29 Kasım 2015 Pazar

“BİZLER ENTELEKTÜEL FAHİŞELERİZ." (Swinton, New York Times yazarı)



“Şunu çok iyi bilsinler: Ne Ulu Önder Atatürk " din düşmanı" idi, ne de Bediüzzaman Said - i Nursi veya din âlimleri "Atatürk Düşmanı." Diyen bir Atatürk karşıtına verdiğim yanıt..
Güncelliği nedeniyle bir kez daha yayınlıyorum..



“BİZLER ENTELEKTÜEL FAHİŞELERİZ."
 (Swinton, New York Times yazarı)

SN. AKSÖZ;
Gazeteci Swinton, “BİZLER ENTELEKTÜEL FAHİŞELERİZ" demişti yıllar önce. Bu günlerde yaygın medyada“ENTELEKTÜEL FAHİŞE” den geçilmiyor.  Ancak biz yerel basında görmemeyi umut ediyoruz.
SN. AKSÖZ;
27 Mart 2012 tarihli kimi yerel gazetelerde ve internet haber gazetelerindeki yazınızı okurken sizin halinize üzüldüm. Birilerinin kulağınıza üflediği bilgi ve belgeden yoksun şeyleri kendi düşünceniz ve kendi çabanızın ürünü gibi göstermek gerçekten zor olsa gerek.
Ne olurdu, o yazıyı yazarken başkalarının düşüncelerini aynen aktaracağınıza birazcık araştırsaydınız. Kaldı ki yazınızda hakaret, eleştiri,  çapsızlık dışında bir düşünceye rastlamak’da olanaklı değil. Birilerine yaranmak, her devrin adamı olmak gerçekten zor olsa gerek.
SN. AKSÖZ;
Türkiye’de üç grup insan yaşıyor:
·         Birincisi, cahil olduğunu bile bilmeyen cahiller…   
·         İkincisi, aydın olduğunu sanan cahiller…
·         Üçüncüsü de, cahillerle nasıl başa çıkacağını bilemeyen aydınlar…
Bunların içinde en tehlikeli olanlar, topluma gerçekten zarar verenler ikinci grupta olanlardır. Çünkü onların düşünce yetenekleri dumura uğramıştır. Doğru bildiklerini sorgulama yetenekleri yoktur, “yanılmış olabilirim” şeklinde bir özeleştiri becerileri yoktur, değişim de çaplarına uygun değildir. Bunlar; kendini ispatlama çabasındadırlar. Sağa sola çamur atmakla tatmin olduklarını zannederler.
İtibarsızlığın kaçınılmaz depresyonunu yaşarlar.
Ha şimdi, “Ben SDÜ’ deyim” falan deme. Biz senin oralara hangi yeteneklerinle (!) geldiğini çok iyi biliyoruz. Bizim oralarda bir söz vardır. “Sürüyü güden çoban, çevirince sürüyü ters yöne EN TOPAL KOYUN geçer en öne” derler. Ne yapalım ki tepedeki çobanlar sürüyü ters yöne çevirdiler. Siz de öne geçtiniz. Yani, bu durumunuz sizin bilgi, becerilerinizden kaynaklı değil.
Yazınızın içinde yanlış, çarpık, güdümlü de olsa bir paragrafınız var dişe dokunur.
” Şunu çok iyi bilsinler: Ne Ulu Önder Atatürk " din düşmanı" idi, ne de Bediüzzaman Said - i Nursi veya din âlimleri "Atatürk Düşmanı." Bu millet el ele vererek Kurtuluş Savaşını verdi. Bundan sonra toplumun her kesimi milliyetçisi, muhafazakârı, demokratı, sosyal demokratı, liberali hep birlikte asgari müşterek te Ulu Önder'in izinde ülkemizi daha ileriye götürmek için mücadelesini verecektir.   Sizler bu mücadelenin neresindesiniz merak ediyorum.”
“Deveye demişler, boynun eğri. Demiş nerem doğru ki?” Bu cümlede böyle işte. Şimdi bunun neresini düzeltelim.
Biz Atatürk’ün din düşmanı olmadığını yıllardır yazar, söyleriz de, sizin kalemşorluğunu yaptığınız kimileri onun “din düşmanı” olduğunu söyler, yazar. Her gün yandaş, güdümlü medyada ağzı salyalı onlarca çığırtkan Atatürk e, din üzerinden saldırırken, sizin güdümlü kaleminiz onlarla ilgili bir tek satırcık bile olsa eleştiri yazmaz/yazamaz. Çünkü emir verenler sizin bunu yazmanıza izin vermezler.
Gelelim Said Kürdinin Mustafa Kemal e karşı olmadığı, kurtuluş savaşını birlikte verdikleri saçmalığına.
SN. AKSÖZ;  Bırakın kargaları güldürmeyi.
Said Kürdi “Kurtuluş savaşında İngilizlerle işbirliği yapan, İtilaf Devletlerinden aldığı silah, para ve malzeme ile 30 u aşkın isyanın çıkmasını örgütleyen  “Kürdistan Teali Cemiyetinin 2. Azasıdır.  (1-Seyyid Abdülkadir……..sayfa 70,  2-Said-i Nursi….sayfa 73,  3-Dr. Abdullah Cevdet.. .sayfa 83)
Mehmet Akif, Çanakkale'de üzerimize gelen orduları, "Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne bela" diyerek lanetler. Havada uçan kol, bacak ve gövdelerin meydana çıkardığı dehşet verici tabloyu gözyaşları içinde anlatır Şiirlerinde.  Said’i Nursi ise bu canavarlıkları yapan Hıristiyanların "Rahmeti İlahiye'nin hazinesinden ne kadar büyük mükâfatlar alacaklarına" dair risaleler yayınlamakla meşguldür.  "Birinci Dünya Savaşı’nda bizimle savaşmış da olsa, bir Hristiyan ölmüşse şehit sayılır, ahirette mükâfatı vardır." (Kastamonu Lahikasi,s.45) diyen bir Türk düşmanıdır.
Said Kürdi;    “Ben bir manevi âlemde, İslam Deccal ini gördüm. Yalnız bir tek gözünde teshirce bir manyetizma gözümle müşahede ettim ve onu bütün bir münkir bildim. İşte bu inkârı mutlaktan çıkan bir cüret ve cesaretle mukaddesata hücum eder.(...) Fakat kahraman ve mücahit ordunun ve dindar milletin ruhundaki nur–u iman ve Kur’an ışığıyla hakikat–i hal–i göreceği ve o kumandanın çok dehşetli tahribatını tamire çalışacağı rivayetlerden anlaşılıyor.” (Şualar458–459,Siracun Nur 247)
b)        Saidi Nursi, başlangıçta şifreli olarak işaret ettiği Deccal ’in kim olduğunu daha sonra şöyle anlatıyor:“Ölmüş gitmiş dünyadan ve hükümetten alakası kesilmiş bir adam hakkında otuz sene evvel bir Hadis–i Şerif’in ihbarıyla Kur’an’a zararlı bir adam çıkacak demiştim.Sonra Mustafa Kemal’in o adam olduğunu zaman gösterdi. “(Emirdağ Lahikası I/278,Yirmiyedinci mektuptan Sabık Reis–i Cumhur’a ve üç makama gönderilen istida)
["saltanat-ı hilâfeti" mahveden bir Deccal” , "şimal tarafında zuhur" eden bir Büyük Deccal de vardır. ,"o insafsız , o çok kusurlu adam" . "Ayasofya Camisini puthaneye, Meşîhat Dairesini (Osmanlı Diyanet Dairesi) kızların lisesine çeviren adamı sevmemek suç olması imkânı var mı" "günahkârlar",  "seyyiesiz", "Süfyan", "Nefreti âmmeye lâyık adam", "Deccal",  "İslam’ın en büyük fitne-i diniyelerinden”, “Türkiye'nin siyasi rejimi Nur Saadetini söndürmeye çalışmaktadır.” “Kemalistler seviyesiz, anarşist kimselerdir.” (Said Nursi, Münazarat. S. 17)  diyen Atatürk düşmanıdır.
(Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun (20.9.1965 gün ve E. 234/D-1 K. 313, Tebliğname:1-1078)”  Said Kürdi hakkında; Nurculuğun kurucusu Sait Nursi. Hiç bir zaman Türklüğü ve Türk milletini kabul etmeyerek Kürt olduğunu övünerek beyan ve ilan etmekle beraber, 1327 (1911) tarihlerinde faaliyette bulunduğu anlaşılan (Kürt Teali) cemiyetinde çalışmak, memlekette Türklerden ayrı dili ve milliyeti olan bir Kürt cemaati mevcut olduğunu ileri sürmek, yine o tarihlerde kurulduğu bildirilen (Kürdistan Azmi Kavi) cemiyetinin mümessili olarak İstanbul’a gelip Kürtçe tedrisat yapan mektepler açılması için gayret göstermek ve « Uyan ey Selahattini Eyyubi’nin torunları Kürtler» diye tahrik ve teşviklerde bulunmak suretiyle memleketin bütünlüğünü bozmaya matuf amaç ve gaye takip ettiği anlaşıldığı,” yazmaktadır.  Bakın bu yazılanların hepsinin belgesini de veriyoruz. Devrim şehidimiz Uğur Mumcu’nun söylemiyle, “Bilgi sahibi olunmadan, fikir sahibi olunmaz” Kuru sıkı atıp birilerini karalama alışkanlığınızdan vazgeçin artık.
Açın okuyun "Özgür bir Kürdistan tohumunu ekiyorum. Onu geliştirip büyütün" diyende Said Kürdi’dir. Yani  Said Kürdi azılı bir Kürtçüdür.
SN. AKSÖZ;
Tümü belgelere dayalı olan bu bilgileri gazetenizde yayınlama cesaretiniz var mı? Yoksa her zamanki gibi dosya altı edip, bize hakarete devam mı edeceksiniz?
SN. AKSÖZ;
Son olarak tarihten sizi çok ilgilendiren, bir anekdot’u aktaralım.”Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az”
“BİZLER ENTELEKTÜEL FAHİŞELERİZ."
 (Swinton, New York Times yazarı)
 “Solcu, Marks'ın arkadaşı gazeteci Swinton,  1880'lerde New York Times'ta yazıyor. Gazete bir Yahudi tarafından satın alındıktan sonra düzenlenen toplantıda, davetli gazeteciler basının onuruna kadeh kaldırmak üzere kürsüye çağırıyorlar onu. Swinton elindeki kadehiyle kürsüye çıkıyor. Çıt yok...
Ve tarihi cümleler dökülüyor bir bir ağzından.
"Dünya tarihinin şu anına dek, Amerika'da "Özgür bağımsız basın" diye bir şey olmamıştır. Bunu siz de biliyorsunuz biz de..." diye başlıyor sözlerine;  "Hiçbiriniz düşündüklerinizi olduğu gibi yazmaya cesaret edemezsiniz. Bunu yapmaya kalktığınızda yazdıklarınızın önceden basılmayacağını bilirsiniz çünkü. Çalıştığım gazete bana düşüncelerimi özgürce yazmam için değil, tersine yazmamam için haftalık bir ücret ödüyorlar. İçinizde benzer biçimde benzer ücret alan başkaları da vardır.
Düşüncelerini açıkça yazacak kadar salak olan herhangi biri, sokakta başka bir iş arıyor olacaktır. Gazetemin herhangi bir sayısında düşüncelerimi apaçık yazmaya izin verseydim, 24 saat dolmadan işimden atılırdım. Gazetecilerin işi; gerçeği yok etmek, düpedüz yalan söylemek, saptırmak, kötülemek, servet sahiplerine dalkavukluk etmek, kendi gündelik ekmeği uğruna yurdunu ve soyunu satmaktır. Bunu siz de biliyorsunuz, ben de… Öyleyse şimdi burada "bağımsız özgür basının" (!) "şerefine" (!) kadeh kaldırmak saçmalığı da nereden çıktı? Bizler, sahnenin arkasındaki zengin adamların oyuncakları, kullarıyız. Bizler ipleri çekilince zıplayan oyuncak kuklalarız...
Onlar ipleri çekiyorlar ve biz dans ediyoruz.
Yeteneklerimiz, olanaklarımız ve yaşamlarımız, hepsi başkalarının malı.
Bizler entelektüel fahişeleriz."
Üzüntülerimle. 30.03.2012
Mahmut ÖZYÜREK
ADD Isparta Şube Başkanı

28 Kasım 2015 Cumartesi

Lozan’ın son kullanma tarihi ve petrol-maden çıkaramazmışız" yalanı:



Cumhuriyet düşmanlarının palavraları bitmiyor: Şimdi de kulaktan kulağa yaydıkları yeni bir yalan dolaşıyor her yerde: Neymiş! 2023'te Lozan antlaşması sona erecekmiş! Lozan Antlaşması’nda petrolleri ve madenleri çıkarıp işletme hakkımız elimizden alınmışmış! 2023'ten sonra bu hakka kavuşacakmışız! Tamamen kuyruklu yalan.

Birincisi:

Lozan Antlaşması "son kullanma" tarihi olan bir anlaşma değildir. Lozan antlaşması, Türkiye Cumhuriyeti’nin "tapusudur" ve Türkiye cumhuriyeti var oldukça var olacaktır. ( yakın tarihin en uzun süredir devam eden anlaşmasıdır). 
Kurtuluş savaşı ile Türkiye’yi bölüp parçalamayı amaçlayan Sevr Antlaşması’nı yırtıp tarihin çöp tenekesine atan Atatürk ve arkadaşları onun yerine Türkiye’nin "tam bağımsızlığını" tüm dünyaya tescil ettiren Lozan Antlaşması’nı onaylamışlardır. (Lozan’ın eksiklerinin yüzde doksanını (Lozan’da elde edemediklerimizi) Atatürk ölmeden önce tamamlamıştır.) 
Lozan’ın "son kullanma tarihi" olduğunu iddia edenler ve bu salakça iddialarına taraftar toplamaya çalışanların amacı Türkiye Cumhuriyeti’ni bölüp parçalamaktır. Lozan’dan rahatsız olanların yeniden Sevr hayali gören Türkiye cumhuriyeti düşmanları olduğu unutulmamalıdır.

İkincisi:

Lozan’da "gizli protokol" diye bir şey imzalanmamıştır. Bu "İngiliz istihbaratının Türkiye görevlisi" olan Kadir Mısırlıoğlu adlı Türkiye Cumhuriyeti düşmanı "yobazın" uydurmasıdır.

Üçüncüsü:

Lozan’da "petrollerin ve madenlerin 2023'e kadar çıkarılmaması" diye bir madde de yoktur. Nitekim 1923-1950" arasında Türkiye Cumhuriyeti madenlerini çıkarmış, işlemiş ve satmıştır. Bu amaçla bizzat Atatürk Etibank’ı kurdurmuştur. Maden tetkik arama enstitüsü (MTA)'nın kuruluş amacı da madenleri bulup, çıkarmaktır. Türkiye Atatürk döneminde maden sanayine dayanan ağır demir-çelik sanayini kurmuştur. Örneğin Karabük Demir Çelik kombinası kurulmuştur. Türkiye Atatürk döneminde, bazı madenlerin çıkarılıp işlenmesi konusunda dünya liderliğine yükselmiştir. Bazı madenlerin çıkarılıp işlenmesinde artış yüzde 600 kadardır. (bu konuda ayrıntılar için bkz. Sinan meydan, akl-ı kemal, 3. cilt)

Dördüncüsü:

Türkiye petrol ve maden konusunda 1950-1960 arasında Adnan Menderes’in Demokrat Partisi döneminde ABD’ye büyük tavizler vermiştir. 1950-1960 yılları arasında Adnan Menderes’in Demokrat Partisi’nin ABD ile imzaladığı sayısız ikili anlaşma ile (bunların bazıları yazılı bile değildir, sözlüdür) Türkiye birçok madenlerinin ve petrollerinin çıkarılıp işletilmesini ABD’ye bırakmıştır. Demokrat Partinin ABD ile imzaladığı 1954 tarihli petrol anlaşması Türkiye’nin petrol aramasını ve bulduğu petrolü işlemesini ABD onayına bırakmıştır. Bu anlaşma ile Petroların özelleştirilmesinin de önü açılmıştır. İnönü, bu anlaşmayı "kapitülasyon anlaşması" diye adlandırmıştır.

Son söz:

Sonuç olarak: 1923 tarihli Lozan antlaşması Türkiye’nin bağımsız olmasını sağlamış, 1950-1960 arasında Adnan Menderes’in demokrat Partisi’nin ABD ile imzaladığı sayısız ikili anlaşma ise Türkiye’nin yeniden bağımlı olmasını sağlamıştır. (bu konuda bütün ayrıntılar akl-ı kemal, 3. cilt adlı kitabımdadır)

Düşündürücü olan nokta:

Türkiye cumhuriyeti düşmanlarının gerçeği adeta tersyüz ederek, yalan yazarak, yalan söyleyerek genç kuşakları kandırmayı başarmış olmalarıdır. Her duyduğuna inanan "fecebook ve twitter budalası" genç kuşakların da bunda katkısı yok değildir hani...
Yazık!... Çok yazık!...
Sinan Meydan

27 Kasım 2015 Cuma

Yeni Anayasa, bir Amerikan projesidir. Sevr’in hayata geçirilişidir /Ender Erdemil




Başbakan Davutoğlu, "Türkiye'nin bu yeni dönemde en önemli önceliği yeni bir anayasadır. Artık Türkiye, demokrasi ruhuna uymayan, darbe anayasası ile yönetilemez. Güçler ayrılığı prensibine, insan onuruna dayalı, özgürlükçü bir anayasa en büyük ihtiyacımızdır. Türkiye'nin değişim şartlarıyla uyumlu yeni bir anayasa hedefini bu dönemde inşallah gerçekleştireceğiz" dedi.
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu de Türkiye’nin en önemli ihtiyacının yeni bir Anayasa olduğu konusunda Başbakan Davutoğlu ile hemfikir. O da Demokratik, birinci sınıf bir Anayasadan söz ediyor.
Yeni Anayasanın öncelikli ihtiyaç oluşu nereden geliyor? Önce ona bakalım.
ABD, her ne kadar 500 bin çocuğu öldürerek (ABD Dışişleri eski bakanı Madeleine Albright’ın itirafıdır) Irak savaşında zafer kazandıysa da boyunun ölçüsünü gördü. Uzak ülkelerde askerini savaştırmak hem çok maliyetli, hem de iç politikada sıkıntıya yol açan bir işti. Üstelik askerinin uyguladığı vahşet dünyada Amerikan karşıtlığını da körüklüyordu. Buna çare olarak da işi taşerona vermeyi seçti. Bugün, bölgede savaşan güç olarak PKK/PYD’yi seçen ABD’nin, bölgedeki çıkarlarını korumak, politikalarını yürütmek için de bölgesel güç olabilecek bir devlete ihtiyacı vardı. Bu güç Türkiye olabilirdi. Ama üniter yapısıyla kuruluş ilkelerine bağlı Türkiye Cumhuriyeti asla olamazdı…
Central Asia-Caucasus Institute & Silk Road Studies Program (Orta Asya-Hazar Enstitüsü İpek yolu Çalışmaları programı)  tarafından hazırlanan (Ekim 2008) “Prospects for a ‘Torn’ Turkey: A Secular and Unitary Future?” (Parçalanmış ( Türkiye üzerine öngörüler: Laik ve üniter bir gelecek mi?) başlıklı raporda yeni bir Anayasanın gerekliliği açıklanmış: “Turkey’s role as a regional force will depend on whether the country will be able to overcome its two existential divides – the issues of religion and ethnicity.” Türkçe’si: Türkiye’nin bölgesel bir güç olabilmesi için kendisini bölen din ve etnisite konularının üstesinden gelmesi gerekir.
Raporda, sekülarizmin (laiklik yerine kullanılıyor) ve ulus milliyetçiliğinin Türkiye’yi bölgesel bir güç olma yolunda sınırladığını ve “To become a true regional power, Turkey will have to overcome that limitation.” Bu sınırlardan kurtulması gerektiği yazılı.
Sınırlamaya gerekçe olarak da Kemalizmin, laikliği ve ulus milliyetçiliğini topluma dayatarak “doğuştan çoğulcu ve özgürlükçü” olan toplumda “tarvma” yarattığı, din ve etnik milliyetçilik karşıtlarını yarattığı gösteriliyor.
Raporu hazırlayanlar son noktayı koyup Kemalizmi ve cumhuriyetçiliği baskıcı idare yanlılığı ilan ediyor: “Not least the liberal intelligentsia has come to perceive the republican conception as innately synonymous with authoritarianism.”
(Bu raporu okurlarımız hatırlayacaktır. Bu raporda Baykal’ın CHP Genel Başkanlığını bırakmaya ikna edilmesi ve Kılıçdaroğlu’nun CHP Genel başkanı olması gerektiği de yazılıydı.Türkiye için kullanılan “Torn-parçalanmış” ifadesi de Samuel Huntington’a aittir.)
İsveç’de yaşayan Halil Magnus Karaveli’nin başında bulunduğu Orta Asya-Hazar Enstitüsü İpek yolu Çalışmaları Programı kurumunun hazırladığı rapor, Türkiye’nin birinci önceliğinin neden yeni bir anayasa olduğunu böyle ortaya koyuyor.
Türkiye’nin geleceği konusundaki senaryo’da Türkiye’nin nasıl bölgesel güç olacağı, hatta diğer ülkeler için nasıl model olabileceği de yazılmış: “ In a second scenario, the 100-year old republic has managed to reconcile conservatism and secularism.” Türkçe’si: Muhafazakarlık (ulus devlet ve ulus milliyetçiliği kastediliyor) ve laiklik sorunlarını halletmiş 100 yaşındaki Cumhuriyet…
Bu cümlede Erdoğan’ın 2023 hedefini de açıkça görüyoruz.
Kılıçdaroğlu, Erdoğan ve Davutoğlu  da dahil pek çok siyasetçinin, Türkiye üzerine ahkam kesen aydın geçinenlerin Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti konularındaki tarih yorumlarının kaynağı olan Center for American Progress (Amerikayı Geliştirme Merkezi) The United States, Turkey, and the Kurdish Regions (ABD, Türkiye ve Kürt Bölgeleri) (Temmuz 1014) Başlıklı rapor da “Atatürk, toplumdaki inanç ve etnik zenginliği göz önüne almadan milliyetçi ve seküler (Laik) bir cumhuriyet kurdu. Bu seküler ve milliyetçi cumhuriyet, “inanç ve etnik çoğulculuktan yana olan” halkın üzerinde baskı kurdu. Bu durum Türkiye’nin gelişmesinin önünde büyük bir engeldir. O halde çözüm için, tüm bu azınlıkların kendilerini ifade etme şansı bulacağı bir ortam yaratmak gerekir. Bu da ancak “Demokratik birinci sınıf bir anayasa yaparak (birinci sınıf Kılıçdaroğlunun tanımı)” mümkün görünüyor. Bu anayasa, Türklük ve Türk milleti kavramlarından arındırılmış, vatandaşlığın tüm etnik azınlıklarla tanımlandığı bir anayasa olmalı. Tüm azınlıklar ancak bu şekilde siyasi hayata dahil edilebilir. Bu da Türkiye'nin gelişmesinin önünü açacaktır.” İfadeleri yer alıyor. (http://www.guncelmersin.com/haber/siyaset_2/chp-pkk-ile-masaya-neden-oturur/1254.html )
Görüldüğü gibi, yeni bir Anayasa ihtiyacı vatandaşın talebi değil, ABD’nin Türkiye’den beklentisidir. Türkiye vatandaşlığı veya etnik kökene dayalı vatandaşlık, Türkiye’nin bölünmesinin, özerk bölgelerin veya kantonların kurulmasının önünü açacaktır. Bu şekilde “federatif” bir yapıya dönüşecek Türkiye Cumhuriyetinin yönetimi de kaçınılmaz olarak “Başkanlık sistemi” olacaktır.
Yeni Anayasa, bir Amerikan projesidir. Sevr’in hayata geçirilişidir.
Sevr anlaşmasının 149. Maddesini hatırlayalım: Bu Maddenin özeti: Osmanlı devleti tüm etnik toplulukların eğitim, özerk yönetim vb. haklarına uyacak, gereken yasal düzenlemeleri yapacak. (Kaynak: Nihat Erim, Devletlerarası Hukuk ve Siyasi Tarih, Türk Tarih Kurumu Basımevi 1953)


: 20 Kasım 2015 Cuma 13:17

Alıntı: http://www.guncelmersin.com/haber/guncel/yeni-anayasa-bir-amerikan-projesidir/1297.html

YALANCI BİR OSMANLI




Sultan Abdülhamit’in torunu Ayşe Adile Osmanoğlu, bakın neler söyledi:

Benim dedelerim o sarayları devletin parasıyla, devletin kasasından yapmadı. Kendi paralarıyla yaptı. Borç bile alsa, ödemeyi kendi kasasından yaptı ve dedelerimden hiçbiri devlet hazinesini boşaltmadı!”

Değerli Dostlar,

Ayşe Adile Osmanoğlu’nun söyledikleri baştan aşağı gerçek dışıdır!
Sultan Abdülhamit’in torunu Ayşe Adile Osmanoğlu göz göre göre yalan söylemektedir!
Yalnız dedesi Sultan Abdülhamit değil, ondan önceki padişahlar V. Murat, Sultan I. Abdülaziz ve Sultan Abdülmecit de sarayları devlet parasıyla, hem de yabacılardan alınmış borç paralarla yaptırdılar!
Devletin hazinesini boşaltmaları söz konusu değildi, çünkü hazinede para yoktu, hazine tam takırdı!

Osmanlı torunu Ayşe Adile Osmanoğlu’nun dedeleri, yabancılardan aldıkları borç parayla saraylar yaptırdılar. Sonra iflas bayrağını açıp her şeyleriyle yabancılara teslim oldular.
Osmanlı torunu Ayşe Adile Osmanoğlu’nun yabancılardan aldıkları borçları, Osmanlı yıkılp gittikten sonra, Türk milleti ödedi.
Yani, 500 yıla yakın devlet yönetiminin tüm kademelerinden uzaklaştırdıkları, “Akılsız Türk” diyerek aşağıladıkları Türk Milleti ödedi!
Türk milleti, 500 MİLYAR DOLAR Osmanlı borcu ödedi!

İşin özeti budur, şimdi biraz ayrıntılı olarak tarihi gerçekleri hatırlayalım.

Osmanlı İmparatorluğu tarihinde ilk kez 1854 yılında bir yabancı devletten borç aldı. İngilizlerden aldığı 200 bin Sterlin uzun vadeli borçla Osmanlı, dış borç batağına adım atıyordu. Girdiği borç batağı giderek büyüyecek, 1854–1875 sürecinde aldığı dış borçların tamamı 239 milyon lirayı bulacaktı.

Osmanlı İmparatorluğu 6 Ekim 1875 günü, iflas ettiğini gazete ilanlarıyla duyurup alacaklı yabancı devletlere bildirdi! Osmanlı İmparatorluğu SIFIRI TÜKETMİŞTİ!
Tüccarların, şirketlerin iflas ettikleri bilinmekteydi. Ancak bir imparatorluğun tıpkı akılsız, bilgisiz, deneyimsiz, tedbirsiz bir tüccar gibi iflas bayrağını açtığı görülmemişti!
Peki, Osmanlı’nın aldığı milyonlarca liralık dış borç paraları nerelere gitmişti? Osmanlı, aldığı dış borçla hiçbir yatırım yapmamıştı! Ne fabrika kurmuş ne de tarımı geliştirecek, üretimi artıracak projelere para yatırmıştı.
Osmanlı, yabancı devletlerden aldığı borç parayla saraylar, külliyeler, camiler yaptırmıştı.
Osmanlı padişahları, yabancılardan alınan borç parayla, Haremlerindeki seks köleleriyle ve oğlanlarla gece gündüz yatıp kalkmış, şarap içip günlerini gün etmişlerdi.
Hazinesinde para kalmayan, gırtlağına kadar dış borca batıp sonra da İFLAS ETTİĞİNİ ilan eden bir devlet ayakta kalabilir miydi?
İşte bu nedenle, 6 Ekim 1875 tarihi, Anlı Şanlı Osmanlı’nın gerçekten yıkıldığı tarihtir!

20 Aralık 1881 tarihinde Osmanlı Devleti, “Muharrem Kararnamesi” adıyla bir kararname imzalandı. Bu kararname ile Düyun-i Umumiye İdaresi kuruldu. Düyun-i Umumiye İdaresi demek, Genel Borçlar İdaresi demektir.
Dış borçlarını ödeyemeyince İFLAS EDEN, yani sıfırı tüketen Osmanlı’nın alacaklıları İstanbul’a geldi, bugünkü İstanbul Erkek Lisesi’nin binasına yerleşti. Osmanlı devletinin gelirlerinin bir bölümü bu yabancı idarenin emrine verildi. Osmanlı topraklarında, Türkiye’de; tuz, balık avı, tütün, alkol ve damga pulu vergilerini yabancılar toplamaya başladı.
Topraklarında yabancıların vergi topladığı bir devlete, gerçekten devlet diyebilir misiniz? Sıfırı tüketerek yıkılan Osmanlı’nın toprakları adım adım yabancıların eline geçmekteydi.

24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Antlaşması ile genç Türk Devleti, Osmanlı’nın borçlarını da yüklendi!
Kamu Maliyesi Uzmanı Dr. Mahfi Eğilmez’in 2013 yılında yapmış olduğu hesaplamaya göre, Osmanlı’dan genç Türk devletine kalan borç yaklaşık 500 MİLYAR DOLAR.
Osmanlı’dan Türklere, 500 MİLYAR DOLAR BORÇ miras kalmıştı!
Ataürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti Devleti, 500 MİLYAR DOLAR Osmanlı borcunu ödedi.

Bu tarihi gerçekleri, düpedüz yalan söyleyen Osmanlı torunu Ayşe Adile Osmanoğlu’nun suratına bir TÜRK TOKATI gibi yapıştırıyorum!

Tarihten ders alalım.
Sarayları olan Osmanlı, dış borç batağında boğuldu!
Yabancılardan aldığı toplam 500 milyar dolar borcu ödeyemeden yıkılıp gitti.

Günümüz Türkiye’sinde Osmanlı’dan kalan saraylar bulunmaktadır.
Ancak bunlara ek olarak yeni Saraylar da yapılmaktadır!
Ve Türkiye’nin dış borcu 500 milyar dolara yaklaşmıştır!

Uydurma Osmanlı hikâyeleriyle ve yalancı Osmanlı torunlarının palavralarıyla kandırılmak istenen Türk gençlerinin bilgilerine sunarım.

Yılmaz Dikbaş
18 Kasım 2015, Çarşamba
dikbas@kalinka.com.tr
0532 233 31 52