9 Mayıs 2018 Çarşamba

KAMU BİNALARI DA SATILIYOR


Satılacak devlet işletmesi kalmayınca, Maliye Bakanlığı, geçmişte ve günümüzde örneği olmayan bir işe girişti. Kamu mülklerinin, devlet binaları dâhil, listesini çıkardı ve satılmaları için Hazine Müsteşarlığı’na gönderdi. Ankara ve İstanbul’daki toplam 22 devlet binasına, 15,5 milyar lira değer biçildi. Satışa çıkarılan kamu binaları arasında Başkent Ankara’nın simge yapılarından biri olan Milli Kütüphane binası bile var. Bu tarihi yapının satış fiyatı, 336 milyon lira olarak belirlendi. Satılacak kamu binalarının bazılarının adları ve fiyatları şöyle: Ankara Valiliği 234 milyon TL, Maliye Bakanlığı (2 bina) 850 milyon TL, Tarım Bakanlığı 819 milyon TL, Milli Eğitim Bakanlığı 209 milyon TL, Tarım Bakanlığı (AOÇ) 349 milyon TL, Vergi Denetim Kurulu 252 milyon 438 bin 29 TL.

“Çöpüne Kadar Satmak”

Maliye Bakanı Naci Ağbal, 13 Mart 2018 günü Meclis’te, son 15 yıl içinde satılan kamu mal ve işletmelerinin sayısını açıkladı. Açıklamaya göre; 101 sanayi kuruluşu 10 liman, 90 elektrik santrali, 40 işletme, 11 otel/sosyal tesis, 3 bin 703 taşınmaz, 37 maden sahası, 3 gemi, 6 bin 808 makine-teçhizat, 155 adet isim hakkı, marka ve araç muayene hizmeti elden çıkarılmış.1
Bakan’ın açıklamasına göre, 15 yıl içinde toplam olarak 10 958 kamu malı satılmış. Satılanlar dışında ve son iki yıl içinde aralarında; THY, Ziraat Bankası, TPAO, ÇAYKUR, Halk Bankası, PTT, TÜRKSAT gibi elde kalan 32 büyük işletme; ‘Varlık Fonu’ adı verilen bir anonim şirkete devredilmişti.

Sıra Binalarda

Satılacak devlet işletmesi kalmayınca, Maliye Bakanlığı, geçmişte ve günümüzde örneği olmayan bir işe girişti. Kamu mülklerinin, devlet binaları dâhil, listesini çıkardı ve satılmaları için Hazine Müsteşarlığı’na gönderdi. Ankara ve İstanbul’daki toplam 22 devlet binasına, 15,5 milyar lira değer biçildi.
Satışa çıkarılan kamu binaları arasında Başkent Ankara’nın simge yapılarından biri olan Milli Kütüphane binası bile var. Bu tarihi yapının satış fiyatı, 336 milyon lira olarak belirlendi. Satılacak kamu binalarının bazılarının adları ve fiyatları şöyle: Ankara Valiliği 234 milyon TL, Maliye Bakanlığı (2 bina) 850 milyon TL, Tarım Bakanlığı 819 milyon TL, Milli Eğitim Bakanlığı 209 milyon TL, Tarım Bakanlığı (AOÇ): 349 milyon TL, Vergi Denetim Kurulu 252 milyon 438 bin 29 TL.2
Satış listesine alınan devletin en pahalı mülkü, Ankara’nın merkezinde yer alan ve içinde Atatürk Kültür Merkezi’nin bulunduğu arsadır. Kültür Bakanlığı’na ait bu arsanın, 732 dönümünün satış bedeli 8 milyar 814 milyon 216 bin lira.3

Satış Yöntemi

Binaların ‘Sukuk’ adı verilen ‘İslami finans’ yoluyla satılacağı açıklandı. Sermaye Piyasası Kurumu; sukuku; “faizin yasak olduğu İslam dünyasında, faizsiz İslami yatırım araçları piyasasının temeli” biçiminde tanımlıyor. Görünüşte, faizden kaçınma uygulaması olarak getirilen bu Orta Çağ Arap uygulaması, gerçekte ne faizden kaçıyor ne de gelirden vazgeçiyor. Kendini kandıran bir yöntemle faizi dolaylı olarak meşrulaştırıyor.

Sukuk Nedir

Sukuk alıcısı, aldığı malın mülkiyetine sahip oluyor ve tam tasarruf hakkı kazanıyor. Aldığı malı, dilediği gibi kullanıyor. Satabiliyor, işletebiliyor, kirasından ve her türlü gelirinden yararlanıyor. Böylece faiz geliri elde etmemiş oluyor!
Sukuk, oluşturulan sertifikalar (bir kimsenin niteliğini ya da kendisine verilmiş olan bir hakkı belirten resmi belge) aracılığıyla, bina mülkiyetinin parası olanlara aktarıldığı bir süreç. Bu süreç, uzun vadeli taksitli alacakların paraya dönüştürülmesinden başka bir şey değil. İngilizler buna ‘securitization’ diyor. Securitization işleyişinin, doğal olarak ‘haram’! olan faiz geliriyle bir derdi yok ama sukukçular bunu kullanmakta bir sakınca görmüyorlar.

Vergiden Muaf

Satış İşlemlerini yürütmek için, Hazine Müsteşarlığı’na bağlı ‘Kamu Varlıkları Yönetimi AŞ’ adında bir şirket kurulacak. Çalışan sayısı 5’i geçmeyecek bu şirket, kamu taşınmazlarının kira işlemlerini takip edecek. İlgili bakan, gerek gördüğünde, bu takibi, bağımsız gayrimenkul ekspertiz şirketlerine yaptırabilecek.
Sukuk sertifikaları ve bu kapsamda çıkarılacak kâğıtlar; Kurumlar Vergisi haricinde her türlü vergi, resim, harç, fon ve diğer mali yükümlülüklerden muaf olacak. Menkul Kıymet veya Gelir Ortaklığı Senedi biçiminde düzenlenecek tahvillerde; otoyol, köprü ya da baraj gibi altyapı yatırımlarının satışı da yapılabilecek. Baraj, otoyol ya da köprünün gelirleri dikkate alınarak hazırlanacak olan tahviller, kâr-zarar sistemine göre satılacak.4

Devlet Kendi Ülkesinde Kiracı

Hazine Müsteşarlığı, ‘Kira Sertifikası’ ve ‘Gayrimenkul Ortaklığı Senedi’ adını verdiği uygulama taslaklarını Başbakanlığa yolladı. Taslağa göre, devlet kendi ülkesinde ve kendi binasında kiracı haline gelecek. Bina, arsa, otoyol, köprü ve baraj gibi gayrimenkuller, çıkarılacak sukuk sertifikaları ve yatırım ortaklığı senetleri ile Araplara satılacak. Böylece, ‘körfez sermayesi’, ‘faiz günahından arındırılmış’! kazançlarla, Türkiye’den devlet binaları alıp devlete kiraya verecek. Hesap bu.  İlk aşamada 1 milyar TL’lik kâğıt çıkarılması planlanıyor.
Hazine Müsteşarlığı tarafından hazırlanan çalışmaya göre, devlet kuruluşları her yıl oturduğu bina için belirli miktarda kira ödeyecek. Binaya bir kira bedeli belirlenecek ve bu bedel miktarında kira sertifikası çıkarılacak. Devlet bu bedeli ödeyecek.

Kent Arsaları, Turistik Araziler

Para toplama peşine düşen Maliye Bakanlığı, ‘vergi dışı gelirler artımı’ adını verdiği uygulamayla, çok değerli şehir içi arsalar da satacak. Satışlar, Özelleştirme İdaresi tarafından hızla satışa sunulacak ve devlet mülkiyetindeki değerli kent içi arsalar elden çıkarılacak. Hazine Müsteşarlığı, Ankara, İstanbul ve İzmir başta olmak üzere, değişik kentlerde tam 1667 değerli arsa saptamış.
Satılacak araziler içine, Varlık Fonu’na aktarılan ve sahil kesimlerinde turistik niteliğe sahip 2 milyon metrekare değerli arazi de ekleniyor. Bu araziler, ‘proje geliştiren yatırımcılara uygun teklif vermeleri durumunda’  satılabilecek.
Metin Aydoğan

DİPNOTLAR

1       https://tr.sputniknews.com/ekonomi/201803131032604761-maliye-naci-agbal-ozellestirilen-kurumlar/
2       https://www.sozcu.com.tr/2015/gundem/sata-sata-doymadilar-840645/
3       https://www.sozcu.com.tr/2015/gundem/sata-sata-doymadilar-840645/
4       http://www.yapi.com.tr/haberler/devlet-gayrimenkulunu-korfez-ulkelerine-satacak-kendi-binasinda-kiraci-olacak_65062.html

ŞİNANAY


Başbakanlığı döneminde Recep Tayyip Erdoğan, 2012 yılında, Ankara’da Atatürk Çiftliği arazisinde bir inşaat başlattı.
2015 yılında inşaatı biten binanın, Cumhurbaşkanlığı resmi konutu olduğu duyuruldu.
Konuta, türlü adlar yakıştırıldı: Ak Saray, Beyaz Saray, Kaçak Saray, Cumhurun Evi, Beştepe Külliyesi...
En sonunda Cumhurbaşkanı Külliyesi adında karar kılındı.

Değerli Dostlar,

Cumhurbaşkanlığı Külliyesi ile ilgili medyada birçok haber yazıldı, çizildi, söylendi. İşte, bunların başlıcaları:

• İngiltere Kraliyet sarayı Buckingham Sarayı’ndan dört kat büyüktür.
• Fransızların cumhurbaşkanlığı konutu Elysee Sarayı’ndan 25 misli büyüktür.
• Maliye Bakanı söyledi: “Sarayın inşaatı için toplam 1 milyar 370 milyon lira harcandı.”
• Sarayın aylık gideri, 21 milyon TL. Bu para, en düşük (asgari) ücretle çalışan 13 bin emekçinin bir aylık gelirine eşit.
• Sarayda, 702’si memur, 246’sı sözleşmeli olmak üzere toplam 948 kişi çalışmaktadır.
• Sarayın 1.000 (bin) odası vardır.
• Recep Tayyip Erdoğan açıkladı: “ 1.000 odalı değil! Yanlış biliyorsunuz. 1.150 (bin yüz elli) küsur odası var.”
• Tüm odaları teker teker gezmek 3,5 sene sürüyor.
• CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu “Saray’ın tuvaletlerindeki klozetler altın kaplamadır” dedi. Konu mahkemeye taşındı.
• Odalara ayrı ayrı isimler verilmiş: Nahcivan Eyaleti, Tiflis Eyaleti, Habeş Eyaleti, Adana Eyaleti, Anadolu Eyaleti, Bosna Eyaleti, Bağdat Eyaleti, Abhazya Eyaleti, Ahıska Eyaleti, Dağıstan Eyaleti…

Değerli Dostlar,
Sarayla ilgili hemen hemen her şey konuşulup yazıldı, bir konu hariç!
1.150 küsur odada kimler oturuyordu?
Bu konuda hiçbir yazar, hiçbir yetkili hiçbir bilgi vermedi.
İşte, bu soruyu kendi kendime sorarken, dudaklarımdan bir türkünün sözleri döküldü.
Kendisini pek sevmediğim Sezen Aksu’nun, sözlerini Melih Cevdet Anday’ın yazdığı, çok hoşuma giden şu türküsü:

“Lüküs kamarada kimler oturur.
Müslümanı, Yahudi si, Urumu
Sporcusu, ihtiyarı, veremi
Şinanay da yavrum şina şinanay
Şinanay da şinanay hoppa şinanay”

Resmen verilen bilgilere göre, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 36 başdanışmanı varmış.
Her başdanışmana 5 oda verseler, eder 180 oda.
1.150 odadan 180 odayı çıkarırsak, geriye 970 oda kalır.
Sarayın 702’si memur, 246’sı sözleşmeli toplam 948 elemanını da her odada 2 kişi olarak yerleştirsek, onlara da toplam 474 oda verilmesi gerekir.
970 odadan 474 odayı da çıkaralım, geriye 496 oda kalır.
Peki, bu odalarda kimler oturur?

Haydi, hep beraber:

“Lüküs kamarada kimler oturur.
Müslümanı, Yahudi si, Urumu
Sporcusu, ihtiyarı, veremi
Şinanay da yavrum şina şinanay
Şinanay da şinanay hoppa şinanay”

Değerli Dostlar,

Türkü şen şakrak, ama sorumuza yanıt bulmaya yetmiyor.
Doğru yanıta erişmek için 27 Nisan 2018 tarihinde, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı’na şu yazılı başvuruda bulundum.
İşte başvurumun metni:

“Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı bünyesinde 2002-Nisan 2018 sürecinde yabancı ülke vatandaşı, başka bir ülke vatandaşı olan yabancı danışmanlar görevlendirilmiş midir, halen görevli olanlar bulunmakta mıdır? Bu kişiler kimlerdir? Saygılarımla,


Yılmaz Dikbaş
Yüksek Kimya Mühendisi
Araştırmacı Yazar”

Kitaplarımı, makalelerimi okuyanlar, konferanslarımı dinlemiş olanlar ve videolarımı izlemiş olanlar, çok sağlam belgelere ve kaynaklara dayanmadan hiçbir bilgi sunmadığımı çok iyi bilirler.
Sarayın 1.150 odasında da kimler oturduğunu öğrenebileceğim en sağlam kaynak elbette Cumhurbaşkanlığının kendisi olacaktı.
Oradan gelecek bilgilere dayanarak halkımızı haberdar edecektim.
Gelecek cevabı gerçekten merak ediyordum.
1.150 küsur odada kimler oturuyordu?
Sarayın odalarında yabancı danışmanlar, görevli yabancı kişiler var mıydı?
Bu soruları, uçakta bile yanında olan gazetecilerden hiçbiri sorup öğrenmemişti! Ya da öğrenmiş ama halkımıza duyurmamışlardı!

Değerli Dostlar,

Yazılı başvuruma, 4 Mayıs 2018 tarihinde, Cumhurbaşkanlığı Halkla İlişkiler Başkanlığı’ndan cevap geldi.
İşte, cevap:

“Sayın YILMAZ DİKBAŞ,
Başvuru Numaranız: 3128898
Sayın İlgili;
4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu kapsamında elektronik posta yoluyla ilettiğiniz dilekçeniz alınmıştır.
4982 sayılı Kanunun 25. maddesinde yer verilen, " Kurum ve kuruluşların, kamuoyunu ilgilendirmeyen ve sadece kendi personeli ile kurum içi uygulamalarına ilişkin düzenlemeler hakkındaki bilgi veya belgeler, bilgi edinme hakkının kapsamı dışındadır. Ancak, söz konusu düzenlemeden etkilenen kurum çalışanlarının bilgi edinme hakları saklıdır." hükmü gereğince talebiniz anılan Kanun kapsamına girmemektedir.
Bilginizi rica ederiz.
Cumhurbaşkanlığı Halkla İlişkiler Başkanlığı”
Değerli Dostlar,

Cumhurbaşkanlığının ilgili birimi bana, hepimizin anlayacağı dilden şunu demek istiyordu:
Öğrenmek istediğin konu, kamuoyunu yani halkı ilgilendirmiyor!
Öğrenmek istediğin konu seni de etkilemiyor, yani seni de ilgilendirmiyor!
Bu nedenle sana, sorduğun sorunun cevabını veremeyiz!
Nasıl, beğendiniz mi?
Vergi veren bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, bir araştırmacı yazar olarak, Cumhurbaşkanlığı beni muhatap kabul etmiyordu!
Oysa sorduğum çok basit, çok yalın bir soruydu: 1.150 küsur odalı Sarayda, yabancı danışmanlar, yabancı görevliler de var mıydı?
Evet ya da Hayır!
Bu, bir devlet sırrı olabilir miydi?

Değerli Dostlar,

Peki, Sarayın 1.150 küsur odasında kimler oturduğunu ben nasıl öğrenecektim?
Haydi, yine hep beraber:

“Lüküs kamarada kimler oturur.
Müslümanı, Yahudi si, Urumu
Sporcusu, ihtiyarı, veremi

Şinanay da yavrum şinay şinanay
Şinanay da şinanay hoppa şinanay.”

Değerli Dostlar,

Sarayın 1.150 küsur odasında kimler oturduğunu, Cumhurbaşkanlığı söylemeyince, önümde ister isteme tek bir seçenek kaldı: Varsayımlarda bulunmak, tahminler yürütmek.
Ancak hemen uyarıyorum: Şimdi yapacağım varsayımları, tahminleri sakın sağlam veriler olarak kabul etmeyiniz!
Yapacağım varsayım ve tahminlerin tamamı gerçek dışı olabilir.
Bu varsayım ve tahminlerimden dolayı umarım beni kabahatli bulmaz, beni bu durumda bırakanları kınarsınız.
İşte, Sarayın 1.150 küsur odasında kimler olacağına dair varsayımlarım, tahminlerim:

• 25 Ocak 2004 tarihinde, Recep Tayyip Erdoğan Amerika’da ünlü Siyonist Yahudi örgütü ‘Amerikan Yahudi Kongresi’nden (Jewish American Congress-AJC) “Cesur Kişiler” (Profiles in Courage) ödülü aldı. Minnet borcu olarak Recep Tayyip Erdoğan, Sarayda bazı odaları bu Siyonist Yahudi örgütüne ayırmış olabilir mi?
• 11 Haziran 2005 tarihinde NewYork’ta, ünlü Siyonist Yahudi örgütü ‘İftira ve Karalama Karşıtları Birliği’ (Anti Defamation League), Recep Tayyip Erdoğan’a “Şefkat Gösterme Cesareti” (Courage to Care) ödülünü verdi. Vefalı Recep Tayyip Erdoğan, bu Siyonist Yahudi örgütüne de Sarayda bazı odaları tahsis etmiş olamaz mı?
• Amerika’da, ‘Ulusal Güvenlik Konularında Çalışan Yahudi Enstitüsü’ (Jewish Institute for National Security Affairs-JINSA) adında güçlü bir Siyonist Yahudi örgütü bulunmaktadır. Bu örgüt, yalnız Recep Tayyip Erdoğan’a değil, eski cumhurbaşkanı Abdullah Gül, eski genelkurmay başkanı Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı, eski ikinci genelkurmay başkanı Orgeneral Çevik Bir ve eski başbakanlardan Mesut Yılmaz’a da “Üstün Hizmet Madalyası” verdi. Türkiye’nin asker-sivil en üst yöneticilerini verdiği madalyalarla şereflendirmiş bu Siyonist Yahudi örgüte de, kadir kıymet bilir Recep Erdoğan, acaba Sarayda birkaç oda ayırmış mıdır? Bu örgütün üst düzey yöneticileri, her Türkiye’ye gelişinde, Ankara’da CHP milletvekili İlhan Kesici’nin evinde konuk olmaktadır. Recep Tayyip Erdoğan, bu örgütün üst düzey yöneticilerine Sarayda yer ayırmakla konuk severliğini göstermiş olamaz mı?
• 1.150 odalı sarayın bazı odalarının da CIA’nın elemanlarına verilmiş olmasının yadırganacak bir yanı olabilir mi? Çünkü buna benzer bir durumla, 27 Mayıs 1960 askeri darbesinin güçlü albayı Alpaslan Türkeş karşılaşmıştı. Darbeden hemen sonra İçişleri Bakanlığı’nın odalarını gezerken bir odada Amerikalıları görmüş, bu adamların burada ne işi var diye sorduğunda, onların CIA elemanları olduğunu öğrenmişti.

Değerli Dostlar,

Görüyor musunuz elde sağlam belge ve kaynak olmayınca ister istemez böylesi varsayımlarda, tahminlerde bulunma zorunda kaldım.
En iyisi gelin, hep beraber o şen şakrak türküyü söyleyelim:

“Lüküs kamarada kimler oturur
Müslümanı, Yahudi si, Urumu
Sporcusu, ihtiyarı, veremi

Şinanay da yavrum şina şinanay
Şinanay da şinanay hoppa şinanay”

Yılmaz Dikbaş
9 Mayıs 2018, Çarşamba
0532 233 31 52

19 Nisan 2018 Perşembe

O koltuk boş kalsa bile sizin oturmanızdan daha iyidir


Şöyle diyordu; “Ben burada olmasam ne yapacaktım? Gidip Öğretmenevinde taş oynayacaktım. Arkadaşlar “gel Partinin İl Başkanı seni yapalım” dediler. Bende  “oyun oynayacağıma partide olurum daha iyi” dedim. Teklif edilen CHP il başkanlığını kabul ettim.”
Bu sözler şu andaki CHP il başkanının.  Yani adam öğretmenevindeki “oyun” keyfinden! büyük bir fedakârlık göstererek vazgeçmiş! Onun yerine gelmiş parti il başkanlığını kabul buyurmuş! Daha ne istiyorsunuz?
Peki, bu zat kendine sormuş mu?
Ø Benim CHP konusunda bilgi birikimim nedir?
Ø İl Başkanlığı gibi bir sorumluluğu omuzlayabilecek donanım, birikim, deneyimim var mı?
Ø Parti politikalarını, eylem ve etkinliklerini yaşama geçirme yeteneğim, bilincim var mı?
Ø En önemlisi öğretmenevinde oyun karesi kurduğum kadro ile parti yönetilir mi?
Kendine bu sorulardan hiç birini sorduğunu sanmıyorum. Onun ölçütü zamanı oyun oynayarak mı, yoksa partide il başkancılığı oynayarak mı geçirmek.
Değerli Dostlar?
İktidara aday, Ana muhalefet partisinin il başkanlığına aday olmuşsanız,
Öncelikle Partinin kuruluşundan bu güne politikaları, ülkenin ekonomik, sosyal, siyasal tarihi, Partinin diğer partilerle ayrıştığı ve birleştiği konularda yeterli donanım, bilgi birikiminizin olması gerekli ve hatta zorunludur.
Yeter mi? Yetmez!
Bu bilgileri zamana, ortama ve koşullara göre yeniden ve yeniden üretebilme yeteneklerine sahip olmalısınız.
Yeter mi? Yetmez!
Bu birikim ve donanımı bilince dönüştürmeniz, yani bilgi birikimini ne zaman, nerede, kimlerle, nasıl kullanacağınızı özümsemiş olmanız gerek,
Yeter mi? Yetmez!
İlkeli, tutarlı, kararlı ve inançlı olmanız gerek.
Yeter mi? Yetmez!
Bu bilincin halka taşınmasının yol ve yöntemlerini bulma, uygulama beceri ve yetisine de sahip olmalısınız.
Eğer bunlardan yoksunsanız, partinin sıradan üyesi kadar bile Kemalist düşünceden nasibinizi almamışsanız,
Rakip partinin belediye başkanına “Geçtiğimiz seçimlerde en iyi siz olduğunuz için sizi destekledik”
Türk Eğitim Devriminin Dünyaya örnek eğitim kurumu olan Köy Enstitülerine “İÇKİCİ VE KUMARCI yetiştiriyordu” diyebilirsiniz.
Mevcut CHP il Başkanına hatırlatayım. CHP İl başkanlığı “Ölü evinin yasçısı, düğün evinin dansçısı” Sarıgül’ün uyduruk bilmem ne hareketi değildir.. CHP temellerini Mustafa Kemal Atatürk’ün devrimciliğinden alan bir partidir.  Bu nedenle sizin gibilerin “dön baba dönelim” dümenini içine sindirmez, geldiğiniz oyun masalarına geri gönderir.
Sağa sola çamur atmayı bırak, hiç değilse varsa biraz erdemlilik gösterip “özür” dilemesini bari becerin. Yok, olmuyorsa o koltuğu boşaltın. Boş kalsa bile sizin oturmanızdan daha iyidir.
Mahmut ÖZYÜREK


16 Mart 2018 Cuma

ABDÜLHAMİT AHLÂKI



Değerli dostlar; 
Saygın Araştırmacı Yılmaz Dikbaş’ın her zamanki gibi belgelere dayalı yazısını yayımlarken, kendisinden özür dileyerek şaşırtıcı benzerliklerle ilgili küçük birkaç not eklemeliyim.
1.  1870-1911 yılları arasında toplam 238 maden imtiyazından (ayrıcalıklarından) 107'si Türklere, 67'si azınlıklara ve 109'u yabancılara verilmişti. 1912 yılına gelindiğinde; Türklerin sektördeki payı %23’e azınlıkların ki %5’e düşmüş, yabancıların ki ise %72’ye çıkmıştı.
2.  Sultan 2. Abdülhamit döneminde Osmanlı Devleti demiryolu yapımını gerçekleştirecek mali ve ekonomik yapıya sahip değildi. Bu sebeple demiryolu yapım ve işletilmesi bir imtiyaz olarak yabancı şirketlere verilmiştir. Böyle olunca da Osmanlı demiryollarını kendi çıkarlarına göre değil, aralarında önemli rekabet olan emperyalist devletlerin ekonomik, siyasi, hatta askeri çıkarlarına göre şekillenmiştir. Yani demiryollarının maden yataklarının bulunduğu yörelerden geçmesi için kıvrımlı bükümlü olarak şekillenmiş, ayrıca demiryollarının sağında ve solunda 20 – 50 Km. genişliğinde arazi ihaleyi alan şirketin kullanımına açılmıştır.
3.   Osmanlı demiryolu politikasının belirlenmesinde bir etkende dış borçlar olmuştur. Osmanlı Hükümeti ya borç karşılığında bir imtiyaz vermiş ya da borç istediğinde yeni bir imtiyaz isteği ile karşılaşmıştır.
4.   Demiryolu sözleşmelerinde Osmanlı Hükümeti, ihaleyi alan şirketlere kilometre garantileri vermekteydi. Buna göre, yabancı şirketin kilometre başına elde edeceği kar belli bir düzeye ulaşmazsa, aradaki fark devlet bütçesinden ödenecekti. İhaleyi verenle – alan arasındaki rüşvet trafiği ise günümüzde ihalelerde alınıp - verilen rüşvet trafiği ile şaşırtıcı benzerliği dikkatinize sunmak isterim.  (Günümüzde İstanbul’da yaptırılan köprüler ve Şehir Hastaneleri aynı yöntemle ihaleye çıkarılmaktadır)
5.  Sultan 2. Abdülhamit döneminde, İtalya, Düyun-u Umumiye İdaresinden aldığı borçlarla Osmanlı imparatorluğuna karşı Trablusgarp Savaşını finanse etmiştir. Bunun anlamı Türk halkının ödediği vergilerle Türk halkına karşı savaş yapılmıştır.
6.  Düyun-u Umumiye İdaresinde 1912 yılında Osmanlı Maliye İdaresinde çalışan personel sayısı 5.472 olduğu halde, Düyun-u Umumiye İdaresi’nde, 5.653’ü devamlı, 3.253’ü geçici olmak üzere, toplam 8.931 kişi çalışmakta idi.   Mahmut ÖZYÜREK
***

ABDÜLHAMİT AHLÂKI

Özgün belgelere dayanarak Osmanlı tarihini yazan Ord. Prof. Dr. Enver Ziya Karal anlatıyor:
Sultan 2. Abdülhamit’in baskı döneminde ahlâk bozukluğu, önceki devirlere göre çok daha yaygınlaşmıştı.
Kölelik ruhu, korku ve rüşvet bu duruma neden olan başlıca kaynaklardı.
Sultan 2. Abdülhamit döneminde esir ticareti desteklenerek uygulanıyordu.
Sultan 2. Abdülhamit, esirlik kurumunu savunurdu. Bunun nedeni, kölelik ruhundan hoşlanmasından, faydalanmasından ve bu ruhu baskı rejiminin zorunlu bir temeli olarak kabul etmesindendi.
Sultan 2. Abdülhamit, baskı otoritesinin yetişemediği dağlık bölgelerde yaşayan kişiler için de cehaleti zorunlu görmekteydi. Sultan 2. Abdülhamit’in kendisinin anlatmış olduğu şu olay bunun kanıtıdır: Bir gün Amerikan elçisi ile görüşürken, elçinin Amerika’daki kızıl derililerin uygarlaştırılmasına karşı olduğunu, bu nedenle de okutulmalarından yana olmayıp doğal halde bırakılmalarının daha yararlı olduğu fikirlerini dinler. Bunun üzerine Sultan Abdülhamit şöyle bir karar verir: Bizde de Arnavutlara, Kozan dağlarındaki dağlılara okul açmak boşunadır. Okullar, şehirler içindir. Dağlıların cesaretlerinden yararlanmak için duygusal davranarak onları elde etmeliyiz. Sultan 2. Abdülhamit, bu kararını uygulamış olduğunu övünerek anlatırdı.
Sultan 2. Abdülhamit insanları şöyle sınıflandırırdı: İnsanlar iki türdür. Birinci türden olanlar, çıkar sağlamak yoluyla elde edilebilirler. İkinci türden olanlar ise kendilerine iyi davranılarak ele geçirilebilirler. Maddi çıkara düşkün olanların hırsları, saltanatın kudreti ile doyurulur. Böyle bir düşkünlükleri olmayanların kalplerini kazanmaya zaten kendi karakterleri elverişlidir. Bunlardan farklı olarak, bu iki türün dışında kalanlardan kendisine gölge yapanların da sırası gelince hesapları görülür!
Böylece Sultan 2. Abdülhamit herkesi para ve makam ile satın alabileceğine, istisnaları da kaba kuvvet kullanarak haklayabileceğine inanmaktaydı.
Değerli Dostlar,

Sultan 2. Abdülhamit’in hayatı ve tahtı için duyduğu korku, bulaşıcı bir hastalık gibi toplumun temellerine kadar işlemiş ve ortada güven sağlayacak bir dayanak olmadığı için herkes canından bile kaygıya düşmüştür. Dönemin en büyük sadrazamlarından (başbakanlarından) olan Mithat Paşa, Sait Paşa ve Kâmil Paşa’nın, hayatlarını kurtarmak kaygısıyla yabancı elçiliklere ve konsolosluklara sığınmaları, bunlardan başka daha birçok devlet adamlarının ve hatta saray kadınlarının aynı çareye başvurmaları, korku ve güvensizliğin derecesini göstermeye yeterli örneklerdir.
Rüşvet Osmanlının önceki devirlerinde de kanıksanmış toplumsal bir hastalık olmasına rağmen, hiçbir zaman meşru görülmemişti.
Oysa Sultan 2. Abdülhamit, rüşveti geçmişten gelen bir kurum, hatta milli bir gelenek olarak kabul etmiştir. Rüşveti, bazı bahaneler öne sürerek doğal gösterip savunmuştur. Maaşlarını vaktinde alamayan küçük memurların rüşvet almalarında bir sakınca görmediğini ifade etmiştir.
Sultan 2. Abdülhamit’ten başlayan ve en küçük memura kadar uzanan rüşvet zincirinde, hiç kuşkusuz, herkes memuriyet derecesine göre rüşvetten yaralanır, ancak rüşvetten aslan payını saray, sadrazam ve vezirler(bakanlar) alırdı.
Osmanlı dış borçlarını ödeyemeyince 1881 yılında İstanbul’da kurulun Düyunu Umumiye (Genel Borçlar) kurumunun direktörlerinden biri şu olayı anlatmıştır: Devletin bir borçlanma işi ile ilgili olarak 1 milyon 300 bin liralık bir fatura çıkarılır. Gerçekte bunun ancak 200 bin lirası harcanmıştır. Geri kalan 300 bin lira saray ve vezirlere, 800 bin lirası da Sultan 2. Abdülhamit’in özel hazinesine rüşvet diye verilmiştir.
Sultan 2. Abdülhamit döneminde memur olmak için liyakat (yetenek, bilgi, deneyim, uygunluk) gerekli değildi. İltimas ve himaye karşılığında kişisel onur ve şereften ödün vermek ve mutlak itaat yeterliydi.
Sultan 2. Abdülhamit döneminde din, halkın ahlâkını yükseltmek için değil, yobazlığı kökleştirmek için bir siyasi araç olarak kullanılmıştır. Camilere hoca diye bazı sarıklı yobazlar dağıtılır, onların aracılığıyla halk ‘şarap içerseniz, zina ederseniz, namaz vaktini geçirirseniz cehenneme gidersiniz, orada şöyle yanar böyle işkence görürsünüz’ diye korkutulurdu. Amaç halkta korkuyu ve uysallığı sürdürmekti.
Okullardaki din dersleri de bu biçimde verilmekteydi. Böylece sözde din terbiyesiyle olgunlaştırılmak istenen halk, dinden imiş gibi gösterilen hurafe ve sahte inançlara yönlendirilir, kötü gelenek ve göreneklere bağlı kalması için elden gelen yapılırdı.

Değerli Dostlar,

Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, Osmanlı padişahlarına “ecdadım” der, onlarla övünür ve özellikle onlardan birini, Sultan 2. Abdülhamit’i kendisine “ROL MODEL” aldığını söyler.
Bu yazıyı okuduktan sonra, ülkemizin içinde bulunduğu koşulları hızla gözünüzün önünden geçirip Sultan 2. Abdülhamit dönemiyle karşılaştırınız.
Benzerlikler görüyor musunuz?

Yılmaz Dikbaş
15 Mart 2018, Perşembe
dikbas@kalinka.com.tr
0532 233 31 52

8 Mart 2018 Perşembe

BASIN AÇIKLAMASI “8 Mart Uluslararası Emekçi Kadınlar Günü”


Konu:8 Mart Uluslararası Emekçi Kadınlar Günü                                                                       08 Mart 2018   
BASIN AÇIKLAMASI
Bu gün  “8 Mart Uluslararası Emekçi Kadınlar Günü”. 8 Mart 1857’de ABD’de ağır çalışma koşulları, uzun iş günleri ve buna karşın çok düşük, evet, erkek işçilerden de düşük ücretlere karşı kadın dokuma işçilerinin ayağa kalkışı egemenlerin en vahşi saldırıları ile karşılaşmış ve direnişteki bir fabrikada çıkartılan yangında 129 kadın işçi yaşamını yitirmiştir. ABD’ de yakılarak katledilen dokuma işçisi kadınların anısına 8 Mart mücadele günü olarak kutlanıyor.

Dünyanın dört bir yanında kadınlar,  ABD’de yanan işçi kadınların küllerinden ANKA kuşları olarak yeniden ve milyonlar olarak dirilmişler ayağa kalkmışlar, aydınlık bir gelecek için mücadeleyi sürdürmüşlerdir.
Türkiye'de 8 Mart ilk kez 1921 yılında "Emekçi Kadınlar Günü" olarak kutlanmaya başlandı. Türk kadını Ülkesi bağımsız olmayan bir ulusun kadınlarının da özgür ve eşit olamayacağının ayırdındadır.  Bu nedenle Kurtuluş Savaşında erkeği ile omuz omuza cephedeki yerini almış, düşmana karşı silâhı ile savaşarak, cepheye mermi taşıyarak, yaralı askerleri tedavi ederek, silâh ve giyecek imal ederek, vatanın kurtuluşunda ve bu günlere ulaşmamızda hak sahibi olmuştur.
Dinci gericilik ve faşizm öncelikle ve mutlaka kadınları hedef alır. Dinci gericilik aynı zamanda kadın düşmanlığını üretir ve besler. Kadın erkeği baştan çıkaran yılan, cennetten kovulmasına sebep olan habis yaratık, erkeğin her türden arzularını yerine getiren bir mahlûktur.
 Toplumu tepeden tırnağa dinsel dogmalara dayalı bir zihniyetle yoğurmak amacında olan AKP iktidarı, ele geçirdiği devletin tüm kurumlarına dayanarak kadınlar üzerindeki baskıyı giderek yoğunlaştırıldı. Kadın hakları alanında elde edilen tüm kazanımlar siyasal iktidar eliyle çarpıtılmış, güdükleştirilmiş, dumura uğratılmıştır.
Kendisine 16 karılı, dinci softa II. Abdülhamit’i referans alan saltanat artığı iktidar ve yandaşları kadınlarımızın Cumhuriyetle elde ettiği tüm kazanımları birer birer yok ederken,  kadınları gericiliğin kurallarına mahkûm etmiştir.
Özellikle son 15 yılda kadınların toplumsal yaşamdan uzaklaştırılması amaçlı onlarca yasa çıkarıldı. 
 Anaokullarında başlatılan dinsel propaganda, örgün eğitimde müfredat değişiklikleri ve türban serbestisine yasal dayanaklar sağlandı. Eğitimde 4+4+4 ve diğer uygulamalarla kız çocuklarının varlığı sınırlandırıldı.
Diyanet kurumu üzerinden dine dayalı bir yaşam dikte edildi ve her türlü cemaat ve dinsel organizasyonlarla bu politikalar pekiştirildi.
Üretim sürecinin esnekleştirilmesi(esnek çalışma) kayıt dışı haline getirilmesi, gündelikçilik ve giderek yaygınlaşan taşeronlaştırılmış hizmet üretimi alanları ile ev eksenli çalışma ile kadınlar düşük ücretli güvencesiz, sendikasız işçilik depoları haline getirildi.
Böylece kadın emeği değersizleştirilmiş, sömürü ve baskılar ağırlaştırılmıştır. Bunların sonucu emekçi kadınlarımız tümüyle yoksullaştırılmış ve çaresiz bırakılmışlardır.  Bu durum kadın bedeninin metalaştırılması ve seks ticaretini neredeyse bir sektör olarak ortaya çıkmasına neden olmuştur.
Bizler bu gün ABD’ de yakılarak katledilen dokuma işçisi kadınların, kurtuluş savaşımızın kadın kahramanlarının ayak izlerine, deneyimlerine kendimizinkileri de katarak, yaşamın her alanında 1950’li yıllardan bu yana kaybettiğimiz hak ve kazanımlarımızı yeniden elde etmek ve dinci gericiliğin dayattığı esaretten kurtuluşumuz için bu mücadelemizi sürdürmeye kararlıyız.
Dinci gericilik önce kadınları hedef alıyorsa, inatla ve kararlılıkla emeğin, aydınlığın, özgürlüğün, eşitliğin Türkiye’sini kurmak, her tür gericiliği püskürtmek biz kadınların ellerinde. 1920’li yıllarda kadın-erkek omuz omuza emperyalizmi, dinci gericiliği nasıl yenilgiye uğratmışsak, bu gün yine aynı azim ve kararlılıkla karanlıkları aydınlığa çıkaracağız. Bu duygularla 8 Mart Uluslararası Emekçi Kadınlar Gününü kutluyoruz.


YÖNETİM KURULU ADINA:     
        Serpil YAVUZLAR                                                                                                                                                                                                                                                       Feray SELEK