Netçe görülmüştür ki, Hukuk Fakülteleri, Roma Hukukundan önce
Sokrates Ahlâkı öğretmeli, talebelerine!
Dün, Tayyip’in Kaçak ve de Haram Sarayı’nın yeni ziyaretçileri
vardı. Bunlara aslında “biatçı”, demek daha doğru olur ya; neyse…
Barolar Birliği Başkanı, bir hukukçudan çok, tam bir fırıldak
burjuva siyasetçisi kişiliği sergileyen Metin Feyzioğlu başkanlığındaki 70 Baro
Başkanı, Tayyip’i “demokrasiyi Fethullah’ın
elinden alıp kurtarması”ndan dolayı, kutlamaya gidiyor.
Tabiî bu kutlama töreninde, Tayyip’e yönelik övgünün bini bir para.
Aslında övgünün de ötesinde o. Yandaş medyada ortalama 15 yıldan bu yana
görmekte olduğumuz bir “biat” ve “yalama” törenidir.
Metin Feyzioğlu, siyasete sosyal demokrat CHP’de başlayıp, sağın en
gerisinde, hatta faşist bir çizgide yer alan Cumhuriyetçi Güven Partisi’nde
siyasi hayatını bitiren dedesi, dönekler döneği Turhan Feyzioğlu’nun bire bir
klonlanmış kopyası gibidir. Bunun da döneklik, pervanelik, hep ikili oynama,
güce tapınma ve her daim güçlünün yanında görünme, çıkarcılık, kariyeristlik, riyakârlık,
kişiliğinin karakteristik özellikleri olmuştur.
Çok değil, iki sene kadar önce, bir Adli Yıl Açılışında, kendisini
terbiyesizlik etmekle suçlayıp, o zaman Cumhurbaşkanlığı Makamını işgal eden
Abdullah Gül ve Danıştay Başkanı Zerrin Güngör’e “Haydi gidiyoruz.”, diyerek
açılış törenini, onları da peşine takıp terk eden Tayyip Erdoğan’a bakın ne
övgüler düzüyor, Feyzioğlu:
“Zatıâliniz bu püskürtme hareketinde büyük bir
liderlik örneği göstermiştir. Sizin televizyonda yaptığınız açıklamayı
dinlediğimizde de yüreğimiz ferahladı ve bu girişimin püskürtüleceğini anladık.
“15 Temmuz’da bir büyük felaketin eşiğinden döndük.
Sizin de isabetle işaret ettiğiniz gibi tehlike geçmemiştir. FETÖ sadece bir
araçtır. Bu örgütün arkasındaki güçler, Türkiye’nin içinde bulunduğu coğrafya
ve bu bölgede yaşanan menfaat çatışmaları olduğu gibi durmaktadır. İşgale karşı
Türkiye Cumhuriyeti’nin arkasında saf tutmak hepimizin asli görevidir.
İstisnasız 79 baro 15 Temmuz gecesi çatışmalar devam ederken demokrasiden yana
tavrımızı ortaya koyduk. Bir şey daha
söyleyeyim. Sizin ve Sayın Başbakan’ın açıklamalarını dinlediğimizde bu
girişimin püskürtüleceğine inancımız arttı.”
(http://www.sozcu.com.tr/2016/gundem/barolar-ak-sarayda-1354396/)
Atasözümüz de der ya; “Dilin kemiği yok.” Öyle de oynar, böyle de.
Kelimelerin de canı ve özgür iradesi yok. “Kavram namusu” taşımayan
kullanıcılara; “Hayır, ben bu ibarede yer almam! Beni ahlâk dışı amaçlarınıza
araç kılamazsınız!”, diyerek isyan edemez ki…
Bir zamanlar DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel’in karşısında, TCK 159’dan
sorguya çekilirken bile, korkudan dizleri titreyen ve Rize’de meydanı boş
bularak Laik Cumhuriyet’e yönelik hakaretleri sorulunca da; “Bunları söylemek için insanın deli olması lazım gelir.”,
diyerek söylediklerini anında yalayıp yutan bir kişiden “kahraman” ve
“liderlik” yaratıyor, Feyzioğlu. Nasıl olsa şu anda güç bunun elinde, diyor.
Bunun koltuğunun altına sığınırsak bizim de önümüz açılır, diyor.
Adımız gibi eminiz ki, bu Feyzioğlu, eğer hesaplaşmayı Pensilvanyalı
İmam kazanmış olsaydı, onun önünde de bugünkünden asla aşağı kalmayan methiyelerle
süslü bir biat seranadı geçecekti. O zaman, konu tabiî ki Tayyip’in
tahammülsüzlüğü, otoriterliği, hukuksuzluğu, kanunsuzluğu, kamu malı hırsızlığı
ve ünlü 17-25 Aralık dosyalarının içeriği, ayakkabı kutuları, elbise dolapları,
çikolata kutuları, para sayma makinaları olacaktı. Hatta şöyle de
diyecekti, Feyzioğlu: “Bu hak hukuk tanımaz Tayyip Erdoğan, benim de
kürsüdeyken sözümü keserek ‘terbiyesizlik ediyorsun’, diye bağırmıştı bana.
Böylesine hoyrat bir kişiydi Erdoğan.”, diyecekti.
Devam ediyor, yağlamaya, yalamaya Feyzioğlu:
“Ben adalet bakanımıza ve dışişleri bakanımıza bu
konuda verdikleri destek için teşekkür ediyorum. Vatandaşlarımız Türkiye
Cumhuriyeti vatandaşı olmakla gurur duyacaklardır. Sinsi yapıların planları
boşa çıkacaktır. 15 Temmuz sonrasının Kuvayı millîye ruhunun ve yapıcı ortamın
bir daha bozulmamak üzere sürdürülmesini ve hâkim kılınmasını diliyoruz.” (agy.)
İşin burasında, insanın midesi bulanıyor artık, iğreniyor. Hiç
utanıp arlanmadan bir de, “Kuvayı millîye ruhu”ndan söz ediyor.
Hangi Kuvayı millîye, be utanıp sıkılmaz adam!
Biat ederek önünde diz çöktüğün Tayyip, ne Kuvayı millîye kazanımı
bıraktı, ne Laik Cumhuriyet… Adam apaçık bir şekilde Din Devleti kuruyor, harıl
harıl çalışarak. Laik eğitim diye bir şey bırakmadı. Bütün okulları İmam
Hatipleştirerek, birer Kur’an Kursuna, birer Şeriat Mektebine döndürdü.
Hukuk bırakmadı. Anayasa bırakmadı, kanun bırakmadı. Ahlâk
bırakmadı. Ve din bırakmadı. Hepsini çürüttü, bozdu, dağıttı.
Tayyip ve AKP’giller’in, TCK’de yazılı olan hemen tüm maddelerden
yargılanıp, ağırlaştırılmış müebbetlere, yüzyılları, binyılları bulan
hapisliklere mahkûm edilmiş olması gerekir, eğer Türkiye’de hukukun, kanunun,
adaletin zerresi olmuş olsa. Yüz kızartıcı suçların neredeyse tamamını işlemiş
durumda bunlar. Zimmet, evrakta sahtecilik, görevi kötüye kullanmak, kamu malı hırsızlığı
ki miktarı trilyon dolarları bulmakta, kanun hukuk tanımazlık, aleyhlerinde
verilmiş olan mahkeme kararlarını iplememezlik ve de savaş suçu, cinayet,
katliam suçu; bunların bir değil, onlarca, yüzlerce kez işlemiş olduğu suçlardandır.
Senin gidip önünde diz çöktüğün Tayyip’e Saray olan yer, bir defa,
kanunlar çiğnenerek yapılmıştır. O yapı, daha yapılırken, bunun pek çok kanuna
aykırı olduğu ve derhal yapımının durdurulması yönünde verilmiş mahkeme
kararları vardır.
Ne demişti o kararlar üzerine Tayyip?
“Ne yaparsanız yapın, o binayı yapacağım, açılışını
da yapacağım, gidip oraya da oturacağım.”
Adam, fiili gücü elinde bulundurduğu için mahkeme kararı
uygulanamaz olmuştur. Ve sen bir de hukukçu kimliğinle ve cübbenle gidip o
kaçak, kanunsuz ve kamudan gasp edilen paralarla yapıldığı için israf hadsiz
hesapsız boyutta olduğu için haram olan Sarayda konuşuyorsun, biatını
sunuyorsun ve bundan da hiç rahatsızlık duymuyorsun.
Üstüne üstlük, o Kaçak Saray, Kuvayı millîye Komutanının,
Antiemperyalist birinci Ulusal Kurtuluş Savaşı’mızın Komutanının milletimize yadigârı
olan Atatürk Orman Çiftliği talan edilerek oraya kondurulmuştur.
Bununla bile yetinmemiştir Tayyip; senin biatını sunma gününde ilan
ettirdiği yeni bir özelleştirme sözüm ona yasasıyla, Atatürk Orman Çiftliği’nin
geri kalan bölümlerini de, yine Mustafa Kemal’in önerisiyle kurulan Türk Dil ve
Türk Tarih Kurumlarının mülklerini de, İstanbul Haydarpaşa Garı’nı da
özelleştirme kapsamı içine aldıklarını ve satacaklarını duyurmuş oldu. Adam,
Tarihe ilişkin ne varsa satıp paraya çevirecek. Bu paraları da har vurup harman
savuracak.
Türkiye bugün hukuk, hatta kanun devleti olmaktan çıkmıştır. Tek
Adamın Faşist Din Devleti olma yolunda hızla ilerlemektedir. Daha doğrusu;
Ortaçağ’ın dinci despotluklarına doğru yuvarlanıp götürülmektedir.
Adam, kanunsuzluğu o denli tutulacak biricik yol bellemiş ki, bütün
yaptıkları kanunsuz. Aklına gelen her şey yapılıyor. Kanuna uygunmuş, değilmiş,
hiç umurunda değil. Uygun değilse, buna bir kanun kılıfı geçirilir, olur biter,
diyor.
Adam, apaçık bir şekilde; “Ben
Laik Cumhuriyet’in işini bitirdim. Onu yıkıp dağıtıp attım, bir kenara. İster
benimseyin ister benimsemeyin, şu anda fiili bir durum var. Bütün mesele benim
yaratmış olduğum ve keyfimce belirlenmiş olan bu fiili duruma bir yasal kılıf
giydirmektir. Bu fiili durumu çarşaf içine sokmaktır.”, dedi. İşte kanıtı:
“Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanı’nın anayasal sınırları
tartışmalarıyla ilgili, ‘İster kabul edilsin
ister edilmesin, Türkiye’nin yönetim sistemi bu anlamda değişmiştir. Şimdi
yapılması gereken bu fiili durumun hukuki çerçevesinin yeni bir Anayasa ile
netleştirilmesi, kesinleştirilmesidir’ dedi.”
(http://www.hurriyet.com.tr/turkiyenin-yonetim-sistemi-fiilen-degismistir-29815380)
Söylenen net: “Ben, var olan Anayasal Sistemi-Rejimi yıktım. Şu
anda, bir fiili durumdur bu. İster kabul edin, ister etmeyin. Durum budur.
Yapılması gereken bu duruma bir Anayasa paravanı oluşturmaktır.”
Dediği doğru mu, doğru. Yıktı Laik Cumhuriyet’i çünkü. Ne kuvvetler
ayrılığı bıraktı, ne Anayasa, ne adli sistem… O görülenlerin tamamı aslında,
Tayyip ve AKP’giller’in hukuk bürosudur, örgüt bürosudur.
Yıllardan bu yana bunların istemediği bir tek kanun çıkabiliyor mu?
Hayır.
Bunların uygun bulmadığı, hasbelkader verilmiş olan mahkeme
kararlarının bir teki olsun uygulanabiliyor mu?
Hayır.
17-25 Aralık gerizinin patlamasıyla ortaya saçılmış olan yolsuzluk
dosyaları; bir teki olsun hukuka uygun bir şekilde ele alınıp incelenebiliyor
mu?
Hayır.
Ne diyor AKP kurucularından, AKP Parti Programının yazıcısı ve de
yıllarca AKP’nin Genel Başkan Yardımcılığını, Ekonomiden Sorumlu Devlet
Bakanlığını yapmış olan Abdüllatif Şener?
“Tayyip Erdoğan’ın kendisi 100 ila 120 milyar dolarlık bir kamu
malını zimmetine geçirmiştir. Bu rakam hiçbir şekilde 80 milyar doların altına
düşmez. Eğer buna bir itirazı varsa Tayyip Erdoğan’ın, beni mahkemeye versin.
Orada ispatlayayım bu yolsuzluklarını.”
Bunları dedi mi TV ekranlarından Abdüllatif Şener?
Dedi.
Tayyip ne yaptı?
Sadece sustu. Başka da hiçbir şey yapamadı.
Sen o zamanlar ne yaptın Metin Feyzioğlu?
Hukukun yanında mı oldun, yoksa Tayyip’in yanında mı?
Tayyip’in yanında oldun. O zaman da kurtarmaya çalıştın Tayyip’i.
Dolayısıyla da sen, gerçek anlamda hukukçu filan değilsin.
Nedir hukukun temel amacı?
İnsan onurunu korumak.
İşte senin hukukunda bu yok. Her zaman onursuz işlerin içindesin
sen. Senin derdin makam, koltuk, ün, poz…
Sen böylesin, o belli de, biz asıl senin peşine takılmış 70 Baro
Başkanı adına üzülüyoruz. Demek ki onlar da hukukun ne olduğunun farkında
değil.
Ve bu kadar görünüşte hukukçuyu; görünüşte eğitmiş, yetiştirmiş,
mezun etmiş olan Hukuk Fakülteleri adına üzülüyoruz. Onların hocaları,
profesörleri adına üzülüyoruz. Demek ki oralarda ya sizlere, hukukun ruhundan
zerre taşımayan, içi boş kalıplar öğretiliyor; sadece hukukun kabuğu
öğretiliyor size; ruhu, özü, içeriği, insani anlamı öğretilmiyor ya da siz
karakterinize uygun olanı alıyorsunuz. Hani ünlü özdeyiştir ya: “Irmak ne kadar büyük olursa olsun, herkes oradan ancak
kabı ölçüsünde su alır.” Sizin
kabınız daha fazlasını almaya imkân vermiyor.
Eğer Türkiye’de gerçek anlamda hukukun ruhuna sahip olan ve onu
savunma cesaretini gösterebilen hukukçulardan oluşmuş mahkemeler bulunsaydı,
Türkiye, bugün içinde bulunduğu felaket ortamına, karanlıklar ortamına düşmemiş
olacaktı. Daha işin başında, hukuksuzluğa sapan, “ben yasa masa dinlemem”
diyen, devletin tepesine tırmanmış insanlar, hemen yaptıklarından hesaba
çekileceklerdi.
Ayrıca, bir ticari meta olarak din alıp satmak, hiç kimsenin
cesaret edemeyeceği bir şey olurdu. Kâğıt üstünde güya yasak, dini siyasete
alet etmek. Ama 1950’den bu yana bütün Amerikancı hain Para babaları
siyasetçilerinin tamamı, en büyük siyasi rant aracı olarak din alıp satmayı
yani cahil bırakılmış, yoksul insanlarımızı “Allah’la aldatma”yı görüyorlar ve
pervasızca da kullanıyorlar.
Bir zamanlar, Abdurrahman Yalçınkaya adında, namuslu ve
yiğit bir Yargıtay Cumhuriyet Başsavcımız vardı. Tayyip ve AKP’giller’in
devamlı bir şekilde dini siyasete alet ettiklerini somut belgelerle ortaya
koyarak, partilerinin kapatılmasını istedi. Dava görüldü, Anayasa Mahkemesinde.
Ve mahkeme kararında, bu partinin, “Laikliğe
karşı işlenmiş suçların odağı olduğu” belirlemesi
yapıldı.
Ne yazık ki, gerçek anlamda hukukçu olmayan bazı üyelerin hukuk
dışı davranışları ve kararları sonunda bu partinin kapatılması engellendi.
Tabiî bunun intikamını ve böyle bir girişimin bir daha
tekrarlanmaması için tedbirini hemen aldı, Tayyip ve AKP’giller. “12 Eylül
2010 Anayasa Referandumu” adlı bir düzenbazlıkla, bir kandırmacayla yargı
darmadağın edildi ve doğrudan AKP’giller’in hukuk bürosuna döndürüldü. Bu yeni
oluşumda artık yeni bir Abdurrahman Yalçınkaya olamazdı. Bunların önlemini
aldılar. Sonrasında da kerte kerte adli sistemi, adli olmaktan tümüyle
çıkardılar.
Ve tüm bunları, yaşanan bütün bu felaketleri ve o günden bu yana
AKP’giller’in yaptığı bütün yolsuzlukları, işledikleri bütün suçları
görmezlikten geldi, adalet mekanizması.
Partimizin, AKP’giller’in işledikleri bu sayısız suç hakkında
yaptığı, belki de sayısı 100’e ulaşan suç duyuruları hep ret cevabıyla
karşılaştı. Hiçbiri, hukuk ölçütüne, kanun ölçütüne, adalet ölçütüne vurularak
ele alınıp incelenmedi. Bunu yapacak mahkeme bırakılmadı artık. Zaten bütün
mahkemeler, Pensilvanyalı İmam’ın, diğer cemaatlerin ve AKP’giller’in
mensupları tarafından paylaşılmıştı. Hukuktan yana kimse kalmamıştı
mahkemelerde. Tıpkı Orduda, Milli Eğitimde, Poliste vb. devlet kuruluşlarında
olduğu gibi… Devleti oluşturan her kurum, hepsi de birer “Paralel Devlet” olan
bu tarikatlar ve AKP’giller tarafından paylaşılarak ele geçirilmişti. Milletten
yana, vatandan yana, haktan yana, hukuktan yana, adaletten yana kimse
bırakılmamıştı. Hepsinin de amacı, bir başlarına devletin tüm kurumlarında hâkimiyeti
ele almaktı. Baş çalışmaları buydu artık.
Tabiî, tüm bunlar şuradan kaynaklanıyor:
Türkiye, Asur Kervanlarının Anadolu’ya, Kayseri’ye kadar uzanıp
Mezopotamya’da ortaya çıkan Sınıflı Toplum ilişkilerini taşıdığı, böylece de
binlerce yıldan bu yana, insanın insanı hayvan yerine koyduğu, yük hayvanı
olarak gördüğü bir anlayışın egemen olduğu topraklardır. Yani, insan düşmanı,
asalak, vurguncu, Antika Tefeci-Bezirgân Sermaye Sınıfı denilen alçak sömürücü
sınıfın anlayışının yerleştirildiği ve kuşaktan kuşağa aktarıldığı coğrafyadır.
Bu insan düşmanı kültür, çürütür insanları, toplumla birlikte. Soysuzlaştırır.
İnsanı insanlıktan çıkarır, çamurlara bular. İşte bu sebepten, Doğu Toplumları,
Batı benzeri bir modern burjuva devrimi yapamamıştır. Burjuva düzeni bu
topraklara modern şekliyle yerleşememiştir. Daha doğrusu, doğamamıştır
buralarda. O sebepten, hemen bütün Doğu Toplumları, İslam Dünyası da içinde
olmak üzere, hep geriliğin, derebeyleşmenin, karanlıklar düzeninin, din
savaşlarının içinde bocalayıp durmaktadır.
Ve bu toplumun, bu kültürün yetiştirdiği insanlar da, hukukçu da
olsa bu biatçılar benzeri insanlar olmanın ötesine geçememektedir. İşte
örneklerini gördüğümüz gibi hukukçulukları kabuk olmaktan öteye geçememektedir.
Ve işte bu sebepten, AKP’giller gibi din bezirgânları, din
sömürücüleri, Allah ile aldatıcı, ABD işbirlikçisi, hain, kamu malı aşırıcıları
Türkiye’de 14 yıldan bu yana iktidarlarını sürdürmektedirler.
Demek ki böyle ülkenin hukukçuları, ancak bu kadar olabiliyormuş.
Hani ne derler; bu toprak bu tür ürün verir. Daha iyisi olmaz.
Ve işte biz diyoruz ki, öncelikli olarak bu lanet düzeni, bu insan
düşmanı düzeni yıkıp, insana yaraşan bir düzen kurmalıyız. ABD işbirlikçisi Para
babalarının yani TÜSİAD’cıların, MÜSİAD’cıların, TİSK’çilerin, TOBB’cuların ve
onların temsilcilerinin siyasetteki ve ekonomideki varlıklarına tümüyle son
vermeliyiz.
Üretimi, insana, halkımızın tamamına yararlı olacak şekilde ve o
amaçla yapmalıyız. Şimdiki gibi bir avuç vurguncunun, halk düşmanı hainin
kasalarını doldurması için yapmamalıyız. Bu sistemi ortadan kaldırmalıyız.
İşte ancak o zaman insanlarımız da çamurlara, kirlere bulaşmadan
yetişirler, büyürler, toplumda yer alırlar ve toplumu yönetirler. Gerçek
insanlardan oluşur toplumun tamamı. İnsanın hayvandan farkı; ahlaki, vicdani
bir dünyasının da olmasıdır. Hayvanlar yalnızca içgüdülerinin yönlendirmesiyle
yaşarlar ve nesillerini sürdürürler. Onlar toplum yaratığı değildirler. Bir
arada yaşıyor olanları bile bir sürü üyesidir. Sürü içgüdüsüyle hareket
ederler.
Oysa insan toplumu, her şeyden önce, ahlaki değerler sistemi
üzerine kurulmalıdır. Ancak öyle olursa, o toplum gerçek insanlardan oluşmuş,
insanlığının hakkını veren insanlardan oluşmuş bir toplum olma özelliğini
taşıyabilir. O toplumda mutlu olur insan.
Böyle bir ahlâkı da ancak, yukarıda dediğimiz gibi, gerçek anlamda
insana hizmet eden bir egemen üretim yordamı ortaya çıkarabilir, oluşturabilir
ve kapsayıcı kılabilir. Demek ki, toplumun ekonomik yapısını yani temelini,
altyapısını değiştirmediğiniz sürece ahlâkını düzeltemezsiniz. İnsani bir ahlâk
sistemine dönüştüremezsiniz.
Meselenin temelden çözümü, kökten çözümü ya da nihai çözümü ancak
bu yöntemle olur.
Fakat hiç değilse, bir ölçüde de olsa olumlu bir etki
yapabileceğini düşündüğümüz eğitimi de göz ardı etmeyelim, deriz biz. Belki o
zaman, hukukçularımız bu denli savrulmazlar. Utanç verici, içler acısı
durumlara düşmezler.
Bu sebeple biz, Hukuk Fakültelerinde Roma Hukukundan önce ya da en
azından onunla birlikte Sokrates Ahlâkını yani “Erdemler Ahlâkı”nı, “İnsani
Yücelikler Ahlâkı”nı, en özet biçimde ve de somut bir olayın tahlili içinde
anlatan “Sokrates’in Savunması” adlı ünlü eserinin temel bir ders olarak
okutulması gerekir, diye düşünüyoruz.
Ne der o ahlaki sistemi içinde Sokrates?
“İnsan, erdemlerinden asla vazgeçmemeli. Herhangi bir
sebeple, ölüm korkusuyla bile olsa, erdemlerinden, insani değerlerinden,
onurundan vazgeçmemeli. Eğer vazgeçerse, insanlığından vazgeçmiş, insanlıktan
çıkmış olur. Yani, insan beynini kendi eliyle öldürmüş olur.”
Onun bu anlayışını altın değerindeki şu cümlesi çok güzel özetler:
“Kendin pahasına olduktan sonra; tüm dünyayı kazansan
neye yarar?..”
Evet, Metin Feyzioğlu ve peşine takılan zavallı sözde hukukçular!
İşte mesele bu.
Bakın; “Cübbeli Ahmet” namıyla maruf pervaneden bir farkınız kaldı
mı, Kaçak Saray’daki bu biat töreniniz sonrasında?
Bizce kalmadı.
Bu Cübbeli Ahmet ahlâksızının bir süre önce Fethullah Gülen
hakkındaki kanaati şuydu:
“Biz Hoca efendiye ‘Fethullah’ diye hitap edemeyiz. Biz Mahmut
Efendi Hazretlerine mensubuz. Biz efendiden duyduk ki birisi Fethullah dedi,
Efendi oradan dedi ki, ikaz etti, ‘Hoca efendi’ söyle. Ehlî sünnet alimlerden
okumuştur, kendisine hüsnü zannımız vardır.”
(http://kurtuluspartisi.org/4224-2/)
Pensilvanyalı İmam’la AKP’giller’in 15 Temmuz ganimet paylaşımı
hesaplaşması sonrasındaysa, anında dümen kırar, sizin gibi Tayyip’in kollarının
altında alır soluğu. Tayyip’in tekbirli, zikirli, türbanlı, sarıklı, cübbeli,
yeşil bayraklı “Demokrasi Nöbetçileri” arasına katılır. Orada da bakın ne der
“Bir gece burada Allah yolunda nöbet bekleyen cennet ehlindendir.”
Tıpkı sizin gibi, değil mi, dönüşü, pervaneliği…
Bir anda aynaya bakmış gibi oluverdiniz, öyle değil mi?
Tabiî sadece jargonlarınız farklı. O şeyh maskesi ardında, siz
hukukçu. O yüzden, söyleminizde bu kadarcık biçim farkı olacak. Ama içerik
aynı.
Yaptığınız hiç insani değil. Sizin adınıza çok üzülüyoruz biz.
Yakışmaz insana bu.
Burada henüz gerekçelerini açıklamış olmadıkları için bilmiyoruz
ama o biat törenine katılmayan 9 Baroyu, yönetimlerini ve başkanlarını
kutlarız. Umarız ve dileriz ki, tutumlarını sürdürürler…
Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!
17 Ağustos 2016
Nurullah Ankut
HKP Genel
Başkanı