9 Nisan 2014 Çarşamba

Hırsızlıktan teslimiyete /Arslan BULUT



Hırsızlıktan teslimiyete  /Arslan BULUT

Konuya iki okur mektubu ile gireyim... Bursa’dan Aynur Turan, “Merhaba hocam, ‘İstifa aklından bile geçmiyor’ başlıklı yazınızı okurken fark ettim; aslında insanlar Erdoğan ve ekibinin siyasi entrikalarından bıkmış durumda. Herkes, iddiaların doğru olduğunu da biliyor... Bilmedikleri ve aslında onları korkutan şey bu iddiaların doğruluğu ispat edildikten sonra ne olacağı... Bu tedirginliği gidermek için birkaç satıra, gelecek yazılarınızda yer vermeniz mümkün olabilir mi diye rica etmek istedim” diyor.
Tespitler önemli ama o tedirginliği giderecek olan bizim birkaç satırımız değil halkın tümüne her gün çeşitli kanallardan ulaşabilmesi mümkün olan siyasi parti liderleridir. Biz sadece Yeniçağ üzerinden mesaj veriyoruz. 

***
Ramazan Bayraktar ise “Aynı yolda beraber yürüyüp beraber ıslandığı paralel yapı konusunda 12 yıl sonra jetonu düşen BOP eş başkanı, Kıbrıs, Güneydoğu, Ermeni iddiaları ve talepleri gibi konulardaki uyanışını sizce hangi tarihte ve başımıza hangi çoraplar örüldükten sonra açıklayabilir?” diye soruyor.
BOP eş başkanının bu konularda uyanması söz konusu değildir. Çünkü ne yapıyorsa bilinçli yapıyor. Türk kimliğine savaş açan bir kişinin, yolsuzluk ve hırsızlık operasyonlarıyla köşeye sıkıştırıldıktan sonra kendisini kurtarmak için ABD ve Avrupa’ya her türlü siyasi tavizi vermesi beklenir. Obama’nın Tayyip Erdoğan’a telefon ederek Kıbrıs konusundaki girişimlerinden dolayı teşekkür etmesi bu yolun açıldığını gösteriyor! Ermeni meselesi konusunda ise tehcirle göç edenlerin torunlarının Türkiye’ye davet edilmesi, hepsine yeniden vatandaşlık verilmesi, hükümetin gündemindedir. Bunu zaman zaman tepki ölçmek için kendileri açıklamışlardır. Büyük tepki oluşacağını görünce, bu yöndeki taleplerin seslendirilmesini bazı bölücü yazarlara bırakmışlardır. Güneydoğu’da ise PKK, fiilen özerk hale gelmiştir. Dolayısıyla, hırsızlığa ses çıkarmayan seçmen, Türkiye’nin yabancılara teslim olmasına ve büyük bedeller ödemesine yol vermiştir. 

TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı, yani bir Anayasa Profesörü olan Burhan Kuzu, twitter üzerinden yayınladığı bir mesajında “Halkın arasındayım. İnanın bu uydurma kaset ve ses kayıtlarına doğru olsa bile inanan yok. Millet bu iktidardan memnun. Enerjinizi başka yere harcayın” diyorsa, AKP seçmeninin nasıl davranmasını beklersiniz!
***
 “Erdoğan’ın gidişinden sonra ne olacak?” endişesi yerindedir. Ulusal Eğitim Derneği Isparta Şubesi Başkanı Mahmut Özyürek, “Türk halkını kimse ölümü gösterip sıtmaya razı edemeyecektir. Yani kimse meşruiyetini yitirmiş hükümetin yerine zararsızlaştırılmış, uysallaştırılmış, cemaat ve bölücülerle hemhal, sözde halkçı seçeneklerle halkımıza yeni tuzaklar kuramayacaktır” diyor ve çıkış yolu olarak Kuvayı Milliye’yi örnek gösteriyor ama ama biliyorsunuz, bu yönde çaba sarf edenler, Ergenekon, Balyoz ve Askeri Casusluk iddianameleri ile cezaevlerine dolduruldu. Komuta kademesi, iktidardan gelen “milli orduya kumpas kuruldu” itirafına kadar ordunun çökertilmesine seyirci kaldı! Yani Kuvayı Milliye düşüncesi önderlikten yoksun bırakıldı. 
***
Bu durumda New York Times’ın, “Türkler her zaman iyi dizileri sevdi. Yıllar önce takıntı ‘Dallas’ idi... Daha yakın bir tarihte ise ‘Muhteşem Yüzyıl’... Şimdi ise, izlenecek dizi Türkiye’nin kendi siyasi krizi” yorumu akla geliyor. Evet, çok kimse olan biteni dizi gibi seyrediyor ve kazananın yanında olmanın planlarını yapıyor!
Tayyip Erdoğan veya diğer liderler, Türk halkının yansımalarıdır. Onlar uzaydan gelmedi! Hepsi halkın içinden çıktı. O halde, onların yaptıklarından da herkes sorumludur.
Türk halkı bilmeli ki kazananın, kaybedenin değil, doğrunun ve gerçeğin yanında durmak, hem insan olmanın, hem Türk olmanın hem de Müslüman olmanın birinci şartıdır!  Arslan BULUT
Açıklama: http://www.yenicaggazetesi.com.tr/s/i/1x1.gifAçıklama: http://www.yenicaggazetesi.com.tr/s/i/1x1.gif
27.02.2014


GEÇMİŞ OLSUN ve KINAMA MESAJI


8 Nisan 2014 Salı

Ukrayna ve Aydınlanma!.. Cem Yağcıoğlu



Ukrayna ve Aydınlanma!.. Cem Yağcıoğlu
Ukrayna’da yaşananları görüyorsunuz; yeni ‘trend’(eğilim) bu!
Bir: hedefteki ülkenin iktidar ve muhalefeti ele geçirilir, yolsuzluklara bulaştırılır..
İki: çürümüşlüğe ve de kokuşmuşluğa tepkili olan halk, sahte özgürlük sloganları ile motive edilir..
Üç: sol ve sağ gruplar ayrıştırılarak kendi içlerinde de bölünerek ‘forum’ adı altında eğlenceli -faşing- ortamlar yaratılır..
Dört: önceden sıradan olan adli vakalar, ‘devlet’ in zafiyete uğratılması için provokasyon(kışkırtma) için kullanılır.. Ve buradan, çökmekte olan yapı, daha da ağır hasar alır ve halk arasında kutuplaşmalar daha da derinleştirilir.. Kadın ve çocuk ölümleri istismar edilir!..
Beş: azınlık gruplar ya da kendilerini azınlık hissedenlerin, ‘ana Yapı’yla olan sorunlarının ‘gündem’ olması sağlanır..
Altı: geçmişteki şaibeli olaylar, bugünle ilişkili hale getirilir ve halkın belli bir kısmı daha da kışkırtılır..
Yedi: ülkenin gençliği kendi değerleri üzerinden değil, sözüm-ona ‘evrensel’ değerler üzerinden bir çalışma içine sokulur ve sokaktaki vatandaş ile ayrıştırılır..
Sekiz: bu tür hareketlenmelerin hükumet aleyhine ve ancak sahip oldukları ‘devlet’ lehine olmadığını gören evindeki vatandaş, harekete destek vermez. İşte bu noktada da ‘halk uyuyor’ propagandasıyla kitleler arasında çok daha derin uçurumlar yaratılır..
Dokuz: halkın bir bölümü ‘devlet’ ine sahip çıktığı için, hükumetin yolsuzluklarını onaylamış imajı yayılarak, ayrışma daha da derinleştirilir. Kutuplar yaratılır..
Dünyanın her yerinde aynı tip ve aynı sloganlarla ‘özgürlük’ şarkısı okuyan ‘yarı aydın’ kesim, hükumete olan haklı tepkisinin, aslında o hükumetleri yaratanlarca kullanıldığının farkında değildir..
Bahçesindeki fareyi etkisiz kılmak için, yılanların yolunu açtığından habersizdir. Oysa başkalarının dayattığı ya da ortaya attığı sahte ‘özgürlük’ naraları yerine, kendi ‘özgün’ ‘direniş’ hareketini başlatsa..
Fareleri temizlemek için yılana ihtiyaç olmadığının farkında olacaktır..
İnsanoğlu binlerce yıllık kopyala yapıştır huyundan vazgeçmediği sürece, aynı trajedileri yaşamaya mahkûmdur..
Koka-kolaya kızıp, pepsi içmek gibi..  ABD’ye kızıp, Rusya’nın kucağına oturmak gibi..
Oysa kucak dansı, kişisel fanteziler için belki uygun olabilir; ancak milletler için vahim sonuçlar doğurduğu ortadadır! Son örnek Ukrayna! Görmemek ve de anlamamak için…
Bizde de bundan sonraki süreç çok farklı olacağa benziyor; bilhassa ‘ulusalcı’ ya da ‘milliyetçi’ tabana oynayan medya organlarının hükumet karşıtlığını işlerken, yabancı ajanslardan aldığı desteğe dikkat etmek gerekiyor. AKP'yi ve de Tayyip’i eleştiren ab ve ABD medyası ve hükumetleri haberlerinin, halkta yarattığı etkiye kayıtsız kalmamak, olayları iyi tahlil etmek açısından çok önemli.. ABD’nin karşı olduğu bir AKP, sizce halkta nasıl bir duygu yaratır, kendinizden örnekle çıkın işin içinden.. ‘ters gard propaganda’.. Tüm oyun bu kurguyla oynanmakta..
Sıradan adam, AB ve ABD’nin son dönemdeki Tayyip karşıtlığını gördükçe ve bu gözüne sokuldukça, -bahsettiğim medya tarafından- acaba, deme durumunda kalıyor olabilir mi! bu ‘medya’ bu tip haberlerin halkta karşılığının böyle olacağını bilmiyor mu? Yoksa bu işin içinde ‘yeni istihbarat;’ savaşları mı yatıyor!.. ’ters gard propaganda’..
Bizim derdimiz, 28 Şubat’ı hazırlayanların -ki içinde bugün Atatürkçü bilinen pek çok gazeteci ve aydın vardır- yeni bir ‘tezgâh’ peşinde olduğunu anlatmak.. O zaman da hatırlarsanız; Atatürkçü olduklarını sanan belli bir kesim bu ‘tezgâha gelmiş ve hatta ‘Çevik Bir’ denen NATO’cu bir generali de medyanın gazına gelerek neredeyse Cumhurbaşkanı ilan edeceklerdi!.. Direkten döndük..
Bu sebepten, bir şeylerin peşinden giderken, bir amaç için bir araya gelirken ince eleyip sık dokumak önemlidir; biz bunu yaptığımız için çok eleştiri alıyor olabiliriz, ancak haklı çıktığımız ortada.. Bunu da kimse inkâr edemez!..
Sahte Atatürkçülerin bize olan saldırılarına alışığız; önemli olan onların saldırıları değil.. Onların etki alanında kalan ve ancak iyi-niyetli pek çok kişinin ‘doğru’ olanı görüp ayrışmasını sağlamaktır..
Batı tarzı ‘özgürlük’ eylemleri belli bir kesimin hoşuna gidiyor olabilir ve hatta eğlenceli de olabilir.. Ancak Yugoslavya ve Ukrayna örnekleri ortada dururken, sonucun hiç de düşünülen gibi olmadığı açık ve nettir! Çünkü ‘özgürlük’, ‘diren’, ‘halkların kardeşliği’, ‘benim vücudum, benim kararım’ gibi insani isteklerin ve de taleplerin nasıl kullanıldığından ziyade, kimler tarafından kullanıldığıdır önemli olan!
Taleplerin ‘insani’ olması; en başta, niyetin farklı olduğunu anlayanların eleştiri mekanizmasını kırmak için gereklidir! Yani bir yerlere giden yol önce ‘iyi niyet’ taşlarıyla döşeniyor.. Üzücü olan taşları döşeyenlerin bundan haberdar olmaması. Taş oraya nasıl geldi, parasını kim verdi; bunları sorgulamayanların maruz kaldığı son! UKRAYNA!.. En yakın ve bariz örnek olduğu için tekrarlıyorum..
İki ucu b..lu değnek; aşağı insen Amerikan demokrasisi! Yukarı çıksan Rusya hegemonyası! Peki, bunun hesabını kim verecek! Bunları yazıyorum; zira henüz gösteriler son halini almadan Ukrayna’nın darmaduman olacağını yazmıştım! Ve bölünme daha da parçalanmaya yol açacaktır, yani bunlar daha iyi günleridir!
Suriye ve Ukrayna birlikte değerlendirilmeli ve Rusya-ABD ikili sarmalının yenidünyaya hayırlı(!) olması dileğimle..
Başkalarının aklı ile başkalarının yöntemleri ile gidebileceğiniz bir yer yok, öncelikle bunu anlamakla başlamalı! Kuva-i Milliye ruhu bize pek çok ayrıntıyı sunmaktadır, önemli olan günümüze uyarlamaktır; e ona da biraz kafa patlatalım artık! Yoksa bizim kafamızı patlatacakları açık!..
Yeni dönemde başımızı ağrıtacak ve ismiyle-cismiyle ortaya sürülecek olan ‘Avrasya'cılık’, işte yukarıda anlattığım tablonun bir sonucu olarak karşımıza çıkacaktır. Henüz büyük bir çoğunluğun bundan haberi yoktur, ancak detaylarını bir başka yazımda açıkça yazacağım ve uzunca bir zamandır ‘tezgâhlanan oyunun arka planında..
‘Ergenekon’ sürecinin bağlantıları ve kodları da burada yatmaktadır..
Yeni bir ABD ‘tezgâhı ile karşı karşıyayız ve kutuplaşmalar bu şekilde sağlanacaktır!
Son olarak, Kılıçdaroğlu’na yapılan saldırı ile geçmiş olayların bağlantısını ve de kişinin bağlantılarını iyi irdeleyin ve ulusalcı geçinen medyanın bu bağlantıları nasıl kurguladığına dikkat ediniz! Ve yeni 28 Şubatlara hazırlıklı olunuz, tabi yeni ve geliştirilmiş şekilleriyle..
İhanet yol değiştirmedi, ancak yön ve yöntem değiştirdiği açık, AKP ve cemaat çatışması bunun öncelikli kanıtıdır.. Ama sizin asıl dikkat etmeniz gereken yine sizden ve çıkarlarınızdan ‘dem vuran’ medyadır; zira son dönem bu kadar güçlenmeleri sizce de manidar değil mi! enteresan değil mi! ab ve ABD medyasının borazanlığını yapıyor olmaları, oradan referans almaları tuhaf değil mi?
Çok değil, azıcık düşünseniz kâfi..
Bugün tüm Türk Milleti, bilinen ve menşe-i ne olursa olsun tüm medyaca yönlendiriliyor ve herkes kendisine yakın medya olgusu ile aslında hayatlarının en büyük ‘yanılgı’ sına doğru tek bir merkezden yolculuğa hazırlanıyor…
Büyük oyunu göremeyenlerin rezaleti; UKRAYNA ile ortadadır! Aynı ‘yanılgı’ ya düşülmemesi dileğiyle…




Kökü Dışarda Örgütler ve 'Atatürkçülük'…


Kökü Dışarda Örgütler ve 'Atatürkçülük'… 
Emperyalizm saldırılarını sürekli kılmak için hedef ülkelerde SIZMA harekatı yapar. İşbirlikçiler üretir. Çünkü gerçek DİRENÇ noktalarını, MİLLİ İRADEYİ yok etmeden bir ülkeye diz çöktürülemez..

O nedenle 1940’lardan beri Türkiye SIZMA OPERASYONU’nun en rafine örneklerine şahit olmuştur. Tüm devlet katmanlarına, Milli Savunma, Milli Eğitim, Medya kurumlarına sızılmıştır. Emek kurumları ve çeşitli MİLLİ derneklerin üst kademeleri, siyasi parti mensupları ele geçirilmiştir.. PODOL raporunda, bu amaç açık ve net bir biçimde dile getirilmiştir.

‘Atatürkçüyüm!’ diyen kişiler arasında batının en koyu emperyalist kurumlarının maskeli örgütlerine üye olup bundan gurur duyabilenler vardır. Kimisi masumane duygularla bu çevrelere girer, kimisi bilinçli olarak ‘görevini’ ifa eder.

Geçenlerde bir ilimizde, moda deyimle ‘sosyal sorumluluğu’ yerine getirmek ve biraz da işini geliştirmek için çevre yapmak amacıyla, kentin Rotary’sine katılmış bir vatandaş bana sordu:

‘Ben Atatürkçüyüm! Emperyalist devletlere sonuna kadar karşıyım. Rotaryen olmanın bu görüşle çeliştiğini düşünmüyorum!’

Konuşma tek dünya hedefi güden, dünyayı kana bulayan küresel çetenin en üst örgütleri, CFR (Dış İlişkiler Konseyi), Bilderberg, Trileteral’in vahşi planlarından örneklerle devam etti.

O bir Rotaryen’di. Batıdaki ‘Guvernorlerine’ bağlıydı. Devletler, hükümetler üstü bir örgütün binlerce şubesinden birinde ‘enternasyonalist’ ağın içinde yeralmaktaydı.. Ama neyin içinde olduğunu bilmiyordu.. …

Rotary ve benzer kurumların ana amacının MİLLİ olanla çeliştiğinin farkında değildi…

Zaten bu örgütlenmenin becerisi buydu..


Okulları badana etmek, çocuklara burs vermek, periyodik olarak şık yerlerde, özel ceketlerle hanımlı beyli ‘elit’ toplantılarda dünyanın bir parçası olduğunu hissetmek… Böyle şeylerden bahsetti…

Bu ve benzer ‘özel cemiyetlere’ masumane şekilde paçayı kaptırmış olanlar için bir bilgi verelim: Belki bulundukları çevreyi bir daha değerlendirirler..

Dünyayı kendi egemenlikleri altına almayı ve tüm doğal kaynakları sömürmeyi, ülkeleri küçük şehir devletlere ayırıp kendilerine bağlamayı, ulus devletleri yok etmeyi hedefleyen CFR (Council on Foreign relations) DIŞ İLİŞKİLER KONSEYİ, BİLDERBERG vs. gibi küresel sermayenin en üst örgütlerini kuranlar, aynı zamanda Rotary ve benzeri yapıların da kurucularıdırlar.

Mesela Rotary İnternational’ın arka plandaki kurucusu, İnternational Bilderberg Group’un da kurucularından biridir. Adı: Prens Bernhard of Lippe Biesterfeld’dir… İsminden de anlaşılacağı gibi Prens bir derebeyidir.. Şimdiki Hollanda Kraliçesi Beatrix’in babasıdır. Wikipedia’dan bilgilere kendiniz ulaşın. ‘Ne var bunda!’ diyorsanız hiç aldırmayın…


Prens Bernhard , 2004’de ölene kadar küresel elitin önde gelen isimlerinden biriydi. Sadece Rotary ve Bilderberg kurucusu değil, aynı zamanda şimdi Al Gore’un başkanlığında hedef ülkelerde şirin maskesiyle fırıldak çeviren Doğal Hayatı Koruma (World Wildlife Fund) Derneğinin de kurucularından biri ve başkanıydı.

2. Dünya savaşının ‘kahramanı’ olarak tanıtıldı ama Lockheed rüşvet Skandalının ortasında yeraldı. Bu nedenle erkenden kenara çekilmeye mecbur kalmıştı…

160 ülkede 30 binden fazla şubesiyle göya İNSANİ YARDIM amaçlı DERİN DÜNYA DEVLETİ örgütlerinden biri olan ROTARY İNTERNATİONAL’in kuruluşunda aktif görev almıştı..

Rotary bugün küresel şirketlerin çıkarları için çalışan Birleşmiş Milletler ile kuruluşundan bu yana derin ilişkiler yürütmektedir. Zaten 1945 ‘de BM San Francisko toplantısına da 50 Rotaryen delege, danışman olarak katılmıştır. UNESCO gibi dünyanın bir çok yerinde sızma harekatının lideri olan örgütler, Rotary, 1943 Konferansı kararlarına bağlı olarak kurulmuştur.

Rotary İnternational temsilcileri, kendi belgelerinde de görüleceği üzere dünya çapında bilgi akışını kontrol eder ve bağlı oldukları elitlere hizmet ederler.

Avrupa Konseyi, Afrika Birliği Örgütü, BM Çevre Programı, Dünya Gıda Programı ve DÜNYA BANKASI gibi emperyalizmin ana odaklarında ve kılcal damarlarında ‘İŞ’ yürütürler. Bu emperyalist örgütlerin amaçları çerçevesinde hareket ederler.

Böylesi bir küresel örgüt ve benzerleri, ‘BAĞIMSIZLIK BENİM KARAKTERİM!’ diyen bir liderle nasıl bir araya getirilebilir.. O’nun yaşamı, bu gibi örgütler ve ülkelerle savaşarak geçmiştir… Tüm masonik örgütleri kapatan/yasaklayan O değil midir?!

Banu AVAR, 10 Kasım 2011
banuavar@superonline.com


Kullanıcı küçük betizi
Güncel Meydan

5 Nisan 2014 Cumartesi

KANLI MI OLACAK, KANSIZ MI OLACAK DEMEMİŞLER MİYDİ?



KANLI MI OLACAK, KANSIZ MI OLACAK DEMEMİŞLER MİYDİ?
Ömer Faruk EMİNAĞAOĞLU
Seçmen, muhalefetin öne çıkamaması, seçim sürecini yöneten yargının da etkin olmaktan uzak durması karşısında, hukuksal düzeyde hep iktidarın estirdiği havayı soludu. Bu durum, eşit koşullarda serbest rekabeti değil, iktidarın yarattığı koşullarda seçimin varlığını gündeme taşıyınca, anayasal ilkelere uygun bir seçim yarışı da ortaya çıkmadı. Yaşanan bir kaç olay bile, seçimlerin nasıl yönetildiğini ve yargının fotoğrafını çekmeye yetiyor.
* * *
1982 Anayasa yapıcısı, güçlü bir yürütme modeli yarattığı için, hükümet üyelerinin bu görevlerini bırakıp yerel yönetimlere adaylıklarını asla aklına getirmediğinden, bu konuyu düzenleme gereği bile duymamıştır. Bu Anayasa’nın yürürlüğünden sonra büyükşehir belediyesi sisteminin kabulü ve de bu belediyelerin giderek artan olanakları, buraları adeta bir bakanlık, hatta daha da fazla apayrı bir güç merkezi durumuna dönüştürünce, artık bakanlar, büyükşehir belediye başkanı olmayı da düşünmeye başlamışlar, ilk kez bu seçimlerde de aday olarak ortaya çıkmışlardır.
YSK, açık düzenleme olmadığı için bakanların görevlerinden istifa etmeden yerel yönetim seçimlerinde aday olabileceklerini açıklamış, bunu eşit yarışma kurallarına aykırı bulmamıştır! İktidar partisi bu kadarı da olmaz diyerek, kamu görevlileri için gerekli istifa süresini gözetmese bile, aday olan bakanlarının istifa etmesini sağlamıştır.
* * *
Seçimlerde serbest propaganda esas olup, YSK bu ortamı var etmekten ve korumaktan uzak durmuş, iktidarı ürkütmekten kaçınmıştır. Sosyal medyada twitter üzerinden iktidar aleyhine yapılan propagandaya ilişkin başbakanın açık tepkisi sonrasındaki erişim engeline, duyarsız kalmanın ötesinde, iktidarla aynı yaklaşımı bile sergilemiştir.
Bir ilçe seçim kurulu, kendi alanındaki erişim engelinin ivedilikle kaldırılması için verdiği kararı, ülkenin diğer yerlerinde de uygulama birliği içinde söz konusu olması yönünden durumu YSK’na bildirdiğinde, YSK, ülke geneline yönelik karar almak yerine, ancak il seçim kurulu tarafından denetlenebilecek o kararı, üstelik itiraz da olmadan, kaldırma yoluna gitmiş ve de konuyu ortada bırakmıştır. 
Siyasi iradenin eylemi, aynı paralelde bir ileri aşamaya taşınıp, TİB tarafından idari bir işleme dönüşüp, kamu gücüyle erişim engeli ortaya çıkmasına, bu durumun da serbest seçim ortamı yönünden, seçim hukukunun doğrudan alanına girmesine rağmen, bu idari işlem ortaya çıkınca kendisinin görevsiz olduğunu, baskının idareyi kuşatmadan, yani ileri düzeye çıkmadan, idari işlem yapılmadan, örneğin bayraklı reklam olayındaki gibi olması durumunda ise, kendisinin görevli olduğunu ifade etmiştir ki, varlığını inkar edip, bu yorumuyla tarihe geçmiştir. 
Öte yandan Anayasa Mahkemesi, bu yasağın ifade özgürlüğünün ihlali niteliğinde olduğuna karar vermiştir.
Düşünün, seçim döneminde ifade özgürlüğü ülkesel kapsamda ihlal ediliyorsa, bu da iktidarın adımlarıyla örtüşecek biçimde gerçekleşiyorsa, YSK ülke genelinde serbest seçim ve eşit yarışma koşullarını sağlayabilmiş mi! Seçim hukukundaki bazı emredici kurallara aykırılık durumunu ifade eden ve en büyük yaptırım olarak nitelenen tam kanunsuzluğun da ötesinde, burada tam bir anayasa dışılık yok mu! Bunu da kim yaratmış dersiniz! Bu aykırılığın, doğrudan seçim sonuçlarına etki etmesine de gerek yok. Önemli olan serbest ve eşit yarışma koşullarının varlığı ve bu havanın teneffüs edilebilmesi. Kaldı ki büyük şehirlerde binlerle ifade edilen oylarla değişen sonuçlar bile, bu tablonun sonuca ayrıca etkisini açık bir biçimde yansıtmıyor mu.
* * *
YSK için bu gibi örnekler o kadar fazlaki! Halk, siyasi iradenin yaklaşımı paralelinde hareket eden YSK sayesinde, anayasanın değişmez hükümleri bile yokmuş gibi baskın bir gücü ve böyle bir havayı böyle teneffüs etmişse, bu tablo seçmenler üzerinde etki yaratmadı mı!
Hatırlarsak 12 Eylül darbe döneminde darbe konseyi, 1961 Anayasası ile çatışan kendi kararlarının anayasa değişikliği sayılacağını söylemişti. Konuyla ne ilgisi var diyebilirsiniz.
YSK geçmişteki tüm seçimlerde, seçimlerin tarafsızlıkla, etki altında kalınmadan yürütülmesi için, partili partisiz tüm sandık görevlileri nasıl ki siyasi kılık, kıyafet veya rozetle sandık başında bulunamazlar, dini çağrışım yapan kıyafetle de bulunamazlar diyerek kararlar almıştı. Kararlarında türbanı da bu kapsamda değerlendirmiş, ayrıca ek gerekçe olarak ta, seçimlerde görev yapanların bir kamu hizmeti yerine getirdiklerine de vurgu yapıp, kamudaki kıyafet durumunun da dikkate alınacağını belirtmişti.
Özbilgin cinayetini ve öncesindeki Danıştay 2 nci Dairesinin verdiği kararları hatırlayalım. O kararlara tahammül edemeyenler, Özbilgin’in canına kıymışlardı. Dini simgelerin kamuda olamayacağına yönelik o kararların değişmesini gerektiren bir Anayasa hükmü yürürlüğe girdi mi! Hayır! Peki o Danıştay kararları artık neden değişti! YSK, artık Danıştay’ın o kararlarını, hatta kendi kararlarını neden hatırlamıyor!
Dini simgelerin kamuda serbest bırakılmasının, yönetmeliklerle olamayacağı yolundaki Danıştay kararları bir yana, yasa ile bile olamayacağı yolundaki Anayasa Mahkemesi ve İHAM kararları karşısında siyasi iktidar, oturup Anayasa değişikliği yapmıştı. Anayasa Mahkemesi ise, Anayasa’nın değişmez hükümleri mevcut oldukça, Anayasa’da bu konuda açık bir yasaklamaya gerek olmadığını, bu gibi kıyafetlerin serbest bırakılamayacağını açık açık ifade edip Anayasa değişikliğini bile iptal etmiş, bu konuya geçit verilemeyeceğini net bir biçimde ortaya koymuş, öte yandan bu gibi eylemleri de iktidar partisi için, laikliğe ve demokratik cumhuriyete aykırı davranış saymıştı.
Geçmişte, yönetmelikle, yasa ile, anayasa değişikliği ile istediğini yapamayan siyasi iktidar, 2013 yılındaki bir hükümet kararına konu olan yönetmelik değişikliğinde, kamuda dini simgelerin serbest olduğunu ifade etmedi mi. Tarafsızlıktan mı olsa gerek, yargıç ve savcıları ise, bu kararın dışında bıraktı! Bundan sonra her nasılsa kamudaki uygulama Anayasa ve Anayasa hükümleri görmezden gelinerek, bir anda değişti!
Anayasa hükümleri, Anayasa Mahkemesi ve İHAM kararları YSK’nu açıkça bağlarken, bir anda YSK kendisinin bunlarla değil, hükümet kararı ile bağlı olduğu sonucunu doğuran karar alarak, seçimlerde partili üyeler dahi sandık başında siyasi çağrışım yapan kıyafet veya simge ile bulunamazken, partili partisiz tüm görevlilerin dini simge içeren kıyafetle bulunabilecekleri yolunda hareket etti. Bunun adı da tarafsız seçimler oldu!
Özbilgin’i bile bir kez daha öldürmekten geri durmayan meslektaşlarından oluşan YSK, oturup yaptığı tam kanunsuzluklar karşısında kendiliğinden bir karar alır mı... Ya da partiler zarflardaki boyalarla meşgul olacaklarına, anayasa dışına çıkılarak gerçekleştirilen bu seçimlerle ilgili bir başvuru yaparlar mı ne dersiniz. Din konu olunca, oy kaybederiz diye düşünen yapı, sağda solda her tarafta kurallaşmışsa, karşı devrim kansız biçimde gerçekleşmişse, sizce olanaklı mı...
* * *
Özbilgin neden öldürülmüştü! Artık kanlı mı olacak, kansız mı diye de sormadan, Anayasa’yı da 12 Eylüldekine benzer yöntem ve uygulamalarla değiştiren, zaten demokrasi dışılığına da hükmedilmiş olan bir parti ve hükümetince sergilenen bu tablodaki serbestlik, özgürlük, demokrasi ve seçimleri görünce, sevsinler böyle demokrasi ve yargı güvencesini...
 Alıntı: http://haber.sol.org.tr/yazarlar/omer-faruk-eminagaoglu/kanli-mi-olacak-kansiz-mi-olacak-dememisler-miydi-90532