27 Kasım 2013 Çarşamba

HİÇ KİMSE BİZİ APTAL YERİNE KOYAMAZ!/OSMAN TÜRKOĞUZ



BİR VATAN HAİNİMİZ:”DEVLETİN YARATTIĞI KÜRT SORUNU!”DİYEREK ULUMUŞ! Buyurunuz okuyunuz!
31 Aralık 2011.İHANETLER SÜRDÜKÇE!

                            HİÇ KİMSE BİZİ APTAL YERİNE KOYAMAZ!

Yeni Demokrasi Paketini Açıklayan AKP’Lİ Bay Mehmet Metiner: “Devletin yarattığı Kürt meselesini çözdük!” Buyurmuş!
Hadi canım sen de!
Siz; kendiniz için ayarlamış olduğunuz ballı ve börek yasasını bile çözemediniz! Kürt meselesini Devlet yarattı buyurmuşsunuz!
Devlet, sürekli ve durmadan kendisini yenileyen ve yönü de ileriye yönelik bir tüzel kişiliktir.
Osmanlıdaki Kürt meselesine ne buyurulur? Bilmiyorsanız buyurunuz, öğreniniz!
Yoksa bizi de ebleh yerine koyamazsınız.

                               Osmanlı Ve Cumhuriyet Dönemi Kürt İsyanları.—Alıntıdır--

”Türkiye Cumhuriyeti Devleti, artık Kürt sorunu diye bir sorunu tanıdığını Başbakanının ağzından açıklamıştır. Bu, Batı emperyalizmi ve onun güdümündeki Kürt ayrılıkçıları için önemli bir başarıdır.
Ulusal Kurtuluş Savaşımızın başlangıcındaki Kürt isyanlarından bugüne Ankara’ya Kürt sorununu tanıması için baskı yapılmaktadır. 1920 yılından 1938’e kadar gerçekleşen ondokuz Kürt isyanının ve 1978’den bugüne yaşanan PKK terörünün hedefi aynıdır: Türk Devletine bir Kürt sorunu kabul ettirip, Türkiye Cumhuriyeti topraklarının parçalanması.
Atatürk döneminde Kürt isyanları en sert şekilde bastırıldı. Sorun Kürt sorunu olarak değil, İngiliz ve Fransızların Türk Milleti ve devletini parçalamak için yaptığı kışkırtmalar ve aşiret düzeni olarak ele alındı.
1980 sonrası yaşanan PKK terörü de Kürt sorunu olarak ele alınmadı ve sorun askerî açıdan çözüldü. Ancak AB ve ABD’nin baskılarıyla zayıf düşen Türk Devleti artık terörden ayrı olarak bir Kürt sorunu tanımaktadır.
Mütareke döneminden bugüne kadar emperyalizmin Ortadoğu’da planı değişmemiştir: Bölgede ajan bir Kürt devleti kurdurarak Türk, Arap ve Fars uluslarını parçalamak. Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi Kürt isyanlarının ortak özelliği, yabancı devletlerin Türk Devletini zayıf düşürmek için bu isyanları desteklemesi ya da bizzat organize etmesidir. İkincisi, şehirleşememiş Kürt kitlelerin uluslaşma sürecine direnen aşiret şeyhleri ve beylerinin güdümüyle hareket etmeleridir.
Osmanlı Döneminde Kürt İsyanları:
1800’lerden itibaren Osmanlı İmparatorluğu’nda 30 civarında Kürt ayaklanması olmuştur. Bunların tamamına yakını aşiret beylerinin devlet otoritesiyle egemenlik paylaşımı mücadelesinin sonucudur. Bu yüzden isyanların milli bir karakterinin olduğunu söyleyemeyiz. Ancak Batılı dinî ve siyasî misyonerlerin 1850’lerden itibaren Kürtlerin yaşadığı bölgelerde yaptığı faaliyetler sonucu, bu hareketlerde Kürtlük öğesinin de kullanılmaya başlandığını görüyoruz.
Osmanlı İmparatorluğu Kürtlere bir çeşit özerk beylikler verilmişti. Aşiret düzeni içinde yaşayan bu topluluklar dinsel yönden Sünnî, Şafiî ve Alevî olmak üzere üçe ayrılmışlardı. Osmanlı, Sünnî ve Şafiî Kürtlerle ilişkileri iyi tutmaya gayret etmiştir. II. Abdülhamit, bu Kürtlerden Hamidiye Alaylarını kurarak Ermenilere karşı kullanmıştır. Bu alayları İstanbul’da açılan, beş yıllık hizmet veren “Aşiret Mektepleri” izlemiştir. II. Abdülhamit bu okullarda kendisine bağlı Kürt asker ve sivil bürokratları yetiştirmiştir. Buraya alınan çocukların tamamı aşiret reisi, bey ve ağaların çocuklarıydı. Buralarda yetişen çocuklar ileride Kürt isyanlarının başında yer alacaklardır.

1. Babanzade Abdurrahman Paşa İsyanı (1806–1808, Süleymaniye)
2. Babanzade Ahmet Paşa İsyanı (1812, Süleymaniye)
3. Zaza Aşiretleri İsyanı (1818–1820, Dersim)
4. Revaduz Yezidi İsyanı (1830–1833, Hakkari ve çevresi)
5. Mir Muhammet İsyanı (1832–1833, Soran)
6. Kör Mehmet Paşa İsyanı (1830–1833, Erbil, Musul, Şirvan)
7. Garzan İsyanı (1839, Diyarbakır)
8. Bedirhan Bey İsyanı (1843–1847, Hakkari ve çevresi)
9. Yezdan İzzettin Şer İsyanı (1855, Bitlis)
10. Bedirhan Osman Paşa İsyanı (1877–1878, Cizre ve Midyat)
11. Şeyh Ubeydullah İsyanı (1880, Hakkari, Şemdinli)
12. Emin Ali Bedirhan İsyanı (1889, Erzincan)
13. Bedirhani Halil ve Ali Remo İsyanı (1912, Mardin)
14. Molla Selim ve Şeyh Şehabettin İsyanı (1913–1914, Bitlis)

Cumhuriyet Döneminde İsyanlar

Cumhuriyetin ilanından 1984’e kadar 18 Kürt ayaklanması çıktı. Bu ayaklanmalar tarih sırasına göre şöyledir:

1. Nasturi (1924),
2. Şeyh Sait (1925),
3. Raçkıtan ve Raman (1925),
4. Sason (1925),
5. Ağrı (1926),
6. Koçuşağı (1926),
7. Mutki (1927),
8. İkinci Ağrı (1927),
9. Bicar (1927),
10. Asi Resul (1929),
11. Tendürük (1929),
12. Savur (1930),
13. Zeylan (1930),
14. Oramar (1930),
15. Üçüncü Ağrı (1930),
16. Pülümür (1930),
17. Dersim (1937–1938
18-PKK BÖLÜCÜ İHANETİ(1984--)2002’den sonra Devşirme ve Dönme dölleriyle daha da şiddetli!





26 Kasım 2013 Salı

ANTİK ÇAĞDAN BİR EŞEK ÖYKÜSÜ



Antik Yunan döneminde (MÖ 620-560 yılları arasında) Ege’de yaşayan
ünlü masalcı Ezop’un iki bin altı yüz yıldır canlılığını yitirmeyen öyküsü:
Hikáye bu ya…
Bir inek, bir beygir, bir eşek, etrafa dağılıp
insanların ne yaptıklarını öğrenmeye
ve üç yıl sonra buluşmaya karar verirler…
Her biri başka yöne gider.
Aradan üç uzun yıl geçtikten sonra buluşma yerine önce inek ve beygir gelir…
İkisi de perişan bir halde, zayıflamış, dişleri dökülmüş,
kamburları çıkmış, adeta çökmüştür.
Beygir merakla sorar:
‘Nedir bu halin inek kardeş?’
İnek acıklı bir şekilde içini çekerek anlatır:
‘Sorma beygir kardeş… Bu insanlar çok merhametsiz…
Beni durmadan birbirlerine sattılar. Alan sütümü sağdı.
Bir inek daha bulup onu yanıma koyarak bizi çifte koştular, aç bıraktılar.
Canımı zor kurtardım be kardeş.’
Beygir de acı acı başını sallayarak anlatır:
‘Ah, sorma… Benim de ağzıma bir demir parçası geçirdiler,
ağzımı açamadım. Üzerime bindiler, ses çıkaramadım.
Biri indi, öbürü bindi!
Binmedikleri zamanlar zincire vurdular.
Belim çöküp de onları taşıyamaz bir hale geldiğinde
arkama kocaman bir araba bağladılar.
Bu sefer birçoğunu yeniden taşımaya başladım.
Ben onları taşıdıkça, daha hızlı gitmem için kırbaçladılar.
Canımı zor kurtardım inek kardeş.’
İnek ve beygir böyle konuşurken uzaktan eşek görünür.
Hayli neşelidir. Islık çala çala, taşlara tekme ata ata,
hoplaya zıplaya gelir.
Mutludur. Üstelik şişmanlamıştır.
Tüyleri pırıl pırıl parlamakta, gözlerinin içi gülmektedir.
Üzerinde lacivert takımlar vardır.
İnek ile beygir şaşırmış bir şekilde,
‘Nedir bu halin? Neler oldu?
Neden böyle zevkten dört köşesin?’
diye sorarlar.
Eşek keyifli bir şekilde anlatır:
‘Sizden ayrıldıktan sonra uzakta bir memlekete vardım.
Birisi yukarı çıkmış bağırıyor, bağırdıkça insanlar onu alkışlıyordu.
Ben de yüksekçe bir yere çıkıp bağırdım.
Benim bağırmamı bilirsiniz, yeri göğü inletirim.
Sesimi duyan benim yanıma koştu, duyan duymayana haber verdi,
etrafım insanla doldu. Onlar geldikçe ben daha çok bağırdım.
Haktan, hukuktan, refahtan, adaletten filan bahsettim…’
‘Eee, sonra ne oldu?’
‘Ne olacak beni başkan seçtiler!’
‘Deme yahu.. Yani sen başkan mı oldun?’
‘Evet… Bir şey yapmama gerek kalmadı.
Ben bağırdıkça onlar ‘Seninle gurur duyuyoruz’diye alkışladılar.
Ben de yedim ve bağırdım, yedim ve bağırdım!’
‘Pekiii, senin eşek olduğunu anlamadılar mı yahu?’
‘Valla, yarısı anladı ama diğer yarısına anlatamadı.
Naci Kaptan [Cumhuriyetdede@NaciKaptan.com]

Anaların Ağlamasını İsteyen Şerefsizler… / Yılmaz DİKBAŞ




Anaların Ağlamasını İsteyen Şerefsizler…

Önce bir gazete haberini okuyalım:

Ünlü sanatçı İbrahim Tatlıses, çözüm sürecine verdiği destekten ötürü bazı kişilerin ‘Tatlıses ürünlerini almayın’ kampanyası başlattıklarını belirterek,

“Belli ki bu şerefsizler, anaların ağlamasını isteyen şerefsizlerdir” dedi.

Şimdi gelin, gerçekte şerefsizler kimlermiş bir bakalım.

16 Kasım 2013 Cumartesi günü Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, yanında eski aşiret reisi Barzani, Diyarbakır’da “Kürdistan”ı ilan etti. Yapılan gösteri sırasında İbrahim Tatlıses, Kürt şarkıcı Şivan Perver’le düet yaptı.

Peki, Şivan Perver kim?

Terör örgütü PKK’nın yıllarca İsveç’te propagandasını yapmış, Türk düşmanı bir Kürtçüdür. Şu sözleri İsveç’te yayan kişidir:

“Terörist olan Türkiye devletidir!”

“Allah kahretsin Türk dilini başımızdan def edelim!”


Öyleyse rahatlıkla şunu söyleyebiliriz: Kürt Şivan Perver, binlerce Türk askerini şehit eden, terör örgütü PKK’nın yandaşıdır. Yani anaların ağlamasına neden olan şerefsizlerden biridir!

Peki, İbrahim Tatlıses’i nasıl bilirsiniz?

Gelin bu sorunun cevabını, terör örgütü PKK’nın elebaşı Abdullah Öcalan’dan dinleyelim.

İmralı’da onu ilk sorgulayan Jandarma Albay Hasan Atillâ Uğur soruyor:

“Ülkemizde PKK terör örgütünü maddi olarak kimler desteklediler?”

Terörist elebaşı Abdullah Öcalan cevap veriyor:

“İbrahim Tatlıses’in Tatlı Turizm’inin İstanbul bağlantılı gönüllü yardımlarını gördük.”

“Tabii özellikle bazı sanatçılar MED TV’de programlara çıktılar, Ferhat Tunç, Ahmet Kaya, Şivan Perver bizimdir. Daha önce ifade ettiğim gibi İbrahim Tatlıses maddi yardımlarda bulunmuştur.”


Yoruma hiç gerek yok.

İbrahim Tatlıses, terör örgütü PKK’ya gönüllü olarak maddi yardımda bulunmuştur.

İbrahim Tatlıses, Türkiye’de kazandığı paraları terör örgütü PKK’ya göndermiş. PKK da bu paralarla mayın almış, silah almış, kurşun almış ve binlerce askerimizi ve sivil vatandaşımızı öldürmüş! Ölen Türklerin anaları da ağlamış!

Özetleyebiliriz:

İbrahim Tatlıses, Türk analarının ağlamasına neden olmuş şerefsizlerden biridir!

Belli ki, Şivan Perver ve İbrahim Tatlıses gibi şerefsizler, şimdi kendilerini barış havarileri gibi yutturmaya çalışıyorlar.

Çabaları boşadır.

Türkler, yalnız dış düşmanlarını değil, içerideki düşmanlarını da artık çok iyi biliyorlar, tanıyorlar…


Yılmaz DİKBAŞ
23 Kasım 2013
dikbas@kalinka.com.tr
http://www.kalinka.com.tr
http://www.dikbas.tv


 1  Star Gazete, 23 Kasım 2013
 2  Yılmaz Dikbaş, “Türk Milletine Suikast”, Togan Yayınları, Aralık 2013 (Yayımlanmak üzere)

Çözümsüzlüklerin Payandası Olamayız



BASIN AÇIKLAMASI
(Eğitim Üzerinde Arsızlık ve Utanmazlıkla Sürdürülen Tartışma, Dershane Sorunu Değildir)
AKP’nin,  Eğitimi akıl ve bilimden, Kemalist özünden uzaklaştırarak, piyasacı ve gerici bir yapılanmaya dönüştürme çabası [2007-2013] 9. Kalkınma Programında "Eğitim sisteminin geliştirilmesi' başlığında şöyle yer almıştı: "599. Ortaöğretim ve yükseköğretime hazırlık dershanelerinin özel okullara dönüştürülmesine yönelik teşvikler sağlanacaktır." Yani eğitim, devlet olanakları kullanılarak özelleştirilecektir.
4+4+4 ucubesi ile ülkenin temeline etkisi çok yüksek bir dinamit yerleştiren AKP iktidarı “Dershaneler” tartışması ile eğitim sistemini “toplu intihara” sürüklemektedir.
Dershane tartışması; eğitimin her kademesinin özelleştirilmesi, eğitim kurumlarının ticari işletmelere dönüştürülmesi demektir. Eğitimin özelleştirilmesi; öncelikle yoksul, dar gelirli emekçi ve köylü çocuklarının okul bahçeleri, sınıflar yerine ucuz işgücü olarak fabrika kapılarına, ağaların topraklarında marabalığa, kız çocuklarının evlere kapatılmasının önünün devlet eliyle açılmasıdır.
Eğitimin özelleştirilmesi okulların, üreten, tasarlayan, araştıran, yorumlayan insanlar yetiştirmesi yerine, Laik Cumhuriyet düşmanı dinci faşizme ve bölücülüğe militan üreten, siyasal İslam’ın arka bahçelerine dönüştürülmesidir.
Diğer yandan dershane tartışmaları,  zaten akıl bilimden yoksunlaştırılmış eğitimin, olabildiğince paralı hale getirilmesi amacıyla, yasalardaki her türlü ayak bağının temizlenmesi tartışmasıdır.
Bu tartışmada,  Türk devriminin, Cumhuriyet tarihinin bütün karşıdevrimci geleneğinin mirasçısı AKP ve Fethullah Gülen çetesinin birinin yanında saf tutan bir anlayışın varacağı son nokta, ortaçağ artığı şeyhlerden birinin ayağına yüz sürerek Türk devrimine ihanet, dinci yapılanmanın kürekçiliğine razı olmaktır.
Biz biliyoruz ki, İşbirlikçi, piyasacı ve gerici zihniyetin elinde bir yandan cehalete, öte yandan ucuz işgücü üretim mekanizmasına dönüştürülen eğitim üzerinde arsızlık ve utanmazlıkla sürdürülen tartışma dershane sorunu değildir.
 Sorun, geniş halk yığınlarının devlet şemsiyesinden yoksunlaştırılması, ulusun devletsizleştirilmesidir. Sorun, bu projenin en yaşamsal ayağı olan eğitim alanının bir avuç emperyalistin ve işbirlikçinin, kârına kâr kattığı, toplumun İslamcı bağnazların yağma ve hırsızlıklarına buyun eğdiği bir sistemin yaşama geçirilmesidir. Sorun, gelecek kuşakların köklerinden koparılması, hem vatanına ve en çok da kendine yabancılaştırılması sorunudur.
Tam da bu nedenlerle, İslamcı bağnazlığın, yobaz kafanın, referansını İslam’dan alan zevatın çözüm adıyla önümüze koyduğu çözümsüzlüklerin payandası olamayız.
Bizim tavrımız açık, net ve yasal gerekçelere dayanır. Yürürlükte olan anayasanın 42. Maddesinin “Kimse, eğitim ve öğretim haklarından yoksun bırakılamaz” hükmü yerine getirilmelidir.  Eğitim ve öğrenimin tüm aşamaları parasız olmalı ve devlet tarafından sağlanmalıdır. Bunun için vakıf/özel üniversiteler dâhil, bütün okullar devletleştirilmelidir. Tüm yurttaşlara parasız ve eşit eğitim “bir lütuf” değil, bir hak olarak verilmelidir.
Böylece, büyük bir çoğunluğu gerici örgütlenmelerin, cemaatlere adam devşirmenin payandası olan dershane adıyla açılan kurumlar sorunu da kendiliğinden çözümlenmiş olacaktır.
YÖNETİM KURULU ADINA:                                                                                                           Mahmut ÖZYÜREK       
ULUSAL EĞİTİM DERNEĞİ
ISPARTA ŞUBE BAŞKANI

19 Kasım 2013 Salı

ISPARTA ULUSAL GÜÇ BİRLİĞİ BASIN AÇIKLAMASI



"16 Kasım 2013 te  Başbakan tarafından; şehitlerimizin kanları “Kürdistan’a” feda edilmiştir"


 “İngilizlerin kışkırtması ve desteğiyle 1925’te Türkiye Cumhuriyetine karşı Kürtçü isyan başlatan Şeyh Sait’in torunları, 16 Kasım 2013 te, bu kez Amerikan patentli bir senaryo gereğince, cumhuriyet yıkıcılığını, İhanet Şovunu Diyarbakır’da sahneye sürmüşlerdir.
1920 de ABD Başkanı Wilson tarafından çizilen “Kürdistan” haritasını gerçeğe dönüştürmek için, Kurtuluş Savaşında ve Cumhuriyet döneminde şeriatçılar ve Kürtçü çeteler 17 kez isyan çıkarmışlardı.
16 Kasım 2013 te, bir kez daha, başrolü babasının izindeki peşmerge artığı Barzani’nin oynadığı,  Türkiye Cumhuriyeti başbakanının finansörlüğünü ve yönetmenliğini yaptığı, ABD’nin İsrail’in desteğiyle yürütülen bu günün Sevr’i, olan BOP oyunu,  sahneye sürülmüştür.
16 Kasım 2013 te Türk halkı; evlatlarının kanlarının “Kürdistan’a feda edildiğini” ibret ve dehşetle tanık oldu. Diyarbakır’da sahnelenen “ihanet şovu”, Türkiye’nin bölünme sürecinin “cebren ve hile ile” iktidarı ele geçiren başbakan tarafından fiilen yürütüldüğünün gözler önüne serilmesidir.
“Ne Lozan, ne Duvar bizi ayıramayacak” yazılı pankartlar eşliğinde konuşan başbakan, bu pankartların kendine verdiği cesaretle   “Biz o eski Türkiye dönemini artık kapattık. Yeni Türkiye özüyle, ruhuyla kucaklaşan bir Türkiye’dir” diyerek, ABD’nin İsrail’in desteğiyle yürüttüğü Büyük Ortadoğu projesinin gereğini yerine getirmiş, TC Devletine kafa tutan ihanet cephesine destek vererek, Sevr’in kapısını sonuna kadar açmıştır.

  Başbakanın her ihanet açılımında saldırdığı ”eski Türkiye”, Kuruluş felsefesini Mustafa Kemal Atatürk’ün belirlediği, sınırları mürekkeple değil, kanla çizilmiş olan Türkiye’dir. “Yeni Türkiye” ise; felsefesini CIA’nin ünlü Türkiye uzmanı Graham Fuller’in belirlediği, ABD ve İsrail tarafından içimizdeki ihanet şebekelerine tebliğ edilen ihanet planının adıdır.

Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş değerlerini “Kürdistan”a feda eden, milli olan ne varsa gözü dönmüş işgalci ruhuyla yıkan, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Başbakanlık makamını Peşmerge eşkıyası ile iki tane uyuşturucu müptelası, terör destekçisi türkücü seviyesine indirenler Türkiye Cumhuriyetinin başbakanı olamaz, olmamalıdır.
“Diyarbakır’ı bir yıldız yapmak, bir merkez yapmak için” uğraşanlar, Türkiye Cumhuriyetine “H’astir” çekenlerle kucaklaşanlar, Türk ulusuna, kanla, irfanla kurulan TÜRKİYE Cumhuriyeti‘ne düşmanlık edenlerden, mutlaka ama mutlaka hesap sorulacaktır.
Bu ihanet erbabı, “onursuzluk” ve “teslimiyetçilikte”; hizmet ettiği İngilizleri bile şaşırtan, kafasında “İngilizlere sığınmak dışında” başka hiçbir kurtuluş seçeneği olmayan Vahdettin’i bile geride bırakmışlardır.

Türkiye’yi bölüp parçalamak için emperyalizmin kullandığı Kürt kartının piyonları, terörist bölücü PERVERlere  “onursuzluk” ve “teslimiyetçilikte” sınır tanımayan aymazlara hatırlatırız; bu ihanet yanlarına kalmayacaktır.
Hainlerle, işgal güçleri ile işbirliği yapanlar ihaneti perdeleme yarışına giren kalemşorlar tıpkı Vahdettin’ler, Damat Ferit'ler, Ali Kemaller gibi kendi hazin sonlarını hazırlamaktadırlar
Komutanları da teslim alınsa, ordusu da dağıtılsa bu millet, Kurtuluş Savaşında olduğu gibi Kuva-i Milliye ruhu ile ayağa kalkmasını da, “İstiklal Mahkemeleri”  kurmasını da… Çok iyi bilir…


GÜÇ BİRLİĞİ BİLEŞENLERİ ADINA:
O. MÜMTAZ ÇAPÇI

1.      Demokratik Sol Parti Isparta İl Örgütü
2.      İşçi Partisi Isparta İl Örgüt 
3.      Eğitim- İş Isparta Şubesi 
4.      Alevi Kltr.Dern. Isparta Şubesi 
5.      Türkiye Emekli Astsubaylar Derneği Isparta Şubesi 
6.      TÜRKİYE Gençlik Birliği Isparta Şubesi 
7.      Y.Kuşak Köy Enst. Dern. Isparta Şubesi 
8.      Ulusal Eğitim Derneği Isparta Şubesi




18 Kasım 2013 Pazartesi

İRTİCA


HANIMEFENDİ, HANGİ DEVLETİN MANDASINI İSTERDİNİZ?



Birgül AYMAN GÜLER
CHP İzmir Milletvekili

İlerici, özgürlükçü, eşitlikçi, barışçı ve demokrasici, vb. vb... BDP’nin Eşbaşkanı Gülten Kışanak önemli bilgiler veriyor ve davetiyeler çıkarıyor. Yer Almanya, Berlin. Zaman ise Tatlısesli Erdoğan – Şivanlı Barzani buluşması günü. 15 Kasım 2013

Bilgiler şunlar:
1. Çözüm sürecinin birinci aşamasında “izleme grubu” üzerinde mutabakat sağlanmış; “akil insanlar heyeti” bu anlayışla kurulmuş. Ne var ki Hükümet bu heyeti, “mutabakata aykırı olarak" kamuoyu çalışması gibi yansıtmış ve süreçte eksiklik yaratmış.

2. “Çözüm sürecinde bir yıldır gözlemci konusu” konuşuluyormuş. İmralı görüşmelerinde bu konu gündeme getirilmiş. Son bir aydır süreç tıkanmış.

Davetiye ise mandacılığa:
Gülten Kışanak “süreçte demek ki bir problem var. Bir hakem lazım. Buna bir üçüncü göz lazım. Bunun kaçınılmaz olduğu kanıtlanmıştır” diyor.

Oslo müzakerelerinde, bir İngiliz’in masada hakem olduğunu duymuştuk. 15 Kasım 2013 günlü Tatlısesli Erdoğan – Şivanlı Barzani buluşmasının ardında da bir ‘üçüncü göz’ olduğu sırıtıp durdu. Gülten Kışanak bu gerçekleri açığa çıkaralım diyor.

Sözlerinin devamı, kendisini de hareketini de tarihe geçirecek cinsten:
"Bu aşamada doğrudan bir devlet adı söyleyemeyiz. Biz bunu istiyoruz. Bunu yapacak bir ülkenin çıkmasını bekliyoruz. Ayrıca bu tür mekanizmalar masanın her iki tarafının oluru ile devreye giriyor. Her iki tarafın kabul edeceği 3. bir taraf lazım"... “Kışanak, batılı ülkelerden birinin sürece dahil edilerek sürecin sağlıklı işleyebilmesi için mekanizmaların eksiksiz kurulabileceğine inandığını kaydetti.” http://www.radikal.com.tr/turkiye/kisanak_surec_tikandi_ucuncu_goz_lazim-1161151 
İlerici, özgürlükçü, barışçı..... BDP'nin kadın başkanı açıktan açığa, emperyalist Batı merkezlerinin kendilerini koruma, kollama, kullanma şiddetini artırmalarını istediğini ilan ediyor. ‘Gizlice yapmayın, gizlenmenize gerek yok, bizim işbirlikçiliğimiz açık, haydi gelin, mandacılığınızı açıktan kurun artık’ diyor.
Kendi ülkesinde yabancı yönetimini istemekte, güttüğü amaçlar için emperyalizmin kollarına atılmakta, ‘manda istiyorum’ demekte hiç sorun görmeyen bu kadın başkan, emperyalizme açık davetiyle tarihte hangi başlığa ait olduğunu kendisi belirlemiş durumda.

Manda davetiyesine CHP imzası eklemek?
Hadi diyelim ki, bu kişi bu sözlerle kendisinin ve siyasetinin değerini ortaya koydu, kendileri için ayıp! Ne var ki konuşan barış ve demokrasi başkanı burada durmuyor. Bu emperyalizmin mandacılığına davetiye çıkaran kişi, bir de içinde yuvarlandığı onursuzluğa CHP’yi katmaya gayret ediyor.

Özellikle CHP'nin Kürt sorunu konusunda daha evrensel siyaset izleyen bir parti haline gelmesi gerektiği”ni buyuruyor. Yani, Kürt sorunu konusunda evrensel siyaset dediği “emperyalist siyaset”e yolladığı davetiyeye CHP olarak bizim de adımızı eklemeye çalışıyor.
Bu öyle hayret verici bir özgüven ki, böylesine ancak kendini bilmezlik denebilir!

Ama bir dakika!... Kışanak bu sözleri için belki CHP yönetiminde olup kişisel işlere girişen kimi kişilerin gayretlerinden cesaret alıyor olabilir. Gerçekten de, örneğin, CHP'yi bu işe ortak etmek isteyen bir Sezgin Tanrıkulu araştırma önergesi verilmiş ve AKP ile BDP buna sahip çıkmışlardır. Ancak herkes bilir ki, CHP bu önergeyi TBMM Genel Kurulu'nda tüm halkın gözleri önünde geri çekerek Tanrıkulu'nun ortaklık gayretini boşa çıkarmıştır. Eğer Kışanak'ın cesareti bu tip gayretlerden kaynaklanıyorsa, aynı gayretlerin CHP bünyesi tarafından nasıl boşa çıkarıldığına da dikkat etmesi gerekir.

İki gözü de kapalı; üçüncü gözü ise hiç olmamış!
Kışanak, üçüncü göz olsun diye mandacılığı çağırıyor. Ama kendisinin iki gözü kapanmış. Besbelli ki “üçüncü gözü” de hiç olmamış.

Olsaydı, “kadim efendilerimiz, biz Irak'taki kuzey yönetiminden hiç de aşağı kalmayız; siz daha istemeden biz her hizmete varız” yalvarmalarının ‘mazlum milletler’ tarihindeki anlamını görebilirdi. Ve görebilse, işbirlikçiliğini böyle bir arsızlıkla gözler önüne sermezdi. 

Emperyalizmin hizmetinde olanlar, tarihte hep gericiliğin; teslimiyet ve esaretin; haksız savaş dalgalarının içinde boğuldular. Madem böyle bir davetiyeye sahiptir, o halde barış ile demokrasi, BDP'nin yalnızca adındadır; yakışıksız bir yama gibi... [17 Kasım 2013]