16 Mart 2018 Cuma

ABDÜLHAMİT AHLÂKI



Değerli dostlar; 
Saygın Araştırmacı Yılmaz Dikbaş’ın her zamanki gibi belgelere dayalı yazısını yayımlarken, kendisinden özür dileyerek şaşırtıcı benzerliklerle ilgili küçük birkaç not eklemeliyim.
1.  1870-1911 yılları arasında toplam 238 maden imtiyazından (ayrıcalıklarından) 107'si Türklere, 67'si azınlıklara ve 109'u yabancılara verilmişti. 1912 yılına gelindiğinde; Türklerin sektördeki payı %23’e azınlıkların ki %5’e düşmüş, yabancıların ki ise %72’ye çıkmıştı.
2.  Sultan 2. Abdülhamit döneminde Osmanlı Devleti demiryolu yapımını gerçekleştirecek mali ve ekonomik yapıya sahip değildi. Bu sebeple demiryolu yapım ve işletilmesi bir imtiyaz olarak yabancı şirketlere verilmiştir. Böyle olunca da Osmanlı demiryollarını kendi çıkarlarına göre değil, aralarında önemli rekabet olan emperyalist devletlerin ekonomik, siyasi, hatta askeri çıkarlarına göre şekillenmiştir. Yani demiryollarının maden yataklarının bulunduğu yörelerden geçmesi için kıvrımlı bükümlü olarak şekillenmiş, ayrıca demiryollarının sağında ve solunda 20 – 50 Km. genişliğinde arazi ihaleyi alan şirketin kullanımına açılmıştır.
3.   Osmanlı demiryolu politikasının belirlenmesinde bir etkende dış borçlar olmuştur. Osmanlı Hükümeti ya borç karşılığında bir imtiyaz vermiş ya da borç istediğinde yeni bir imtiyaz isteği ile karşılaşmıştır.
4.   Demiryolu sözleşmelerinde Osmanlı Hükümeti, ihaleyi alan şirketlere kilometre garantileri vermekteydi. Buna göre, yabancı şirketin kilometre başına elde edeceği kar belli bir düzeye ulaşmazsa, aradaki fark devlet bütçesinden ödenecekti. İhaleyi verenle – alan arasındaki rüşvet trafiği ise günümüzde ihalelerde alınıp - verilen rüşvet trafiği ile şaşırtıcı benzerliği dikkatinize sunmak isterim.  (Günümüzde İstanbul’da yaptırılan köprüler ve Şehir Hastaneleri aynı yöntemle ihaleye çıkarılmaktadır)
5.  Sultan 2. Abdülhamit döneminde, İtalya, Düyun-u Umumiye İdaresinden aldığı borçlarla Osmanlı imparatorluğuna karşı Trablusgarp Savaşını finanse etmiştir. Bunun anlamı Türk halkının ödediği vergilerle Türk halkına karşı savaş yapılmıştır.
6.  Düyun-u Umumiye İdaresinde 1912 yılında Osmanlı Maliye İdaresinde çalışan personel sayısı 5.472 olduğu halde, Düyun-u Umumiye İdaresi’nde, 5.653’ü devamlı, 3.253’ü geçici olmak üzere, toplam 8.931 kişi çalışmakta idi.   Mahmut ÖZYÜREK
***

ABDÜLHAMİT AHLÂKI

Özgün belgelere dayanarak Osmanlı tarihini yazan Ord. Prof. Dr. Enver Ziya Karal anlatıyor:
Sultan 2. Abdülhamit’in baskı döneminde ahlâk bozukluğu, önceki devirlere göre çok daha yaygınlaşmıştı.
Kölelik ruhu, korku ve rüşvet bu duruma neden olan başlıca kaynaklardı.
Sultan 2. Abdülhamit döneminde esir ticareti desteklenerek uygulanıyordu.
Sultan 2. Abdülhamit, esirlik kurumunu savunurdu. Bunun nedeni, kölelik ruhundan hoşlanmasından, faydalanmasından ve bu ruhu baskı rejiminin zorunlu bir temeli olarak kabul etmesindendi.
Sultan 2. Abdülhamit, baskı otoritesinin yetişemediği dağlık bölgelerde yaşayan kişiler için de cehaleti zorunlu görmekteydi. Sultan 2. Abdülhamit’in kendisinin anlatmış olduğu şu olay bunun kanıtıdır: Bir gün Amerikan elçisi ile görüşürken, elçinin Amerika’daki kızıl derililerin uygarlaştırılmasına karşı olduğunu, bu nedenle de okutulmalarından yana olmayıp doğal halde bırakılmalarının daha yararlı olduğu fikirlerini dinler. Bunun üzerine Sultan Abdülhamit şöyle bir karar verir: Bizde de Arnavutlara, Kozan dağlarındaki dağlılara okul açmak boşunadır. Okullar, şehirler içindir. Dağlıların cesaretlerinden yararlanmak için duygusal davranarak onları elde etmeliyiz. Sultan 2. Abdülhamit, bu kararını uygulamış olduğunu övünerek anlatırdı.
Sultan 2. Abdülhamit insanları şöyle sınıflandırırdı: İnsanlar iki türdür. Birinci türden olanlar, çıkar sağlamak yoluyla elde edilebilirler. İkinci türden olanlar ise kendilerine iyi davranılarak ele geçirilebilirler. Maddi çıkara düşkün olanların hırsları, saltanatın kudreti ile doyurulur. Böyle bir düşkünlükleri olmayanların kalplerini kazanmaya zaten kendi karakterleri elverişlidir. Bunlardan farklı olarak, bu iki türün dışında kalanlardan kendisine gölge yapanların da sırası gelince hesapları görülür!
Böylece Sultan 2. Abdülhamit herkesi para ve makam ile satın alabileceğine, istisnaları da kaba kuvvet kullanarak haklayabileceğine inanmaktaydı.
Değerli Dostlar,

Sultan 2. Abdülhamit’in hayatı ve tahtı için duyduğu korku, bulaşıcı bir hastalık gibi toplumun temellerine kadar işlemiş ve ortada güven sağlayacak bir dayanak olmadığı için herkes canından bile kaygıya düşmüştür. Dönemin en büyük sadrazamlarından (başbakanlarından) olan Mithat Paşa, Sait Paşa ve Kâmil Paşa’nın, hayatlarını kurtarmak kaygısıyla yabancı elçiliklere ve konsolosluklara sığınmaları, bunlardan başka daha birçok devlet adamlarının ve hatta saray kadınlarının aynı çareye başvurmaları, korku ve güvensizliğin derecesini göstermeye yeterli örneklerdir.
Rüşvet Osmanlının önceki devirlerinde de kanıksanmış toplumsal bir hastalık olmasına rağmen, hiçbir zaman meşru görülmemişti.
Oysa Sultan 2. Abdülhamit, rüşveti geçmişten gelen bir kurum, hatta milli bir gelenek olarak kabul etmiştir. Rüşveti, bazı bahaneler öne sürerek doğal gösterip savunmuştur. Maaşlarını vaktinde alamayan küçük memurların rüşvet almalarında bir sakınca görmediğini ifade etmiştir.
Sultan 2. Abdülhamit’ten başlayan ve en küçük memura kadar uzanan rüşvet zincirinde, hiç kuşkusuz, herkes memuriyet derecesine göre rüşvetten yaralanır, ancak rüşvetten aslan payını saray, sadrazam ve vezirler(bakanlar) alırdı.
Osmanlı dış borçlarını ödeyemeyince 1881 yılında İstanbul’da kurulun Düyunu Umumiye (Genel Borçlar) kurumunun direktörlerinden biri şu olayı anlatmıştır: Devletin bir borçlanma işi ile ilgili olarak 1 milyon 300 bin liralık bir fatura çıkarılır. Gerçekte bunun ancak 200 bin lirası harcanmıştır. Geri kalan 300 bin lira saray ve vezirlere, 800 bin lirası da Sultan 2. Abdülhamit’in özel hazinesine rüşvet diye verilmiştir.
Sultan 2. Abdülhamit döneminde memur olmak için liyakat (yetenek, bilgi, deneyim, uygunluk) gerekli değildi. İltimas ve himaye karşılığında kişisel onur ve şereften ödün vermek ve mutlak itaat yeterliydi.
Sultan 2. Abdülhamit döneminde din, halkın ahlâkını yükseltmek için değil, yobazlığı kökleştirmek için bir siyasi araç olarak kullanılmıştır. Camilere hoca diye bazı sarıklı yobazlar dağıtılır, onların aracılığıyla halk ‘şarap içerseniz, zina ederseniz, namaz vaktini geçirirseniz cehenneme gidersiniz, orada şöyle yanar böyle işkence görürsünüz’ diye korkutulurdu. Amaç halkta korkuyu ve uysallığı sürdürmekti.
Okullardaki din dersleri de bu biçimde verilmekteydi. Böylece sözde din terbiyesiyle olgunlaştırılmak istenen halk, dinden imiş gibi gösterilen hurafe ve sahte inançlara yönlendirilir, kötü gelenek ve göreneklere bağlı kalması için elden gelen yapılırdı.

Değerli Dostlar,

Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, Osmanlı padişahlarına “ecdadım” der, onlarla övünür ve özellikle onlardan birini, Sultan 2. Abdülhamit’i kendisine “ROL MODEL” aldığını söyler.
Bu yazıyı okuduktan sonra, ülkemizin içinde bulunduğu koşulları hızla gözünüzün önünden geçirip Sultan 2. Abdülhamit dönemiyle karşılaştırınız.
Benzerlikler görüyor musunuz?

Yılmaz Dikbaş
15 Mart 2018, Perşembe
dikbas@kalinka.com.tr
0532 233 31 52

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder