24 Kasım 2015 Salı

NEYİ KUTLUYORSUNUZ ?



 Bugün 24 Kasım 2015, Salı.
Bugün “Öğretmenler Günü”ymüş, herkes bugünü kutluyormuş!
Bu kutlu günde, öğretmenlerin durumuna kısaca bakalım.

Öğretmenlerin % 71’i kredi kartına BORÇLU!
Öğretmenlerin % 74’ü bankaya BORÇLU!
Öğretmenlerin % 43’ü esnafa BORÇLU!
Öğretmenlerin % 36’sı da şahıslara BORÇLU!

Öğretmenlerin % 46’sı annesinden babasından PARA YARDIMI ALIYOR!
Borçla geçinmek zorunda kalan öğretmenlerin % 29’u EK İŞ YAPIYOR!

Öğretmenlerin % 7’sinin maaşına en az bir kez İCRA GELİYOR!
Öğretmenlerin % 82’si aldıkları maaşla çocuklarının yiyecek masraflarını tam olarak KARŞILAYAMIYOR!
Öğretmenlerin % 66’sı maaşının düşük olması nedeniyle gazete, dergi, kitap ALAMIYOR!

Öğretmenlerin % 73’ü gelecekten ümitli DEĞİL!
Öğretmenlerin % 80’ni fikirlerini özgürce SÖYLEYEMİYOR!
Öğretmenlerin % 70’i SİYASİ BASKI hissettiğini SÖYLÜYOR!
Öğretmenlerin % 82’si okul yöneticilerinin İKTİDARIN ETKİSİ ile atandığını SÖYLÜYOR!

Öğretmenlerin % 62’si ruhsal bunalım İÇİNDE!

Değerli Dostlar,

İşte sizler bugün, bu öğretmenlerin gününü kutluyorsunuz!
Tanrı aşkına, sizler ne yaptığınızın, ne söylediğinizin farkında mısınız?
Burada, yani Facebook’taki sayfamda, öğretmenler günü, bir yabancı firmanın ilanı eşliğinde kutlanıyor. Parfüme şişesi yanında bakın ne yazıyor:

LÖRİS Parfium
24 Kasım Öğretmenler Günü Kutlu Olsun.

Bu ilanla, öğretmenlerimizle alay ediliyor!
Bu ilanı koyanlar, bu ilanı beğenip paylaşanlar ne yaptıklarının farkında değiller mi?
Göz göre göre öğretmenlerimizle alay ediliyor, Tanrı aşkına bunu göremiyor musnuz?
Bu yapay, bu uydurma kutlamaları ne zaman terk edeceksiniz?
Ne zaman gerçeklerle yüzleşeceksiniz?
Ne zaman öğretmenlerimizi bu duruma düşürenlerden hesap soracaksınız?

Değerli Dostlar,

İşin bir başka yönü daha var.
27 Aralık 1949 tarihinden beri öğretmenlerimiz, Amerikalılar tarafından düzenlenen “müfredatı” yani ders programlarını uyguluyorlar.
Yaşları 66’dan küçük olan Türkler, okullarda tarihlerini öğrenemeden yetiştiler.
Yaşları 66’dan küçük olan Türkler, okullarda bilimin ilk adımı olan “Soru Sorma – Sorgulama” yöntemini öğrenmeden yetiştiler. SORMAYAN, SORGULAMAYAN, EZBERCİ KUŞAKLAR YETİŞTİRDİ BİZİM ÖĞRETMENLERİMİZ!
Bu yetmiyormuş gibi, bir de, 1990’lardan başlayarak Avrupa Birliği (AB) devreye girdi. İlkokuldan üniversiteye kadar, AB’nin Socrates Programı uygulandı! Üniversitelerde uygulanan Erasmus Programı ile gençlerimizin “Ulusal Kimliği” kazınmaya başladı!
Öğretmenlerimizden de profesörlerimizden de hiç ses çıkaran, karşı duran çıktı mı?

Değerli Dostlar,

Bir kez daha sormak zorundayım.
Sizler nasıl oluyor da bu koşullarda “Öğretmenler Günü Kutlaması” yapıyorsunuz?
Aklınızı, mantığınızı, sağduyunuzu tümden mi yitirdiniz?
Bu tür gerçeklerden uzak, yapay, şişirme, uydurma kutlamalarla aldatıldığınızın, uyutulduğunuzun farkında değil misiniz?
Tanrı aşkına, birileri sizlerle alay ediyor, görmüyor musunuz?

Yılmaz Dikbaş
24 Kasım 2015
dikbas@kalinka.com.tr
0532 233 31 52

23 Kasım 2015 Pazartesi

GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK – ULUSAL EĞİTİM



“Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize, görecekleri eğitimin sınırı ne olursa olsun, ilk önce ve her şeyden önce Türkiye'nin bağımsızlığına, kendi benliğine milli geleneklerine düşman olan bütün unsurlarla mücadele etmek gereği öğretilmelidir.
Dünyada, uluslararası duruma göre böyle bir mücadelenin gerektirdiği manevi unsurlara sahip olmayan kişiler ve bu nitelikte kişilerden oluşan toplumlara hayat ve bağımsızlık yoktur.” 1922
“Efendiler ulusal eğitimin ne demek olduğunu bilmekte artık hiçbir türlü karışıklık kalmamalıdır. Bir de ulusal eğitim ilke olduktan sonra onun dilini, yöntemini, araçlarını da ulusal kılmak zorunluluğu tartışma götürmez.
Ulusal eğitim ile geliştirilip yükseltilmek istenilen genç kafaları bir yandan da paslandırıcı, uyuşturucu, düşsel gereksizliklerle doldurmaktan dikkatle kaçınmak gerekir.”
"Uygar uluslar önünde saygınlık kazanmak isteyen Türk ulusu, evlâtlarına vereceği eğitimi, mektep ve medrese namında birbirinden büsbütün başka iki çeşit kuruma teslim etmeye hâlâ katlanabilir miydi? Eğitim ve öğretimimi birleştirmedikçe aynı fikirde, aynı zihniyette bireylerden oluşan bir ulus yapmaya imkân aramak abesle iştigal olmaz mıydı?"
Mustafa Kemal 27 Ekim 1922’de Bursa’da öğretmenlere
“Bir toplumun hastalığı ne olabilir? Ulusu ulus yapan, ilerletip aydınlatan güçler vardır: düşünce güçleri ve toplumsal güçler.

Düşünceler anlamsız, mantıksız uydurmalarla dolu olursa, o düşünceler hastalıklıdır. Bunun gibi toplumsal yaşam akıl ve mantıktan yoksun, yararsız ve zararlı bir takım inançlar ve geleneklerle dolu olursa kötürüm olur.

Önce düşünce ve toplum güçlerinin kaynaklarını temizlemekle işe başlamak gereklidir. Ülkeyi, ulusu kurtarmak isteyenler için, yurt sevgisi, iyi niyet, özveri en zorunlu olan niteliklerdendir. Ama bir toplumu çağın gereklerine göre ilerletebilmek için, bu nitelikler yetmez: Bu niteliklerin yanında bilim ve teknik gereklidir.

Bilim ve teknik girişimleri için okul gereklidir. Okul adını hep birlikte saygıyla, ağırlayarak analım. Okul genç kafalara insanlığa saygıyı, ulus ve ülkeye sevgiyi, şerefi, bağımsızlığı öğretir... Bağımsızlık tehlikeye düştüğünde onu kurtarmak için izlenmesi uygun olan en iyi yolu belletir.

Ülke ve ulusu kurtarma ya çalışanların aynı zamanda mesleklerinde birer namuslu uzman ve birer bilgin olmaları gerekir. Bunu sağlayan okuldur...

Ulusu yetiştirmek için asıl olan okullarımızın üniversitelerimizin kurulmasında (bilim ve teknik ilkelerini kılavuz yapacağız). Ulusumuzun siyasal, toplumsal yaşamında düşünce eğitiminde de kılavuzumuz bilim ve teknik olacaktır... Okulun vereceği bilim ve teknik sayesindedir ki Türk ulusu, Türk sanatı, ekonomisi, Türk şiir ve edebiyatı, bütün güzel yaratımlarıyla gelişir.

Bir ulusun gerçek kuruluşu ancak böylece olur... Bence (eğitim) programımızın temel noktaları ikidir.

  1- Toplumsal yaşamımızın gereksinimlerine uyması

2- Çağın gereklerine uygun düşmesi.

Hiçbir mantıksal kanıta dayanmayan birtakım geleneklerin, inançların korunmasında direnen ulusların ilerlemesi çok güç olur, belki de hiç olmaz.

İlerlemede kayıtları, koşulları aşamayan uluslar yaşamı akla uygun ve işlemsel olarak gözlemleyemez. Yaşam felsefesini genişliğine gören ulusların egemenliği ve tutsaklığı altına girmeye mahkûmdur.”
Efendiler eğitim sözcüğü yalnız olarak kullanıldığı zaman herkes kendince amaçlanan bir anlayışa gider. Ayrıntıya girişilirse eğitimin hedefleri türlülenir. Örneğin dinsel eğitim, ulusal eğitim, uluslararası eğitim,... Bütün bu eğitimlerin hedefleri başkadır. Ben burada yalnız yeni Türk Cumhuriyeti’nin yeni kuşağa vereceği eğitimin ulusal eğitim olduğunu kesinlikle belirttikten sonra öbürleri üzerinde durmayacağım.
Ne yazık gerçek durum şudur ki yeryüzündeki üç yüz milyonu aşkın Müslüman yığınları şunun ya da bunun tutsaklık ve düşkünlük zincirleri altındadır. Aldıkları manevi eğitim ve ahlak onlara bu tutsaklık zincirlerini kırabilecek insanlık niteliğini vermemiştir, veremiyor. Çünkü eğitimlerini hedefi ulusal değildir.
Efendiler ulusal eğitimin ne demek olduğunu bilmekte artık hiçbir türlü karışıklık kalmamalıdır. Bir de ulusal eğitim ilke olduktan sonra onun dilini, yöntemini, araçlarını da ulusal kılmak zorunluluğu tartışma götürmez.
Ulusal eğitim ile geliştirilip yükseltilmek istenilen genç kafaları bir yandan da paslandırıcı, uyuşturucu, düşsel gereksizliklerle doldurmaktan dikkatle kaçınmak gerekir.
  Ömrünü medreselerde din bilimleri öğrenip öğretmekle geçiren bir kimse bir kitabın bir satırını (Kur’an’daki “vettini vezzeytuni...” cümlesini, Türkçe anlatabilmek için böyle bir gereksinim (yarım saat düşünmek) belirtirse ulus, ulusun üyeleri ne desin? Onun için efendiler, genç kuşağın kafasını yormadan, onun her şeyi alıp yutmaya açık levhaları gerçeğin izleriyle süslenmelidir”.
Sakarya Savaşı sırasında 16 Temmuz 1921’de,  Ankara’da toplanan ‘Eğitim Kongresi’ni açış konuşmasından
“Yüzyıllar süren derin bir yönetsel savsaklamanın devlet yapısında yol açtığı yaraları iyileştirmek için harcanacak emeklerin en büyüğünü hiç kuşkusuz eğitim ve ekin alanında göstermemiz gerekir...

Ancak geniş ve yeterli koşul ve araçlara sahip oluncaya değin geçecek savaş günlerinde bile yetkin bir dikkat ve özenle işlenip çizilmiş bir ulusal eğitim programı ortaya koymaya ve var olan eğitim örgütümüzü bugünden verimli bir etkinlikle çalıştıracak temelleri hazırlamaya bütün gücümüzle çalışmalıyız.

Şimdiye değin izlenen öğretim ve eğitim yöntemlerinin ulusumuzun gerileme tarihinde en önemli bir etken olduğu kanısındayım. Onun için bir ulusal eğitim programından söz ederken eski dönemin boş inançlarından ve doğal özelliklerimizle hiç de ilişki olmayan yabancı düşüncelerden, Doğudan ve Batıdan gelebilen her türlü etkilerden tümüyle uzak, ulusal ve tarihsel karakterimize uygun bir ekini anlatmak istiyorum. Çünkü ulusal dehamızın gelişimi ancak böyle bir ekinle sağlanabilir. Gelişi güzel bir yabancı ekini, şimdiye değin izlenen yabancı ekinlerin yıkıcı sonuçlarını yineleyebilir. Ekin (düşünsel yol, töre) ortamla ilişkilidir. O ortam ulusal karakteridir.

  Çocuklarımız ve gençlerimiz yetiştirilirken onlara özellikle varlığı ile hakkı ile birliği ile çatışan tüm yabancı öğelerle mücadele gereği ve ulusal düşünceleri her şeyi bir yana bırakarak her karşı düşünce önünde şiddetle ve özveriyle savunma zorunluluğu telkin edilmelidir. Yeni kuşağın bütün ruhsal güçlerine bu niteliklerin ve yeteneğin mal edilmesi önemlidir. Sürekli ve korkunç bir mücadele biçiminde beliren uluslararası yaşamın felsefesi, bağımsız ve mutlu kalmak isteyen her ulus için bu nitelikleri şiddetle istetmektedir”.
DERLEYEN: Mahmut ÖZYÜREK

TÜM ÖĞRETMENLERİMİZİN "ÖĞRETMENLER GÜNÜNÜ” YÜREKTEN KUTLUYORUZ..


BASIN AÇIKLAMASI - Öğretmenlik Mesleği Hiçbir Dönemde Bu Kadar Aşağılanmadı.



Sayı   :2015/26
 Konu: 24 Kasım Öğretmenler Günü                                                                                                                              23.11.2015                                                                                                                                                                                                                                                                                                                             
BASIN AÇIKLAMASI

Öğretmenlik Mesleği Hiçbir Dönemde Bu Kadar Aşağılanmadı.
24 Kasım günü 12 Eylül’den bu yana Türkiye’de öğretmenler günü olarak kutlanıyor. Öğretmenler gününün, öğretmenlerin konumlarını güçlendirmeyi, haklarını geliştirmeyi ve korumayı amaçlayan, iş güvencesi, öğretmenin hak ve sorumlulukları öğretmenlerin ücretleri, sağlık, sosyal güvenlik ve emeklilik gibi konuların tüm kamuoyunca bilince çıkarıldığı, tartışıldığı, çözümler üretildiği, öğretmenlerin birlik, dayanışma ve örgütlü mücadelesinin simgesi olan bir gün olması dilenir ve istenir.
Ancak ne yazık ki olarak bu beklentimizin tersine bu gün klasik olarak kutlanan, yenilen içilen, devlet erkânının sahte nutuklarına zemin hazırlayan, öğretmenlerin sahte sevgi gösterileri ve sözde övgülerle anıldığı bir güne dönüştürülmüştür. Milli olan eğitim sistemini “gayrı milli” yapıya dönüştürenler, öğretmenler gününde de sahtekârlık ve ikiyüzlülük festivaline katılmış gibi davranacaklar.
Öğretmen, her aşamada, içinde bulunduğu üretim faaliyetine yani eğitime tüm enerjisi ve yüreğini koyan insandır. Eğitim, çocuğun benliğinin ayırımına varması, bağımsız düşünebilmesi ve üreten bir güç olarak kendi varlığını biçimlendirme etkinliğidir. Bu da demokratik bir eğitim ortamıyla sağlanabilir. Bu nedenle eğitimin en önemli öğesi öğretmendir. Çünkü bir toplum mühendisi olarak, toplumu değiştiren, dönüştüren, kuran kişidir öğretmen.
Ancak günümüzde eğitim bu temel ve yaşamsal özünden uzaklaştırılarak, salt öğretim faaliyetine dönüştürülmüştür. Bu süreçte öğretmenlik eğitimcilikten uzaklaştırılarak basit öğreticiliğe, öğrenci ise müşteri olmuştur.
Türkiye’de eğitim sistemi, emperyalizmin yeniden denetimine girdiği 1947 Fulbright antlaşması ile birlikte yaklaşık 70 yıldır Fulbright'ın etki ajanları eğitim sistemimizin kılcal damarlarına kadar nüfuz etmişlerdir. Türkiye’de yapılan eğitim emperyalist ülkelerin, Küresel çetenin takvimine göre planlanıp yürütülmektedir. Bu nedenle de Ülkemizde eğitim küresel sermayenin ve bağlı olarak siyasetin elinde toplumsal dengesizlikleri artırıcı bir araç olarak kullanılmaktadır.
Günümüz Türkiye’sinde Öğretmen ile Siyasal iktidarlar arasındaki çatışmanın, çelişkinin kaynağı da budur. Emperyalizmin dümen suyuna giren siyasal iktidarlar, emperyalizmin eğitim takvimiyle uyumlu, düzen içi eğitim sistemi oluşturmaya gayret ederken, eğitimci/öğretmen eleştirel ve bağımsız düşünebilen bireyler oluşturma gayreti içindedir.
Diğer yandan Emperyalizm, egemenlik kurmaya, sömürgeleştirmeye çalıştığı ülkelerde bağımsızlıkçı ve ilerici hareketlerin karşısına akla, bilime, aklın özgürleşmesine düşman olan toplumsal gericiliğin ve Allah ile aldatan din sömürgenlerini n en büyük destekçisi olarak öne çıkar. Özünde emperyalizminin gölgesinde palazlanan ve bir proje ürünü olan AKP iktidarının eğitim sistemi ve öğretmenler üzerine faşizan yöntemlerle abanmasının altında yatan gerçek budur.
Bu nedenle AKP için, İslam dinine dayalı gericiliğin tırmandırılması bir zorunluluktur. Çünkü katmerleşen sömürünün, yoksulluğun, yolsuzluğun, çürümüşlüğün bataklığında geniş halk yığınlarını denetim altında tutabilmek ancak, bilimsel yaklaşım ve içerikten uzak, mistisizmi benimsemiş, küreselleşmenin ihtiyaçları doğrultusunda ara iş gücü olarak yetiştirilmiş tevekküle, sabretmeye koşullandırılmış bir kuşak yaratmakla olanaklıdır.
2013-2014 öğretim yılında öğretmen açığını 60 bini aşan vekil öğretmenlerle karşılanmakta, eğitimin kalitesi bilinçli olarak düşürülmektedir. Devletin resmi rakamlarına göre bile okullarda yaklaşık 120 bin öğretmen açığı varken, 300 bin öğretmen ataması yapılamadığı için intiharlara kadar varan travmalarla karşı karşıyadır. Ücretli öğretmenler, dershane öğretmenleri kölelik koşullarında çalıştırılıyor. Öğretmenler özellikle 4+4+4 sistemiyle daha da artan bir şekilde okullarında angarya çalışma ve dinci baskıyla karşı karşıya kalıyor. Bunlar ortadayken, AKP bir de öğretmenlere onları birbirine düşürmeye yönelik “farklılaşmış ücret modeli”, “kariyer basamakları” ve “performans değerlendirme” projelerini vaat ediyor.  Öğretmenlik mesleği, eğitim emekçileri uzun yıllardır yapılanlarla oldukça hırpalandı, ANCAK HİÇBİR DÖNEMDE BU KADAR AŞAĞILANMADI.
Bu gelişmeler ışığında 24 Kasım’ı kutlamanın hiçbir anlamı kalmıyor. Ancak bu gelişmeler, laik, bilimsel, kamusal ve parasız eğitimden yana olanlara, tüm öğretmenlerimize ve yurtseverlere gençlerin ve ülkenin geleceğini kurtarmak için AKP’nin piyasacı ve gerici politikalarına karşı çıkma görevi yüklüyor. Bu görev ancak cepheleşip birlik oluşturmakla yerine getirilebilir.
Albert Einstein’ in ifadesiyle, “kafatasını aşarak beyne girmenin atomu parçalamaktan daha zor” olduğu işi başarmaya çalışan öğretmenlerimizi saygıyla kutluyoruz!
Yönetim Kurulu Adına:                                                                                 Mahmut ÖZYÜREK
Ulusal Eğitim Derneği
Isparta Şube Başkanı

21 Kasım 2015 Cumartesi

Orta Oyununa Dönüştürülen “Yemin Töreni”



Orta Oyununa Dönüştürülen “Yemin Töreni”
1 Kasımda yeniden TBMM’ne seçilen Milletvekilleri 17 Kasım günü yemin ettiler.
TBMM de yapılan bu “yemin töreni”; Emperyalizme karşı tam bağımsızlık savaşını yürüten, tam bağımsızlığı ve devrimleri gerçekleştiren ilk meclisten çok farklı bir Meclisle karşı karşıya olduğumuzu göstermektedir.
Seçim oyunlarıyla, Seçim yasaları, barajlar, dağıtılan paketler, din ticareti, para ve medya gücüyle” TBMM ne giren milletvekillerinin hiç birinin Tam bağımsızlık, ulusal egemenlik yanlısı olmadıkları, tam tersine IMF’nin, Dünya Bankası, Avrupa Birliği, NATO bağımlılığına tutulmuş oldukları bir kez daha kuşkuya yer bırakmayacak şekilde ortaya çıkmıştır.
Sn. Metin Aydoğan’ın söylediği gibi, bu siyasal sistem içinde yapılan seçimlerin “seçilecekleri değil seçilemeyecekleri/seçilmeyecekleri belirleyen bir kurmaca olduğu”, orta oyununa dönüştürülen yemin töreninde bir kez daha anlaşılmıştır.
CHP İstanbul Milletvekili ve rezidans kraliçesi Gamze Akkuş İlgezdi, milletvekili yeminini ettikten sonra sağ elini göğsüne koyup, sol elini yumruk yaparak havaya kaldırdı. Bn. İlgezdi bununla da yetinmedi Milletvekilliğinin ilk icraatı olarak PKK’lı bir teröristin cenazesinde gözyaşlarını tutamadı..
AK Parti İstanbul Milletvekili Metin Külünk ise yeminini , haçlı ordularının taşeronu, faşist, mafya yandaşı Müslüman Kardeşler adlı dinci terör örgütünün uyduruk selamı olan   'Rabia' işareti ile bitirdi.
AK Parti İzmir Milletvekili Necip Kalkan da yemin sırasında Türk Bayrağını boynuna “mama önlüğü”  gibi asarak yemin etti.
CHP Milletvekili Onursal Adıgüzel yakasına, Ankara'daki patlamada yaşamını yitirenlerin fotoğraflarını takarak yemin etti.
Sicilli PKK‘lı Leyla Zana ise Yemine başlamadan önce "Onurlu ve kalıcı bir barış umuduyla" anlamına gelen Kürtçe bir cümle kurdu ve yemin biterken Büyük Türk milleti yerine "Büyük Türkiye milleti" ifadesini kullandı.
AKP Bursa Milletvekili Bennur Karaburun dinciliğini kürsüye taşıdı ve yeminine “besmele” ile başladı.
TBMM bu siyasal yapısı ile bağımsızlık savaşını yöneten, Cumhuriyeti kurup yücelten meclise değil, daha çok Sevr antlaşmasını onaylayan “Saltanat Şûrası’nın 2000’li yıllarda yeniden hortlamasını çağrıştırmaktadır.
 2003 de “Yeni Sevr” Anlaşması olan “Birleşmiş Milletler İkiz İhanet yasalarını” onaylayanların, bu dönemdeki işlevi “Sevr Anayasasını” onaylamaktır 
Bu Cumhuriyet’i kan ve can bedeli ödeyerek kuranlar “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir!”  derken orta oyunu oynamıyorlardı.. Onlar Ulusal Kurtuluş Savaşı verip kazanmış, kendi, bağımsızlığına, egemenliğine, yazgısına sahip bir milletten söz ediyorlardı. “Kendi kaderine hâkim (egemen) halk, cehaletten kurtulmuş, aydınlanma düzeyine çıkmış halk demektir. Dinin ve tarikatların sultasından, her türlü vesayetten kurtulmuş ve her türlü vesayetin zincirlerinden kurtulma bilincine erişmiş halk demektir. Ekmek ve su hakkını yani emeğini bilinçli olarak savunan halk demektir. Bunu ancak laik Cumhuriyet’in erdemlerine inanmış bir halk yapabilir.
Yukarıdaki örnekler bir kez daha göstermiştir ki “Egemenlik Milletin” değil, “Cehaletin, aymazlığın, Küresel Çeteye sadakatin” eline geçmiştir.
Laik demokratik Cumhuriyetin erdemlerine, tam bağımsızlığa, ulusal egemenliğe inanan ezici çoğunluğun artık biri diğerine benzeyen,  milli egemenliği değil, Washington- Bürüksel mandacılığını temsil eden bu yapıdan kurtulması yaşamsal bir sorumluluk olmuştur.
Orta oyununa dönüştürdükleri “Yemin Töreni”  bu acı gerçeği bir kez daha göstermiş oldu.. 21.11.2015 Isparta
Mahmut ÖZYÜREK