20 Kasım 2014 Perşembe

GAFLET ve DELALETİN DE ÖTESİNDE ! Figen ÖZEN



Sn Figen ÖZEN' "Bu yasalar, Bağımsızlık Savaşı’ndaki yenilgilerini unutmayan ve Türkleri asla affetmeyen emperyalizmin, Türkiye Cumh ni tüm çıplaklığı ile gözler önüne serdiği bu yazılar (4 bölüm halinde) 2011 yılı sonları ve 2012 yılı başlarında kimi "internet gazeteleri"nde yayınlandı.  
Bu gün içinde yaşanılan durumu anlamak, yarınlar için çözüm üretmek  amacında olan herkesin bu yazıyı mutlaka okuyup değerlendirmesi dileğimdir. Bu amaçla "KEMALİST ÇİZGİ" de bir kez daha gündeme  aldık. 
 Mahmut ÖZYÜREK


GAFLET ve DELALETİN DE ÖTESİNDE !  Figen ÖZEN

 Belki inanmayacaksınız ama İKİZ YASALARIN ne olduğunu bilmeyenler var,  yalnız
Ve güzel ülkemde…
Bunların nüfusumuzdaki yüzdesini kesin ve net olarak bilemem ama çok fazla
Olduklarını genel seçimlerde göreceksiniz…
MAALESEF…   HÂLÂ…
Son günlerde, PKK’nın Meclis’teki siyasal temsilcileri ve İmralı’daki bölücü başının ağzı ile konuşan KCK ve DTK’nin söylemlerinde, artık ayrılıkçı haykırışlar ve “Özerk Kürdistan” ve “Ana Dil” çığırtkanlığı ayyuka çıkmıştır.
”Beni özgür iradenizle zindanlardan çıkarıp, milletvekili yaptınız.” diyen PKK militanı zanlısı Sebahat Tuncel’den tutun, Emine Ayna’sına, Aysel Tuğluk’a, Ahmet T. ye kadar hepsi, Kandil’in karayılanı bile aynı şeyleri, daha doğrusu kendilerine ezberletilenleri söylemektedir.
” Misak-ı Milli sınırları içerisinde özerk Kürdistan…
” Yani eyaletlere bölünmüş Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nden her an kopmaya hazır, bağımsızlığını isteme hakkına sahip , kendi dilinde eğitim yapabilen, resmi işlemleri yürütebilen, kendi bölgesel meclisleri olan bir yerel hükümet..
Bu isteklerini yerine getirmediğimiz takdirde Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni BM’lere ve BM Adalet Komisyonu’na şikâyet edebilirler mi?
Evet, ederler, yazarken utanıyor ve yerin dibine geçiyorum ama ”bal gibi” de şikâyet ederler…Atma Recep, din kardeşiyiz demeyin.
Hem de 4-Haziran-2003 te TBMM de yasalaşan ve 18-Haziran-2003 te Resmi Gazete’ de 4867 ve 4868 numaraları ile yayınlanan şu meşhur ”İkiz Yasalar” dayanak göstererek şikâyet hakkını kullanırlar...
”Ekonomik-Sosyal ve Kültürel Haklar” ve ”Kişisel ve Siyasal Haklar” sözleşmeleri adı altında kanunlaşan ”İkiz Yasalar”, ulus devletlerin bütünlüğüne yönelik en önemli tehdit unsurlarıdır.
İkiz Yasalar’ın Türkiye Cumhuriyeti tarafından kabulü iki ayrı dönemde gerçekleşmiştir.
Yıllarca tozlu raflarda bekletilen, 57. Hükümet zamanında uluslararası bir antlaşma olarak imzalanan, TBMM de görüşülmeyen sözleşmelerin, 58. Hükümet’in Başbakanı Abdullah Gül tarafından Meclis’e sevk ediliş zamanı son derece ilginçtir.
Tarih 23-Aralık-2002….
Abdullah Gül adı geçen sözleşmeleri ABD’nin , emperyalizm tarafından senelerce kullandıktan sonra, buruşuk bir kâğıt mendil gibi fırlatıp atmaya niyetlendiği, hatta yok etmek istediği Saddam’ın ülkesi Irak’a özgürlük ve demokrasi getirmek amacıyla (!) yaptığı saldırı hazırlıklarının yoğunluk kazandığı bu günde 1. Sözleşmeyi Meclise sunmuştur.
2. Sözleşme ise ABD’nin Irak işgalini tamamlamasından hemen sonra, 25-Haziran-2003 te 59. Hükümet’in Başbakanı R. T. Erdoğan tarafından T.B.M.M’ne gönderilmiş ve 4-Haziran-2003 tarihinde tam 35 dakikada ”İkiz Yasalar” adıyla yasalaşmıştır.
Emperyalizm dünyada var olan 200 civarındaki devlet sayısını, parçalara bölerek, kolayca yönetmeyi düşünmektedir. AB-D emperyal güçlerinin ve İkiz Sözleşmeler’ in amacı, ulus devletleri bölmek, parçalamak ve sınırlarını değiştirmektir.
BM tarafından önerilmiş ve ABD’nin dayatma ve baskısıyla AB Uyum Yasaları çerçevesinde yürürlüğe girmiş olan İkiz Yasalar Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne yapılan en büyük yanlıştır.
Ayrıca Yasa’nın yürürlüğe giriş tarihi de son derece dikkat çekicidir. AB psikolojik savaşının yazılı ve görsel basında her gün işlendiği o dönemde, Türk Milleti bu bölücü yasaların ülkeye getirmek istediği kaosun ve önemlisi bölünme tehlikesinin farkına varamamıştır. Bu yasa, doğrudan doğruya Batı demokrasilerinde son derece moda olan bir söylemle, self-determinasyon, kısacası ülkelerin kendi, kendini bölme ve yok etme yasasıdır. İkiz Yasalar’ la devletin temel kuralları yıkılmaktadır.
Anayasa’mızın değiştirilemez ve değiştirilmesi bile teklif edilemez 3. Maddesi’nde Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ülkesi ve milleti ile bölünmez bir bütün olduğu açıkça belirtilmiştir.
İkiz Yasalar, iki  uluslararası sözleşmeyi Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’sının üzerinde bir güç olarak göstermektedir. Bu yasalar, Devlet’imizin temel esaslarına, kurucu felsefesine, Devlet’in ve milletin bütünlüğüne aykırı bir düzen önermektedir.
”Gaflet ve Dalalet’ in De Ötesinde (2) ” başlıklı yazıda inceleyeceğimiz, ”İkiz Yasaların maddelerinin bölücü terörü, yasal bir himaye altına aldığını kolayca görmekteyiz.
Atlantik ötesi emperyalist rüzgârların ve AB‘nin hedefindeki Türkiye, tıpkı 1. Paylaşım Savaşı’nda olduğu gibi, paylaşılması gereken bir ülke olarak görülmekte ve gösterilmektedir.
10 Kasım 1938′de Mustafa Kemal’in Hakk’a yürümesi ile birlikte sınırlarımızda bekleyen emperyalizmin, işgal süreci bazen ara vererek devam etmektedir.
Ama günümüzde işgal etmek için silahlar yerine yasalar kullanılmaktadır. İkiz Yasaların ektiği zehirli, ayrılıkçı tohumlar bugün, ”Misak-ı Milli sınırları içerisinde özerk Kürdistan” söylemiyle anavatan topraklarında kök salmak iddiasındadır..
Kısacası bu yasanın karanlığının ardına gizlenen tek gerçek şudur. “Vatanın bütünlüğü ve milletin istiklali tehlikededir.”
Bu tehlike birlikte inceleyeceğimiz “İkiz Yasalar”ın maddelerinde siyasal, kültürel ve ekonomik alanlarda açıkça ifade edilmektedir.
Ama bu Yasa’nın altına imza atanların gözleri vardır görmezler, kulakları vardır duymazlar…
Beyinleri kefenlenmiştir. Yürekleri ise çoktan emperyalizme teslim olmuş, diz çökmüş bedenleri ise kimliksizleştirilmenin hatta köleleştirilmenin prangasına sevdalanmıştır.

Bağımsızlık Savaşı’nın büyük bir utku ile sonlandığı, Türk Milleti’nin zamanın emperyalist devlerine diz çöktürdüğü Büyük Taarruz’ un yapıldığı o kutsal toprakları , Kocatepe’deki şehitlikleri hiç ziyaret ettiniz mi?
Toprağa çekinerek basarsınız, yurdun kurtuluşu ve bağımsız Türk Devleti’nin kuruluşu uğruna vatana katılan, kefensiz bir yiğidi incitmekten korkarsınız .Yüreğiniz bu yiğitlerin huzurunda saygı, minnet ve hayranlıkla dolup taşar. Okuduğunuz her dua gökyüzünde onlarla buluşur. Link: http://www.hukuki.net/haber/index.php?p=11176-gaflet-ve-delaletinde-otesinde%e2%80%a6-2
Yüzbaşı Agâh Bey Şehitliği’nde babamın yüzünü hiç görmediği dayısı, Ankara-Elmadağ- Yakup abdal köyünden 18 yaşındaki Yakup’la Dersim’li (Tunceli) 38 yaşındaki Hüseyin yan yana yatmakta, biraz ötede ise İzmirli Arif’le, Dıyarbakır’lı İsmail vatana katıldıkları, Kocatepe’de bu toprakların nöbetini birlikte tutmaktadır.
Tarihi yazan ve tarihe yön veren bir millet, Türk Milleti Çanakkale Savaşı’nda yeniden dirilmiş, Osmanlı tabası olmaktan sıyrılıp, ulus olabilmenin ilk adımını atıp, Bağımsızlık İhtilali’ni başlatmıştır.

Tüm Türk Milleti, Türk’ü, Arap’ı, Kürt’ü, Çerkez’i, Zaza’sı, Tatar’ı ,Sünni’si, Alevi’si birbirleriyle kan kardeşi, can kardeşi olmuşlardır. Diriliş ve ulusal direnişi birlikte yaşayan bu büyük ulusu Mustafa Kemal en doğru şekilde tanımlamıştır.
”Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir.”

Mustafa Kemal’in millet tanımında halklar yoktur, sadece Türk Milleti vardır. Misak-ı Milli sınırları içerisinde halklar değil, Türk Milleti yaşamaktadır. Ancak emperyalistlerin hedefindeki Türkiye’de çeşitli halkların yaşadığı özellikle öne çıkarılarak vurgulanmalı ve ulus devletin toprakları mutlaka parçalanmalıdır.
İşte bu nedenle dün silahla başaramadıklarını, bugün işgalci ve bölücü yasalarla gerçekleştirmek istemektedirler. Tüm baskılara rağmen, tozlu raflarda duran ve hiç bir hükümet tarafından TBMM’ne gönderilmeyen, 58. Hükümet’in Başbakanı Abdullah Gül ve Recep Tayyip Erdoğan başkanlığındaki 59. Hükümet tarafından Meclis’e gönderilen, 4-Haziran-2003 te AKP’li ve CHP’li milletvekillerin oyuyla yasalaşan ve 18-Haziran-2003 de Resmi Gazete’ de yayınlanarak yürürlüğe giren ”İkiz Yasalar”ın tek amacı, sivil bir işgaldir.
Emperyal güçler her zamanki gibi ellerindeki en güçlü kartı, kısacası etnik farklılıkları kullanarak bu işgali gerçekleştirmek istemektedir. Bu işgalin en belirgin ve yakın örneği Yugoslavya’dır.
Yugoslavya “İkiz Yasalar”ı yasalaştırdıktan sonra hızlı bir bölünme yaşamış, bağımsız Yugoslavya’nın topraklarında küçük devletçikler kurulmuştur.

Bu bölünme sürecinde Yugoslavya oldukça kanlı bir dönem yaşamış, yüzyıllardır birlikte yaşayanlar birbirlerini vahşice katletmiştir.
Kosova Devleti bu bölünmenin son noktasıdır. Kosova AB’nin ve ABD’nin desteğini arkasına alarak bu başkaldırıyı sürdürmüştür.
Kosova artık Meclis’inde duvara monte edilmiş ABD bayrağına, halkının secde ettiği yarı sömürge bir ülkedir.
Şimdi ”Ekonomik -Sosyal ve Kültürel Haklar ” ve ”Kişisel ve Siyasal Haklar” sözleşmelerinin tamamen aynı olan ve Batı demokrasilerinde bu maddelerin içeriğine ”Self-determinasyon” dendiğini de hatırlayarak 1.Madde 1.Bend’ini yüksek sesle bir kez daha okuyalım.
1.Madde1.Bent-Bütün halklar kendi statülerini serbestçe tayin edebilir ve ekonomik, sosyal ve siyasal gelişmelerini serbestçe sürdürebilirler….
Bölücülüğü ve ayrışmayı destekleyen bu maddeye Türkiye Cumhuriyeti çekince koymamış, üstelik 1.Madde’yi AKP Hükümeti Türk Milleti (!) adına BEYAN ifade ederek imzalamıştır.
”Türkiye Cumhuriyeti bu sözleşmeden doğan yükümlülüklerini, BM Yasası (Charter) çerçevesinde yükümlüklerine uygun olarak yerine getireceğini beyan eder.”
Şimdi hep birlikte Kandil Dağı’ndaki terör örgütünün lider kadrosundaki Karayılan’ın İngiliz The Times gazetesi muhabiri Anthony Loyd’a verdiği röportajda öne çıkan ana istek ile bu maddeyi, birlikte inceleyelim.
”Türkiye kendi yerel parlamentomuzu kurmamıza izin versin.”
Karayılan’ın hatta İmralı’daki terörist başının Misak-ı Milli sınırlarını dillerinden düşürmemesinin tek nedeni, İkiz Yasaların 1.Madde 1. Bendi’ini yasal dayanak olarak kabul etmeleri ve başta ABD, AB olmak üzere tüm emperyal güçleri yanlarında hissetmeleridir.
İkiz Sözleşmeleri yasalaştıran tüm ülkeler, bu yasaların oluşturduğu tuzağa düşmüşlerdir.
Daha önce de vurguladığım gibi, İkiz Yasalar ABD destekli bir AB projesidir.
İkiz bölünmenin ilk uygulaması İspanya’da görülmüştür. İspanya Başbakanı Zapatero ile Erdoğan, ABD-BM Birliği’nin Medeniyetler İttifakı Projesi’nin eş başkanları ve ABD’nin stratejik ortaklarıdır.
Bu ortaklık (!) bile İspanya’yı bölünmeye doğru giden bir adımdan kurtaramamıştır. Bu yasalara dayanarak on yedi özerk bölgeden biri olan Katalanya etnik haklar elde ederek bağımsızlığa doğru yönünü çevirmiştir. Bunun yanı sıra Endülüs ve Bask bölgeleri ise ”genişletilmiş özerklik” taleplerini resmen açıklamışlardır.
İkiz bölünmenin en taze örneği ise emperyalizmin uygulayıcısı ABD’nin kirli elleri ile böldüğü Yugoslavya’dır.
ABD ve AB’nin manevralarıyla karşı karşıya kalan Yugoslavya’nın beş parçaya bölünmüş yeni haritası Türkiye için çok ciddi bir uyarıdır. Slovenya, Hırvatistan, Bosna-Hersek, Makedonya ve Kosova ”Self-determinasyon” ilkesiyle Yugoslavya’dan koparılan, sözde bağımsızlıklarını ilan eden bu ülkeler ABD ve AB’nin yarı sömürgeleridir. AB; Türkiye için Yugoslavya modelini öngörmektedir.
Ancak emperyalistlerin Türkiye üzerindeki niyetleri İspanya ve Yugoslavya kadar basit değildir. Çünkü emperyal güçler ülkemizin en az 22 bölgeye bölünmesini istemektedirler.
Leyla Zana ve hempaları 10 Aralık 2004′te İnternaysonal Herald Tribun’e verdikleri tam sayfa ilan ile ”Otonomi” yani özerklik talep etmişlerdir. Yıllardır meydanlarda atılan ve işbirlikçi yazarların ağızlarında sakız gibi çiğnedikleri ”Halklara Özgürlük ” sloganlarıyla, ülkemizi kan gölüne çevirenler, “İkiz Sözleşmeler” sayesinde ne yazık ki yasal dayanak kazanmışlardır.
Bu yasalar, ülkemizde yaşayan etnik gruplara, mezheplere, farklı kökenli cemaatlere ve yerel gruplara kendi statülerini özgürce tayin etme hakkını vermektedir. İkiz Yasalar bölücülük faaliyetlerine uluslararası hukuk açısından, her alanda destek veren yasal bir zemin hazırlamaktadır.
Üniter devlet yapısını öngören Anayasa adeta geçersiz kılınmaktadır.
Ancak bu sözleşmelerle bölgede güçlü bir Türk ulus devletini istemediğini açıkça ortaya koyan emperyalistlere ve işbirlikçilerine tanınan haklar 1. Madde ile sınırlı değildir. Ulus dilimiz, topraklarımız, sularımız, madenlerimiz kısacası neyimiz varsa, bu sözleşmelerle abluka altına alınmıştır.
”Gaflet ve Delaletin De ötesinde (3) başlıklı yazıda tehlike kokan diğer maddeleri de inceleyeceğiz.
Elbette Türkiye Cumhuriyeti Devleti ülkesi ve milleti ile bölünmez bir bütündür.
”Milli sınırlar içinde bulunan yurt parçaları bir bütündür, birbirinden ayrılamaz. “Mustafa Kemal her zamanki gibi güçlü öngörüsü ile ”gaflet ve delalet” içinde olanlara gereken cevabı vermiştir.
Ama önemli olan bizlerin gerçek tehlikenin ne olduğunu fark edip, bu konuda bilinçlenmemizdir.
10 Nisan 1919′da Boğazlıyan Kaymakamı M. Kemal Bey’in boğazına Bayezid Meydanı’nda geçirilen emperyalizmin yağlı urganı, şimdi Türk milletinin gırtlağını bu yasalar sayesinde sıkmak için, düğümünü sıkılaştırmaktadır.

864 rakımlı tepeden esen ”açılım rüzgârları”ndan aldıkları güçle olsa gerek, KCK ve DTK’nin densizlikleri ayyuka çıkmıştır.
Haline bakmadan Hasan Dağı’na oduna gitmeye kalkışanlar bakın neler, neler istemektedir Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nden…
1-Türk Milleti değil, Türkiye kavramı olmalı…
2-Türk değil, Türkiyelilik kavramı olmalı..
3-Türkiye’de yaşayan çok kimlikliler anayasal güvence altına alınmalı. Link: http://www.hukuki.net/haber/index.php?p=11407-gaflet-ve-delaletin-de-otesinde-3
Şimdi birçoğumuz, ayağa fırlayıp, bu aymazlar hangi cesaretle ve neye dayanarak, Devlet’e kafa tutuyor diye haklı olarak isyan etmekteyiz
Ama ne yazık ki KCK ve DTP, bu kadarla yetinmeyip, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne kafa tutmaya devam eder hatta ”Kürt halkının hakları verilmiyor, Karayılan’ın isteğini yerine getirmiyorlar, yerel meclisimizi kuramıyoruz, üstelik ana dilimizle eğitim yapamıyoruz.” diye, Devlet’i BM’lere veya BM Adalet Komisyonu’na şikâyet edip, cezalandırılmasına neden olabilirler..
Bunları yazdığım için, bana ”deli” diyebilirsiniz, ama ben deli değilim. Üstelik şaka da yapmıyorum.. Yazdıklarımın hepsi doğru..
KCK, DTP ve tüm işbirlikçiler, bu densizliklerinin gücünü ”İKİZ YASALAR”dan almaktadırlar. Gaflet ve Delaletin De Ötesinde (2) başlıklı yazıda, Sevr’in yeni yüzü olan ”Ekonomik-Sosyal ve Kültürel Haklar”, ”Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmeleri”nin 1.Madde-1. Bend’ini incelemiştik. Diğer maddelerini de inceleyecek olursak, yazdıklarımın bir aldatmaca olmadığını görürüz.
Madde-2: Bent-1:Bu sözleşmeye taraf olan her devlet, tanınan hakları giderek artan bir şekilde tam olarak gerçekleştirmek için HER TÜRLÜ TEDBİRİ ALMAYI TAAHHÜT EDER.
Ayrıca 2.Madde’nin 2. Bendinde ırk, mezhep, tarikat, cemaat, aşiret vs. gibi toplumsal ve dinsel gruplara kendi statülerini belirme özgürlüğü tanıyan maddeler de mevcuttur. İktidardaki AKP hükümeti, bu maddelerin de altına çekince koymamıştır.
2.Madde’nin 2.Bendi‘nde ”Bu sözleşmeye taraf olan her devlet bu sözleşmelerde tanınan ..”Kendi toprakları bulunan ve egemenlik yetkisine tabi olan bütün bireyler için güvence altına almayı ve saygı göstermeyi taahhüt eder” denilmektedir.
Görüldüğü üzere bu maddenin amacı, sadece ve sadece bölücülüktür. Bu maddeyle, her hangi bir kişi, her hangi bir etnik grubun, cemaatin, mezhebin veya tarikatın üyesi ve mensubu olduğunu ileri sürebilecektir. Bu gruba özgü siyasi, kültürel, siyasal ve ekonomik özgürlük hususlarında kendisine ayrıcalık isteyebilecektir.
İkiz Yasalara göre kendilerine yardımcı olacağını taahhüt eden Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bu uygulamaları gerçekleştirmediğini görürse, konuyu uluslararası zeminlere, BM’ye, AB’ye götürerek, yani Devlet’i şikâyet ederek, yardım alabileceklerdir.
Çünkü bu yasa dış odaklara müdahil olma hakkını tanımaktadır. Gördüğünüz gibi ben, ”deli” değilmişim ve yazdığım her şey doğru imiş. Üstelik bu madde ile cemaat ve tarikatların da” Her cemaat kendi hukukunu yaşasın” şeklindeki talepleri geçerlilik kazanacaktır. Böylelikle Türk Hukuk Sistemi yerine etnik grupların ve cemaatlerin hukuk sistemleri üstün kılınacaktır.
Şimdi anladınız mı iki dili hayata geçirenlerin, Yüksekova’yı Öcalan’ın emriyle pilot bölge ilan edenlerin, densizliğinin nedenini ?…
”Barışın iki tarafı olur, muhatap PKK ile Öcalan’dır” diyebilenlerin cesaretlerinin ana kaynağını?
Şimdi anlayabildiniz mi TSK’ne neden böylesine alçakça saldırdıklarını?
Neden İmralı’daki bebek katilinin üzerinden yeni bir Mandela yaratmak çabalarını ?
AKP milletvekili İhsan Aslan’ın dağlara ve yüreklere çakılmış olan ” Ne Mutlu Türk’üm Diyene” sözüne böylesine karşı çıktığını ve silinmesini istediğini ?
Bir takım aklı evvellerin televizyonlara çıkıp ta, Anayasa’nın değiştirilemez ve değiştirilmesi dahi teklif edilemez ilk üç maddesinin, “baskıcı ve otoriter rejimi işaret ettiğini” ve bu nedenle değiştirilmesi gerektiğini söylemelerinin nedenini anladınız değil mi?
Anayasa’da geçen ” Türk” kavramının, “ırkçı ve şovenist” bir söylem olduğunu söyleyenlerin, sırtlarını, “İkiz Yasalar”a yasladıklarını gördünüz değil mi?

Gördüğünüz gibi her taşın altında İkiz Yasalar var..
Ama bu yasaların Türkiye ve Türk Milleti aleyhine işleyen maddeleri bu kadar da değildir…Doğal kaynaklar, ana dil.. Amaç için tüm araçlar kullanılmış ve adına da demokrasi, insan hakları denmiştir.. Kan yerine ulus devletleri parçalayarak beslenen bir vampir yaratılmış, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, ulus devletleri bölerek, yutan bu vampirin iştahına acımasızca terk edilmiştir
“Gaflet ve Delaletin de Ötesinde” (4) de bu yasanın ekonomik ve kültürel saldırılarını paylaşacağız.
Ve bu yasalarda yer alan maddelerin sonuçlarını…
******
Sizinle birlikte çıktığımız” İkiz Sözleşmeler” in ülkemizin geleceğini karartan yolculuğuna devam ediyoruz. Ancak sözleşmelerin ilgili maddelerini incelemeden önce, Güneydoğu’nun maden haritasına üstünkörü de olsa, bir göz atmanın yerinde olacağını düşündüm.
Bakalım hangi madenler varmış bu Güneydoğu’muzda…
Bingöl ve çevresinde geniş jeotermal alanlar..
Kulp, Siirt ve Bitlis’te zengin altın yatakları..

Adıyaman, Bingöl’de zengin demir ve uçsuz, bucaksız fosfat yatakları..
Siirt- Madenköy’de bakırlı pirit..
Pötürge- Çelikhan’da bakır, Hakkâri de krom, Bitlis’te ise Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin tüm geleceğini değiştirecek zenginlikte madenlerin var olduğunu görmekteyiz.
Şimdi sıkı durun, size uydudan alınan verilere göre Ortadoğu’daki petrol kaynağının nerede olduğunu söyleyeceğim.
Hani Sn. Başbakan’ın ‘‘İzak gelecek, Ahmet ,Mehmet, Ayşe, Fatma çalışacak ” dediği Suriye sınırındaki mayınlı arazi var ya, işte tam orada uydu verilerine göre bir petrol denizi varmış.
Şimdi size bu bilgileri aktarmamın ana nedeni olan ”İkiz Yasalar”a gelelim ve1.Madde’nin 2.Bendi’ni birlikte okuyalım.
2.Bent-” Bütün halklar, kendi doğal zenginlik ve doğal kaynaklarından özgürce yararlanabilirler. Bir halk sahip olduğu maddi kaynaklardan hiçbir şekilde yoksun bırakılamaz.”
2. Madde’ ye geçmeden önce-ki bu madde yaşamsal bir önem taşımaktadır.-Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir’in Batman petrollerinin kullanım hakkının ”kendilerinde olduğunu” söylediğini hatırlamamız gerekmektedir.
Baydemir, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne kafa tutmanın gücünü, altına AKP Hükümeti’nin ”ŞERH” koymadığı aşağıdaki maddeden almaktadır.’

‘Madde1-Bent/2-Bu sözleşmeye taraf olan her devlet, münferiden (ayrı olarak, kendi başına) ve ekonomik ve teknik plan başta olmak üzere yardım ve işbirliği yoluyla, mevcut kaynakların azamisini kullanarak, bilhassa yasal düzenleme suretiyle alınacak tedbirleri de içerecek şekilde her türlü uygun yöntem vasıtasıyla, bu Sözleşme’ de tanınan hakların tam olarak kullanılmasını aşamalı olarak sağlamak amacıyla tedbirler almayı taahhüt eder.”

Ayrıca Sözleşme’nin 25.Maddesi’nde ise aynen şöyle denilmektedir.
Madde/25’de”Halkların kendi zenginliklerini ve doğal kaynaklarını tam olarak ve serbestçe kullanım hakkı zayıflatılamaz,”
Türk ulusundan emperyal tuzaklar ve çok uluslu şirketlerle yapılan anlaşmalar gereği çıkaramadığı ve işletemediği tüm doğal kaynaklarını, küresel işgalin kuklalarına teslim etmeleri istenmektedir.
Bu maddelerle ulusal ekonomide olması gereken ama 1939’da ABD, Fransa ve İngiltere ile yapılan Ticari Antlaşmaların ardından ve devam eden hükümetlerin elinde delik, deşik edilen milli ekonominin bütünlüğünün, musalla taşına taşınması hedeflenmiştir.
Ne yazık ki Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu maddelerin altına da ”çekince” koymamıştır. Sınırları Misak-ı Milli ile çizilmiş Türk yurdu, yeraltı ve yerüstü zenginlikleri ile Türk Milleti’nindir. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 1938 de ifade ettiği düşünce aslında tüm dünya devletlerinin değişmez mantığı olmalıdır.
”Milletler yerleştikleri toprakların gerçek sahibidirler. Ancak o topraklarda insanlığın da temsilcisi olarak bulunurlar. Oradaki kaynaklardan faydalanırken, bütün insanlığı da faydalandırmakla yükümlüdürler.”
Yukarıda saydığımız ,sözleşmelerin tüm maddeleri, Türk ulusunun öz malı olan değerlerin bölgelere göre parçalara bölünmesini amaçlamaktadır. Böylelikle yerel ve etnik çıkarlar öne çıkarılacak, Türk milletinin ekonomik kazanımları yok edilecektir.
Osman Baydemir denilen kişinin yaptığı tüm densizliklerin temeli İkiz Yasaların ilgili maddeleri üzerine oturtulmuştur. Bunun yanı sıra Baydemir’in daveti üzerine bölgeye gelen iki AB memurunun, ayrılıkçıların lehine rapor verdiği de unutulmamalıdır.
Şimdi de ‘‘Kültürel ve Siyasi Haklar Sözleşmesi”nin 27.Maddesi’ni birlikte okumadan önce Anayasa’mızın ”değiştirilemez ve değiştirilmesi bile teklif edilemez” 3. Maddesi’ni, hatırlayalım.
Ne diyor bu madde?..
“Türkiye Devleti ülkesi ve milleti ile bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir.”
Peki, ilgili madde -ki AKP İktidarı bu maddeyi altına çekince koymadan imzalamıştır.-Anayasa’mızın 3. Maddesi’ni YOK sayılmıyor mu?.. Okuyun, kararı siz verin…

” Etnik ,dinsel ya da dil azınlıklarının bulunduğu devletlerde, bu azınlıklara mensup olan kişiler, kendi guruplarının diğer üyeleri ile birlikte, kendi kültürlerinden yararlanma, kendi dinlerine inanma ve bu dine göre ibadet etme, ya da kendi dillerini kullanma hakkından yoksun bırakılmayacaktır.”

Aslında yorumlamaya bile gerek duyulmayacak bir şekilde bir bölücü yolculuğun yol haritası çizilmiştir bu maddeyle…Sadece Anayasa değil, Lozan Antlaşması da bir kenara fırlatılıp atılmış, AB dayatmaları sonucunda Kürtler, Çerkezler, Lazlar, Aleviler, Süryaniler de azınlık olarak kabul edilmiştir.
Bir bütün olarak Mustafa Kemal tarafından tanımlanan Türk Milleti içindeki yurttaşlarımız, içimizdeki işbirlikçilerin de gayreti ile farklı isteklerde bulunmaya başlamışlardır.
Aslında son yıllarda ülkemizde olup, bitenleri daha iyi anlamak adına 4-Haziran-2003 tarihini başlangıç noktalarından biri olarak, olarak kabul etmemiz yeterlidir.
Ecnebi Yatırımcılara Türkiye’nin yedide birinde Maden arama ve İşletme Yasası..Kalkınma Ajansları ve Kamu Yönetimi Temel Kanunu ve daha niceleri. TRT ŞEŞ. Lazca ve Çerkezce TV istekleri. İkiz Yasalar’ la başlayan bölücü sürecin anahtarı işte bu yasadır.

Bu yazının altına kocaman harflerle ”SON” yazmak isterdim. Ama ne yazık ki bu sözleşmelerin bölücü iştahı ve emperyalistlerin silahsız işgali devam edecektir.
Ama kabahat onlarda değil. Biz onların yağlı urganına boynumuzu kendi ellerimizle ”Koparın, parçalayın” diye teslim etmişiz. Şimdi o yağlı urganı koparacak güçlü bir bileğe ihtiyacımız var…
Bu ihanet yasaları ile ilgili bazı gerçekleri ve Türkiye’yi tuzağa düşüren, Lozan’ı yok sayan maddelerini incelemeye devam etmemiz gerekmektedir.
İkiz Sözleşmeler, Meclis’ten içeriği gizlenerek, gece yarısı sinsice geçirilmiştir.
Meclis görüşmelerini tutanaklardan okuduğumuz zaman, İkiz Sözleşmeler’ in ortak 1.Bent/1. Maddelerinin üzerlerinin örtüldüğü, okunmadan geçildiği görülmektedir.
Yasanın gündeme geldiği ve görüşüldüğü Haziran ayı başında TBMM internet sitesi açıldığı zaman, yasanın ekinde bulunan sözleşme metinleri bulunamamış, “Sözleşme metni filme alındığı için ekte yer almamaktadır’ ibaresine rastlanmıştır.(!)
Yasanın asıl içeriğini oluşturan sözleşmeler, kamuoyundan, basından ve hatta milletvekillerinden bile gizlenmiştir ve hâlâ gizlenmektedir.
Çok sayıda milletvekili, bu İkiz İhanet Yasası’yla onaylanan uluslararası sözleşmelerin içeriğini bilmemektedir. Bakanlar bilmeden imzalamış, milletvekilleri bilmeden oy vermişlerdir.
Tayyip Erdoğan, 10 Aralık 2003 günü sorulan soru üzerine yalan söylemiş, Sözleşmelerin 1. maddelerinin içeriğini inkâr etmiştir. (Ulusal Kanal’ın 10 Aralık 2003 günlü görüntülü haberi ve Yeniçağ gazetesi 11 Aralık 2003)
Bilindiği üzere her iki sözleşmenin ilk maddesinde, “Bütün halklara kendi kaderlerini tayin hakkı’ tanınmaktadır.
Birkaçı dışında ve televizyonlar da, sözleşmelerin içeriğini kamuoyundan gizlemişler, kamuoyunun dikkatlerini çeşitli yöntemlerle başka yerlere çekmiştir, İhanet Yasası’nın üzeri yapay gündemlerle örneğin türbanla örtülmüştür.
Bu yasa, Türkiye’yi, etnik bölünme yasasıdır (I. ve II. Sözleşmeler, Madde 1).
Bu yasa, Türkiye’yi, ekonomik parçalara ayırma yasasıdır. (I. ve II. Sözleşmeler, Madde 1/2, I. Sözleşme, Madde 25)
Bu yasa, Türkiye’yi toplumsal parçalama yasasıdır (I. Sözleşme, Madde 2/2, II. Sözleşme Madde 2/1)
Bu yasa, Türkiye’nin devlet ve millet bütünlüğünü ayakaltına alma yasasıdır. (I. Sözleşme, Madde 1, 2, 25; II. Sözleşme, Madde 1, 2)
Bu yasa, Türkiye’nin devlet ve millet egemenliğini yok etme yasasıdır. (I. Sözleşme, Madde 5 ve 25)
Bu yasa, yabancı devletlere, “müdahale hakkı’ tanımaktadır (II. Sözleşme, Madde 40, 41)
Bu yasa, Lozan Antlaşması’nı delik deşik etmiştir (I. Sözleşme, Madde 1, 27)
Bu yasa, Anayasa’da özel himaye gören Devrim Kanunlarına son öldürücü darbeleri indirmektedir.
Bu yasa, Anayasa’yı ortadan kaldırma yasasıdır (I. Sözleşme, Madde 1, 2, 5, 13/3, II. Sözleşme, Madde 18/4, 27)
Bu yasa ABD’li Wilson’un Büyük Kürdistan ve Ermenistan hayalinin inşasının tuğlasıdır.
Bu yasa, Lozan Antlaşması’nı imzalamayan Evangelist Protestan Amerika’nın “Barbar ve Müslüman Türklerden” intikam alma isteğinin açık belgesidir.

Bu yasa, Bağımsızlık Savaşı’ndaki yenilgilerini unutmayan ve Türkleri asla affetmeyen emperyalizmin, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne kurduğu en büyük tuzaktır.
Bu yasa, Büyük Orta Doğu Projesi’nin eş başkanlarının çirkin yüzüdür.
Bu yasa, TBMM eliyle, ulus devletin şah damarlarının kesilişinin ve başının giyotine götürülüşünün belgesidir.
Bu yasa, gaflet ve delaletin de ötesinde bir ihanet yasasıdır.
Ve TBMM’si ihanetin belgesini yasalaştırmıştır.
FİGEN ÖZEN


Ulusal Seferberlik Çağrısı(GÜNCELLİĞİ NEDENİYLE YENİDEN)



Türkiye’de AKP’yle birlikte gelişen politikalar üzerine aydınlar “Ulusal Seferberlik Çağrısı” adıyla bir metin yayınlayarak, bu metne katılanları imza vermeye çağırdılar.
Türkiye’nin küresel güçler tarafından çok yönlü bir saldırı altında olduğuna dikkat çekilen metinde, “Siyasal iktidar, bu tehlikeli durumu halkın gözünden kaçıracak her türlü propaganda ve baskı aracını en etkili biçimde kullanmaktadır” denildi.
Açıklamanın tam metni şöyle:
Cumhuriyetimiz, kuruluşundan bu yana en kritik günlerini yaşamaktadır.
Çok yönlü sinsi bir işgal ile küresel güçlerin örtülü sömürüsü sürdürülmekte ve ülke bütünlüğümüzü yıkıp ulusal birliğimizi parçalamak isteyenlerin çabaları yoğunlaşmaktadır. Siyasal iktidar, bu tehlikeli durumu halkın gözünden kaçıracak her türlü propaganda ve baskı aracını en etkili biçimde kullanmaktadır.
“CUMHURİYET VE ATATÜRKÇÜLÜK TASFİYE SÜRECİNE SOKULMUŞTUR”
Meclis’te muhalefet yok sayılmakta, Cumhuriyetin yansız ve koruyucu kurumları üzerinde sindirme ve yandaşlaştırma amaçlı her türlü tertip uygulanmaktadır.
Bizler, Prof. Dr. Mümtaz Soysal‘ın çağrısıyla, siyasal parti bağı olsun olmasın bir araya gelen kişiler olarak, bu saptamalar karşısında her yurtsever gibi gittikçe daha çok kaygı duymaktayız.
Cumhuriyet ve Kemalizm; bu topraklarda yaşayan insanların bu vatanın sahibi olmasını, ondan eşit pay almasını ve yüksek bir yaşam düzeyine ulaşmasını amaçlar. Buna karşın, Cumhuriyet ve Atatürkçülük tasfiye sürecine sokulmuştur. Sözde “serbest piyasa” adıyla azgın bir sömürü düzeni dayatılmaktadır. Özelleştirme talanıyla bağımsızlığın ve Cumhuriyetin temel ekonomik dayanakları ortadan kaldırılmış, Ülkemiz tarım ve sanayi üretiminden koparılarak her yönden dışa bağımlı duruma getirilmiştir. En önemli mal ve hizmet üretici kamu kuruluşlarımız, başta enerji, iletişim, bankacılık, sigortacılık ve madencilik alanlarında olmak üzere, yabancıların eline geçmiştir.
Yüklü dış borç, tehlikeli rakamlara varan cari açık, kaynağı belirsiz sıcak para kullanımıyla krizleri erteleme çabası gibi yanlış politikalar yüzünden ülke ekonomisi hızla tıkanmaya sürüklenmektedir.
“REJİM İSLAMİ FAZİŞME GİDİYOR”
Diktacı bir rejime (İslami faşizme!) gitmek, bu tıkanmanın çözümü olarak görülmektedir. Süregelen işsizlik, yoksulluk ve açlık sınırı altındaki toplum kesimlerinin gitgide çoğalması, halkımızda, özellikle gençlerde gelecek kaygısının artması, bir karmaşa döneminin açık belirtileridir. Temel hak ve özgürlüklerin kullanılması, adil yargılanma ve savunma hakları, demokratik hak arama yolları yasa ve hukuk tanımaz biçimde ortadan kaldırılmıştır. Sağlık hizmetleri ancak parası olanların yararlanabileceği duruma getirilmiş, anayasal Öğretim Birliği (md. 174) bozulmuş, üniversitelerde siyasal kadrolaşma had safhaya gelmiştir.
Çok ciddi derecede zedelenen yargı bağımsızlığı; “yüksek yargının tek çatı altında toplanması” girişimiyle, tümüyle bağımsızlığını yitirerek siyasallaşacaktır.
Emperyalist güçlerin araçlarından biri olduğu artık açıkça anlaşılan bölücü terör örgütü ile ilişkiler, bölünmeyi meşrulaştıracak sözde “Açılım” girişimleri ile sürmektedir.
“BAŞKANLIK GÖRÜNTÜLÜ BİR DİKTA REJİMİNE GİDİLİYOR”
Dış siyasette ulusal çıkarlar bir yana bırakılarak Türkiye’miz, uluslararası güçlerin, ekonomik, siyasal ve askeri emellerine taşeronluk yapar düzeye indirgenmiştir. Tüm bu vahim girişimleri tamamlayıcı ve kalıcılaştırıcı bir son adım olarak başlatılan “Yeni Anayasa” tuzağının, Türkiye Cumhuriyeti’ni başkalaştırma, “Başkanlık” görüntülü bir dikta rejimine dönüştürme girişimi olduğu açıkça ortaya çıkmıştır. Yürürlükte bir anayasa varken yapılacak işlemin adı ancak “anayasa değişikliği” olabilir. O da, yürürlükteki anayasaca konmuş yöntemlere uyarak olur ve bunların başında, “değiştirilemez” oldukları vurgulanan hükümlere uymak zorunluğu yer alır.
Bu anayasal zorunluk ortadayken iktidar partisine mensup kimi hukukçuların belirttikleri gibi yürürlükteki anayasayı “ilga edilmiş“ -hukuksal olarak yok- sayıp “yeni anayasa” yapmaya girişmek düpedüz “sivil darbe”dir ve açıkça anayasa suçudur. AKP’nin, Meclis’teki 4 partinin katılımıyla kurulan “Uyum Komisyonu”nu, yeni anayasa yapma yöntemlerini kendisi belirleyerek bir “asli kurucu iktidar” sayma manevrasını kabul etmek; hukuksal olarak olanaksızdır.
“YENİ ANAYASA YAPMAK BU MECLİS’İN YETKİSİNDE DEĞİLDİR!”
AKP iktidarının kökü dışarıda bu politikaları pervasızca sürdürmesi durumunda, bir ulus-devletimizin, yurt bütünlüğümüzün, Cumhuriyetimizin, demokrasinin, toplumsal barışın kalmayacağı çok tehlikeli bir döneme girilebilir.
Artık açıkça görülen bu karanlık gidişin engellenmesi için; yurt bütünlüğü, ulusal birlik, laik-demokratik-sosyal-hukuk devleti ilkelerini benimseyen; emek, eşitlik ve özgürlük duyarlığı taşıyan siyasal partilerimizi ve demokratik kitle örgütlerini en kısa sürede güçlü bir birliktelik ve eylem için direniş ve dayanışmaya, öz olarak VATAN SAVUNMASINA çağırıyoruz. 21 Nisan 2013, Ankara.
ULUSAL SEFERBERLİK İÇİN YURTSEVERLER
 Ulusal Seferberlik Çağrısı”nı ilk etapta 112 isim imzaladı.
O İsimlerden Bazıları:
Prof. Sina Akşin, Prof. Prof. Cevat Geray, İzzet P. Ararat, Sacit Somel, Prof. Dr. Taciser Onuk, Prof. Dr. Alpaslan Işıklı, Prof. Dr. Ali Ercan, Yaşar Okuyan, Prof.  Dr. Sabri Çaklı, Mustafa Gazalcı, Şahin Mengü, Hasan Macit, Prof. Dr. Bige Sükan, Dr. Ali Nejat Ölçen, Ömer Faruk Eminağaoğlu, Prof. Anıl Çeçen, Hızır Özcan, Niyazi Altunya, Erdal Çalı, Feyzi Coşkun...

19 Kasım 2014 Çarşamba

Din Temelli Eğitim, Türkiye’nin Karşısında Bulunduğu En Büyük Tehlikedir Celal ŞENGÖR



İnsan eğitiminin iki amacı vardır:
1) Kişiyi yaşama hazırlamak,
2)Kişiye yaşamını sürdürebilmesi için belli bir beceri vermek.
Kişiyi yaşama hazırlamak demek, kişinin içinde yaşayacağı toplumun özelliklerine göre, o toplumla karşılıklı iletişiminde bulunmasını sağlamak demektir.
Kişiye yaşamını sürdürebilmesi için gerekli beceriyi kazandırmak ise, kişinin toplumun ihtiyaç gösterdiği işlerden birinde uzmanlık kazanarak gelirini kazanmasın temin etmek demektir.
Her iki amacın temelinde toplumla kişinin ilişkisini kurmak yatmaktadır.
Bu ilişki iki temel yolla kurulabilir.
Birincisi ve ilkel olanı, toplumu belli kalıplar içerisinde kalıplayarak her bireyi o kalıplara göre yetiştirmektir.
Bu en ilkel toplumlarda fiziki güce sahip bireyin toplumun diktatörü haline gelmesiyle yapılır ki bu diktatör konumundaki bireye hayvanlar âleminde genellikle alfa erkeği adı verilir.
Maymunlardan kurtlara, sürüler halinde yaşayan hayvan topluluklarında alfa erkeği belli bir sayıda dişiyi ve yavruyu kontrol eder.
Böyle bir düzende kontrol edilenlerin özgürlükleri sınırlıdır ve sadece ve sadece alfa erkeğinin istekleri doğrultusunda yaşamlarını sürdürebilirler.
Alfa erkeğinin değişmesi her zaman şiddet yoluyla olur.
Alfa durumuna geçmek isteyen genç bir erkek, yaşlanan alfa erkeğine meydan okur: Yapılan dövüş sonucu alfa erkek ya öldürülür ya da toplumdan dışlanarak yalnız bir yaşama mahkûm edilir.
İlkel insan topluluklarında ise, toplumu diktatörce yönetmek, diktatörün bireysel fiziksel gücünü aşan bir şeydir.
Onun için işin içine düşünce girer.Toplumun diğer öğelerinin düşüncelerini kontrol edebilen, yani onları istediğine inandıran, diktatör olur.Dolayısıyla diktatörlük için toplumun bir bütün olarak kabul edebileceği inanç sistemleri geliştirilmelidir.
İşte dinler kısmen bu ihtiyaçtan, yani toplumun yönetilmesi için gerekli bir araç olarak ortaya çıkmışlardır.
Dinlerin diğer amacı da, bireye yaşadığı çevreyi açıklamaktır: Doğa olayları niçin oluyor, niçin doğuyoruz, niçin ölüyoruz, ölene ne oluyor gibi sorular her zaman düşünmeyi öğrenen insanı meşgul etmiş olan sorulardır.
Bunlara hemen cevap bulamayan ilkel insan, kendince masallar uydurarak bunları izah etmeye çalışmış, bu uğraştan da dinler doğmuştur.
Kısaca din ilkel bir bilim ve aynı zamanda ilkel bir hukuktur.
Din ile bilimin ayrılması kolay olmuştur (ama çok uzun bir zaman almıştır):
Dinin getirdiği açıklamaların gözlemle çeliştiğini gören ve bunu dile getiren insanlar yeni açıklamalar arayarak ilk bilim insanları olarak toplumlara yeni bir yöntem öğretmişlerdir.
Bu yeni yöntemin temelinde şu iddia vardır:
Bireyin dışında gerçek bir dünya vardır.
Bu dünyaya ulaşmanın tek yolu gözlem ve muhakemedir.
Ancak gözlem işlemini yapan duyularımız mükemmel değildir.
Onun için her gözlem muhakeme filtresinden geçirilmelidir.
Bu filtre ise sürekli değişmek zorundadır, zira ona temel olacak bilginin kendisi de eninde sonunda gözleme dayanır.
O zaman gözlemi ne kadar çok birey yapar ve kendi aralarında gözlediklerini ne kadar özgürce tartışırlarsa o kadar gerçeği yakalama şansı olur.
Bu şekilde elde edilen ‘gerçeklere’ dahi tam olarak asla güvenilmez.
Bireyin öğrendiği her gerçek muhakkak bir miktar ‘yanlış’ içerir, çünkü her gözlenen nesne veya süreçte sonsuz gözlenmesi gereken öğe vardır.
Bunların hepsini gözlemeye ise ne fiziksel imkanlarımız ne de kısıtlı olan ömrümüz müsaade eder (bu ifadenin doğruluğunu anlamak için baş parmağınızdaki atomların elektronlarını saymayı deneyin!).
Ömrümüzün kısıtlı olması sorununu, bilgi edinme işini nesillere yayarak çözeriz.
Fiziksel imkânlarımız ise sürekli gelişmektedir.
Ancak kâinatın büyüklüğü her şeyi bilmemize engeldir.
Onun için elimizdeki en iyi bilgilerle yaşamak zorundayız ve her şeyi bildiğimizi asla iddia etmemeli, böyle iddialarda bulunanlara asla inanmamalıyız.
Dinler ise, her şeyi bilen birileri (tanrı, peygamber, papa vs) olduğunu iddia ederek bu iddiaya inanılmasını isterler.
Tarih, bu tür iddiaların hepsinin yanlış olduğunu, yani her şeyi bilenlerin iddia ettikleri bilgilerin de nihayet yanlışlarla dolu insan düşüncesinin ürünü olduğunu göstermiştir.
Özgür gözlem denetimine alınamayan düşünce ise diktatörlüklerin temelidir.
Türkiye’de din temelli eğitim istemek, ülkeyi yukarıda anlatılan ilkel diktatörlük rejimine mahkûm etmenin hazırlığını yapmak demektir.
Din temelli eğitim, şu anda ülkemizi mücadele edilmesi gereken bir numaralı düşmanıdır.
Gündelik siyasi çekişmelerin gürültüsünde bu unutulmamalıdır.
Celal ŞENGÖR