7 Mart 2014 Cuma

Başbakan Said-i Nursi'yi Odatv'den öğrenecek/ SİNAN MEYDAN



Doğrusu Başbakan Erdoğan’ın yakın tarihle ilgili iddialarına cevap vermekten ben yoruldum, ama Başbakan Erdoğan yakın tarihi eğip bükmekten, belgeleri çarpıtmaktan yorulmadı.
Kasım 2013’te çıkan “Başbakan Erdoğan’ın EL-CEVAP” adlı kitabımda Erdoğan’ın 2002-2013 arasında yakın tarih konusundaki bütün “tarih tezleri”ne/iddialarına belgelere dayalı olarak cevap verdim. Kitap tam 808 sayfa oldu. Ancak Erdoğan yakın tarihle ilgili yeni “tezler”/iddialar ortaya atmaya devam ediyor. Ben Erdoğan’ın bu iddialarına da cevap vermeye kararlıyım. Bu gidişle söz konusu kitabımın hacmi 1000 sayfayı geçeceğe benziyor!
Başbakan Erdoğan, geçtiğimiz günlerde Afyon mitinginde yaptığı konuşmada,"1940'ta cezaevine bir mağdur getirdiler. Emirdağ'a hapsederek hürriyetini engellediler. İşi kitap yazmak, öğrenci yetiştirmek olan Said-i Nursi olana zulmettiler. Rusya'dan kaçarak vatanına geldi. Zalimler için yaşasın cehemmen dedi. Hapiste yatmak uğruna ülkesini terk etmedi, ülkesini satmadı. İşte bu CHP 1940'larda Saidi Nursi'nin kitaplarını yasaklayan, hapislere mahkum eden partidir. İşte belgesi. CHP'nin genel müdürü, bu belge senin belgelerine benzemez. 15 Temmuz 1949 tarihli Bakanlar Kurulu kararı bu. Said Nurisi tarafından yazılan Gençlik Rehberi kitabının dağıtımının yasak edilmesi, elde edileceklerin de toplanması, 'Bakanlar Kurulumuzun 15 Temmuz 1949 tarihli toplantısında kararlaştırılmıştır'. İmza, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü" demiştir.
Erdoğan, CHP’nin, 1940’larda Said-i Nursi’nin kitaplarını yasaklattığına ilişkin belgeyi “ilk kez” açıkladığını ileri sürmüştür. Oysa ki yandaş basının da dört elle sarıldığı bu iddia doğru değildir.[1] Çünkü söz konusu belgeyi ben Başbakan’dan tam dört ay önce Kasım 2013’te çıkan EL-CEVAP adlı kitabımda açıklamıştım. Dahası CHP’nin, Said-i Nursi’nin kitaplarını yasaklamasıyla ilgili Başbakan Erdoğan’ın açıkladığı gibi tek bir belge değil, birkaç belge birden açıklamıştım.
Demem o ki! Başbakan haklı! Evet, gerçekten de 1940’larda Said-i Nursi’nin bazı kitapları İsmet İnönü imzalı Bakanlar Kurulu kararıyla yasaklanmıştır.
SAİD-İ NURSİ’NİN YASAKLANAN KİTAPLARI
EL-CEVAP adlı kitabımdan aynen aktarıyorum:
“İnönü döneminde İslamın ruhuna uygun olmayan, hurafelerle dolu kitaplar yasaklanmıştır. Örneğin 11 Aralık 1947 tarihli bir kararla Bediüzzaman Saidi Nursi tarafından neşredilen ‘Mucizatül Kuran’ adlı kitabın dağıtılmasının yasaklanmasına ve mevcutlarının toplattırılmaları” istenmiştir. Aynı şekilde 15 Temmuz 1948 tarihli bir kararla “Saidi Nursi tarafından yazılmış olan Siracinnur ve Hücümat-ı Sitte adındaki kitapların dağıtılmasının yasak edilmesi ve elde edileceklerin toplattırılması istenmiştir. Yine 10 Şubat 1949 tarihli bir kararla “Bediüzzzaman Saidi Nursi’nin ‘Asa-yı Musa’ adlı kitabının yasaklanması ve mevcutlarının toplattırılması kabul edilmiştir. 15 Temmuz 1949 tarihli bir Bakanlar Kurulu kararıyla da “Saidi Nursi tarafından yazılan ‘Gençlik Rehberi’ adlı kitabın yasaklanması ve mevcutlarının toplattırılması istenmiştir.” [2]
“Yine İnönü döneminde 24 Kasım 1944 tarihli bir kararla “Kemal Pilavoğlu tarafından yazılan ‘Din Rehberi’ adlı kitabın dağıtılmasının yasaklanması, elde edileceklerin toplattırılması” istenmiştir.
“Tahmin edileceği gibi Kemal Pilavoğlu’nun Din Rehberi’ adlı kitabı da hurafelerle dolu bir kitaptır. Aslında bu kitaptan önce kitabın yazarı Kemal Pilavoğlu’nu tanımak gerekir. Pilavoğlu 1950’de DP’nin iktidar olmasından sonra Atatürk heykellerine saldırıp kırmasıyla ünlenen Ticani Tarikatı’nın lideridir. 1952’de Ankara’da kitapçılık yaparken laikliğe aykırı olarak bildiri dağıtmak, tarikatçılık yapmak ve Atatürk büstünü kırdırmak suçlarından yargılanmış ve sonuçta 7 yıl hapis, 5 yıl sürgün, 5 yıl da hapis gözetimi cezasına çarptırılmıştır.”[3]
Görüldüğü gibi gerçekten de CHP, İnönü 1940’larda Said-i Nursi’nin bazı kitaplarını yasaklamıştır. Ancak yukarıdaki Kemal Pilavoğlu örneğinde görüldüğü gibi CHP, İnönü sadece Said-i Nursi’nin değil başkalarının da “dinsel içerikli” kitaplarını yasaklamıştır. Bir de bu tür kitap yasakları DP döneminde de devam etmiştir.
YASAKLANAN BAZI DİN KİTAPLARININ İÇERİKLERİ
Nitekim 2012 yılında Başbakan Erdoğan da İnönü’nün bu dinsel içerikli kitap yasaklarından söz etmiştir.
3 Şubat 2012’de basına yansıdığı kadarıyla Erdoğan, “İsmet İnönü imzalı Bakanlar Kurulu kararıyla hiçbir neden gösterilmeksizin ‘Tam Mevlidi Şerif’ ile ’54 Farzlı Büyük ve Tam Namaz Hocası’ 25 Kasım 1944 tarihinde yasaklanmıştır.” demiştir.[4]
Evet, Başbakan çok haklı! Gerçekten de İnönü imzalı Bakanlar Kurulu kararıyla 25 Kasım 1944 tarihinde bu kitaplar yasaklanmış!
Ancak işin bir de Başbakan Erdoğan’ın bizlerden gizlediği başka bir boyutu var! Erdoğan bu “dinsel içerikli” kitapların yasaklandığını söylüyor ama neden yasaklandığını söylemiyor! Hatta bir yerde “hiçbir neden gösterilmeksizin” yasaklandığını söylüyor!
İşin özü şu ki Başbakan gerçekleri bizden saklıyor. Şöyle ki:
54 Farzlı Büyük ve Tam Namaz Hocası Türkçe Namaz Sureleri” adlı kitabın toplattırılma kararının alınmasından önce 17 Ekim 1944 tarihinde Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından alınan bir kararla, söz konusu kitabın 52 ile 56. Sayfaları arasında “tashih ve ıslah edilmesi” gerekli görülen bazı yanlış bilgilerin bulunduğunun tesbit edildiği belirtilmiştir. “Tam Mevlidi Şerif” adlı kitaba ilişkin de 30 Nisan 1945 tarihinde “Kitabın yayınının mahzurlu olduğu kanaatine” varıldığına ilişkin karar vardır.[5]
Peki ama Diyanet İşleri Başkanlığı, CHP, İnönü tarafından yasaklanan bu kitaplarda ne gibi “sakıncalar” bulmuştur?
 Burdurlu Abidin Karaaslan’ın yazdığı “54 Farzlı Büyük ve Tam Namaz Hocası Türkçe Namaz Sureleri” adlı kitapta;
6. sayfada, ülkemizde kabul görmeyen “ayakkabıyla mesh anlatılmaktadır.
18.sayfada, “Kunut duaları” yanlış ve eksik verilmektedir.
52. sayfada, “imansız gitmenin sebepleri” başlığı altında şunlar sıralanmaktadır: “Üstadın sözünü tutmamak”, “Bir adamı tecrübe etmeden iyi demek”, “Erkeğin ipekli elbise giymesi ve bıyıklarını kesmesi”, “Elbisenin yenlerini ve eteğini uzun yapmak
Kitapta “Yaoksulluk Sebepleri” başlığı altında da şunlar yazılıdır: “Işığı üfleyerek söndürmek”, “Don ve şalvarı ayaktayken giymek”, “Yoksul adamdan ekmek satınalmak”, “Alimlerin önüne geçip yürümek”, “Ayakta çiş etmek”, “Eşik üstüne oturmak”, “Yüzünü eteği ile silmek”, “Elini çamurla yıkamak”, “Soğan ve sarımsağın kabuğunu yakmak”, “Ağaç çöpü ile diş karıştırmak”, “Aç iken soğan yemek”, “Evde örümcek ağı bırakmak”[6]
Süleyman Dede’nin yazdığı “Tam Mevlid-i Şerif” adlı kitapta ise Mevlid-i Şerif’le söyle dalga geçilmiştir:
 “Sarımsaklı yemeği Çinli hiç sevmezdi
 Fakat ev sahibini de hiç kırmak istemezdi. (s.93)
 Bu iş Mustafa’ya doğrusu oldu merak.
 Acaba 30 lira neden eksik bu tabak. (s.99)
 Ali Baba bunu da beğenmedi: Al götür.
 Karpuz dedikleri olmalı kütür kütür. (s.103)
Biraz dünyayı dolaş gönlün gözün açılsın.
Üzüntüler dağılsın kederlerin saçılsın”.
Dünyayı dolaşırken birçok şeyler görürsün,
Yaşamak nasıl olur bunu anlar bilirsin (s.105)”[7]
Yasaklanan bu kitaplar görünüşte “dinsel içerikli” kitaplardır. Kitapların kapaklarına ve adlarına bakınca bu kitapların İslam dinini anlatan kitaplar olduğu düşünülebilir. Ancak kitapların içeriği İslam dini hakkında yanlış bilgilerle, hurafelerle doludur. Hatta İslam diniyle alay edilmektedir. Dolayısıyla Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, CHP’nin, İnönü’nün bu kitapları yasaklaması din düşmanlığı değil, tam tersine dine hizmettir, dinin korunmasıdır. Dolayısıyla bu yasaklardan dolayı CHP’yi İnönü’yü eleştirmek değil tebrik etmek gerekir.
İşte 1940’larda yasaklanan Saidi Nursi’nin kitapları da İslam dinin ruhuna, İslam dinin özü durumundaki Kuran’a uygun olmayan bilgilerle, yanlışlarla dolu kitaplardır.
Peki bu kitaplarının yanlış bilgilerle dolu olduğuna CHP mi, İnönü mü karar vermiştir?
Tabi ki hayır!
 Bu kitapların İslam dinine uygun olmadığına Diyanet İşleri Başkanlığı’ndaki uzman kurul karar vermiştir. Kitapları inceleyen Diyanet İşleri Başkanlığı uzamanları/din âlimleri, hazırladıkları raporlarda hangi kitabın neden yasaklanması gerektiğini tek tek, sayfa sayfa satır satır göstermişlerdir. Bakanlar Kurulu da bu raporları dikkate alarak söz konusu kitapları yasaklamıştır.
İslam dini adı altında hurafelerin anlatıldığı, yanlış bilgilerin verildiği kitapların artması üzerine dönemin CHP’si, altında İnönü’nün de imzası olan bir kararla yetkili makamlardan/Diyanet’ten “Bazı dini ve ilmihal kitaplarında İslamla alakası olmayan yanlış bilgiler yer aldığından halkın bu hususta aydınlatılmasını” istemiştir.[8]
Görüldüğü gibi CHP’nin, İnönü’nün amacı Said-i Nursi’ye ya da başka birine düşmanlık veya din düşmanlığı değil tam tersine din istismarını, dinin halk kitlelerine yanlış anlatılmasını önlemek, bu konularda halkı korumak ve bilinçlendirmektir.
İNÖNÜ KARL MARX’I VE HİTLER’İ DE YASAKLAMIŞTI
Bu dinsel içerikli kitap yasaklardan söz ederken, bu yasakların genel anlamda kitap yasaklarının bir parçası olduğunu da bilmek gerekir. Maalesef tarihimizde her dönemde şu veya bu nedenle kitaplar yasaklanmış, yazarlar sorgulanmıştır. Aslında Cumhuriyetin ilk birkaç yılında basın-yayın özgürlüğü vardır. Ancak 1925 yılındaki Şeyh Sait İsyanı’ndan itibaren başlayan süreçte rejimi koruma amacıyla basın-yayın yasaklarına başvurulmuştur. Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi’ndeki belgelerden görüleceği gibi özellikle 1930’dan itibaren hem yurt içinde hem yurt dışında çok sayıda kitap toplatılmış, pek çok gazete ve dergi yasaklanmış, kapatılmıştır. Yasaklarda irtica ve Komunizim tehlikesi ve bölücülük kaygısı etkili olmuştur.
Kısacası demem o ki, 1930’larda, 1940’larda sadece sakıncalı görülen dinsel içerikli bazı kitaplar değil, sakıncalı görülen sol içerikli kitaplar da yasaklanmıştır.
Örneğin, 30 Ocak 1935’te Muharrem Zeki Korgunal’ın “İsa’nın İnsanlığı”, 26 Şubat 1935’te Muharrem Zeki Korgunal’ın “İsa’nın Dağdaki Vaazı”, 8 Haziran 1936’da Teodor Frıç’in “Yahudilik ve Masonluk” adlı kitabı, 29 Ağustos 1936’da Karl Marx’ın Manifestosu, 14 Eylül 1936’da Hasan Ali’nin “Stalin Diyorki”si, 23 Kasım 1936’da F. Engels’in “Marksizim Prensipleri” adlı kitapları yasaklanmıştır. Ayrıca 30 Ağustos 1940 tarihli Bakanlar Kurulu kararıyla  “Rauschning’in Türkçeye çevrilmiş olan ‘Hitler Bana Dedi Ki’ adlı eserinin satışının yasaklanması” istenmiştir. Aynı şekilde Antonio Aniaute’nin ‘Musolini’ adlı kitabı da 1 Ocak 1933tarihli bir kararla yasaklanmıştır. [9]
Görüldüğü gibi CHP, İnönü, Atatürk, Hıristiyanlıkla, Masonlukla, Marksizmle, Kominizmle ve Nazizimle, faşizimle ilgili bazı ktiapları da yasaklamıştır.
Ama nedense Başbakan Erdoğan’ın hiçbir zaman CHP’nin, İnönü’nün bu kitap yasaklarından söz ettiğini görmedik!
Erdoğan, Nazizim, faşizim, Marksizim, Masonluk ve Hıristiyanlık konulu kitapları yasaklayan İnönü’ye ne der acaba?
ATATÜRK VE İNÖNÜ DÖNEMİNDE BASTIRILAN DİN KİTAPLARI
Yeniden Said-i Nursi konusuna dönmeden önce, İslam dinine hakaret eden, hurafelerle dolu, sözüm ona dinsel içerikli bazı kitapları yasaklatan Atatürk ve İnönü, İslam dinini en doğru şekilde anlatan, hurafelerden uzak din kitapları bastırıp ülkenin dört bir yanına ücretsiz dağıttırmıştır.
İşte Atatürk ve İnönü dönemlerinde yazdırılıp, bastırılıp, büyük çoğunluğu ülkenin dört bir yanına ücretsiz dağıtılan dinsel içerikli kitaplardan bazıları:
1.   Kuran-ı Kerim Tefsir ve Tercümesi (1936) (Elmalılı Hamdi Yazır) (9’ar cilt-45.000 adet)
2.   Buhari Tercüme ve Şerhi (1932) (Ahmet Naim Efendi-Kamil Miras) (12’şer cilt-60.000 adet)
3.   Genel Din Kültürü Eserleri: (1923-1950) (247.000’adet)
Bu 247.000 adet din kültürü eserinden bazı örnekler:
1.   Cumhuriyet Çocuğunun Din Dersleri (1928)- (A. Gölpınarlı)-İlk okullarda okutulmak için.
2.   Yavurularımıza Din Dersleri (2 cilt) (1944), (Ahmet Hamdi Akseki).
3.   Askere Din Kitabı (1. Baskı 1925, 2. Baskı 1945-1946) (Ahmet Hamdi Akseki).
4.   Askeri Din Dersleri (1928) (Muallim Cevdet)
5.   Namaz Hocası ve Namaz Sureleri (1939) (Bozkurt Kitabevi).
6.   Yeni İlmihal (1931) (Muallim Ahmet Halit Kitaphanesi)
7.   Yeni Hutbelerim (2 cilt) (1 baskı1927, 2. Baskı 1936-1937) (Ahmet Hamdi Akseki).
8.   Hutbe Hocası (1926) (Hacı hayri Efendi)[10]
Görüldüğü gibi, 1923-1950 arasında genç Cumhuriyet 352.000 takım dinsel içerikli kitap bastırmıştır. Halka, öğrencilere, askerlere, din adamlarına yönelik birbirinden güzel, birbirinden değerli kitaplar hazırlatılmıştır. Bu kitaplar incelendiğinde İslam dininin özüne uygun, her türlü hurafelerden uzak kitaplar oldukları görülecektir.
Sabah akşam CHP, İnönü dinsel içerikli kitapları yasakladı diyen Başbakan Erdoğan nedense hiçbir zaman CHP, İnönü döneminde yazdırılıp bastırılan bu dinsel içerikli kitaplardan söz etmez!
SAİD-İ NURSİ DP DÖNEMİNDE DE MAHKEME KAPILARINDA
Biz yeniden Said-i Nursi konusuna dönelim.
Başbakan Erdoğan, “İşte bu CHP 1940'larda Saidi Nursi'nin kitaplarını yasaklayan, hapislere mahkum eden partidir.İşte belgesi. CHP'nin genel müdürü, bu belge senin belgelerine benzemez. 15 Temmuz 1949 tarihli Bakanlar Kurulu kararı bu. Said Nurisi tarafından yazılan Gençlik Rehberi kitabının dağıtımının yasak edilmesi, elde edileceklerin de toplanması, 'Bakanlar Kurulumuzun 15 Temmuz 1949 tarihli toplantısında kararlaştırılmıştır'. İmza, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü” demiştir.
Erdoğan’ın söyledikleri kadar bir de söylemedikleri/söyleyemedikleri var!
Onları benden dinleyin:
Said-i Nursi DP döneminin başlarında Isparta’dayken 1952 yılında İstanbul Savcılığı kendisi hakkında yasadışı dini propaganda yaptığı gerekçesiyle bir kez daha dava açmıştır. Bu sefer ki gerekçe “Gençlik Rehberi” adlı kitaptır. Said-i Nursi bu davadan berat etmiştir. Ancak 1953 yılında bir kere daha kendisine dava açılmıştır.[11] Bundan da berat etmiştir.
Görüldüğü gibi DP döneminde Said-i Nursi yine mahkeme kapılarındadır. İşin ilginç yanı 1952’deki yargılanmasına neden olan kitap yine Gençlik Rehberidir.
NE VAR ACABA BU “GENÇLİK REHBERİ” ADLI KİTAPTA
CHP’nin, İnönü’nün, Said-i Nursi’nin “Gençlik Rehberi” adlı kitabını yasakladığını belirtip CHP’yi, İnönü’yü eleştiren Başbakan Erdoğan, Said-i Nursi’nin aynı kitabı yüzünden DP, Menders döneminde de yargılandığından nedense habersizdir!
1950-1960 arasındaki DP, Menders döneminde Said-i Nursi ve Nurcular gözetimde bulundurulmuş ve suçlanmıştır.
 Said-i Nursi baskıdan kurtulmanın yolunu DP’ye yaklaşmakta bulmuştur. Ve Şerif Mardin’in ifadesiyle “1956 yılına gelindiğinde Said Nursi takipçilerinin yeni Demokrat Parti’yi desteklemekle yükümlü olduklarını ilan etti”. [12]
Böylece, Saidi Nursi/Nurcular DP Hükümetiyle ittifak kurmuştur. Başbakan’ın ifadesiyle malum “paralel yapı” ilk kez devlete sızmıştır.
Saidi Nursi öldükten sonra da kitapları, onunla ilgi eserler zaman zaman yasaklanmıştır. Örneğin, Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi’ndeki bir belgeye göre “Şam'da Arapça olarak basılan “Bedi'üzzaman Saidi Nursi Hayatı ve Bazı Eserleri” adlı risalenin yurda sokulmasının yasaklanması.” Ndan söz edilmektedir.[13]
SAİD-İ NURSİ’NİN BAZI DÜŞÜNCELERİ
Said-i Nursi’nin, her devirde tartışılıp eleştirilen kitaplarında, yazılarında ne vardır? Said-i Nursi neler yazmıştır? Bu soruya cevap vermek için koca bir kitap yazmak gerekir! Ancak ben size Said-i Nursi’nin yazdıklarından birkaç örnek vereceğim:
Mustafa Kemal’in Anadolu’ya geçip Kurtuluş Savaşaı’nı başlattığı 1919 yılında Saidi Nursi, İstanbul Çamlıca’da kadınların evden çıkmamaları gerektiğini ve resimlerin ne denli günah olduğunu açıklayıp resimler için “küçük cenazeler” diye yazmıştır:
Karılar yuvalarında çıkıp, beşeri yoldan çıkarmış, yuvalarına dönmeli… şu suretler denilen küçük cenazelerin (resimlerin) mütebessim seyyidlerin rolleri pek azimdir, hem müthiştir tesiri
Mimsiz medeniyet (Allah’ın onaylamadığı) taife-i nisayı (kadınları) yuvalarından uçurmuş, hürmetleri de kırmış, mebzul metaı (ortalık malı) yapmış. Şer’i İslam onları rahmeten davet eder eski yuvalarına”
“Bir meclis-i ihvana güzel karı girdikçe riya ile rekabet , haset ile hodgamlık (bencillik) debretir (çatlatır) damarları. Yatmış olan hevasat birdenbire uyanır. Taife-i nisada serbest inkişafı (özgürlük gelişmesi) sebep olmuş beşerde ahlak-ı seyyienin (kötü huyların) birden bire inkişafı”
Said-i Nursi’nin Kuran’da kendisinden söz edildiğini, risalelerinin bir tür vahiy yoluyla kendisine yazdırıldığını, karıncalarla konuştuğunu iddia ettiğini, Atatürk’e “deccal” dediğini ve Kurtuluş Savaşı yıllarında İstanbul Çamlıca’da oturup maaşlı bir işte çalışıp bazı risaleler yazdığını, ancak savaş bitince Ankara’ya geçtiğini anlatacak yerim ve zamanım yok.[14] 
SAİD-İ NURSİ’NİN CHP DÜŞMANLIĞI
DP saflarına geçen Said-i Nursi, haliyle CHP’ye büyük bir kin ve düşmanlık beslemiştir. İslam dini barış dini olmasına karşın, Said-i Nursi CHP’ye kin ve nefret kusmuştur. “Mektubat” adlı kitabında CHP’lilerin “gebertilmesinden” ve “öcünün alınmasından” söz etmiştir.
İşte Said-i Nursi’nin o sözleri:
Fakat Kuran’ı Hakim’in feyzine ve işaratına istinaden sizi titretmek için, size kati haber veriyorum ki: ‘Beni öldürdükten sonra yaşayamayacaksınız. Kahhar bir el ile cennetiniz ve mahbubunuz olan dünyadan tardedip ebedi zulumata çabuk atılacaksınız! Arkamdan pek çabuk sizin Nemrudlaşmış reisleriniz gebertilecek, yanıma gönderilecek. Ben de huzuru ilahide yakalarını tutacağım. Adaleti ilahiye onları esfeli safiline atmakla intikamımı alacağım!”[15]
İşte Başbakan Erdoğan Afyon mitingindeki konuşmasında Saidi Nursi’den söz ederken, “ Zalimler için yaşasın cehemmen dedi”  diyerek Said-i Nursi’nin yukarıdaki sözlerine gönderme yapmıştır. Saidi Nursi üzerinden CHP’ye cehennemi hatırlatmıştır!
CESARETİNİZ VARSA İLİŞİNİZ
Hoşgörü abidesi diye tanıtılan Saidi Nursi pek de hoşgörülü değildir hani. Şu tehdit Said-i Nursi’ye aittir:
Ey din ve ahiretini dünyaya satan bedbahtlar! Yaşamanızı isterseniz bana ilişmeyiniz! İlişseniz intikamım muzaaf (katmerli) bir surette sizden alınacağını biliniz, titreyiniz! Ben rahmet-i ilahiden ümid ederim ki: Mevtim hayatımdan ziyade dine hizmet edecek ve ölümümüm başınızda bomba gibi patlayıp başınızı dağıtacak! Cesaretiniz varsa ilişiniz! Yapacağınız varsa göreceğiniz de var!”[16]
Ha bu arada unutmadan Said-i Nursi’nin, II. Abdülhamit’in emriyle bir süre akıl hastanesinde yattığını da hatırlatayım!
Said-i Nursi hem II. Abdülhamit döneminde, hem de DP ve Menderes döneminde zaman zaman baskı görmüş, sorgulanmıştır. Ancak nedense Başbakan Erdoğan, Said-i Nursi’nin sadece CHP ve İnönü döneminde baskı gördüğünü diline dolamıştır! 
“II. Abüdlhamit’i ve Menderes’i eleştirmek siyaseten işine gelmez de ondan!” dediğinizi duyar gibiyim!
Gözün kör olsun siyaset!
Sinan Meydan
Odatv.com
[1] “İlk kez açıkladığı Said-i Nursi Belgesi”, http://www.haber7.com/, 32 Şubat, 2014.
[2] Sinan Meydan, Başbakan Erdoğan’ın Tarih Tezlerine EL-CEVAP, 3. Bas., İnkılap Kitabevi, İstanbul, 2014, s. 706. (Bu konuda arşiv belgeleri EL-CEVAP’tadır).
[3] age, s. 706-707
[4] “Namaz kitabına Milli Şef yasağı”, Bugün, 3 Şubat 2012.
[5] Ayrıntılar için bkz. EL-CEVAP, s.705.
[6] Age, s. 702-703,705.
[7] Age, s. 703.
[8] Age, s. 705 (Arşiv belgesi EL-CEVAP’tadır).
[9] Age, s. 710-711 (Arşiv belgeleri ELCEVAP’ta).
[10] Ayrıntılar için bkz. EL-CEVAP, s. 360 vd, 712 vd.
[11] Şerif Mardin, Bediüzzaman Said Nursi Olayı, 4. Bas., İstanbul, 1994, s. 158-159
[12] Age, s. 159.
[13] BCA, Tarih: 4/9/1965, Sayı: 51976, Dosya: 529, Fon Kodu: 30..18.1.2, Yer No: 188.53..9.
[14] Bu konularda bkz. Sinan Meydan, Cumhuriyet Tarihi Yalanları, 2. Kitap,İnkılap Kitabevi, İstanbul, 2011.
[15] Mektubat, Yeni Asya Neşriyat, s.418.
[16] Mektubat, s.774.

6 Mart 2014 Perşembe

Çok tehlikeli hareketler bunlar! / Erdal Sarızeybek



AKP eliyle İstanbul Konstantinopolis'e doğru gidiyor...

Yeniçağ’ın haberine göre, PKK'nın birçok talebinin yanı sıra 'eş başkanlık' sistemini içeren "Demokratikleşme Paketi" Meclisten geçti, İmralı'nın önü açıldı…

Meclis Genel Kurulu'nda "demokratikleşme paketi" adı verilen yasa kabul edildi. Bu yasa ilepartilere üyelikle ilgili yasakların kaldırılmasıve "eş başkanlık" getirilmesi "teröristbaşı Abdullah Öcalan da bir partiye üye olabilir" tartışmalarını da beraber getirdi.

Dün Meclis'ten geçen yasada şunlar yer alıyor. 
Siyasi partiler, tüzüklerinde yer almak ve iki kişiden fazla olmamak kaydıyla eş genel başkanlık sistemini uygulayabilecek.

Yani?
Üyelikle ilgili bir yasaklama kalmadığına göre, İmralı’daki mahkum BDP’ye üye olup Eş Başkan daha seçilebilecek…

Siyasi partiler ve adaylar tarafından yapılacak her türlü propaganda, Türkçe'nin yanısıra farklı dil ve lehçelerde de yapılabilecek…

Yani?
Doğu ve Güneydoğu’da artık Kürtçe öne çıkarılıp Türkçe kullanılmayacak…
Peşinden Ermenice ve Rumca gelecek…

Özel Öğretim Kurumları Kanunu hükümlerine tabi olmak üzere, Türk vatandaşlarının günlük yaşamlarında geleneksel olarak kullandıkları farklı dil ve lehçelerle eğitim ve öğretim yapmak amacıyla, özel okul açılabilecek.

Yani?
Doğu ve Güneydoğu’da hızla okullar açılacak ve Kürtçe/Ermenice/Rumca eğitim ve öğretim yapılarak anayasada yazan “resmi dil Türkçe” hükmü yok sayılacak…

Dil, ırk, milliyet, renk, cinsiyet, engellilik, siyasi düşünce, felsefi inanç, din veya mezhep farklılığından kaynaklanan nefret nedeniyle; Bir kişiye kamuya arz edilmiş olan bir taşınır veya taşınmaz malın satılmasını, devrini veya kiraya verilmesini, Bir kişinin kamuya arz edilmiş belli bir hizmetten yararlanmasını, Bir kişinin işe alınmasını, Bir kişinin olağan bir ekonomik etkinlikte bulunmasını engelleyen kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılacak.

Yani?
Yani PKK siyasetçileri Doğu ve Güneydoğu’da at koştururken, Batı’da at koşturmasını engelleyen olursa, hapse atılacak!

* Köyler eski isimlerini alabilecek.

Yani?
Anadolu haritasını alıp baktığımızda, ne kadar Rum ve Ermeni ismi varsa göreceğiz ama Türkçe’ye çok az rastlayacağız.

Ve sıra İstanbul’a gelecek, eski ad dediğimizde Konstantinopolis karşımıza çıkacak…
Ardından Ayasofya…
Ardından Heybeliada Ruhban Okulu…
Ardından Ekümenik Konstantinopolis Rum Patriği…
Ve derken Bizans!

* Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanunun koyduğu yasaklara veya yükümlülüklere aykırı hareket edenlere iki aydan altı aya kadar hapis cezası verilmesini düzenleyen Türk Ceza Kanununun 222'nci maddesi, yürürlükten kaldırılıyor.

Yani?
Türkçe yerine yerel yönetimlerde Kürtçe, Rumca, Ermenice artık yazı dili olabilecek…

Yani?
Kısacası Anadolu Bizans oluyor…
Türk Milleti izin verirse eğer!

Erdal Sarızeybek
Açıklama: https://mail.google.com/mail/u/0/images/cleardot.gif

5 Mart 2014 Çarşamba

Federasyonun Kaldırım Taşları!/ Figen ÖZEN


 2014 yılı seçim ve/veya seçimlerin,  yapılacağı bir yıl olarak öngörülmektedir. Türk milleti kurtuluşu seçim sandığında arayacak ve sandıktan galip çıkan siyasi partinin genel başkanı “Milli irade tecelli etti.” diyecektir.
Acaba? Milli irade gerçekten tecelli edecek midir? 1946’dan bu yana millet hep aynı “ninni” ile uyutulmaktadır.
Her şeyden önce şu gerçeği saptamamız gerekmektedir.
Biz ne seçiyor ne de seçiliyoruz… Biz sadece parti genel başkanlarının atadığı kişilere oy veriyoruz. Sandık müsameresinin sonuçları
 milli iradeyi yansıtmamaktadır.
30/Mart/2014’te yerel seçimler yapılacaktır. Ve Türk milleti sandığa koşacak, büyük bir çoğunluğu tüzüğünü okumadığı, programını bilmediği ancak sempati duyduğu partinin adayına oy verecektir. Bu değişmez bir gerçektir.
Ancak yerel seçimlerde “EVET”le mühürlediğimiz oy pusulalarının, hangi kaldırım taşlarını döşediğini de bilmek zorundayız.
Bu yasa yapılmak istenen, Türkiye’nin idari sistemindeki temelin yıkılmasıdır. Eyaletleşmenin adımlarından sadece biri olan bu yasadan önce Türkiye,  küresel çetelerin emriyle çıkarılan yasalarla başkanlık sisteminin alt yapısını hazırlayan eyaletleşmeye doğru adım, adım  iteklenmiştir.
Türkiye’nin üniter yapısını sarsacak en önemli adım “Bütünşehir Yasası” ile atılmış ve büyük efendiye verilen söz yerine getirilmiştir.
 Nedir o söz?
AK KİTAP/Sayfa 8: “Partimiz merkeziyetçi idareden uzaklaşmayı öngörmektedir.”
Bütünşehir Yasası, “İDARİ FEDERALİZM”in alt yapısını hazırlayarak, bu sistemin temel taşlarını döşemiştir. Bu yasanın hedefi, “Başkanlık” sistemi için olmazsa olmaz bir şartın oluşturulmasıdır. İdari Federalizm!
30/Mart’ta  hangi partiye mensup olurlarsa, olsun seçilecek Bütünşehir Belediye Başkanları, neredeyse ABD eyalet valilerinin yetkilerine sahip olacaklardır. Devletin valileri bulundukları şehirlerde “Protokol memuru” görevini yerine getireceklerdir.
 Bunun yanı sıra Başbakan Erdoğan valilerin de seçimle gelebileceğini söylemiştir. (22/Kasım/2012)
Ayrıca yasanın görünmeyen yüzünde son derece dikkat çekici bir tehlike sırasını beklemektedir. Bilindiği gibi Jandarma Genel Komutanlığı Yasası’nın 10.Maddesi’ne göre;
“Jandarmanın genel olarak görev ve sorumluluk alanı; polis  görev sahası dışı olup bu alanlar, il ilçe belediyeleri haricinde kalan  veya polis teşkilatı bulunmayan yerlerdir.”
Ancak Bütünşehir Yasası ile il sınırları ile belediye sınırlarının birleşmesiyle; köylerin,  beldelerin hükmü şahsiyeti ortadan kalkacaktır. Böylelikle o bölgeler doğrudan doğruya polis görev sahasına devredilecektir.
Artık Jandarma pasivize edilecek, Diyarbakır, Van, Şanlıurfa dahil bütün büyükşehirlerde görevi sona erecektir.30/Mart’tan sonra yasa gereği, jandarmanın görev bölgelerini derhal terk edip, polise teslim etmesi gerekecektir.
Ayrıca il-ilçe emniyet müdürlerine bu yasa ile verilen yetki son derece düşündürücüdür. Eğer emniyet müdürleri ister ve gerekli görürlerse, mevcut jandarma alay komutanlıklarını tasfiye edebileceklerdir.
Bu yetki; TSK’ya yapılan saldırılara açık bir örnektir.
BDP’li bölücüler açıkça”30 Mart’tan sonra özerkliğimizi ilan edeceğiz” demektedirler. Bu söylem bölünmenin işaretidir.
Diğer taraftan ortalıkta ses kayıtları, yolsuzluk ve rüşvet görüntüleri dolaşmaktadır. Muhalefet ve iletişim ağında paylaşım yapanlar mal bulmuş mağribi örneği, önlerine atılan bu yemi yutmuş görünmektedirler.
Bazıları ise sempati duydukları partinin adayının fotoğrafını yayımlamakta, “Atatürkçü adaylara oy verelim.” çığırtkanlığı yapmaktadırlar.
 Diğer taraftan takım tutar gibi parti tutanlar, yek  diğerine “Tu-kaka” diyerek, oy toplamaya çalışmaktadırlar.
Ama hiç kimse, bu ses kayıtlarının ve görüntülerin çıkış zamanını sorgulamamaktadır. Feodal beyliklere dönüştürülen büyükşehir belediyeleri ile, Türkiye eyaletleştirilmiştir.
Ne yazık ki Türkiye’nin ve Türk milletinin gündeminde sadece yolsuzluk vardır. TBMM’de sabaha karşı çıkarılan bir torba yasa ile seçim çalışmalarında başka dillerin kullanılmasının, özel okullarda Kürtçe eğitim yapılmasının , köylere Süryanice, Kürtçe, Ermenice isimler verilmesinin önü açılmıştır.  
Hal böyle iken biz sadece kimin ne konuştuğu, villalar, sıfırlanan paralarla uğraşıyoruz. Yoksulunun pazardan artık sebzeleri toplayarak bebelerinin karnını doyurduğu bu ülke bir vakitler “Ben bir gün çok zengin olursam, bilin ki bu para haramdır.” diyen bir siyasetçi tarafından yönetilmektedir. Sbn. Başbakan;  bugün dünyanın en zengin siyasetçileri arasında 8. Sıradadır.
Yani görünen köy kılavuz istememektedir.
Federasyonun kaldırım taşları döşenmektedir. Yolsuzluk kayıtları gerçek tehlikenin kara çarşafıdır.

3 Mart 2014 Pazartesi

“Üçe Kapatılan” Üç Devrim Yasası / Nazım Mutlu



“Üçe Kapatılan” Üç Devrim Yasası / Nazım Mutlu

Yaygın adıyla “Üç Devrim Yasası” olarak bilinen 429 Sayılı Şer’iye ve Evkaf ile Erkan-ı Harbiye Vekâletlerinin Kaldırılması, 430 Sayılı Öğrenim Birliği (Tevhid-i Tedrisat), 431 Sayılı Halifeliğin Kaldırılması ve Osmanlı Hanedanının Türkiye Cumhuriyeti Sınırları Dışına Çıkarılması Yasalarının 90. yılındayız.
90 yıl önceki TBMM ile bugünkü TBMM arasındaki temel farkı, bu ve benzer yasa örneklerinden anlamak olasıdır: Türkiye’nin eğitimle, bilimle, sanatla aydınlanması için yol açıcı Devrim yasalarını çıkaran TBMM; yine Türkiye’nin dincilikle, hurafeyle, gericiliğin saltanatını özelleştirmelerle pekiştiren TBMM…
Yaklaşık çeyrek yüzyıllık “Tam Bağımsızlık” temelinde gelişen Halkçı, Aydınlanmacı atılımlara karşı, yaklaşık 65 yıldır Emperyalizme tam bağımlılık temelinde bugüne dek sürdürülen özelleştirmeci, karartmacı Karşıdevrim girişimlerinin ülkeyi getirdiği uçurum, artık daha belirginleşmiştir.
Söz konusu Devrim yasalarının getirdiği laik eğitim kurumları, çok partili siyasal yaşamda sürekli iktidar olan ve birbirinin ardılı olan, bir sonrakinin bir öncekinden devraldığı kirli mirasa eklediği yeni geri adımlarla bugünkü iktidarın “444 Yasası” diye adlandırdığı medreseci, hilafetçi biat kurallarını kökleştirmeyi amaçlayan kurumlara dönüştürülmüştür.
Özellikle 24 Ocak 1980 Kararları’nın siyasal-kültürel iklimini hazırlayan 12 Eylül 1980 darbesinin yarattığı bataklığın, bugüne uzanan iktidar güçlerinin palazlanmasında oynadığı rolü unutarak, 12 yıldır her alandaki “Tek Adam” yasaları, buyruk ve dayatmalarıyla sürdürülen sözde “İleri Demokrasi”yi anlamak güçleşir.
Kendilerinin “Ustalık Dönemi” olarak adlandırdıkları üçüncü beş yıllık iktidarlarının şu sıralarda her şeyiyle ortaya dökülen marifetler silsilesi, Üç Devrim Yasasının getirdiklerini, Başbakanın “üçe kapatma” buyruğuyla nasıl götürdüğü çok güzel anlatmaktadır.
 Hiçbir zaman gerçekleşmeyecek Osmanlıcılık heveslerini din ticaretiyle iç içe geçirerek Türkiye’ye örtmeye çalıştıkları sır perdesi artık bütünüyle sökülmüş, dikiş tutmaz noktaya gelmiştir.
Cumhuriyetin bütün ilerici atılımlarını, ekonomik ve kültürel değerlerini “üçe kapatarak” yalanla, “demokrasi” soslu ikiyüzlü politikalarla bitirmenin sarhoşluğunu yaşayanların bugün içine düştükleri zavallılık, artık Karşıdevrim döneminin bittiğine, 65 yıldan bu yana yok ettikleri bütün Devrimci değerlerin yükseleceğine işarettir.
Ülkemiz, tarihsel-ulusal birikimiyle, Atatürk’ü, Kuvayımilliye ruhunu kılavuz edinerek 90 yıl öncesinin bugüne ışık tutan yasalarına ve uygar yaşam yoluna yeniden girecektir. Ankara, 03.03.2014

Nazım Mutlu
Ulusal Eğitim Derneği
Genel Başkanı