNİ, İNANCI, MİLLİYETİ HİÇ ÖNEMLİ DEĞİLDİR! Tek önemli olan iktidardır, güç yani iktidar kimdeyse onun önünde eğilinir! 3 Ağustos 2014

DİPÇE:

10- Çetin Yetkin, ''Türk Direniş ve Devrimleri'', Otopsi Yayınları, sayfa: 18-19
11- Şefik Can, Mevlana – Konularına Göre Açıklamalı MESNEVİ Tercümesi'' Ötüken, 1997, İstanbul, Cilt 2 sayfa: 485, Beyit No: 3045-3054
12- Mesnevi, Cilt V, sayfa 11
13- Mesnevi, Cilt V, sayfa 84
14- Cemil Yener, ''Şeyh Bedrettin VARİDAT'', Milenyum Yayınları, Elif Kitabevi, 1970, İstanbul, sayfa: 26-28
15- Prof. Dr. Mikail Bayram, ''Sosyal ve Siyasi Boyutlarıyla Ahi Evren- Mevlana Mücadelesi'', NKM, 3, Baskı, Konya, Mart 2012, sayfa: 103-263
16- Yılmaz Dikbaş, ''Gönüllü Devşirmeler'', Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstanbul, Eylül 2002, sayfa: 36-37

Türk Milletine Suikast /Yılmaz DİKBAŞ


6 Aralık 2014 Cumartesi

Sözde Hakkâri valisi Yüksekova’ya kaymakam atadı!..



Öcalan Hükümete 15 Mart’a kadar süre verdi..

“Tren rayına”  oturtulan  “çözüm süreci”nde son- yeni havadisi merak ediyorsanız..
İşler tam da bebek katili Öcalan ile Kandil çetesinin istediği gibi gidiyor derim.
Son dakika değişikliği olmazsa HDP heyeti Hükümet ile Pazartesi günü görüşmeyi bekliyor. Bu görünürde olanı..
El altından kapı arkalarında görüşme trafiği ise tam gaz devam ediyor. Taslaklar, İmralı ve Kandil’e gidecek heyetlerde yer alacak isimler, neyin ne zaman yapılacağı ve kamuoyuna deklare edileceği.. İnce ince hesaplanıyor.. Ara sıra kapı arkası görüşmelere İmralı ve Kandil özel mektuplarla dâhil oluyor. Terör çetesi bir alıyor 2 daha istiyor.. Recep Erdoğan’ın “elinizi çabuk tutun” baskısı da işin cabası.. Ahmet Davutoğlu, tam manasıyla bunalmış durumda.
AKP ve HDP kulislerinden edindiğim bilgiye göre görüşme trafiğinde “önemli” bir gelişme yaşandı. Bebek katili Abdullah Öcalan istediklerinin yerine getirilmesi için Hükümete son bir süre verdi. Öcalan, “15 Mart’a kadar bu iş bitmezse çekilirim” dedi.
Ahmet Davutoğlu’ da bu gelişmeyi teyit eder açıklamayı önceki gün akşam bir TV kanalında yaptı;
“Silahlar seçimden önce bırakılabilir. 6-7 Ekim olaylarına biz kapılamadık. Kulaç atmaya devam ediyoruz. Hız katma konusunda tereddüdümüz yok. İnşallah seçimden önce nihai noktaya geliriz. Mümkün olsa yarın. Ama önemli olan bütün aktörlerin de aynı iradeyi göstermesinden emin olmamız lazım.”
“Çözüm süreci” ne tek taraflı bel bağlayan Hükümet terör bölgesinde tüm hâkimiyeti PKK/KCK’ya teslim ederken oralarda son durum ne?..
Terör örgütünün atadığı sözde Hakkâri Valisi Kazım Kurt, sözde Kaymakamlarına mazbata vermeye başladı.
İstihbarat birimlerinin raporlarına göre;
“Kazım Kurt çalışmalarına hız kesmeden devam ediyor”.
“PKK tarafından Hakkâri’ye Vali olarak atanan Kazım Kurt, Şerafettin Dede’yi Yüksekova’ya kaymakam olarak atadı. Önümüzde ki günlerde diğer ilçelere de atamaların yapılması bekleniyor”.
“PKK/KCK terör örgütünün Van ilinde faaliyet gösteren mensupları, bölgede yaşayanlara yönelik dağa katılımın artması için baskı kurmaya devam ediyor. Çözüm süreci ile birlikte çok rahat hareket eden bölücü terör örgütü mensuplarının her haneden en az bir kişinin terör örgütüne katılması yönünde halka baskı kurduğu haberleri iyiden iyiye arttı. 
Alınan bilgilere göre, çözüm süreci ile birlikte örgütün propagandasının serbestçe yapıldığı etkinliklere dönüşen festival, açılış, müzikli açık hava toplantısı gibi faaliyetler ile gençlerle iletişim halinde bulunan ve onları kandırarak dağa çıkaran örgüt mensupları bu dönemde örgüte maksimum katılım sağlamaya çalışıyor ve bunu da başarıyor... Düzenlenen etkinlikler ile terör örgütüne sempati kazandırılarak, halkın bölücü terör örgütü mensupları ile bir araya gelerek kaynaşmasının sağlandığı, ayrıca örgüte malzeme, araç ve gereç temin ettikleri bildiriliyor”.
Bölgedeki askeri kaynaklardan alınan bilgilere göre, 2014 Ekim ayı itibariyle resmi ve resmi olmayan sayılara göre yaklaşık bin kişi Van ilinden, 350 kişi Bitlis ilinden, 425 kişi Muş ilinden PKK/KCK terör örgütüne katıldı.
Terör bölgesinde illerde görev yapan köy korucularının silah bırakmalarına yönelik baskılarını sürdüren bölücü terör örgütü mensupları, devlet ile işbirliği içinde olanların kaçırılması ve infaz edileceği söylemlerini artırarak zaman zaman da faaliyete geçirerek baskı altına alarak, onları sindirme çalışmalarına devam ediyor.
Güvenlik güçlerinden alınan bilgilere göre; “birçok doğu ilinde il merkezinde ve ilçelerde bulunan, iş adamı, esnaf, sürü sahipleri, göçebeler ve kaçakçılardan tehdit ve baskı yoluyla vergilendirme adı altında para toplandığı, vermeyenlerin ise kırsal alana götürülerek, sorgulandıkları, darp edildikleri ve yakınlarından daha çok para talep edilmeleri nedeniyle sinen ve vergisi ödemek zorunda kalan halk zor durumda”.
Ankara’ya ulaşan raporlar, “son olarak köy korucularından her yıl bir maaş tutarında vergilendirme adı altında para talep eden örgüt mensupları onların kendilerini koruyamayan devlete karşı cephe almasını ve kendi yanlarında mücadele etmesini sağlamaya çalışıyor” diyor.
Bir sözde çözüm masasına bakın bir de arazi de yaşanan gerçeklere!..
Hükümet, Öcalan ve Kandil çetesinin tüm isteklerini son noktasına kadar gerçekleştirse de tezgâh değişmeyecek..
İstihbarat raporları diyor ki;
 “BTÖ Nisan ayında büyük ayaklanmaya hazırlanıyor”..
Ahmet TAKAN
ahttakan@gmail.com

5 Aralık 2014 Cuma

"19. Milli Eğitim Şurası ve Eğitim Üzerinden Gelecek Kuşakları Teslim Almak"



BASIN AÇIKLAMASI

19. Milli Eğitim Şurası 02-06 Aralık 2014 tarihlerinde Antalya'da toplandı. Milli Eğitim Şuraları, zaman içinde alınan kararların birçoğu tavsiye olarak kalsa da eğitim sistemimize şekil veren en önemli kurullardır.
19. Milli Eğitim Şurasına yaklaşık 600 katılımcı davet edilmiştir. 600 katılımcıdan yalnızca 16'sı sendikacı, eğitimcilerin oranı ise  %10 yani yaklaşık 60 kişidir.   Eğitim sistemine önümüzdeki yıllar içinde şekil ve yön verecek yaşamsal kararların alınacağı şurada siyaseten bağımsız kişi ve kuruluşların oransal ağırlığı ise içler acısıdır.  Şura katılımcıları arasında; referansı dinci siyaset olan parti meclis üyeleri, muhtarlar, iktidar yandaşı dernek ve vakıfların temsilcileri, parti kadın ve gençlik kolu üyeleri, milletvekilleri, eski bakanlar, yandaş sendikanın temsilcilerinden çok sayıda var.  Ama Şuraya katılabilen  “EĞİTİMCİ” sayısı neredeyse bir elin parmakları kadar. Bu yönüyle bakıldığında 19. Milli Eğitim Şurasının adeta “Eğitim Bir Sen Çalıştayı” olarak gerçekleşmiş olduğu bir tahmin değil, yaşanılan bir gerçekliktir. 
19. Millî Eğitim Şûrası;  gündem Konuları, alınan tavsiye kararları, uygulamalar noktasında önümüzdeki 3 yıla damgasını vuracaktır. Milli Eğitim Şurasının gündemi ve alınacak kararlar önceden,  Cumhuriyet'e yönelen ihanete “kılıf” amaçlı olarak kurdurulan  Eğitim Bir Sen’, AKP’nin önde gelen isimlerin üyesi olduğu ‘Türkiye Gençlik ve Eğitime Yardım Vakfı’ (TÜRGEV), ‘İmam Hatip Mezunları Derneği’ (ÖNDER), Nakşibendilerin üye olduğu ‘İlim Yayma Cemiyeti’, ‘İlim Yayma Vakfı ve Ensar Vakfı’ndan oluşan, “5’li Koordinasyon” denilen bir oluşum tarafından belirleniyor.  Bu oluşum, değişik vakıf, dernek ve Milli Eğitim yöneticileri ve bürokratlarla toplantılara yaparak eğitim politikalarını konuşuyor, yapılması gerekenleri belirliyor.  İşte bu “5’li Koordinasyon” un önerileri “Şura Kararları” olarak kabul edilmiştir.

19. Millî Eğitim Şûrasının Gündemi ve gündem başlığı altında alınan kararlar şöyledir.
Gündem1. Öğretim Programları Ve Haftalık Ders Çizelgeleri: Alınan karalar;
a)    Değerler eğitimi bahane edilerek zorunlu dini eğitimin okul öncesini de kapsayacak şekilde genişletilmesi,
b)   Devlet okulları talebi karşılamıyor bahanesiyle özel imam hatip ortaokulları ve liselerinin açılması,
c)     Alevilik başlığında müfredatların güncellemesi ve anadilde eğitim tavsiyeleri,
d)   TC. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük derslerinin ve 4. sınıfta 2 saat anlatılan İnsan Hakları, Yurttaşlık ve Demokrasi dersi kaldırılarak, bu derslerin içeriklerinin Sosyal Bilgiler derslerinin içine alınması,
e)   Osmanlı Türkçesi’nin liselerde zorunlu ders olarak bütün liselerin öğretim programlarında yer alması
Gündem 2. Öğretmen Niteliğinin Artırılması; Alınan karalar;
a)    Öğretmen alımlarında Eğitim Fakültesi mezunu olma koşulunun kaldırılarak yerine her lisans mezununun öğretmen olabileceği bir siteme geçilmesi,
b)   Öğretmenlerin “nitelikleri” üzerinden ayrımcılığa tabi tutulmalarını sağlayacak düzenlemeler yapılması, (yandaş olanı tarafsız olandan ayırma çabalarına tavsiye kılıfı)
Gündem 3. Eğitim Yöneticilerinin Niteliğinin Artırılması; Alınan karalar;
a)    Eğitimci olmayanların da eğitim kurumu yöneticisi olabilmesini sağlamak,
b)   Mülakat temelli görevlendirmelerine yandaşlık zemininde meşruiyet kazandırmak,
c)    Verilen emri sorgusuz uygulayan kukla idarecilerle öğretmenler üzerindeki baskıyı arttırmak
Gündem 4. Okul Güvenliği; Alınan karalar; karma eğitimin kaldırılmasına meşruluk kazandırmak amacıyla,
a)    Karma eğitimin, karşı cinse ilgiyi artırdığı, bu durumun ise güvenlik ve disiplin sorunu yarattığı, okullarda şiddet ve akademik başarıyı engellediği ve kız öğrencilerin okullaşma oranlarına olumsuz etkilediği gerekçesi ile Karma Eğitimin kaldırılarak, ayrı kız-erkek okullarının açılması,
AKP iktidarı ‘eğitim üzerinden’ gelecek kuşakları dincileştirerek, ülkeyi talibanlaştırma ve Ortaçağ karanlığına sürükleme çabalarını karşı devrime, dinci faşizme dönüştürüyor. İktidar laikliğin olmaz olmazı karma eğitimi kaldırma ataklarında bulunurken; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) karşın kaldırmadığı zorunlu din dersini şimdi de ilkokullara sokmaya hazırlanıyor. Kur’an derslerinin süresi artırılıyor.
 Alınan kararlar öğrencilerin bilimsel eğitimden uzaklaştırılmasını, dinci – faşist gericiliğin meşrulaştırılmasına ve iktidarın karşıdevrim girişimlerine  “mazeret” oluşturmaktadır.
AKP’nin ülkeyi imam hatipler, dini dersler, mescitler ile türbanı ilkokula kadar sokarak talibanlaştırma çabalarına, Şura ile birlikte Osmanlıyı canlandırma, dili Araplaştırma çabaları da eklenmiş oldu. Osmanlıcanın zorunlu ders haline getirilmesi harf ve dil devrimlerine yönelik karşıdevrim girişimi olduğunu da anımsayalım.
Peki; 1923’lerde başlayan, 15 yıl içinde devrimci bir atılımla dünyaya örnek bir eğitim sistemini yaşama geçiren Cumhuriyet, Nasıl oldu da 19. Milli Eğitim Şurasında “dinci, karşı devrimci” kararları alabilme noktasına sürüklendi?
Eğitimi,  içinde bulunduğu sistemden bağımsız değerlendirme yanılgısı bizi,  yıllardır yerel ve uluslararası sermayenin toplumsal yaşamın tüm alanlarında, ama ilkönce ve her şeyden önce eğitim alanında ördüğü/ örgütlediği Siyasal dinci-gericiliğin meşrulaştırılmasına ve dolayısıyla emperyalizme bağımlılığın meşrulaştırılmasına götürür.
AKP iktidarının gerici ideolojiye yaslanan ve bunu derinleştiren politikaları göz önüne alındığında, halkın bağımsız siyasetinin olmazsa olmaz başlıklarından birisi gericiliğe karşı mücadeledir.
Siyasal dinci-gericiliğe karşı mücadele, siyasal dinci-gericiliği besleyen, palazlandıran ana damar olan emperyalizmle karşı mücadele ile özdeştir. Başka bir söylemle emperyalizmi alt etmeden siyasal-dinci gericiliği alt etmek olanaksızdır. Hesaplaşmayı dinci-gerici siyasal sistemin temel dayanağı olan emperyalizmle yapmayı göze alamayan her hareket ikincil sorunları öne çıkarıp dinci faşist sistemin eğitimini aklayıp meşrulaştırılmasına hizmet eder.
Diğer taraftan Eğitim sisteminin “hem kadrolarıyla hem müfredatıyla hem de yaşam alanı olarak” dinci gericilik ekseninde yapılandırılması yalnızca son 12 yıllık dönemin ürünü değildir. Elbette Yerel ve uluslararası sermayenin koruyuculuğunda, devlet-siyasal iktidar, ticaret-  cemaat-tarikat-vakıf ilişkileri etrafında örgütlenen İslamcı gericilik, AKP ile birlikte aydınlanma mirasının reddi ve tarihsel kazanımların tasfiyesi konusunda, kendinden önce iktidar olan siyasal partileri çok gerilerde bırakmıştır.
Eğitim sistemi içinde siyasal dinci gericiliğin yaygınlaşıp, kurumsallaşmasında dönüm noktası, Türkiye’de laikliğin geriletilmesinin ve devlet eliyle dinselleşmenin doğum izi olan 1947 yılı, Türkiye’nin kaçınılmaz olarak emperyalizmin kollarına teslim edildiği tarihtir. Milli Eğitimimiz 27 Aralık 1947'de imzalanan ve “Fulbright Antlaşması” olarak anılan ”Türkiye ve ABD Hükümetleri Arasında Eğitim Komisyonu Kurulması Hakkındaki Anlaşma’nın sonucu olarak, bütünüyle Amerikalı uzmanlar ve CIA tarafından, Amerikan çıkarları doğrultusunda biçimlendirildi.
Bu tarihten başlayarak, söz konusu gericileşme süreci boyunca, Köy Enstitüleri kapatılmış, ezanın Türkçe okunması uygulamasına son verilmiş, Kuran’ın Türkçe meallerinin yayınlanması eski hızını kaybetmiş, Kuran kurslarının sayısı büyük ve baş döndürücü bir artış göstermiştir.
Bu tarihten başlayarak, imam-hatip liseleri kurulmuş ve yaygınlaştırılmış, yasa dışı ve kaçak kursların açılmasına müdahale edilmemiş, Cumhuriyet Devrimi Kanunları rafa kaldırılmış, tarikat yapılanmaları teşvik edilmiş, tarikatların siyaset ve ülke yönetimi üzerinde çok büyük oranda söz sahibi olmaları gündeme gelmiş, dinci partilerin sayısında bir patlama olmuştur.
Türkiye daha 25 yıl önce, yani 1920'lerde kan ve can bedeli ülkesinden kovduğu emperyalizme,  gericileştirme operasyonu ile yeniden teslim edilmiştir.
Öyleyse, mücadelenin hedefine emperyalizmi koymayan, gözünü tam bağımsızlığa dikmeyen bir laiklik mücadelesinin başarılı olacağına inanmak tam bir ham hayaldir, akıl tutulmasıdır ve siyasi karşılığı yoktur.
Çünkü dinci gericilik emperyalist sistemden bağımsız, ayrıksı bir olgu, bir aşırılık değildir. Dinci gericilik yerel ve uluslararası sermaye egemenliğinin bütünlüğünü temsil eder.
19. Milli Eğitim Şurası kararlarına bakıldığında bu açıkça görülmektedir.  Büyük Ortadoğu Projesinin amaçlarına ulaşabilmesi için;  Türkiye'nin Ortadoğu'da emperyalist senaryoların içine çekilmesi, bu amaçla Sünniliğin keskinleştirilmesine, Türk halkının kendini “yurttaşlık bilinci” ile değil  “dinle” tanımlar konuma getirilmesine yakıcı gereksinim vardır.
Aklın ve bilimin özgürleşmesi olan Laikliğe bile şaşı bakan,  hedefine emperyalizmi koymayan/koyamayan Sözde muhalefet, dinci- faşist iktidara muhalefet etmek için “gerçek Müslümanlar” adına konuşmayı yeğlemektedir. Böylece, dinin yaygınlaşıp derinleşmesine, yurttaşlığın değil, dinin ortak payda oluşturduğunun kabulü ve meşrulaştırılmasına en az dinci gericiler kadar katkı koymaktadırlar. Bunun sonucu olarak 1920'lerin halkçı- devrimci Laiklik anlayışı,  Emperyalizmin hizmetine sunulmuş bir laiklik anlayışına dönüştürülmüştür.
Emperyalist Kapitalist sistem tüm dünya çapında olduğu gibi, Türkiye’de de tıkanmış, gelecek vaat edememeye başlamış, gericileşmiştir. Yozlaşma ve çürüme bütün hızıyla devam etmektedir. Hayali ihracat, rüşvet, yolsuzluk sürmekte, toplumsal çürüme giderek mistik akımların ve dinselliğin yaygınlaşmasıyla, yoz kültürüyle, fuhuşla, uyuşturucu kullanımının yaygınlaşmaktadır. Karanlık giderek yoğunlaşmaktadır.  Ama unutulmamalı “Karanlığın en yoğun olduğu an, şafağın en yakın olduğun andır.” Şafağın yakın olduğunu bizim kadar iktidarı ele geçiren dinci- faşist siyaset ve ulus ötesi güçlerde biliyor. Bu nedenle korkuları hezeyana dönüşmüştür. Bir biri ardınca çıkarılan faşist yasalar,  korunaklı saraylar korkularının ürünüdür.
Şafağın ve sabahın sahibi olma zamanıdır.  Gelecek Ellerimizdedir! Ancak bu zafer zorlu, sabırlı ve kararlı bir mücadele ile olanaklıdır.  Çünkü dinci - faşizmin saldırıları gelip geçici bir olay değil, “Bizi mahvetmek isteyen emperyalizmin ve bizi yutmak isteyen kapitalizmin” yarattığı bir ahtapottur.  Bu nedenle Kemalist, halkçı- devrimci güçler artık sıradan bir “laiklik savunuculuğu” ile yetinmemeli/yetinemezler. Başka bir söylemle "hafız ezberlediğini okumamalı", kimi ezberler bozulmalıdır.
Dinci faşizme ve emperyalizme karşı mücadele dün olduğu gibi bugün de Kemalist, halkçı- devrimci güçlerin omuzlarında tarihsel bir görev ve borç olarak durmaktadır. 
Zaman ağlama, sızlanma, teslimiyet değil,  küllerinden yeniden doğma, yeniden Mustafa Kemal olma zamanıdır. Türk ulusu “Ulusal Kurtuluş Savaşı” ile emperyalizmin zincirlerini kırarak nasıl bağımsızlığını kazandıysa, bugün de aynı bilinç ve kararlılıkla zincirlerini kıracak, kuşatmayı yaracaktır. Bundan kimse kuşkusu duymasın. 05.12.2014


YÖNETİM KURULU ADINA:                                                                                                Mahmut ÖZYÜREK
                          ULUSAL EĞİTİM DERNEĞİ
ISPARTA ŞUBE BAŞKANI