İnsan eğitiminin iki amacı vardır:
1) Kişiyi yaşama
hazırlamak,
2)Kişiye yaşamını
sürdürebilmesi için belli bir beceri vermek.
Kişiyi yaşama hazırlamak demek,
kişinin içinde yaşayacağı toplumun özelliklerine göre, o toplumla karşılıklı
iletişiminde bulunmasını sağlamak demektir.
Kişiye yaşamını sürdürebilmesi için
gerekli beceriyi kazandırmak ise, kişinin toplumun ihtiyaç gösterdiği işlerden
birinde uzmanlık kazanarak gelirini kazanmasın temin etmek demektir.
Her iki amacın temelinde toplumla
kişinin ilişkisini kurmak yatmaktadır.
Bu ilişki iki temel yolla
kurulabilir.
Birincisi ve ilkel olanı, toplumu
belli kalıplar içerisinde kalıplayarak her bireyi o kalıplara göre
yetiştirmektir.
Bu en ilkel toplumlarda fiziki güce
sahip bireyin toplumun diktatörü haline gelmesiyle yapılır ki bu diktatör
konumundaki bireye hayvanlar âleminde genellikle alfa erkeği adı verilir.
Maymunlardan kurtlara, sürüler
halinde yaşayan hayvan topluluklarında alfa erkeği belli bir sayıda dişiyi ve
yavruyu kontrol eder.
Böyle bir düzende kontrol
edilenlerin özgürlükleri sınırlıdır ve sadece ve sadece alfa erkeğinin
istekleri doğrultusunda yaşamlarını sürdürebilirler.
Alfa erkeğinin değişmesi her zaman
şiddet yoluyla olur.
Alfa durumuna geçmek isteyen genç bir erkek, yaşlanan alfa erkeğine meydan okur: Yapılan dövüş sonucu alfa erkek ya öldürülür ya da toplumdan dışlanarak yalnız bir yaşama mahkûm edilir.
Alfa durumuna geçmek isteyen genç bir erkek, yaşlanan alfa erkeğine meydan okur: Yapılan dövüş sonucu alfa erkek ya öldürülür ya da toplumdan dışlanarak yalnız bir yaşama mahkûm edilir.
İlkel insan topluluklarında ise,
toplumu diktatörce yönetmek, diktatörün bireysel fiziksel gücünü aşan bir
şeydir.
Onun için işin içine
düşünce girer.Toplumun diğer öğelerinin düşüncelerini kontrol edebilen, yani
onları istediğine inandıran, diktatör olur.Dolayısıyla diktatörlük için
toplumun bir bütün olarak kabul edebileceği inanç sistemleri geliştirilmelidir.
İşte dinler kısmen bu ihtiyaçtan,
yani toplumun yönetilmesi için gerekli bir araç olarak ortaya çıkmışlardır.
Dinlerin diğer amacı da, bireye
yaşadığı çevreyi açıklamaktır: Doğa olayları niçin oluyor, niçin doğuyoruz,
niçin ölüyoruz, ölene ne oluyor gibi sorular her zaman düşünmeyi öğrenen insanı
meşgul etmiş olan sorulardır.
Bunlara hemen cevap bulamayan ilkel
insan, kendince masallar uydurarak bunları izah etmeye çalışmış, bu uğraştan da
dinler doğmuştur.
Kısaca din ilkel bir bilim ve aynı zamanda ilkel bir hukuktur.
Kısaca din ilkel bir bilim ve aynı zamanda ilkel bir hukuktur.
Din ile bilimin ayrılması kolay
olmuştur (ama çok uzun bir zaman almıştır):
Dinin getirdiği açıklamaların
gözlemle çeliştiğini gören ve bunu dile getiren insanlar yeni açıklamalar
arayarak ilk bilim insanları olarak toplumlara yeni bir yöntem öğretmişlerdir.
Bu yeni yöntemin temelinde şu iddia
vardır:
Bireyin dışında gerçek bir dünya vardır.
Bu dünyaya ulaşmanın tek yolu gözlem ve muhakemedir.
Ancak gözlem işlemini yapan duyularımız mükemmel değildir.
Bireyin dışında gerçek bir dünya vardır.
Bu dünyaya ulaşmanın tek yolu gözlem ve muhakemedir.
Ancak gözlem işlemini yapan duyularımız mükemmel değildir.
Onun için her gözlem muhakeme
filtresinden geçirilmelidir.
Bu filtre ise sürekli değişmek zorundadır, zira ona temel olacak bilginin kendisi de eninde sonunda gözleme dayanır.
O zaman gözlemi ne kadar çok birey yapar ve kendi aralarında gözlediklerini ne kadar özgürce tartışırlarsa o kadar gerçeği yakalama şansı olur.
Bu filtre ise sürekli değişmek zorundadır, zira ona temel olacak bilginin kendisi de eninde sonunda gözleme dayanır.
O zaman gözlemi ne kadar çok birey yapar ve kendi aralarında gözlediklerini ne kadar özgürce tartışırlarsa o kadar gerçeği yakalama şansı olur.
Bu şekilde elde edilen ‘gerçeklere’
dahi tam olarak asla güvenilmez.
Bireyin öğrendiği her gerçek muhakkak bir miktar ‘yanlış’ içerir, çünkü her gözlenen nesne veya süreçte sonsuz gözlenmesi gereken öğe vardır.
Bireyin öğrendiği her gerçek muhakkak bir miktar ‘yanlış’ içerir, çünkü her gözlenen nesne veya süreçte sonsuz gözlenmesi gereken öğe vardır.
Bunların hepsini gözlemeye ise ne
fiziksel imkanlarımız ne de kısıtlı olan ömrümüz müsaade eder (bu ifadenin
doğruluğunu anlamak için baş parmağınızdaki atomların elektronlarını saymayı
deneyin!).
Ömrümüzün kısıtlı olması sorununu, bilgi edinme işini nesillere yayarak çözeriz.
Ömrümüzün kısıtlı olması sorununu, bilgi edinme işini nesillere yayarak çözeriz.
Fiziksel imkânlarımız ise sürekli
gelişmektedir.
Ancak kâinatın büyüklüğü her şeyi bilmemize engeldir.
Onun için elimizdeki en iyi bilgilerle yaşamak zorundayız ve her şeyi bildiğimizi asla iddia etmemeli, böyle iddialarda bulunanlara asla inanmamalıyız.
Ancak kâinatın büyüklüğü her şeyi bilmemize engeldir.
Onun için elimizdeki en iyi bilgilerle yaşamak zorundayız ve her şeyi bildiğimizi asla iddia etmemeli, böyle iddialarda bulunanlara asla inanmamalıyız.
Dinler ise, her şeyi bilen
birileri (tanrı, peygamber, papa vs) olduğunu iddia ederek bu iddiaya
inanılmasını isterler.
Tarih, bu tür iddiaların hepsinin yanlış olduğunu, yani her şeyi bilenlerin iddia ettikleri bilgilerin de nihayet yanlışlarla dolu insan düşüncesinin ürünü olduğunu göstermiştir.
Tarih, bu tür iddiaların hepsinin yanlış olduğunu, yani her şeyi bilenlerin iddia ettikleri bilgilerin de nihayet yanlışlarla dolu insan düşüncesinin ürünü olduğunu göstermiştir.
Özgür gözlem denetimine alınamayan
düşünce ise diktatörlüklerin temelidir.
Türkiye’de din temelli eğitim istemek, ülkeyi yukarıda anlatılan ilkel
diktatörlük rejimine mahkûm etmenin hazırlığını yapmak demektir.
Din temelli eğitim, şu anda ülkemizi mücadele edilmesi gereken bir numaralı düşmanıdır.
Din temelli eğitim, şu anda ülkemizi mücadele edilmesi gereken bir numaralı düşmanıdır.
Gündelik siyasi
çekişmelerin gürültüsünde bu unutulmamalıdır.
Celal ŞENGÖR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder