9 Ocak 2018 Salı

Barajların doluluk oranı alarm veriyor, kuraklık kapıda! Son 44 yılın en kötü tablosu :



Barajların doluluk oranı alarm veriyor, kuraklık kapıda!

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır.)
Yağış miktarının beklenenin altında olması nedeniyle yurt genelinde barajların doluluk oranlarında düşüş yaşanıyor. İSKİ verilerine göre İstanbul’daki 10 barajın doluluk oranı % 65 düzeyindeyken, bu rakam Ankara’da %20, İzmir’de ise %34 olarak verilere yansıyor. Kuraklık Doğu’yu da vuruyor. Keban Barajı’nda doluluk oranı % 30’a dek indi.
Mevsim normallerinin üzerinde seyreden sıcaklıklar, kuraklık tehlikesini kapımıza kadar getirdi. Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, bir ay önce 2017 yılının son 44 yılın en kurak yılı olduğunu söyledi. Türkiye genelinde sulama, enerji ve içme suyu ihtiyacını karşılayan birçok barajın doluluk oranlarında ise hızla düşüş yaşanıyor.
Gazete Habertürk’ten Caner Aktan’ın haberine göre İstanbul’a su sağlayan Ömerli, Terkos, Darlık, Büyükçekmece, Alibey, Istrancalar, Sazlıdere, Kazandere, Elmalı ve Pabuçdere barajlarındaki toplam doluluk oranı % 65’e kadar düştü.
ANKARA’DA 2 BARAJ KENTE SU VEREMİYOR
Ankara’da bulunan 7 barajın doluluk oranında da ciddi oranda düşüş yaşandı. Çamlıdere Barajı %18, Eğrekkaya Barajı % 23, Kurtboğazı Barajı %50, Kavşakkaya Barajı %17, Akyar Barajı %14, Çubuk-2 Barajı %30, Elmadağ Kargalı Barajı %11 düzeylerine dek geriledi. 7 barajın genel doluluk oranı ise %20 oranına değin indi.
Bu oranlarla başkent Ankara da son yılların en kurak mevsimini yaşıyor. Elmadağ Kargalı Barajı’nda su tümden tükenme noktasına geldi. Elmadağ Kargalı ve Akyar barajları su verme düzeylerinin altına düşmesi nedeniyle bu barajlardan Ankara’ya su verilemiyor. ASKİ Barajlar Daire Başkanlığı yetkililerinden yapılan açıklamaya göre ise barajlardaki varolan su Ankara’nın 1 yıllık gereksinimini karşılamaya yetiyor.
DOĞU’DA TARIMSAL KURAKLIK TEHDİDİ
Elazığ, Malatya, Tunceli ve Bingöl’deki barajlarda da yeterli yağışın olmaması nedeniyle düşüş yaşandı. Özellikle Keban Barajı’ndaki düşüş dikkat çekti. Keban Barajı’nın doluluk oranı %54’ten %30 düzeyine dek geriledi. Barajda 4 milyar 100 milyon metreküp su kaldı.
GÜNEY’DE DE DURUM ÖTEKİLERDEN FARKSIZ
Kahramanmaraş’taki Ayvalı Barajı %8, Adatepe Barajı % 33, Kandil Barajı %35, Menzelet Barajı ise %43 düzeyine geriledi. Adıyaman ve Şanlıurfa arasında bulunan Türkiye’nin en büyük barajı olan Atatürk Barajı’ndaki su miktarında da düşüş var. Geçen yıl ocak ayında %90 doluluk oranına erişen Atatürk Barajı, 2018 Ocak ayında %70 oranına gerilemiş durumda. Türkiye’nin ve bölgenin en büyük tarımsal sulama kaynağını oluşturan Atatürk Barajı’ndaki düşüş, tarımsal faaliyetleri de tehdit ediyor.
YUVACIK %28’E İNDİ
Kocaeli’nde bulunan ve aynı zamanda Sakarya’nın da içme suyu gereksinimini karşılayan Yuvacık Barajı’nda ise doluluk oranı %28’e düştü. 51 milyon metreküp kapasiteli Yuvacık Barajı’nın su kapasitesi 14 milyon 270 bin metreküpe geriledi.
TÜRKİYE’NİN KURAKLIK HARİTASI
Yurt genelinde yaşanan kuraklığın şiddeti, Meteoroloji Genel Müdürlüğü (MGM) tarafından Ocak 2018’de bir harita ile paylaşıldı.
‘ŞUBAT VE MART TELAFİ EDEBİLİR’
Meteoroloji uzmanı Orhan Şen, Türkiye’de belirgin bir kuraklık yaşandığını ifade ederek şubat ve mart aylarının bu durumu telafi edebileceğini söyledi. Şen şu öngörüde bulundu: “Şu ana kadar yağması gereken yağışlar olmadı. Dolayısıyla belirgin bir kuraklık söz konusu. Bu hafta perşembe gününe dek herhangi bir yağış görünmüyor. Cuma gününden başlayarak yağışlar ülkemize batıdan girecek. Cuma günü sıcaklıklar 4-5 derece düşecek. Hafta sonu ise sıcaklıklar mevsim normallerinin de altında seyredebilir. Hafta sonu tüm Türkiye’de yağış bekleniyor. Ancak kar beklentimiz yok. Önümüzde şubat ve mart var. Bu aylar kuraklığı telafi edebilir.”
‘2. AŞAMAYI YAŞIYORUZ’
İTÜ Meteoroloji Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu, Türkiye’de hem meteorolojik hem de hidrolojik kuraklık (baraj kuraklığı) olduğunu belirterek, “İstanbul’da bu iki aşama daha çok hissedilir durumda. Bir sonraki aşama tarımsal kuraklık, son aşama ise sosyo-ekonomik kuraklık. Biz şu an ilk 2 aşamayı yaşıyoruz. Şayet yağışlar mevsim normallerinin altında devam ederse bahar aylarında tarımsal kuraklık yaşayabiliriz. Yaz aylarında ise sosyo-ekonomik kuraklık kaçınılmaz olur.” dedi.
İklim Uzmanı Prof. Dr. Ümit Erdem kuraklığın önlenebilmesi için yeşilin korunması gerektiğini söyledi. Erdem,
  • “İklim değişikliği tüm dünyayı olduğu gibi Türkiye’yi de doğrudan etkiliyor.
  • Ülkemizde yaşanan seller ve taşkınlar bu değişikliğin en belirgin örneklerindendir.
  • Yeşil varsa su da vardır, yoksa kuraklık gelir.
  • Biz yeşili korumak yerine başka işlerle uğraşıyoruz.
  • Yapmamız gereken en acil iş yeşili artırmaktır.
  • Baraj kurmak yerine ağaçlarımızı korursak daha etkili sonuçlar elde edilir. Her baraj yeni bir ekolojik sistem yaratıyor. Bu durum diğer ekosistemlere zarar veriyor.” dedi.Samsun 19 Mayıs Üniversitesi Meteoroloji Mühendisliği Bölümü’nden Yrd. Doç. Dr. Abdullah Kahraman, “Sadece barajlar değil yeraltı su kaynaklarında da sıkıntı yaşanabilir” diye konuştu.
‘ÇİFTÇİ STRESE GİRDİ’
Diyarbakır Ziraat Odası Başkanı Süleyman İskenderoğlu da yağışların az olmasının çiftçilere stres yaşattığını ifade etti. İskenderoğlu, “Bunun ötesinde barajlarımız da boş durumda. Bazı bölgelere yağmur hiç yağmadığı için tohum olduğu gibi arazide kaldı. Yeşermediği için bitki yok. Önümüzdeki aylarda zararı kestiremeyebiliriz ama bu ciddi bir sorun ortaya çıkaracaktır” değerlendirmesinde bulundu. (Cumhuriyet, 9.1.18)
==================================================
Dostlar,
Haydi bakalım ”çevreci iktidar”!
Erdoğan kendilerini çevreci ilan ediyor.. Hem de herkesten çok.. Asıl çevreci, öz çevreci…
Kentler beton yığınlarına döndürüldü.. Hem de çoooooooooook yüksek binalarla…
Gerekçesi ”kentsel dönüşüm” oldu, öyle sunuldu. Gerçekte yağmalanan kent rantları idi.
Suret-i haktanlık bu olsa geek, Erdoğan ”4 kat geçilmeye!” buyurdu. Olanaksızdı, ilgili Bakan ertesi gün gidip ricacı olunca 4+1’e izin verdi TEK ADAM.. Çooook geç değil mi??
Hemen her şeyi özelleştiren iktidar, ”her ne hikmetse” TOKİ‘yi kamu kurumu olarak elde tutuyor. Sosyal konut ile başlayan TOKİ lüks konutlara geçti.. 1 milyona yakın konut fazlası yarattı. Ama yeterince öğrenci yurdumuz hala yok.. İnşaat sürükleyici sektör olarak kullanıldı, kullanılıyor.. Ama gerçek ve orta – uzu erimli bedeli çok ağır..
  • Şakası bir yana, her- kes su konusunda OLAĞANÜSTÜ SORUMLU – TASARRUFLU davranmak zorunda!
  • Her gün duş, her gün gömlek değiştirme, bahçe sulama, otomobil yıkama.. Hem de arıtılmış kent suyu ile öyle mi?? Yapabilecek misiniz?? Sürdürülebilir mi bu hovardalık??
  • Nüfusu azaltın kardeşim, nüfusu.. HER AİLEYE 1 ÇOCUK.. başka yolu yok!Bir de, Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu yakın geçmişte bu su sorunu nedeniyle hiçbir kaygıya yer olmadığını, iktidarlarının A, B, C,…. planları olduğunu açıklamıştı. İstanbul’un 2030’ların ortalarına dek su sorunun çözümlendiğini… açıklamıştı kamuoyuna.. Bunları görmenin zamanı geldi korkarız..
Belki de Erdoğan, açık ara ile en çok yurt dışı gezi yapan ”kurtarıcımız” olarak bundan böyle ‘‘su ithali” ile bu derdimize de deva bulur!?
Sevgi ve saygı ile. 09 Ocak 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Elektrikte tüketiciden 2,3 milyarlık vurgun!/ Yusuf Yavuz



Dağıtım şirketleri istedi, EPDK zam yaptı. EMO, 2018’de hiç zam gelmese bile yalnızca konut kullanıcılarının cebinden fazladan 2,3 milyarlık elektrik parası çıkacağını açıkladı…
Yusuf Yavuz
Enerji Piyasasını Düzenleme Kurulu’nun  aldığı karara göre elektrik tüketicilerini büyük bir vurgun bekliyor. 1 Ocak’tan itibaren uygulamaya konulan EPDK’nın kararına göre dört kişilik bir ailenin aylık asgari elektrik faturası 100 lirayı aşacak. Elektrik Mühendisleri Odası (EMO), 2018 yılında başka hiç zam yapılmasa bile yalnızca konut kullanıcılarının cebinden 2,3 milyar lira fazladan elektrik parası tahsil edileceğini açıkladı. Kar odaklı çalışan piyasanın belirleyiciliği ve iktidarın günü birlik siyasi çıkar kaygısının egemenliği altındaki elektriğin bir kamu hizmeti olduğunun göz ardı edildiğine vurgu yapılan EMO’nun konuyla ilgili açıklamasında, “Elektriğin temel bir insan hakkı olduğu ve ekonominin ana girdisini oluşturduğu dikkate alınarak, bir an önce kamu yararını gözeten politikalar uygulamaya konulmalıdır” görüşüne yer verildi.
Elektrik Mühendisleri Odası (EMO), EPDK tarafından alınan kararla elektrik faturalarına bu yıl içinde yansıyacak olan zammın maliyetini gözler önüne serdi. Elektrik zammının büyük bölümünün enerji maliyetinden değil, dağıtım bedelinden kaynaklandığını açıklayan EMO,  EPDK’nın 1 Ocak 2018’den itibaren uygulamaya konulan kararıyla çıplak enerji ve perakende hizmete yüzde 7, kayıp ve kaçak, dağıtım ve iletim bedellerine yüzde 12.7 zam yapıldığına dikkat çekti.


ZAMMIN ARDINDAN EN AZ ELEKTRİK FATURASI 100 TL’Yİ AŞACAK
Yeni elektrik tarifelerine göre meskenlerin, elektriği yüzde 8.8 zamlı kullanacaklarına dikkat çekilen EMO’nun konuyla ilgili yaptığı açıklamada,  en az 230 kilovat saat olarak öngörülen dört kişilik bir ailenin asgari elektrik tüketimi için ödenecek faturanın aylık 100 lirayı aşacağına dikkat çekilerek, “2018 yılında başka zam yapılmasa bile yalnızca konutların kullandığı elektrik üzerinden 2.3 milyar TL fazladan tahsilat yapılacak” denildi.
EPDK DAĞITIM ŞİRKETLERİNİN İSTEDİĞİ ZAMMI YAPTI
Bir kamu hizmeti olan elektrik için Elektrik Piyasası Düzenleme Kurulu (EPDK) tarafından belirlenen yeni tarifelere göre dağıtım sistemi kullanıcısı tüm tarife gruplarına yüzde 8.41 ile yüzde 8.91 arasında değişen oranlarda zam yapıldığı belirtilen EMO açıklamasında, “Doğalgazla elektrik üreten şirketler geçen yıldan bu yana, dağıtım şirketleri de kur artışları nedeniyle artan kredi maliyetleri, yenilenebilir enerjinin yükü gibi gerekçeleri sıralayarak elektrik fiyatlarına zam yapılmasını istiyorlardı. Son olarak BOTAŞ’ın elektrik üreten santrallara yapacağı doğalgaz satışlarına yüzde 8 zam açıklamasının ardından elektrik fiyatlarının artacağı beklentisi oluşturulmuştu. EPDK, 1 Ocak 2018 tarifeleriyle şirketlerin taleplerini dikkate alarak elektrik fiyatlarına zam yaptı” ifadelerine yer verildi.


DAĞITIM, İLETİM VE KAYIP KAÇAK, BEDELLERİNE ZAM YAPILDI
EPDK’nın ‘sadeleştirme’ adı altında tarife kalemlerini 2016 yılı başından itibaren gizlemeye başlaması nedeniyle yapılan zamda kayıp ve kaçak bedeli, iletim bedeli, dağıtım hizmeti bedeli, çıplak enerji maliyeti ve perakende satış hizmet bedeli gibi kalemlerde yapılan artışları ayrı ayrı değerlendirmenin mümkün olamadığı görüşü savunulan açıklamada, şöyle denildi:  “EPDK’nın açıkladığı tarifeler incelendiğinde; yapılan zammın büyük bölümünün çıplak enerji maliyeti ve perakende satış hizmetini kapsayan ‘perakende enerji bedeli’ zammından kaynaklanmadığı görülmektedir. Perakende enerji bedelinde, yüzde 6.86-7.13 oranları arasında tarife gruplarına göre değişen artışlar yapılırken, ‘kayıp ve kaçak, iletim, dağıtım’ bedellerini kapsayan ‘Dağıtım bedeli’ kalemine ise yüzde 10.56-15.29 arasında değişen zam uygulanmıştır. Böylece dağıtım şirketlerinden enerji alan kullanıcıların vergi ve fon kesintileri hariç birim elektrik bedelleri ortalama yüzde 8.41 ile 8.91 oranları arasında zamlanmıştır.

‘İKTİDAR ŞİRKETLERİN ZAM BEKLENTİSİNE GÖRE HAREKET ETTİ’
Konutlar için bu zam oranı yüzde 8.9 olurken, vergi ve fon kesintilerinin yapıldığı kalemdeki artışın daha sınırlı tutulmuş olması nedeniyle küçük bir oynama ile kullanıcılar faturalarında zammı yüzde 8.8 olarak görecekler. Böylece iktidar, vergi gelirlerinde oluşacak kaybı göze alarak dağıtım şirketlerinin daha fazla zam beklentilerini karşılamak üzere hareket etmiş; ‘perakende enerji Bedel’inin fatura içindeki yüzde 65.1 olan payını yüzde 63.9’a indirirken, ‘dağıtım bedeli’ payını yüzde 34.9’dan yüzde 36.1’e çıkarmıştır.”

TÜKETİCİLER 2018’DE FAZLADAN 2.3 MİLYAR TL ÖDEYECEK
Elektrik Mühendisleri Odası, 4 kişilik bir ailenin en az harcama ile bir ayda 230 kilovat saat elektriğe ihtiyacı olacağı hesabından yola çıkarak yeni zam nedeniyle aylık asgari elektrik faturasının 94.75 TL’den 103.09 TL’ye yükseleceğini ortaya koydu. Türkiye’nin yıllık elektrik tüketiminin 280 milyar kilovat saat olduğu ve bunun da yüzde 22’sini mesken kullanıcılarının oluşturduğuna ilişkin veriler dikkate alındığında, yapılan yüzde 8.8’lik zam nedeniyle 2018 yılında yalnızca konut kullanıcılarından yaklaşık 2.3 milyar TL daha fazla elektrik bedeli tahsil edileceğine işaret edilen EMO’nun açıklamasında, “Bu fazladan tahsilatın yaklaşık 904 milyon TL’lik bölümü dağıtım, iletim ile kayıp ve kaçak bedeline, 911 milyon TL’lik bölümü enerji üretim şirketleri ile perakende satış şirketlerine, kalan 413 milyon TL’lik bölümü ise vergi ve fon geliri olarak devletin kasasına girecektir” denildi.

‘ELEKTRİKTE KAMU YARARI GÖZETİLMELİ’
Doğası gereği kar odaklı çalışan piyasanın belirleyiciliği ve iktidarın günü birlik siyasi çıkar kaygısının egemenliği altında elektriğin bir kamu hizmeti olduğu göz ardı edilmektedir” görüşüne yer verilen EMO açıklamasında, “Bu yönetim anlayışı nedeniyle tüm ülkenin karanlıkta kalmasına yol açan sistem oturması, kış aylarında sanayi bölgelerine elektrik verilememesi, elektriğin pahalılaşması sorunlarıyla karşılaşmaktayız. Elektriğin temel bir insan hakkı olduğu ve ekonominin ana girdisini oluşturduğu dikkate alınarak, bir an önce kamu yararını gözeten politikalar uygulamaya konulmalıdır” görüşüne yer verildi.

30 Aralık 2017 Cumartesi

Cinsellikteki izansızlığımız çoğalıyor




Cinsellik meselesi ülke olarak bizim yumuşak karnımız olmayı sürdürüyor. Aslında bu durum konusunda geçmişte de hassasiyetlerimiz var mıydı? Sorusunun yanıtı evet vardı ancak bunu cehaletle ve açlık üzerinden anlatmayı seçiyorduk. Tabii bir de olup bitenler hususunda tartışmaları ortadan kaldırabilme becerisine haiz bulunan kanaat önderlerimiz vardı. İşin ilginç kısmı, zaman değişti, olanaklar çoğaldı ama insanlarımızın cinsellikle kurmuş olduğu bağdaki sakatlık bir türlü ortadan kalkmadı. Hatta daha bile geriye doğru bir gidiş yaşamaya başladık!
Kadınlar ve kız çocukları üzerindeki toplumsal baskıyı çağrıştıran açıklamalar artarken gündelik hayat içerisinde şaşkınlık veren ifadelerin sıklığı da çoğalır oldu. Kız çocuklarının nasıl giyinmesi gerektiği tartışması çoğu kez ahlak ve edep sınırlarının ötesinde dinsellik üzerinden aktarılır hale dönüştürüldü. Dikkat edin bu konuda her ağzını açanın cinselliğe vurgu yapıyor olması herhalde tesadüf olmasa gerektir. Öte yandan tam da bu noktada çocuklarımızın özellikle de kız çocuklarımıza yönelik ağır ifadeler bir taraftan tepki çekerken bir taraftan da normal görülmektedir.
Geçen hafta içerisinde beden eğitimi dersinde giyilen eşofmanlar üzerinden kamuoyuna yansıtılan ifadelerin birdenbire zaten işlemekte güçlük çekilen beden eğitimi derslerinin kaldırılmasını teklif edilmesine kadar gitmesi de yine ideolojik angajmanlar gereğidir! Aslında sadece bu mesele üzerinde de yazmak icap etmektedir. Çünkü kadının eve doğru yönlendirilme girişimleri, toplumsal hayat içerisindeki bütün görünüm alanlarını birer birer yok etmeyi de içermektedir. Spor alanı da bunlardan bir tanesi olup, kadınların kendi özgür iradeleriyle var olma mücadelesi vermeyi başardıkları ender yerlerden bir tanesidir.
Çocukların medyanın ilgisi doğrultusunda birer nesne haline dönüştürülmesi ve sömürülmeleri süreci, ülkemiz açısından kız-erkek ayrımı yapmadan sadece çocuk hakkı üzerinden karşı çıkmamızı gerektiren bir durumu ortaya koymaktadır. Çocukların; dizilerde, yarışma programlarında birer rating malzemesi olarak kullanılmalarının önüne geçmek ve onları daha küçük yaşlardan itibaren çalışma hayatının içerisine sokmaktan kurtarmak durumundayız.
Ama bütün bunları yaparken olan biteni çocuk hakkı ve sömürüsü, istismarı üzerinden hayata geçirmek yerine ‘kız çocuklarının seksi dans etmesi halkı tahrik ediyor’ gibi açıklamalarla yaşananları tuhaf bir boyuta taşımamalıyız. Buradaki gariplik bir tarafın kız çocuklarını giyim kuşam konusunda kendi yaşının çok ötesinde giyinme, süslenme ve davranmalarını normal bulurken, bir diğer tarafın bunun üzerinden bambaşka bir yere ulaşıyor olmasıdır. Aslında her ikisi de problemlidir çünkü kız çocuklarını küçük birer kadın görünümüne sokan kıyafetler, makyajlar ve saçlar onları olduklarından büyük göstermektedir. Bunun üzerinden çocukları cinsel birer obje olarak görmek isteyen tipler açısından ise söz konusu durumun adı aslında pedofilidir.
Gündemin içerisinde birbirinden habersizmiş gibi duran buna karşın aslında aynı yerden beslenen haberleri okudukça, gerçekten bizim başka işimiz gücümüz yok mu? Sorusunu daha fazla sormaya başlıyorsunuz. Çünkü özellikle istiyor olsanız bu kadarını denk getirebilmeyi başaramazsınız! Çocukların dansından tahrik olanların haberleştirilmesinden sonra bu kez de ‘Çocuklara Kapanma Partisi’ yapıldığını görüyoruz. Küçücük çocuklar, öğretmenlerinin gözetiminde hazırlanan kağıtları kaldırarak poz veriyorlar, hepsinin başı kapalı. Buradaki tuhaflık ise yapılan organizasyonda kullanılan kağıtlardaki yazıları değiştirin, baş örtüsünü çıkartın adeta bir yılbaşı kutlamasını andırıyor olmasıdır. Bugünlerde sürekli olarak kusulan yılbaşı kutlama nefreti ile pek örtüşmeyen bir görüntüyü andırdığını göreceksiniz.
Çocuklar üzerinden yürütmekte olduğumuz zorlama ve kendi ideolojik angajmanlarımızı dayatma duygusu, en çok bu küçücük yavrulara zarar veriyor. Onları her defasında oldukları gibi çocuk olarak kabul etmek yerine, kendi istediğimiz gibi görmeye ve göstermeye gayret ediyoruz. Çocuklarımızı belki de hiç olmak istemedikleri, davranmak istemedikleri gibi davranmak, olmak ve yaşamak zorunda bırakarak, hayatlarını daha küçük yaşlardan itibaren zapturapt altına almayı ebeveynlik sanıyoruz.
Cinsellik konusundaki izansızlığımız öylesine aklımızı başımızdan alıyor ki, her şeyi buraya bağlamaya ve bunun üzerinden olan biteni değerlendirmeye başlıyoruz. Maalesef burada kız çocukları ve kadınlar birinci derecede sıkıntı çekenler olarak karşımıza çıkıyorlar. Ardından ise eşcinsel erkekler geliyor çünkü onlar da var olan erkeksi yapının ötekileri olarak eziliyor ve örseleniyorlar.
Hatta bu öylesine bir nefret dilini içeriyor ki, sadece sokakta değil üniversitede bile rahatça dolaşım olanağına kavuşabiliyor ve işlevini yerine getiriyor. Okulumda erkek olup da kız gibi davranan hoca istemiyorum. Bu ahlaksızlık ve terbiyesizliktir’ ifadesi bir rektörün ağzından rahatça dökülebiliyor. Ayrıca bunları söyleyebilmek serbest buna karşın haber yapmak yasak, yaparsanız dava açarım’ tehditleri de işin cabası olarak ortaya konabiliyor.
Akıl ve izan arasındaki mesafemiz açıldıkça olan biteni anlamlandırmayı ve buna uygun bir şekilde davranış geliştirebilme yetilerimizi de kaybetmeye başlıyoruz. Burada hiç kuşkusuz cinsellik, hepimiz açısından daima sınıfta kaldığımız ve bir türlü geçmeyi başaramadığımız dersimiz olarak, hayatlarımızı alt üst etmeye devam ediyor. Bütün adımların hep buradan başlanarak atılıyor olması ve dönüp dolaşıp hep aynı yerde aynı yanlışları yapmayı sürdürüyor olmamız tesadüf değildir!