27 Aralık 2017 Çarşamba

Hitler: Emsalsiz bir başarı hikâyesi




Hitler seçimle geldi ve kuvvetler ayrılığının ayak bağı olduğunu çok erken gördü. Önce meclisin, sonra hükümetin yetkilerini kendinde topladı. Yetmedi hem başbakan hem de cumhurbaşkanı oldu. Daha da yetmedi, kendisi Führer, partisi de devlet oldu. Hitler kısa sürede devrim gibi reformlar yaptı. Bunların hepsini halk ve yalakaları alkışlarla destekledi…  

Adolf Hitler’in partisi, Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi (NSDAP) 5 Mart 1933 seçimlerinden yüzde 44 oy alarak birinci parti çıktı. Ve Hitler, seçimle iktidara geldikten tam 19 gün sonra, Alman Meclisi’nin yetkilerinin kendine devrini gerçekleştiren bir yasa çıkarttı. Hitler yasayla, “yasa yapma yetkisi” elde etti. Hitler’e istediği yasayı yapma yetkisi veren Yetkilendirme Yasasının  (Ermächtigungsgesetz)  adı da pek iddialı: Halkın ve İmparatorluğun Sıkıntılarını Giderme Yasası.   

Meclis Hitler’e diktatörlük yetkisini, 24 Mart 1933 tarihli oturumunda, yüzde 70’i aşan ezici milletvekili çoğunluğuyla verdi. Oylamaya 81 Almanya Komünist Partisi (KPD)  milletvekilinden bir teki bile katılamadı. Çünkü hepsinin milletvekilliği kısa süre önce düşürülmüş, birçoğu gözaltına alınmıştı.  Sosyal Demokrat Partili (SPD) 120 milletvekilinden bir kısmı bile komünist ya da vatan haini suçlamasıyla vekillikten atılmış ya da aranır duruma düşmüştü. Sadece 94’ü meclise gelebiliyordu.  Hitler’in büyük planları, büyük hedefleri vardı. Büyük hedeflere ulaşmaya çalışırken, karşısına “kuvvetler ayrılığı” gibi hiçbir engelin, hiçbir formalitenin çıkmasını istemiyordu.

Meclis’te Hitler yeterli çoğunluğa sahipti ama destekçileri diğer sağcı – milliyetçi partiler de zaten Hitler’in ağzının içine bakıyorlardı. Hitler, yasayı çıkartmaya Meclis’e bizzat faşist simge olan kahverengi gömleğiyle geldi. Yasa çıkınca da memnuniyetini dile getiren konuşmayı yaptı. Hitler’in sonraki propaganda bakanı Joseph Goebbels yasanın çıktığı günkü duygularını aynı gün defterine şöyle not ediyordu: “Buradaki gibi, halledilip yere çalınan bir şey bu zamana kadar görülmedi… Emsalsiz bir başarı bizi bekliyor…”   

Hitler, kısa sürede emsalsiz başarılar elde etti de.

YÜRÜTME DE SAF DIŞI EDİLDİ
Hitler,  yasa çıkartmak dâhil bütün iktidarı üzerinde toplayan yetkiyi almasından sonra, bu Meclis’i feshedip 12 Kasım 1933 tarihinde, yalnızca kendi partisi NSDAP’nın tek listeyle katıldığı yeni bir genel seçim yaptı. Ayrıca seçimlerde halk Almanya’nın Milletler Cemiyeti'nden ayrılmasını da onayladı. Hitler taa o zaman Milletler Cemiyeti'nin “fuzuli” ve “ayrımcı” olduğunu anlamıştı.   

Peki, Meclis böyle yetkisizleştirildi de hükümet daha mı fazla yetkiyle donatıldı? Hayır, öyle göründü ama asla böyle bir şey olmadı. Hitler bakanlara, “benim bakanım” bile demiyordu. Bakanları doğrudan muhatap almıyor, ya sekreteri ya da müsteşarı aracılığıyla emirlerini iletiyordu.

Rakamlarla kabinenin durumu şöyleydi: Kabine 1933 yılı Şubat/Mart ayı içinde 31 kez toplanmış. Yetkilendirme Yasası (Ermächtigungsgesetz) çıktıktan sonraki iki aylık Nisan/Mayıs döneminde ise, 16 kez toplanmış. İlk başlarda oldukça çalışkan bir kabine görüntüsü var. Ancak yılın bundan sonraki 7 ayı ve tüm 1934 yılı içinde kabinenin toplantı sayısı sadece 42’de kalmış. Bunlara kaçına Hitler’in bizzat katıldığı da belli değil. Kabinenin bundan sonraki toplantısına dair bir kayıt yok. 4 yıl toplanmayan kabinenin son toplantı tarihi ise, 5 Şubat 1938. Sonra yine toplantı yok.

Böylelikle Hitler, kuvvetler ayrılığı içindeki önemli bir kuvveti daha yani “yürütmeyi” de saf dışı etmiş oldu. Bakanlar kurulu da işlevsiz hale gelirken, Hitler, kabine dışı odaklarla iş yapmaya ve çok sayıda “özel yetkili” kişiyle çalışmaya başladı.

ADIM ADIM FAŞİZM
Bir milliyetçi partiler koalisyonu olan Hitler hükümetinde başlangıçta Hitler’den başka sadece iki faşist daha vardı: İçişleri Bakanı Wilhelm Frick ve Hitler’in verdiği özel işleri yapmakla görevli bakan Hermann Göring. Daha sonra Joseph Goebbels propaganda Bakanı oldu. Ardından diğer partilerdeki bakanların hepsi Hitler’in partisine geçti. Önce Komünist Partisi, sonra 22 Haziran 1933’te de Almanya Sosyal Demokrat Parti “vatan haini” olduğu gerekçesiyle yasaklandı. Ardından bütün partiler yasaklandı. Hitler’le seçim işbirliği yapan parti bile yasaklandı.  Hitler yasakladıkça, herkes Hitler’e daha fazla takla atmaya başladı.   

Cumhurbaşkanı Paul von Hindenburg 2 Ağustos 1933 tarihinde öldü. Hitler kendini “Führer ve başbakan” ilan etti. 19 Ağustos 1934’te Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlığın aynı kişide toplanmasına dair halk oylaması yapıldı. Tabi ki Hitler’in istediği oldu. Aynı gün bütün önemli kurumlar tek elde, Hitler’de toplandı. Partisi, devlet oldu.

Hitler’in yaptığı her şeyi halk ve partisi coşkuyla destekledi. “Komünistler götürülürken” herkes sustuğu için, daha sonra hikâyeyi biliyorsunuz: Yahudiler, sosyal demokratlar, liberaller falan götürülürken sesini çıkaracak ortalıkta kimse kalmadı. İş işten geçtikten sonra herkese, zamanında Hitler’e karşı çıktığını, Hitler’i uyardığını anlatmaya başladı.

ÖNCE ATAMAYLA SONRA SEÇİMLE GELDİ
Almanya Cumhurbaşkanı Paul von Hindenburg, Adolf Hitler’i, 30 Ocak 1933 tarihinde başbakan atadı. Böylelikle Almanya’da hükümet,5 Mart 1933 seçiminden önce 1 Şubat 1933’ten itibaren faşistlerin eline geçti. Hitler’in atanması meclisin çaresizliği sonucu oldu. Siyasal ve ekonomik krizler karşısında çaresiz kalan Almanya, Hitler’den önce 3 yılda iki hükümet değiştirdi.

Bir önceki başbakan antikomünist Franz von Papen’in planına göre,  Almanya’da komünistler, Almanya’da devrimci durum yaratacak bir genel greve gidecekler ve istikrarsızlık daha da artacaktı. Franz von Papen, Hitler’in, siyasi kriz içindeki Almanya’yı erken seçime götürmesini istiyordu. Franz von Papen, erken seçimde Hitler’i alt edeceğini düşünüyordu ve zaten iyice yaşlanmış olan Cumhurbaşkanı Paul von Hindenburg’a da bütün bunu inandırmıştı. Elbette Hitler de, iktidarı alınca, bir daha bırakmayacağını biliyordu.

14 Eylül 1930 seçimlerinde yüzde 18,3 oy alan NSDAP, Meclis’te sosyal demokratlardan sonra ikinci partiydi.  Her açıdan kriz yıllarıydı ve Alman parlamentosu “bir de bunları denemek” zorunda kaldı. Faşistler, yıllardır koalisyonlarla yönetilen ülkede halkın istikrarsızlıktan,1.dünya savaşı yenilgisinden ve 1929 ekonomik krizi etkilerinden iyice bıktığını görüyordu.   

Hitler, atandığı gün radyodan halka seslendi ve neler yapacaklarının ipuçlarını verdi: Alman birliği kurulup Avrupa’nın Alman hâkimiyetinde olması sağlanacak ve dünya komünizm belasından kurtulacak. Başta büyük sermaye olmak üzere Hitler herkesten tam destek gördü. 5 Mart 1933’te ise seçilerek tekrar geldi.

ASIL SORUN KOMÜNİZM
27 Şubat 1933 tarihinde Reichstag yandı. Alman parlamentosunun yanması, Hitler’in asıl niyetinin ne olduğunu gösteren başlangıçtır. İçişleri Bakanı Wilhelm Frick, Hitler’in emriyle hemen yangın sabahı Devletin ve Halkın Korunması Kararnamesi’ni çıkardı. Kararname öğleden sonra Cumhurbaşkanı  Paul von Hindenburg tarafından imzalanarak yürürlüğe girdi. Kararnamenin özünü,  “Devleti tehdit eden komünizm şiddetine karşı savunma” oluşturuyordu.

Hitler, Reichstag’ı kendi yaktırdığı net olduğu halde, suçu komünistlere yıktı ve milletvekilleri başta olmak üzere çok sayıda komünist bu kararnameye uygun tutuklandı. Rejim muhalifi bütün yayınlar yasaklandı, sendikalar kapatıldı. Seçimlere kadar komünistlere karşı tam bir cadı avının başlatıldığı Almanya’da seçimden 3 gün sonra Alman Komünist Partisi’nden seçilmiş bütün milletvekillerinin vekilliği bu kararnameye dayandırılarak düşürüldü. Böylelikle Hitler, anayasal değişiklikler yapabileceği kadar milletvekiline, yani meclisin üçte birine sahip oldu.
 SELAMİ İNCE 23.12.2012

25 Aralık 2017 Pazartesi

Bu Gidişe HAYIR Demek İçin Herkes Göreve



696 sayılı KHK ile yapılan düzenlemeye göre, 15 Temmuz darbe teşebbüsü, terör eylemleri veya bunların devamı niteliğindeki eylemleri bastırmak için her kim olursa olsun hareket edenlere mutlak sorumsuzluk öngörülmüştür.
Getirilen düzenlemeyi ceza hukuku kavramları ile hukukla, akılla, mantıkla, insanlıkla, insanlık mirasının kazanımları ile açıklayabilmek olanaklı değildir.
Bir hukuk devletinde vatandaşın suçu önleme görevi olamaz.
Bir hukuk devletinde vatandaşın yargılama yapma görevi olamaz.
Bir hukuk devletinde kişiler, ancak karşılaştıkları bir suçu önlemek için, zorunluluk hali söz konusu ise, meşru müdafaa hali söz konusu ise, ancak ve ancak o durumda suça müdahale edebilirler.
Bunun dışında bir suça müdahale edemezler.
Bunların dışında ki hallerde yapacakları müdahale, devletin asayişi sağlama, suçu öleme görevini kişilerin üstlenmesi demektir.
Devletin yok sayılması demektir.
Devletin asayişi sağlama, suçu önleme görev tekelinin sona ermesi demektir.
Suça müdahale adı altında infaz yapmak demektir.
Suça müdahale adı altında yargısız infaz yapmak demektir.
Devletin yargı yetki ve görevini kişilerin üstlenmesi demektir.
Kişilerin sorumsuz kılınması yoluyla, yargısız infazın meşrulaştırılması demektir.
Devletin yargı yetki ve görev tekelinin sona ermesi demektir.
Bu tabloda, hukuk devleti yanında, devletin varlığı bile, anayasa bile kâğıt üzerinde, hükümetin iki dudağı arasında kalmıştır.
TCY’de ve bütün çağdaş sistemlerde, konusu suç oluşturan emir yerine getirilmez.
Yerine getirilir ise, emri veren de yerine getiren de sorumluluktan kurtulamaz.
Böyle bir düzenleme KHK ile yapılsa bile, bağlayıcı bir düzenlemedir.
Bir emir niteliğindedir.
Yargıya yönelik bir emir niteliğindedir.
Bir hukuk devleti isek veya bir hukuk devletinde, bu düzenlemenin anlamı sadece ve sadece konusu suç oluşturan emir olabilir.
Ötesi düşünülemez.
Hatırlarsak 12 Eylül döneminde, Anayasaya konulan geçici 15 inci madde ile darbe yöneticileri ve kamu görevlilerine sınırlı bir süre için sorumsuzluk getirilmiştir.
Şimdi ise ucu açık bir süre için, hükümetin mensupları ve de hükümetin beklentilerine göre hareket eden herkes için, Anayasa ile bile değil, hükümetin iki dudağı arasından çıkan KHK ile sorumsuzluk getirilmekle, mevcut yönetimin bir darbe yönetimi olduğun da açıkça ortaya konulmuştur. 
AYM’nin daha önce verdiği kararlardan dönerek, OHAL KHK’larını “OHAL ile ilgi ve gereklilik yönünden bile” denetlememesi, hükümetin böyle hukuk dışı düzenlemeler yapmasının önünü açmıştır.
Bir hukuk devletinde böyle bir düzenlemenin sorumsuzluk hali yaratması düşünülemez.
Böyle bir hüküm bir hukuk devletinde sonuç doğurmaz.
Böyle olunca KHK’nın ilgili hükmü kapsamında suç işleyenlerin sorumluluğu, bir hukuk devletinde yine söz konusu olacaktır.
Aksi düşünülemez.
Aksinin düşünülmesi demek, hukuk devletinin yok olması demektir.
Anılan hüküm sorumsuzluk yaratıyor deniyorsa, ortada hukuk devleti kalmamış demektir.
Bir hukuk devleti var ise böyle bir hüküm yargıyı bağlamaz.
Bir hukuk devleti var ise ve o zaman sonuç doğurmayan bu hükmün yargı organınca uygulanması ve sorumsuzluğa hükmedilmesi demek, yargı organının kendisini bağımsız görmemesi, bu düzenlemeyle kendisini bağlı görmesi, yani konusu suç teşkil eden bir emri uygulaması demektir.
Bu durumda, konusu suç oluşturan emri veren yani bu düzenlemeyi yapan hükümet te, bu düzenlemeyi yani konusu suç oluşturan emri uygulayan yargıda, aynı derecede sorumludur. KHK kapsamında hareket edenlerle beraber sorumlulukları söz konusudur.
Yine söylemek gerekir ki, adil yargılama hakkı ortadan kaldırılamaz.
Getirilen düzenleme ile infaz, yargısız infaz yolu açılmakla, adil yargılama hakkı ortadan kaldırılmıştır.
Bir hukuk devleti isek, Anayasa’nın 90/son maddesi kapsamında, bu düzenlemenin uygulanma yeteneği de bulunmamaktadır.
Adil yargılanma ve etkin soruşturma, temel haklar kapsamındadır.
Anayasa’nın 90/son maddesinde, temel haklar konusundaki uluslararası sözleşmelerle, iç hukuktaki düzenlemelerin çatışması durumunda, uluslararası düzenlemelerin geçerli olacağı ifade edilmiştir.
Bu düzenlemede, İHAS’ın 5 inci maddesi kapsamındaki etkin soruşturma, 6’ncı maddesindeki adil yargılama hakkını ortadan kaldırmaktadır.
Bu yönüyle tarafı olduğumuz uluslararası düzenlemeler karşısında anılan düzenlemenin uygulanma yeteneği de ayrıca bulunmamaktadır.
Hükümeti eleştirirken, hükümete bu yolu AYM açmıştır.
AYM varlık nedenini hatırlamalıdır.
Öncelikle hükümet bu KHK’yı derhal geri almalıdır.
Hükümet bu KHK’yı geri almıyorsa, AYM bu KHK’ları incelenmiyor diye AYM’ye başvurmamak yerine, AYM’ye varlık nedeni hatırlatılmalıdır.
AYM’ye varlık nedeni hatırlatılıp, bu KHK’nın iptali için ana muhalefet partisi TBMM grubu veya TBMM’deki en az 110 milletvekili AYM’ye mutlaka ve mutlaka iptal davası açmalıdır.
Halkın desteği ile dava topluma mal edilmelidir.
Bu dava ile birlikte hukuk ve demokrasi hareketi başlatılmalıdır.
Türkiye Cumhuriyetini var edecek Cumhuriyetin nitelikleridir, hukuk ve demokrasidir.

İSMET İNÖNÜ HAKKINDAKİ YALANLARA YANIT



Sayı   :2017/32
    Konu: İnönü hakkındaki yalanlara yanıt.                                                                                                   25.12.2017                                                                                         
   Kod: 32.011.159
BASIN AÇIKLAMASI
( İsmet İnönü hakkındaki yalanlara yanıt)
Batı cephesinin, I. ve II. İnönü Savaşlarının Muzaffer Komutanı, Mudanya Mütarekesi'nde Türkiye'yi başarıyla temsil etmiş olan, “Türk milleti aleyhine, yüzyıllardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşması ile tamamlandığı sanılmış büyük bir suikastın çöküşünü” bildiren Lozan Antlaşması görüşmelerinde insanüstü bir çaba ve başarı gösteren, Türkiye'yi emperyalist ve sömürücü güçlere kurban etmeyen ve II. Dünya Savaşı'nın dışında tutmayı başarmış olan, Atatürk'ün Önderliğinde gerçekleştirilen Türk Devrimi ile Atatürk İlkelerini, yaşamı boyunca,  savunmuş olan, 2. Cumhurbaşkanımız M. İsmet İnönü’nün bedensel varlığının aramızdan ayrılışının 40.yılında bir kez daha saygı ve minnetle anıyoruz.
Kan ve irfanla kurulan, insanüstü bir çaba ile yüceltilen Cumhuriyetin kuruca kadrolarına yönelik saldırılar, cumhuriyet yıkıcılığından sicilli, yağmacı bir kesim tarafından büyük bir utanmazlık, değerbilmezlik ve bilgisizlikle artarak sürmektedir.
Türk ulusunun gönlünde, yüreğinde, bilincinde onurlu ve saygın yerini koruyan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e doğrudan saldıramayanlar, İsmet İNÖNÜ üzerinden ad vermeden, akıl almaz iftiralara Atatürk’e saldırmayı amaçlamaktadırlar.
İsmet İnönü’nün aramızdan ayrılışının yıldönümünde, Yandaşlığın, yalakalığın, Atatürk ve Cumhuriyet karşıtlığının pirim yaptığı bu günlerde, İNÖNÜ üzerinden Atatürk’e ve Cumhuriyet’e yönelik saldırılara, yalanlara, yanlışlara ve yutturmacalara belgelere dayalı olarak cevap vermek kandırılan ve aldatılan kamuoyuna mümkün olduğu kadar gerçekleri göstermek öz görevimizi yerine getirmek amacındayız.
YALAN: 1-Din adı altında dinsizliği yaşam tarzına dönüştüren, dini; çıkar, koltuk, baskı, egemenlik aracı olarak kullanan maskeli, sinsi dinsizlerin İNÖNÜ ile ilgili yalanlarından en önemlisi, CHP, Tek Parti ve İnönü döneminde camiler kapatıldı, depo ve hatta tuvalet yapıldı” iddiasıdır.
Yanıt: Kutsal patentli bu yalanın tek dayanağı,  şeriatçılığı tescilli bir “Atatürk ve cumhuriyet düşmanı” olan Mehmet Şevki Eygi’nin, kanıt belge bilgi ve kaynak göstermeksizin yazdıkları ve söyledikleridir. Evet! Gerçekten de CHP ve İsmet İnönü, 1939-1946 arasında Türkiye’deki bazı camileri “depo” yapmış, bu camilerin kapısına “kilit” vurmuş, etrafına “asker” dikmiş ve bu camileri ibadete kapatmıştır!
İsmet İnönü, II. Dünya Savaşı’nın devam ettiği 1939-1946 yılları arasında, Türkiye’ye yönelik muhtemel bir saldırıda, camilerin hedef alınmayacağını düşünerek, müzelerimizdeki “tarihi” ve “dini” değeri olan eserleri, zarar görmemeleri için, Anadolu da bazı camilere koydurarak koruma altına almıştır. Örneğin, Topkapı Sarayı’ndaki “Kutsal Emanetler”, bu emanetlerle ilgilenen görevlilerle birlikte Niğde’ye götürülerek, Niğde’deki bazı camilere konulmuştur. Dolayısıyla, “Kutsal Emanetlerin” bulunduğu bu “cami depolar”, ibadete kapatılmış ve kapısına kilit vurulup asker dikilmiştir.
Aynı şekilde,  Kurtuluş Savaşı’nda Batı Cephesi komutanı olan İsmet Paşa, Büyük Taarruzdan önce I. ve II. Ordu ile bunlara bağlı karargâhların barınması için Akşehir ve Konya çevresindeki camiler, hanlar ve kervansarayları kullanmıştır. Özellikle, kışın bölgede askeri birliklerin barınması için büyük kışlalar ve misafirhaneler olmadığından bu yola başvurmuştur. Vatan duygusuna yabancı, din maskesi takmış bu dinsizlerin, “Cami düşmanı” olmakla suçladıkları Atatürk, İsmet İnönü ve silah arkadaşlarının “kelle koltukta” verdikleri o “kutsal mücadele” olmasaydı, 15 Mayıs 1919’da İzmir’e çıkan çoluk çocuk demeden korkunç bir katliama başlayan Yunanlılar, Anadolu’daki tüm camileri yakıp yıkacak, ezanları susturacak ve işte o zaman camiler; ahır, tuvalet, eğlence merkezi yapılacaktı.
İslam'ın temel ilke ve değerlerine aykırı olarak inşa edilen, ticarî camileri (altlarında veya yanlarında düzinelerle işyeri ve dükkânın sıralandığı sözde camiler) üzerinden Allah acını kullanarak yüklü miktarda paralar elde edenlerin, Holdingler şirketler Kuranların Atatürk ve İnönü’ye camiler üzerinden saldırmaları, İslam’ı İslam'la yok etme siyasetlerinin bir parçası olduğu akıllardan çıkarılmamalıdır.
YALAN:2-"İsmet İnönü'nün paralardan Atatürk'ün fotoğraflarını çıkarttırıp kendi fotoğraflarını koydurttu."
Yanıt: Ülkemizin bazı "ateşli"  sözde Atatürkçülerin de İnönü'ye saldırmalarına dayanak yaptıkları bu konu,  “Allah ile aldatanların”, “amaca giden her yol mubahtır” anlayışı ile “Atatürk’le aldatma” hıyanetine yöneldiklerinin bir göstergesidir. Yoksa kırmızı görmüş boğa örneği Atatürk e saldıranların, bu Atatürk sevgileri nereden gelebilir ki?
Evet! İsmet İnönü döneminde paralardan Atatürk fotoğraflarının çıkartıldığı doğrudur. Ancak paralardan Atatürk fotoğrafın onun onayıyla çıkarılmış bir kanunun gereğidir
30 Aralık 1925 tarihli 701 sayılı kanun ve 16 Mart 1926 tarihli 3322 sayılı kararname ile 50,100,500 ve 1.000 liralık banknotların ön yüzünde "reis-i cumhur" hazretlerinin fotoğraflarının bulunması kararı alınmıştır...Bu kanunların altında bizzat Atatürk'ün de imzası vardır.  1937'de daha Atatürk hayattayken basımına başlanan "2.sürüm banknotlarda”, hem Atatürk'ün hem de İnönü'nün fotoğrafları yer almıştır. Atatürk ün ölümü üzerine sözü edilen kanun gereğince paraların üzerine İnönü nün
resimleri basılmıştır. Daha sonraları bu yasa değiştirilerek, paraların üzerine Atatürk  resimleri bastırılması uygulamasına geri dönülmüştür.  Bu nedenle "İsmet İnönü, Türk Lirası'ndan Atatürk fotoğrafını çıkardı!" diyenler, “Atatürk’le Aldatılmanın” tezgâhına düşmüş, büyük bir şaşkınlık, bilgisizlik veya ihanet içindedirler
YALAN:3-“Cumhurbaşkanı olarak İsmet İnönü, din kitaplarını yasaklatmıştır.” Yanıt: Söz konusu kitaplar; Yurttaşlarımızın  “Allah ile aldatma zehrini”  daha kolay hazmetsinler diye, kurdukları Muaviye düzeninde soyguna, zulme din adına katlansınlar diyerek maskeli dinsizler tarafından piyasaya sürülen ”hurafe” kitaplarıdır.  Örneğin Burdurlu Abidin Karaaslan’ın “54 Farzlı Büyük ve Tam Namaz Hocası-Türkçe Namaz Sureleri” kitabında;  “soğan ve sarımsağın kabuğunu yakmak”, “ağaç çöpü ile diş karıştırmak”, “aç iken soğan yemek”, “evde örümcek ağı bırakmak” YOKSULLUK NEDENİ, “Erkek için ipekli giymek”, “bıyıklarını kesmemek” ise İMANSIZ GİTMEK olarak yorumlanıyor.
Süleyman Dede, adındaki kişinin yazdığı “din kitabı” ise;  “Sarımsaklı yemeği Çinli hiç sevmezdi fakat ev sahibini de hiç kırmak istemezdi’, ’Bu iş Mustafa’ya doğrusu oldu merak, acaba 30 lira neden eksik bu tabak” gibi saçmalıklarla doludur. Bu hurafe ve safsataları din adına savunmak, ancak Allah ile aldatmayı meslek edinmiş, din maskesi takmış şeytanların işidir. 
Bu yazının sınırları içinde kaynaklara dayalı(Sinan MEYDAN-El-Cevap) olarak birkaç örnek aktarabildik. Bu örnekler bile, Yalan makinalarının ipliğini pazara çıkarmaya yeterlidir.
Devletin ve ulusun soyulduğu bugünlerde kör kuruşun hesabını tutan, İsmet İnönü’yü, Cumhuriyet değerleriyle barışık olmayan, siyasi hayatları süresince mal, mülk, servet peşinde koşan, hem kendi ceplerini hem de eş, dost ve yandaşlarının ceplerini dolduran, İsviçre bankalarında gizli hesaplar açtıran, oğula gemicik alan, eşe kuyumcu dükkânı açan bugünkü din taciri, ahlak yoksunlarının suçlamaya yönelmeleri tam bir kara mizah örneğidir. 
Tek parti CHP camileri kapattı” diye sızlananlar neden hiçbir zaman “Tek parti döneminde açılan Halkevleri ve Köy Enstitülerini DP kapattı. Böylece Türk aydınlanması büyük bir darbe yedi.” demez? 1951’de DP ve Menderes, Türkiye’nin dört bir yanındaki 478 Halkevi merkezini, 5000 Halkevi şubesini ve 4000 Halkodasını kapatmıştır. 1954’te de o güne kadar 25.000 öğretmen yetiştiren Köy Enstitülerini kapatmıştır.
Kağnıyla kamyonu yendiğimiz kurtuluş savaşının Batı Cephesi Komutanı, Türk'e biçilen emperyalist elbiseyi, yani Sevr’i yırtıp, Türk ulusun bağımsızlığı ve özgürlüğünün tapu senedi Lozan’ı tüm dünyaya kabul ettirmedeki katkıları yadsınamayacak değerde olan İsmet İNÖNÜYÜ ölümünün 44. Yılında bir kez daha saygı ve minnetle anıyoruz.
YÖNETİM KURULU ADINA:                                                                                              Mahmut ÖZYÜREK
                                                                                                Ulusal Eğitim Derneği
Isparta Şube Başkanı