Değerli dostlar;
Saygın Araştırmacı
Yılmaz Dikbaş’ın her zamanki gibi belgelere dayalı yazısını yayımlarken,
kendisinden özür dileyerek şaşırtıcı benzerliklerle ilgili küçük birkaç not
eklemeliyim.
1. 1870-1911 yılları arasında toplam 238
maden imtiyazından (ayrıcalıklarından) 107'si Türklere, 67'si azınlıklara ve
109'u yabancılara verilmişti. 1912 yılına gelindiğinde; Türklerin sektördeki
payı %23’e
azınlıkların ki %5’e
düşmüş, yabancıların ki ise %72’ye çıkmıştı.
2. Sultan 2. Abdülhamit döneminde Osmanlı
Devleti demiryolu yapımını gerçekleştirecek mali ve ekonomik yapıya sahip
değildi. Bu sebeple demiryolu yapım ve işletilmesi bir imtiyaz olarak yabancı
şirketlere verilmiştir. Böyle olunca da Osmanlı demiryollarını kendi
çıkarlarına göre değil, aralarında önemli rekabet olan emperyalist devletlerin
ekonomik, siyasi, hatta askeri çıkarlarına göre şekillenmiştir. Yani
demiryollarının maden yataklarının bulunduğu yörelerden geçmesi için kıvrımlı
bükümlü olarak şekillenmiş, ayrıca demiryollarının sağında ve solunda 20 – 50 Km.
genişliğinde arazi ihaleyi alan şirketin kullanımına açılmıştır.
3. Osmanlı
demiryolu politikasının belirlenmesinde bir etkende dış borçlar olmuştur.
Osmanlı Hükümeti ya borç karşılığında bir imtiyaz vermiş ya da borç istediğinde
yeni bir imtiyaz isteği ile karşılaşmıştır.
4. Demiryolu
sözleşmelerinde Osmanlı Hükümeti, ihaleyi alan şirketlere kilometre garantileri
vermekteydi. Buna göre, yabancı şirketin kilometre başına elde edeceği kar
belli bir düzeye ulaşmazsa, aradaki fark devlet bütçesinden ödenecekti. İhaleyi
verenle – alan arasındaki rüşvet trafiği ise günümüzde ihalelerde alınıp - verilen
rüşvet trafiği ile şaşırtıcı benzerliği dikkatinize sunmak isterim. (Günümüzde İstanbul’da yaptırılan köprüler ve
Şehir Hastaneleri aynı yöntemle ihaleye çıkarılmaktadır)
5. Sultan 2. Abdülhamit döneminde, İtalya,
Düyun-u Umumiye İdaresinden aldığı borçlarla Osmanlı imparatorluğuna karşı
Trablusgarp Savaşını finanse etmiştir. Bunun anlamı Türk halkının ödediği
vergilerle Türk halkına karşı savaş yapılmıştır.
6. Düyun-u Umumiye İdaresinde 1912 yılında
Osmanlı Maliye İdaresinde çalışan personel sayısı 5.472 olduğu halde, Düyun-u
Umumiye İdaresi’nde, 5.653’ü devamlı, 3.253’ü geçici olmak üzere, toplam 8.931
kişi çalışmakta idi. Mahmut
ÖZYÜREK
***
ABDÜLHAMİT AHLÂKI
Özgün belgelere dayanarak Osmanlı
tarihini yazan Ord. Prof. Dr. Enver Ziya Karal anlatıyor:
Sultan 2. Abdülhamit’in baskı döneminde
ahlâk bozukluğu, önceki devirlere göre çok daha yaygınlaşmıştı.
Kölelik ruhu, korku ve rüşvet bu duruma
neden olan başlıca kaynaklardı.
Sultan 2. Abdülhamit döneminde esir
ticareti desteklenerek uygulanıyordu.
Sultan 2. Abdülhamit, esirlik kurumunu
savunurdu. Bunun nedeni, kölelik ruhundan hoşlanmasından, faydalanmasından ve
bu ruhu baskı rejiminin zorunlu bir temeli olarak kabul etmesindendi.
Sultan 2. Abdülhamit, baskı otoritesinin
yetişemediği dağlık bölgelerde yaşayan kişiler için de cehaleti zorunlu görmekteydi.
Sultan 2. Abdülhamit’in kendisinin anlatmış olduğu şu olay bunun kanıtıdır: Bir
gün Amerikan elçisi ile görüşürken, elçinin Amerika’daki kızıl derililerin
uygarlaştırılmasına karşı olduğunu, bu nedenle de okutulmalarından yana olmayıp
doğal halde bırakılmalarının daha yararlı olduğu fikirlerini dinler. Bunun
üzerine Sultan Abdülhamit şöyle bir karar verir: Bizde de Arnavutlara, Kozan
dağlarındaki dağlılara okul açmak boşunadır. Okullar, şehirler içindir.
Dağlıların cesaretlerinden yararlanmak için duygusal davranarak onları elde
etmeliyiz. Sultan 2. Abdülhamit, bu kararını uygulamış olduğunu
övünerek anlatırdı.
Sultan 2. Abdülhamit insanları şöyle
sınıflandırırdı: İnsanlar iki türdür. Birinci türden olanlar, çıkar sağlamak
yoluyla elde edilebilirler. İkinci türden olanlar ise kendilerine iyi
davranılarak ele geçirilebilirler. Maddi çıkara düşkün olanların hırsları,
saltanatın kudreti ile doyurulur. Böyle bir düşkünlükleri olmayanların
kalplerini kazanmaya zaten kendi karakterleri elverişlidir. Bunlardan farklı
olarak, bu iki türün dışında kalanlardan kendisine gölge yapanların da sırası
gelince hesapları görülür!
Böylece Sultan 2. Abdülhamit herkesi para
ve makam ile satın alabileceğine, istisnaları da kaba kuvvet kullanarak
haklayabileceğine inanmaktaydı.
Değerli Dostlar,
Sultan 2. Abdülhamit’in hayatı ve tahtı
için duyduğu korku, bulaşıcı bir hastalık gibi toplumun temellerine kadar
işlemiş ve ortada güven sağlayacak bir dayanak olmadığı için herkes canından
bile kaygıya düşmüştür. Dönemin en büyük sadrazamlarından (başbakanlarından)
olan Mithat Paşa, Sait Paşa ve Kâmil Paşa’nın, hayatlarını kurtarmak kaygısıyla
yabancı elçiliklere ve konsolosluklara sığınmaları, bunlardan başka daha birçok
devlet adamlarının ve hatta saray kadınlarının aynı çareye başvurmaları, korku
ve güvensizliğin derecesini göstermeye yeterli örneklerdir.
Rüşvet Osmanlının önceki devirlerinde de
kanıksanmış toplumsal bir hastalık olmasına rağmen, hiçbir zaman meşru
görülmemişti.
Oysa Sultan 2. Abdülhamit, rüşveti
geçmişten gelen bir kurum, hatta milli bir gelenek olarak kabul etmiştir.
Rüşveti, bazı bahaneler öne sürerek doğal gösterip savunmuştur. Maaşlarını
vaktinde alamayan küçük memurların rüşvet almalarında bir sakınca görmediğini
ifade etmiştir.
Sultan 2. Abdülhamit’ten başlayan ve en
küçük memura kadar uzanan rüşvet zincirinde, hiç kuşkusuz, herkes memuriyet
derecesine göre rüşvetten yaralanır, ancak rüşvetten aslan payını saray,
sadrazam ve vezirler(bakanlar) alırdı.
Osmanlı dış borçlarını ödeyemeyince 1881
yılında İstanbul’da kurulun Düyunu Umumiye (Genel Borçlar) kurumunun
direktörlerinden biri şu olayı anlatmıştır: Devletin bir borçlanma işi ile
ilgili olarak 1 milyon 300 bin liralık bir fatura çıkarılır. Gerçekte bunun
ancak 200 bin lirası harcanmıştır. Geri kalan 300 bin lira saray ve
vezirlere, 800 bin lirası da Sultan 2. Abdülhamit’in özel hazinesine rüşvet
diye verilmiştir.
Sultan 2. Abdülhamit döneminde memur
olmak için liyakat (yetenek, bilgi, deneyim, uygunluk) gerekli değildi. İltimas
ve himaye karşılığında kişisel onur ve şereften ödün vermek ve mutlak itaat
yeterliydi.
Sultan 2. Abdülhamit döneminde din,
halkın ahlâkını yükseltmek için değil, yobazlığı kökleştirmek için bir siyasi
araç olarak kullanılmıştır. Camilere hoca diye bazı sarıklı yobazlar dağıtılır,
onların aracılığıyla halk ‘şarap içerseniz, zina ederseniz, namaz vaktini
geçirirseniz cehenneme gidersiniz, orada şöyle yanar böyle işkence görürsünüz’
diye korkutulurdu. Amaç halkta korkuyu ve uysallığı sürdürmekti.
Okullardaki din dersleri de bu biçimde
verilmekteydi. Böylece sözde din terbiyesiyle olgunlaştırılmak istenen halk,
dinden imiş gibi gösterilen hurafe ve sahte inançlara yönlendirilir, kötü
gelenek ve göreneklere bağlı kalması için elden gelen yapılırdı.
Değerli Dostlar,
Cumhurbaşkanı ve AKP Genel
Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, Osmanlı padişahlarına “ecdadım” der, onlarla
övünür ve özellikle onlardan birini, Sultan 2. Abdülhamit’i kendisine “ROL
MODEL” aldığını söyler.
Bu yazıyı okuduktan sonra, ülkemizin
içinde bulunduğu koşulları hızla gözünüzün önünden geçirip Sultan 2. Abdülhamit
dönemiyle karşılaştırınız.
Benzerlikler görüyor musunuz?
Yılmaz Dikbaş
15 Mart 2018, Perşembe
dikbas@kalinka.com.tr
0532 233 31 52
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder