5 Şubat 2016 Cuma

Cumhuriyet yıkıcılığından sabıkalı




ANAYASA Mutabakat Komisyonu Meclis Başkanı İsmail Kahraman başkanlığında ilk toplantısını gerçekleştirdi. Komisyonda
AKP`den Cemil Çiçek, Ahmet İyimaya, Cemil Abdulhamit Gül,
CHP`den Namık Havutça, Ömer Süha Aldan ve Bülent Tezcan,
HDP`den Garo Paylan, Mithat Sancar, Meral Danış Beştaş,
MHP`den Oktay Öztürk, Mehmet Parsak ve Kadir Koçdemir olmak üzere her partiden 3`er üye bulunuyor.
“Anayasa Mutabakat Komisyonu”  ve Meclis Başkanı İsmail Kahraman ‘Anayasa Mutabakat Komisyonu’nun “YENİ BİR ANAYASA YAPIMI” için görevli olduğunu belirtti.
TBMM'nin yeni bir anayasa yapabilmesi için, her şeyden önce, yürürlükte ve bağlayıcı olan 1982 Anayasasını “ilga” etmesi veya “anayasasızlaştırılması” gerekmektedir.
O nedenle, yeni bir anayasa yapma ihtiyacının varlığı ispatlansa, yeni bir anayasanın ülke ve ulusun yararına olacağı gösterilse bile, bundan yola çıkarak, TBMM’nin yeni bir anayasa yapma yetkisine sahip olduğu sonucuna ulaşılamaz. Hukukta ihtiyaç, yetki doğurmaz. Yetki, yetkiden doğar. Yetki, bir makama bir hukuk normu tarafından verilir. Bir makam, kendisine verilmemiş bir yetkiye sahip olamaz. Ve hiçbir makamın yetkileri kendinden menkul yetkiler değildir.
Anayasanın 175. Maddesine göre Anayasanın değiştirilmesini mümkündür. Ancak 175. Madde Anayasasının “ilga” edilmesi veya ‘anayasasızlaştırılması’na olanak vermemektedir.
1 Kasım seçimlerinde halk TBMM’ de temsil edilen siyasi partilere  “Yürürlükte olan anayasayı “ilga”  ve ‘anayasasızlaştırılması’ yetkisi vermemiştir.
Buna karşın TBMM’de temsil edilen siyasal partiler kendilerine, anayasanın ve Türk halkının vermediği bir yetkiyi, yani yürürlükte olan anayasayı “cebren”/zorla değiştirmeye “teşebbüs” etmeye yönelmişlerdir.
Bu suçtur. Bu suç Türk ceza kanununa göre “ağırlaştırılmış müebbet hapis” cezasını gerektirir.
MADDE 309. - (1) “Cebir ve şiddet kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs edenler ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılırlar.”
Anayasa Mutabakat Komisyonunun kurulması, anayasayı cebren değiştirmeye yönelik bir eylemdir. Cebir kullanmak suretiyle Anayasanın öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen üzerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs edilmesinin yaptırımı, “ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıdır”
 Bu Suçun Soruşturma ve kovuşturması re’ sen Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılır.
Anayasa Mutabakat Komisyonunun kuruculuğunu yapan siyasal partileri, özellikle de CHP ve MHP’yi bir kez daha uyarıyoruz!
Hiçbir seçmen size Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının “ilga” edilmesi veya Türkiye Cumhuriyetinin ‘anayasasızlaştırılması’ , Anayasa ve kanunları çiğneyerek, ülkeyi faşist bir diktatörlüğe sürüklemeniz için oy vermedi!
Bu nedenle anayasayı cebren değiştirmeye yönelik bir eylem amacı ile oluşturulan Anayasa Mutabakat Komisyonundan çekilmeniz, Türk halkının ezici çoğunluğunun istemidir. Bunu yapmamanız durumunda tarih sizi belleğine  “Cumhuriyet yıkıcılığından sabıkalı” olarak yazacaktır.05.02.2016 Isparta
Mahmut ÖZYÜREK

3 Şubat 2016 Çarşamba

TÜRK ULUSUNA ÇAĞRIDIR (İranlı Bir Gazetecinin Uyarıları)



ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ İLE BAŞKANLIK REJİMİNE geçildikten sonra İRAN'DA YAŞANANLARI biz de YAŞAYABİLİRİZ. 

Üstelik İRAN gibi ABD karşıtı bir İslam Cumhuriyeti değil,

SUUDİ ARABİSTAN gibi ABD KUKLASI bir KRALLIK olmamız çok daha MUHTEMELDİR



"Merhaba. Benim adım Bahman Nirumand. İranlı bir gazeteci-yazarım.
Şahın devrilmesinde aktif rol oynayanlardanım.
Ve aynı zamanda mollaların, demokrasi ve özgürlük getireceğine inanan milyonlarca solcu, demokrat, liberal ve milliyetçi insandan biriyim.

Evet, Humeyni yeryüzünde cenneti vaat etti bize. Demokrasi gelecek, kimse fikirleri ve siyasal görüşleri yüzünden tutuklanmayacak, işkence yapılmayacak, kadınlara eşit haklar verilecek, giyim serbest olacaktı.

ÜZERİNDE DURMADIK
Her şey 14 Ocak 1979 tarihinde değişti. Şah, İranı terk etti. Ardından İran tarihinin en büyük yürüyüşü Tahran’da yapıldı. Sansür, yasak yoktu, istediğimiz gibi bağırıyorduk.
Ertesi gün gazetede, bir hırsızın genç mollalar tarafından yakalanıp, adına İslam Mahkemesi denilen bir mahalli heyet tarafından 35 kamçı cezasına çarptırıldığı haberini okuduk.
Haberi ciddiye almadık; Üç beş sapsızın işi dedik.

Bu arada bira-şarap fabrikalarının yakılması, sinemaların tahrip edilip filmlerin sokaklara atılması gibi olayların üzerinde hiç durmadık. Ufak tefek şeylerin toplumun demokrasi ve ulusal bağımsızlık yolundaki çabaları etkilemesini istemiyorduk.
Biz bunları söylerken, mollalar tarafından, kadın ve erkeklerin yan yana yüzemeyecekleri; okullarda aynı sınıflarda olamayacakları; birlikte spor yapamayacakları gibi gerici kararlar ardı ardına alınmaya başlandı.

“Müslüman kadınların yanında fahişelerin yeri yoktur"
 denilerek

kadınlara örtünme zorunluluğu getirildi. Özellikle üniversitelerde bu yüzden çatışmalar çıktı.
Bu çatışmalardan rahatsız olduk; kadın sorununun güncelleşip ön plana geçmesini istemiyorduk!
Peçesiz, başörtüsüz sokağa çıkan kadınlar artık açıkça, gözümüzün önünde dövülüyordu. Bazı kadınların yüzüne kezzap atılıyordu.
Biz ise hala büyük laflar ediyorduk; bu tür olayları devrimin kaçınılmaz sancıları olarak görüp umursamıyorduk! İttifak Eylem Birliği gibi terimlerin peşinden koşup duruyorduk.

GEÇİŞ SANCILARI SANDIK

Humeyni, Bütün sorunlarımızın sebebi, cemiyetimizdeki ahlaksızlıklardır. Bunların kökünü kazımalıyız diyor; genç mollalar terör estiriyordu. Kitapevleri yağmalanıyor; gazete bayileri ateşe veriliyordu.
Şirazda İslam Mahkemesi eşcinsel ve fahişe olduğu gerekçesiyle dört kişiyi idam ediyordu. Benzer olay Tahranda da gerçekleşiyor, üç fahişe ve üç eşcinsel kurşuna diziliyordu.
Şimdi düşünüyorum da, insan zamanla her türlü aşağılanmaya alışıyor galiba. Hiçbirini görmüyorduk; basmakalıp analizlerimizin doğru olduğuna o kadar inanıyorduk ki!..
Oysa toplum hızla dincileştiriliyordu. Alınan her kararda Tamam bu sonuncusu diyorduk. Ama arkası hep geliyordu.
KIZLARIN EVLENME YAŞI 18’DEN 13’E DÜŞÜRÜLDÜ. Parfüm, ruj, saç boyası, mücevher gibi kadın malzemelerinin yurda girişi yasaklandı. Kadın çamaşırı satan mağazaların vitrinlerine sutyen, kombinezon vs. koymasına bile izin yoktu.
Kamu dairelerinde kadın memurlara tesettüre girme emri çıkarıldı.
Biz aydınlar hep aynı düşüncedeydik: Demokrasi ve özgürlüğe geçiş sancılarıydı bu tür vakalar! Abartmaya gerek yoktu.

REFERANDUM OYUNU!

Üç ay önce Humeyni, Paris’te komünistler de dâhil olmak üzere her görüşün rahatça örgütleneceği bir demokrasiden, özgürlükten bahsederken, şimdi tüm solcu, milliyetçi ve liberalleri İslam düşmanı ilan etmişti.
Mollaların en iyi siyasi stratejileriydi; işlerine gelmediği zaman hemen gündemi değiştiriyorlardı.
Referandum meselesini gündeme getirdiler. Halka soracaklardı: İslam Cumhuriyetini istiyor musunuz, istemiyor musunuz?
Kuşkusuz bu bir oyundu...
Yapılan propaganda belliydi; dediler ki: İslama evet mi, hayır mı diyorsunuz?
Biz bu oyunu biliyorduk ama şöyle düşünüyorduk: Önemli olan Cumhuriyettir; serbest seçimlerdir; demokratik haklardır; özgürlüklerdir. İslam Cumhuriyeti bunu sağlayacaksa neden karşı çıkalım?
Sonuçta, evet diyen 20 milyon, hayır diyen ise sadece 140 bindi.
Mollalar bu referandum sonucunu çok iyi kullandılar. Güya tüm ülke yaptıklarını onaylıyordu. Artık televizyondan sonra basın da ellerine geçmişti. Sanki tüm muhaliflerin sayısı 140 bin kişi gibi gösterdiler. Hâlbuki 20 milyon içinde bizim oyumuz da vardı. Ama artık bizim sesimizin çıkmasına izin verilmiyordu.

HALKI ANLAYAMADIK

MOLLALAR GÜÇLENDİKÇE SALDIRGANLAŞTILAR.

Örneğin, tirajı bir milyon olan liberal Ayendegan Gazetesini kapattırdılar. Sıra sonra Keyhan Gazetesine geldi; muhalif yazarların işten çıkarılmasını sağladılar.

Özgürlük, demokrasi ve bağımsızlık için ayaklanan halkın, bu kadar kısa sürede değişeceğini düşünememiştik.
Sanmıştık ki, mollaların gerici yasalarına/kurallarına halk karşı çıkacak. Hâlbuki tersi oldu; mollalar yasak, sansür getirdikçe arkalarından gidenlerin sayısı arttı.
Örtünmek moda oldu!
Tüm bunlara gelip geçici bir fırtına diye bakmak ne büyük yanılgıydı.
Komünistlerden, solculardan, demokratlardan, milliyetçilerden sonra liberal İslamcılar da zamanla mollaların hedefi oldu.
Şah döneminden daha çok insan cezaevlerine konuldu; idam edildi.
Milyonlarca insan canını kurtarmak için yurtdışına kaçtı.
Kaçanlardan biri de bendim!"

UMARIM BİZİM HATALARIMIZDAN BİRİLERİ DERS ÇIKARIR.

2 Şubat 2016 Salı

“Berlin’de hâkimler var!..



Prusya Kralı II. (Büyük) Frederik, Potsdam ormanlarında gezinirken bir tepeye ulaşır. Görür ki hemen yanında daha büyük bir tepe daha vardır ve bu tepenin üstünde bir değirmen kuruludur.

Yüksek olan tepeye Saray yaptırmayı düşünmektedir. Değirmeni satın alarak bu hayalini gerçekleştirmek ister. Fakat değirmenci satışa razı değildir.

Büyük Frederik değirmenciyi ikna etmek için önce değirmene değerinin kat kat üstünde bir bedel ödemeyi teklif eder.

Sans-Souci, “Hayır. Değirmenim satılık değil” der.

Kral bu cevaba kızar ve  “ Sen benim Prusya Kralı olduğumu bilmiyor musun ?” diye sorar. “ Biliyorum, biliyorum” der Sans- Souci, “Sen de benim bu değirmenin tapulu sahibi olduğumu biliyor musun” diye anlamlı ve ağır bir cevap verir.

Kral çok öfkelenir. ”Senin tapunda olsa rızanda olmasa, ben burayı zorla alacağım. Bakalım o zaman ne yapacaksın?” der.

Değirmenci başını kaldırır ve atının üzerinde bütün ihtişamı ile duran Kral’a, sükûnet için de “Berlin de hâkimler var” der.

“Berlin’deki Hâkimlerin” Değirmencide yarattığı özgüven Büyük Frederic’de büyük etki yaratır. Kral bu yel değirmeninin Prusya Krallığı devam ettikçe korunmasını ister ve onun yanındaki daha alçak olan tepeye sarayını yaptırır ve bu sarayın adını da Sans-Souci Sarayı koyar.