18 Mart 2015 Çarşamba

ÇANAKKALE SAVAŞLARI VE MUSTAFA KEMAL /Metin AYDOĞAN





Bu yazıyı, bir metrekaresine 6500 mermi düşen Gelibolu Yarımadası’nda şehit olanların anısına saygı için yayınlıyoruz.




19 Şubat, Çanakkale Savaşlarının başlangıcının yıldönümüdür. Sonuçlarıyla, Türkiye'nin olduğu kadar dünyanın da geleceğini belirleyen bu büyük savaş, savaştan çok, inançta birleşmiş yoksul bir ulusun neleri başaracağını gösteren bir destandır. 


Gelibolu Yarımadası’nda bugün küçük bir mermer anıtın yükseldiği Kemalyeri, Mustafa Kemal’in Arıburnu savaşlarını yönettiği yere verilen addır. Kimi Türk tarihçisi, Kemalyeri için “Mustafa Kemal ’in gerçek doğum yeri” der. Türk halkı onu Kemalyeri ’nde tanıdı, Conkbayırı ’yla yüceltti, “Anafartalar ’ın yenilmez komutanı” olarak ona duygulu ve içten bir saygıyla bağlandı. Saygı ve bağlılığı, halk kahramanlarına binlerce yıldır gösterilen gizemli bir sevgi, halk söylencelerinde görülen destansı öğeler içeriyor. Türk halkı için, yurdu kurtaran, “ölümden korkmaz” kahraman; asker için, kendisiyle birlikte en önde savaşan ve asla yenilmeyen, “kurşun işlemez” bir komutan; subay için, iyi yetişmiş bilgili bir asker, usta bir savaş tasarımcısı ve “güvenilir bir” komutandır.



Çanakkale’nin Önemi

İngiltere Dışişleri Bakanı Sir Edward Grey (1862-1953) Çanakkale Savaşı için, şöyle der; “tarihteki hiçbir olay, Çanakkale Savaşlarında olduğu kadar, yapılan plan ve öngörüleri boşa çıkartmamış, alınan kararları karıştırmamış ve belirlenen stratejik kuralları bozamamıştır.” 1
İngiliz gözüyle yapılan bu saptama doğru, fakat eksiktir. Tarihteki hiçbir olay, Çanakkale Savaşlarında olduğu kadar; parçası olduğu evrensel boyutlu bir savaşı etkilememiş, dünya siyasetine yön vermemiş ve bir ulusun geleceğini bu düzeyde belirlememiştir. Bu iki tanım birleştirilirse Çanakkale Savaşının niteliği ortaya konmuş olur.
Rus Devrimi’nden, faşist ve nazist iktidarlara, İngiltere genel grevlerinden Almanya’daki sosyalist ayaklanmaya, Türk Devrimi’nden ulusal kurtuluş savaşlarına dek, pek çok önemli olayın temelinde, yitiklerin olağanüstü boyutlara ulaştığı Birinci Dünya Savaşı ve bu savaşın uzaması vardır. Çanakkale, Savaş’ın uzamasının nedenlerinden biri, belki de birincisidir.
Çanakkale Savaşı’nın tarihsel önemi; 18.yüzyıldan beri Osmanlı İmparatorluğu üzerinde baskı kurmuş olan Batılı devletlerin, üstelik en güçlüleri İngiltere ve Fransa’nın durdurulup yenilmesidir. Bu yengi, aynı zamanda, 4 yıl sonraki Kurtuluş Savaşı’yla birlikte; dünyanın tüm ezilen uluslarını etkileyen, sömürge ve yarı sömürgelerde İngiliz İmparatorluğu ’nun yenilmezlik efsanesine son veren, olağanüstü etkili, evrensel boyutlu bir eylemdir. Bu eylemi örnek alan “mazlum ülkeler”, Türk başarısının kendilerine kazandırdığı özgüvenle, emperyalizme karşı ayaklanarak bağımsızlıkları için mücadeleye giriştiler. Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı, sömürge imparatorlukları dönemini sona erdiren süreci başlattı, 20. yüzyıl dünya politikasına biçim verdi.
Çanakkale Savaşı, Türkiye’de ve dünyada ne denli etkili olduysa, Mustafa Kemal de Çanakkale Savaşı üzerinde o denli etkili olmuştur. Yarbay rütbesinde bir subayın çok önemli sonuçlar doğuran büyük bir savaşta, belirleyici düzeyde etkili olması sıradışı bir olaydır.
İngiliz General Aspinal Oglander, bu durumu, İngiltere resmi tarihinde, “bir tümen komutanının, üç ayrı yerde, tek başına giriştiği harekatlarla; bir savaşın, hatta bir ulusun kaderini değiştirecek büyüklükte bir zafer kazandığı tarihte pek enderdir” 2 sözleriyle dile getirmiştir.
Türkiye’de, yeterince incelenmeyen, üstelik çoğu kez çarpıtılan Çanakkale Savaşı ve Mustafa Kemal olgusu, neden ve sonuçlarıyla ve en küçük ayrıntısına dek, Batıda incelenmiş, askeri-politik uygulamalarda edinilen deneyimler, 20.yüzyıl boyunca kullanılmıştır. Türkiye Çanakkale’yi unuturken, Batı hiçbir zaman unutmamıştır.

Kemalyeri

Gelibolu Yarımadası’nda bugün küçük bir mermer anıtın yükseldiği Kemalyeri, Mustafa Kemal’in Arıburnu savaşlarını yönettiği yere verilen addır. Kimi Türk tarihçisi, Kemalyeri için “Mustafa Kemal ’in gerçek doğum yeri” der. 3 Türk halkı onu Kemalyeri ’nde tanıdı, Conkbayırı ’yla yüceltti, “Anafartalar ’ın yenilmez komutanı” olarak ona duygulu ve içten bir saygıyla bağlandı.
Saygı ve bağlılığı, halk kahramanlarına binlerce yıldır gösterilen gizemli bir sevgi, halk söylencelerinde görülen destansı öğeler içeriyor. Türk halkı için, yurdu kurtaran, “ölümden korkmaz” kahraman; asker için, kendisiyle birlikte en önde savaşan ve asla yenilmeyen, “kurşun işlemez” bir komutan; subay için, iyi yetişmiş bilgili bir asker, usta bir savaş tasarımcısı ve “güvenilir bir” komutandır.
Çanakkale’de oluşan bu imgeyi, Harp Akademisi eski komutanlarından Orgeneral Ali Fuat Erden (1882-1957), “Mustafa Kemal, Türk milletinin Çanakkale Savaşlarında bulduğu en gerekli insandır” biçiminde dile getirir. 4 Çanakkale saldırısını öneren ve yenilgiden sorumlu tutulan 5 İngiltere Denizcilik Bakanı Sir Winston Churchill için ise o, savaşın yönünü değiştiren “bir kader adamı” dır.6

Kendini Yetiştiren Kurmay Subay

Mustafa Kemal’in Çanakkale’deki başarısı, yurt sevgisine dayalı inanç ve kararlılık yanında, sahip olduğu askeri bilgi ve deneyimlere dayanır. Okuyor, araştırıyor ve yüzbaşılığından beri, tüm tatbikatlara büyük bir özen ve dikkatle hazırlanıp katılıyordu.
Savaşta deniz-kara işbirliğinin önemini incelemiş, düşüncelerini Trablusgarp’ta sınama olanağı bulmuştu. İtalyan askerinin deniz topçusunun ateşiyle korunarak karaya çıkarılmasının, kıyı savunmasını güç duruma soktuğunu görmüş, çıkartmalarda, denizden yapılan topçu ateşinin taktik gücünü kavramıştı.
Bilgisini dizgeli (sistemli) bir görüş durumuna getirerek, alınacak önlemler konusunda, askeri değeri olan yeni düşünceler geliştirmişti. Çanakkale savaşı başladığında, deniz-kara işbirliği konusunda bilgi ve deneyimi olan tek subay oydu. Çanakkale’deki başarısının bir başka nedeni buydu. 7

Ulusal Önder

Dönemin aydınları, Çanakkale’den haberler geldikçe, yalnızca iyi yetişmiş bir komutanla değil, çok gereksinim duydukları ve belki de yıllardır bekledikleri, ulusal bir önderle karşılaşmakta olduklarını düşündüler. “1915 de, İstanbul ’un kurtuluşunu büyük ölçüde ona borçlu olduklarını” öğrenmişler 8, onun ülke geleceğinde önemli bir yeri olacağını anlamışlardı. Bu anlayış, ilerdeki Kurtuluş Savaşı’yla Cumhuriyet Devrimleri’nin dayandığı inanç ve güvenin temelini oluşturacak, onu “vatan kurtarıcılığından yeni bir devletin kuruculuğuna” götürecektir. 9
Çanakkale’de ortaya çıkan Mustafa Kemal imgesinin nasıl oluştuğunu anlamak için, orada nelerin yapıldığını ve neler yaşandığını bilmek gerekir. Bu yapılmadan, ne halk içinde hala süren Atatürk sevgisini, ne de Çanakkale Savaşlarını gerçek boyutuyla kavramak olanaklıdır. Bu bilgiye birinci elden ulaşmak, olayları onun anlatımıyla öğrenmek daha anlamlıdır. Hiç sevmediği savaştan ve acılarla dolu anılarından söz etmekten pek hoşlanmadığı için, bu tür anlatımlar çok değildir.
Savaş’ın etkisi henüz tazeliğini koruyorken, 1918’de Ruşen Eşref’e (Ünaydın) Yeni Mecmua için açıklamalarda bulunur. Yaşadığı kimi olayları aktaran bu açıklamalar, Çanakkale Savaşı’nı ve onun savaşa yaptığı etkiyi, gerçek boyutuyla anlamamızı sağlar: “12 Nisan ’da düşman, sekiz taburdan çok bir gücü karaya çıkarmıştı.. 57.Alay, verdiğim emir üzerine düşmanı şiddetle takip ediyordu. (57.Alay’ın subay ve erlerinin tümü şehit olmuştur y.n.). 19.Fırka ’nın seri dağ bataryası, Arıburnu çıkartma noktasını ateş altına almış (tı)... 57.Alay ’ın Conkbayırı ve Suyatağı hattından düşmanın sol yanına yoğun olarak yüklenmesi, 27.Alay ’ın da Merkeztepe yönünde düşmana atılması onu geri çekilmeye mecbur etmişti. Ancak bence bu taktik konumdan (tabiye vaziyetinden) daha önemli bir etken (âmil) vardı ki o da, herkesin düşmana öldürmek ve ölmek için atılmasıydı. Bu her zaman görülen sıradan bir saldırı değil, herkesin başarma ya da ölme kararlılığıyla giriştiği, çok istekli (teşne) bir saldırıydı. Komutanlara verdiğim sözlü emirlere şunu eklemiştim: ‘ Size ben saldırıyı emretmiyorum ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçen zaman içinde, yerimize başka kuvvetler ve komutanlar gelebilecektir. ’10

Ölmeyi Emretmek

Yirmi yaşlarındaki gençlere “ölmeyi emretmek” ve bu emri uygulatmak, sorumluluk isteyen çok ağır bir görevdir. Yurt savunması gündeme geldiğinde ancak sözkonusu olabilecek böyle bir olaya ve sonuçlarına katlanmak, yüksek bir ruh sağlamlığını ve ulusal bilinci gerekli kılar. Bu ise, kişisel olarak ölümü göze alacak düzeyde, yurt sevgisine sahip olmak demektir. Askerlerine ölmeyi emretmenin yükünü ve ne anlama geldiğini bilmektedir. Bu gerçeği, “komutanlık görev ve sorumluluğunu yüklenecek kadar omuzlarında ve özellikle dimağlarında güç bulamayanların, acıklı sonuçlarla karşılaşması kaçınılmazdır” sözleriyle dile getirir. 11
Belirttiği nitelikler onda fazlasıyla vardı. Gerekeni yapmış ve bir ölüm kalım savaşında, binlerce genci düşman üzerine sürmüştü. Bu eylem, Çanakkale’de ölüm anlamına geliyordu ve kendisi de o eylemin içindeydi. Duygulu bir insan olarak ölümlerden duyduğu acıyı, komutanlık sorumluluğuyla dengelemeyi bildi. Bu dengeyi, önemli bir bölümü Çanakkale’de yitirilen Türk gençliğine, yaşamı boyunca sürecek olan bir sevgi ve güvene dönüştürdü.
Gençliğe her şeyden çok önem verdi, bunu her fırsatta dile getirdi; Türk Devrimi ’ni onlara emanet etti. Çanakkale Savaşları ile ilgili açıklamalar yaptığı Ruşen Eşref’e imzalayarak verdiği (24 Mayıs 1918) fotografın arkasına; “Her şeye karşın kuşkusuz ki bir aydınlığa doğru yürümekteyiz. Bende bu inancı yaşatan güç, yalnız sevgili ülkeme ve ulusuma duyduğum sınırsız sevgim değil, bugünün karanlıkları içinde, yalnızca yurt ve gerçek sevgisiyle ışık saçmaya ve aramaya çalışan bir gençlik gördüğümdendir...” diye yazmıştı.12

Usta Savaşçı

İngiliz ve Fransız birlikleri, Avustralya ve Yeni Zelandalılar’dan oluşan Anzak Kolordusu’yla birlikte, 25 Nisan 1915’te Arıburnu ’ndan çıkartma girişiminde bulundu. O günlerdeki çarpışmalar; onun savaşan askerle birlikteliğini, kararlılığını ve komutan olarak yeteneklerini ortaya koyan örneklerle doludur. Sabaha karşı çıkartmaya başlayan düşmanın, Conkbayırı ’ndan tepeye doğru ilerlediğini gördüğünde, ana çıkarmanın yapılmakta olduğunu anladı ve hemen harekete geçti. Conkbayırı ’nın önemini biliyordu. Fransız Tarihçi Benoit Mechin’in daha sonra yazdığı gibi, “İstanbul ’un kilidi Çanakkale Boğazı, Çanakkale Boğazı ’nın kilidi ise Conkbayırı ’ydı; burayı ele geçiren, İstanbul ’u ele geçirecekti.” 13
Bu nedenle, Conkbayırı Zirvesine pahasına olursa olsun elde tutulmalı ve korunmalıydı. “Bir elinde o yörenin haritası, diğerinde pusula” o an yanında olan “iki yüz askerin başında” ileri atıldı. 14 Dik olan araziyi, “o denli hızlı tırmanıyordu ki askerler arkasından zor yetişiyordu.” 15 Tepeye ulaştığında yanında “bir avuç” asker vardı. Bunları hemen düzene soktu ve “ileri atılarak düşmana saldırmaları emrini verdi.” 57.Alayın taburları, “nefes nefese” tepeye geldikçe onları da saldırıya katıyordu. Bir top bataryası geldiğinde, o denli ivedi davranıyordu ki, “tekerleklere sarılarak askere yardım ediyor, topları ateş edecek duruma getiriyordu.” 16
25 Nisan’da başlayan ve 16 Mayıs’a dek 21 gün süren Conkbayırı savunması, tarihin gördüğü en kanlı savaşlardan biridir. Saldırının ilk günü; saldırı durdurulmuş, Kabatepe çıkarması başarısız kılınmış ve düşmana ağır yitikler verdirilmişti. Saldırıyı gerçekleştiren Kolordu Komutanı General Birdwood, 25 Nisan akşamı İngiliz Kuvvetler Komutanı General Hamilton’a başvurmuş ve çıkartmanın durdurularak “bütün askerlerin geri çekilmesi” ni istemişti. 17
Komuta yeteneği ve ortaya konan direnme gücü bakımından olağanüstü bir gün olan 25 Nisan 1915 için, Ruşen Eşref’e şunları anlatır: “Yirmi dört saatten beri aralıksız süren savaş, askeri çok yormuştu. Verdiğim bir emirle saldırıyı kestim. Ancak vatanı kurtarmak için, kazanılmış olan hattı güçlendirmekten ve ne olursa olsun bırakmamaktan başka çare yoktu. Bu nedenle gereken şu emri verdim: ‘Benimle birlikte burada savaşan bütün askerler bilmelidirler ki, bize verilmiş olan namus görevimizi tümüyle yerine getirmek için, bir adım geri gitmek yoktur. Rahatlık uykusu aramanın, yalnız kendimizin değil, bütün milletin sonsuza kadar rahattan yoksun kalmasına neden olacağını, hepinize hatırlatırım.’” 18

Türk Askerinin Ruh Gücü

Ruşen Eşref’le yaptığı konuşmayı, Türk askerinin savaşta gösterdiği “ruh gücü” nden ve sergilediği “imrenilecek olgunluk” tan söz ederek bitirir. Anlattıkları, bugün belki birçok kişiye inanılmaz gibi gelebilir, ancak söylenenler yaşanmış gerçeklerdir: “Biz, kişisel kahramanlık sahneleriyle ilgilenmiyoruz. Ancak size Bombasırtı olayını anlatmadan geçemeyeceğim. Düşman siperleriyle aramızdaki uzaklık sekiz metre, yani ölüm kaçınılmaz. Birinci siperdekiler, hiçbiri kurtulmamacasına tümüyle düşüyor, ikincidekiler onların yerine geçiyor. Ancak bunu, ne kadar imrenilecek bir olgunluk ve yazgıyı kabullenme ile yapıyor biliyor musunuz? Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, ama en küçük bir ürkeklik göstermiyor, sarsılmıyor. Okuma bilenler, ellerinde Kur ’anı Kerim, cennete girmeye hazırlanıyor, bilmeyenler kelime-i şahadet getirerek yürüyorlar. Bu, Türk askerlerindeki ruh gücünü gösteren, kutlanması gereken şaşırtıcı bir örnektir. İnanmalısınız ki Çanakkale Savaşı’nı kazandıran, bu yüksek ruhtur.” 19
Türk askerinin yurt savunmasında gösterdiği direnç ve dayanma gücü, kuşaktan kuşağa aktarılan yaşam biçiminin doğal sonuçlarıydı ve toplumsal geleneklere dayanan iyi bir eğitimle kazanılıyordu. Ailede başlayan, kışladan geçip meslek alanlarına dek uzanan yaşam sürecinde; yurt ve ulus bilinci, inanç, dayanışma ve kuşkusuz askeri eğitim; savaşlarda gösterilen direngenliğin istenç gücünü yaratıyordu. Yönetimi elinde bulunduranlar, halkın yaşattığı bu değerlere ne denli sahip çıkarsa o denli başarılı olunuyor, tersinde ise sonuç yenilgi ve yitik oluyordu. Balkan bozgunundan sonra, Çanakkale, ardından Kurtuluş Savaşı’nda gösterilen sıradışı direnç başka türlü açıklanamaz. Elde edilen başarı; geçmişten gelen toplumsal özellikleri duygularında zaten yaşatmakta olan erleri, iyi bir askeri eğitimden geçirerek onlarla birlikte savaşan nitelikli subayların eseridir.

Askere Örnek Olma

Mustafa Kemal, bu tür subayların en ileri örneklerinden biriydi. Kurup eğittiği birliklerin ve savaşın o denli içindeydi ki, Çanakkale’den sağ çıkması olasılığı düşük bir rastlantıydı. Çok dar bir alanda, beş yüz bin insanın ölüp yaralandığı kanlı bir savaşta, çatışmaların yalnızca içinde değil, hemen her zaman önündeydi. Üstelik sağlığı da pek yerinde değildir. Buna karşın, askere günülgücü (moral) vermeyi amaçlayan, bilinçli bir yüreklilik ve atılganlık gösterdi.
Sürekli “ilk ateş hattında” 20 dır. “Ne yokluktan ne de sıcaktan” 21 yakınır. Birlikte savaştığı askerlerle yazgısını birleştirmiş, ölümü içeren ‘ kutsal ’ bir bütünlüğe ulaşmıştır. Ölümden korkmaz. Birliklerini etkilemek için, “düşman mermilerine ölçülü bir gözüpeklikle karşı çıkıyor” 22, hiçbir düşman kurşunu kendisine değmeyecekmiş gibi davranıyordu.
Çatışmanın yoğunlaştığı bir gün, savaşı yönettiği yer, seri bir top ateşiyle karşılaşır. İlk mermi, bulunduğu yerin altmış metre ötesine, ikinci ve üçüncüsü kırk ve yirmi metre yakınına düşer. Uzaklık ve zamanlama hesaplanmış ve dördüncü merminin onun bulunduğu yere düşeceği saptanmıştır. Subaylar kaygıyla uyarırlar, ancak yerinden kalkmaz ve sigarasını içmeyi sürdürerek, “artık çok geç, kaçarak askere kötü örnek olamam” 23 der. Siperdekiler, dehşetle dona kalmış bir durumda, dördüncü merminin düşmesini beklerler. Ancak bir şey olmaz; “düşman üç mermi atmış, dördüncü atışı yapmamıştır.” 24
10 Ağustos’daki Conkbayırı çatışmalarının en önemli anında, göğsünden vurulur. Durumu gören yanındaki Yarbay Servet (Yurdatapan)’e susmasını işaret eder, bir şey olmamış gibi davranır. Mermi parçası, üst cebindeki saate denk gelmiş ve kendi söylemiyle, “büyükçe bir kan çukuru bırakmaktan” başka bir zarar vermemişti. 25
Parçalanmış saati, aynı akşam, karargahta karşılaştığı Ordu Komutanı Liman von Sanders’e armağan eder. Son derece duygulanan Sanders, “aile markalı” kendi altın saatini ona verir. 26

İngiliz Planları

Winston Churchill, 1914 sonunda Türkiye’ye yönelik bir savaş planı hazırlamış ve İngiltere’nin Fransa’yla birlikte, önce Çanakkale, ardından İstanbul Boğazı’na askeri harekat düzenlenmesini önermişti. Hükümetçe onaylanan ve savaşın geleceğine yön verecek olan bu plana göre: Silah ve teknoloji üstünlüğüne dayanılarak, Türkiye’nin Boğazlardaki denetimi “bir darbeyle yok edilecek” 27 ve önemli bir direnişle karşılaşılmadan İstanbul’a girilecekti.
Boğazların ele geçirilmesiyle Osmanlı İmparatorluğu “ikiye bölünecek”, Asya’da kalan büyük parçanın Almanya’yla ilişkisini kesecek bu bölünme, Türkiye’yi “tek başına barış istemek zorunda” bırakacaktı. Türkiye; Irak, Filistin ve Kafkasya’da savaş dışı kalacak, “Yunanistan, Romanya ve Bulgaristan, İtilaf Devletleri safına” girecekti. 28
İngiliz Tarihçi Alan Moorehead’in söylemiyle; “genel savaş en az bir yıl kısalacak, yeniden silah ve gıda ulaştırılacak Rusya ’yla birlikte zafere ulaşılacak” tı. 29

Büyük Yığınak

İngiltere ve Fransa, Churchill’in önerilerine uygun olarak, Mısır ’a ve Çanakkale Boğazı’nın karşısındaki Limni Adası ’na, “iki yüz binden fazlasını” savaşta yitirecekleri 30 büyük bir askeri güç yığdı. Doğu Akdeniz Donanmasını İskenderiye’de topladı; Avusturalya ve Yeni Zelanda dahil, sömürgelerden asker getirildi.
İngiliz donanmasının, “teknoloji harikası” en yeni gemileri bu işe verildi. Önemli bir direnişle karşılaşılmayacağı söylenmesine karşın, büyük bir hazırlık yapılıyordu. Hazırlıklar yoğun biçimde sürerken, kimi çevrelerde kaygı ve kuşkular belirmeye başlamıştı. “Türkler ’in askerlikteki ustalığını”31 bilen Amiral Fisher, “korkularını yutmuş” hazırlıkları sürdürüyordu, ama İngiliz Deniz Kuvvetleri’ni, “Çanakkale ’nin zorlanarak, modern bir donanmayı böyle bir tehlike altına sokmanın” kaygısı sarmıştı. 31
Churchill, üç yıl önce 1911’de benzer düşünceler taşıyordu. Ancak, Aralık (1915) başındaki kabine toplantısında, “Almanlar ’ın Belçika ’daki savunma hatlarına yaptığı bombalamayı ve bunun etkilerini” gördükten sonra düşüncesini değiştirdiğini açıkladı ve “yerleri bilinen modası geçmiş Türk toplarının” kolayca yok edileceğini, savaşın kolay kazanılacağını ileri sürdü.
Savaş Bakanı Lord Herbert Kitchener (1850-1916) başta olmak üzere, “Savaş Kabinesini yola getirdi” 33, donanmayı Çanakkale’ye gönderdi. O dönemde, yenilmesi olanaksız, karşı konulmaz güç olarak görülen, dünyanın en büyük deniz gücü, 19 Şubat 1915’te, yedi bin nüfuslu Çanakkale’nin “dış tabyalarını bombalayarak” saldırıya geçti. 34
Savaş Bakanı Kitchener; Çanakkale Ortak Kuvvetler Komutanı, Sir Monteith Hamilton’a (1853-1947) gönderdiği iletide, şunları söylüyordu: “Çanakkale ’yi alıp İstanbul ’u susturursanız, bir zafer kazanmayacaksınız, savaşı (Dünya Savaşı’nı y.n.) kazanacaksınız.” 35

Şaşırtıcı Direnç ve Düşkırıklığı

Masa başında hazırlanan plan, dışardan bakıldığında; akılcıl, parlak sonuçlu ve kolay uygulanabilir görülüyordu. Ancak, savaş başlar başlamaz, Churcill başta olmak üzere, savaş kabinesi üyeleri ve askeri yetkililer karamsar bir düş kırıklığına uğradılar. Daha bir yıl önce, Balkan Savaşı’nda, “bir nefeste bir vilayeti bırakıp dağılan” 36 bir ordu yerine, dünyanın en büyük askeri gücüne karşı, “savunduğu toprağın bir karışı için, bir taburunun kanını bir nefeste kurban eden” 37 bir orduyla karşılaşmışlardı. “Herkes, bulunduğu taşa, toprağa; elleri, ayaklarıyla sarılmış, ölüyor ama tutunduğu yeri bırakmıyordu.” 38 Gözleriyle gördükleri büyük değişim, “bir komuta mucizesi mi, yoksa anlaşılması olanaksız bir bilinmezlik miydi?” 39
İki savaş arasında orduda görülen direnç gücü ve savaşkanlık ayrımı, birçok insan için, ‘anlaşılması olanaksız ’ boyuttaydı. Ancak, kuşkusuz bir bilinmezlik olayı değildi. Türk halkında varlığını her zaman sürdüren yurt savunma güdüsü, yönetim yeteneği yüksek, bilinçli ve atılgan komutanlık istenciyle (iradesiyle) buluşunca, Çanakkale’deki direnişi ortaya çıkarmıştı. Aynı sonuç, dört yıl sonra, yapılamaz denilen Anadolu direnişinde alınacak; Kurtuluş Savaşı’yla, büyük güçlerin Türkiye’ye yönelik plan ve uygulamaları, Çanakkale’de olduğu gibi geçersiz kılınacaktır.
Çanakkale, Kurtuluş Savaşı’nın başlangıcı ya da bir başka deyişle, Kurtuluş Savaşı Çanakkale’nin bir sonucu olarak görülebilir. Mustafa Kemal’in her iki savaşta, birliklerine verdiği buyruklar, gönderdiği yönergeler arasındaki benzerlik, bu savın kanıtı gibidir.
26 Ağustos 1922 sabahı, askerlerine, “Yunanlılar ’ın kazandığını görmektense, gök kubbe başımıza yıkılsın... Ölümü göze alanlar bir adım öne çıksın” 40 derken; 15 Nisan 1915’te Çanakkale’de, Kemalyeri’ne topladığı komutanlarına “Bire kadar hepimiz ölerek düşmanı kesinlikle (behemehal) denize dökmek zorundayız... İçimizde ve komuta ettiğimiz askerlerde, Balkan utancını bir daha görmektense, burada ölmeyi seçmeyenlerin bulunacağını, kesinlikle kabul etmem. Böyleleri varsa onları kendi ellerimizle kurşuna dizelim” diyordu. 41
Balkanlar’la Çanakkale arasında yaratılan savaşkanlık ayrımı, bu sözlerle dile getirilen ve ordunun tümünde etkili olan komutanlık iradesinin doğal sonucuydu.

Savaşı Yitiriyorlar

Savaşın sonucu, 1915 Ağustos’unda belli oldu. Anafartalar cephesindeki Conkbayırı ve Kireçtepe çatışmaları, Çanakkale zaferini belirleyen savaşlardı. Saldırganların savaşım isteği kırılmış, ruh gücü çökmüştü. Ne yaparlarsa yapsınlar, başarılı olamıyor, Türk savunmasını aşamıyorlardı. Askeri teknolojinin en son ürünlerini kullanıyor, askerlerine her türlü olanağı sağlıyor ancak Türk askerini yenemiyorlardı.
İnsanlık suçu saydıkları kimyasal silah bile kullandılar. Türk Ordusu içinde önce, “zehirli gaz kullanılacak, önleyecek gücümüz yok” sözünü yayıp, direnç gücünü kırmaya çalıştılar Daha sonra, gerçekten kimyasal silah kullandılar.
Mustafa Kemal, bu konuyu ilerde şöyle anlatacaktır: “Çanakkale Savaşları sırasında, düşmanın zehirli gaz kullanacağı haberi duyuldu; (önlem alacak y.n.) karşı bir silahımız yok. Düşman zehirli gaz kullansa bile, biz tepedeyiz onlar ovada, bize tesir etmez sözünü yazdım (cepheye dağıttırdım y.n.). Daha sonra bir deneme yaptılarsa da, rüzgarın yön değiştirmesi üzerine bu beladan da kurtulmuş olduk. Askerin de bize güveni arttı.42
Büyük bir orduyla gelmelerine karşın, bağlaşık (müttefik) komutanlar daha çok askere gereksinim olduğunu söylüyorlardı. Hamilton; 17 Ağustos’ta Londra’ya gönderdiği raporda, “yeni ve büyük çapta” yardımcı kuvvet gönderilmesini istiyor ve “üzülerek söylemeliyim ki, Türkler bizim bazı birliklerimiz üzerinde manevi üstünlük sağlamıştır; iyi komuta edilen ve cesaretle savaşan bir ordunun karşısındayız... Eğer, Majestelerinin Hükümeti benim denize dökülmemi istemiyorsa, derhal 95 bin yeni asker gönderilmelidir” diyordu. 43

Sonucu Gören Uyarılar

Hamilton kaygısında haklıydı. Conkbayırı yenilgisinden sonra, bağlaşık ordusu savaş gücünü önemli oranda yitirmiş, sahil şeridine sıkışıp kalmıştı. Yaptıkları her çıkış püskürtülüyor, birlikleri sürekli eriyordu. Denize dökülerek Gelibolu’dan tümüyle atılabilecek durumdaydılar. Mustafa Kemal, üstlerine ve asker arkadaşlarına, “Düşman artık güçsüz, tümüyle kovulabilir”44 diye yazılar yazıyor, saldırıya geçilmesini istiyordu. Ancak, gerek Ordu Komutanı Liman Von Sanders, gerekse Başkomutan Vekili Enver Paşa, uyarılarını değerlendirmedi.
İtilaf ordularındaki çözülme ve “kaçma eğilimini” 45 görmüş, düşmanın belli etmemeye çalışarak çekileceğini anlamıştı. Çekilmenin 1916 başında tamamlanacağını öngörüyordu. “Buna fırsat vermeden işgalcileri yok etmek için, son bir saldırının tam zamanıdır” 46 diyerek, harekete geçilmesi için üstlerini zorladı. Ancak “çekilme ihtimali görülmemektedir” 47,“harcanacak kuvvetimiz yok” 48 biçiminde yanıtlar aldı ve doğal olarak herhangi bir girişimde bulunulmadı.
Saldırı önerisinin kabul edilmemesi üzerine, komutan olarak Çanakkale’de yapacağı önemli bir işi kalmamıştı. Savaş sona yaklaşmış, düşman çekilme hazırlığı yapıyordu. Görevini 10 Aralık’ta 5.Ordu Komutanı Fevzi Paşa’ya (Çakmak) bırakarak İstanbul’a döndü. Dönüşünü daha sonra Salih Bozok’a şöyle anlatacaktır: “Düşmanın çekileceğini anladığım için saldırılmasını önermiştim. Ancak önerimi kabul etmediler. Bu nedenle canım sıkılmıştı. Çok da yorgundum. İzin alarak İstanbul’a geldim. Eğer düşman, ben oradayken çekilmiş olsaydı, herhalde daha çok sıkılacaktım.” 49

Gerçekleşen Öngörü

Anlaşma (İtilaf) Devletleri, sanki onun Çanakkale’den ayrılmasını bekliyormuş gibi, 19 Aralık 1915’te, yani onun İstanbul’a gidişinden dokuz gün sonra çekilmeye başladı. Karanlık ve sisten yararlanarak sessizce hareket ediyor, çekilmeyi belli etmemeye çalışıyorlardı. 31 Aralık’tan 8 Ocak 1916’ya dek, 95 bin asker ve büyük miktarda askeri donanım, silah ve yiyeceği gemilere yüklediler.
Price George Kruvazörü, karanlık ve puslu bir havada, son 2 bin askerle suçlulara özgü bir gizlilik içinde ve kaçar gibi, Çanakkale’den ayrıldı. Kaçış ’ı o denli sır vermeden başarmışlardı ki, Türk yetkililer olayın ayırdına bile varmamışlar, durumu ancak Çanakkale’de hiçbir İngiliz kalmadığını görünce öğrenmişlerdi. 50 Mustafa Kemal, bir kez daha haklı çıkmıştı.

Çanakkale Savaşlarının Sonuçları

Çanakkale Savaşı’nın sonucu; Churchill’in beklediği gibi kolay zafer değil, yitiklerle dolu kesin bir yenilgi oldu. İngiliz Tarihçi Robert Rhodes James, bu yenilgi hakkında, “tarihin dönmesi için kazanılması gerektiği söylenen Çanakkale Savaşı, kazanmak bir yana, yitiklerine inanılması güç bir yenilgiyle sonuçlandı” diyecektir. 51 Yalnızca Conkbayırı’nda ve yalnızca dört gün içinde, verdikleri insan yitiği 25 bindi. Sekiz ay dört gün süren Savaş’ta, İtilaf Devletleri, İngiliz verilerine göre 200 binin üzerinde asker ve subay yitirmişti. 52
Hamilton, Londra’ya gönderdiği raporda; “zamanın en ileri teknolojisiyle hazırlanmış silahların” Conkbayırı siperlerinde bir işe yaramadığını, generallerin, “İngiliz ırkına özgü bir kararlılıkla boğaz boğaza ve kahramanca dövüşen” askerlerin yanında savaşa katıldığını; buna karşın, sonuç alınamadığını söylüyordu. General Cayley, General Cooper ve General Baldvin’in yaşamlarını yitirdiği bildirilen raporda, Türk askerinin savaşkanlığı ve Conkbayırı çatışması için şu yargıda bulunuluyordu: “Türkler birbiri ardınca ‘ Allah Allah ’ diye haykırarak ve gerçekten çok yiğitçe savaştılar. Conkbayırı boğuşmasını yazı ile anlatmak mümkün değildir.” 53

Çanakkale Savaşının Rus Devrimine Etkisi

Savaş’ın başlamasıyla birlikte, Rusya’yı dünyaya bağlayan yollar, büyük ölçüde kapanmış, yardım alamamış Çarlık ve bağlaşıkları İngiltere’yle Fransa bu sorunu çözememişti. Batıda Almanya ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Avrupa’yla Rusya’nın ilişkisini kesiyordu. Alman denizaltılarının egemen olduğu Baltık’ta ve kışın buz tutan Kuzey denizlerinde taşıma yapılamıyordu.
Güneyde, sıcak denizlere tek çıkış Boğazlar, Osmanlı İmparatorluğu tarafından kapatılmış, Karadeniz limanlarında ticaret durmuştu. Dünyayla ilişkisi kesilen Rusya’ya, ne silah ne de buğday gidiyordu. Dışalım yüzde 95, dışsatım yüzde 98 azalmıştı. 54 Rusya’nın ayakta kalıp savaşı sürdürebilmesinin tek yolu, Batı ve Kuzeyden bir şey yapılamadığı için, Boğazların Avrupa-Rusya ulaşımına açık tutulmasıydı.
Rusya, donanmasının güçsüzlüğü nedeniyle yukarıdan İstanbul’u zorlayamıyor, İngiltere ve Fransa’nın aşağıdan Çanakkale’ye girmesi tek seçenek kalıyordu. Çanakkale’ye saldırılmasının bir başka nedeni de buydu. Bu neden, Çanakkale Bağlaşık Güçler Komutanı Ian Hamilton’un, 25 Nisan 1915 tarihli notlarına şöyle yansımıştı: “Askerlerimize Türkler ’in kim olduğu yinelenerek anlatıldı. Onlar artık, buradaki savaşın sonucunun tüm savaşın sonucu olacağını, bunun için Boğazları aşıp Rus dostlarımızla el ele tutuşmamızın vazgeçilmez olduğunu biliyorlar.” 55
Çanakkale’deki Türk yengisi, Boğazlarda denetimin el değiştirmesini önledi ve Rusya’nın yalnızca savaş dışı kalmasına değil, bununla birlikte devrim sorunuyla karşılaşmasına yol açtı; Çarlığın çöküşüne ivme kazandırdı. Çanakkale, Genel Savaş’a yaptığı etkinin, daha büyüğünü Rusya’ya yaptı.
Tarihçi Richard Hymple bu etkiyi, “Türkiye ’nin boğazları kapatması, sonu ihtilâlle sonuçlanan ortamı hazırlayan nedenler arasında yer aldı” 56 diye aktarır. İngiliz General J.L.Moulton ise, şu saptamayı yapar: “Avusturyalı ve Alman müttefiklerine Türkler ’in yaptığı en önemli yardım, Çanakkale ve İstanbul boğazlarını, İngiliz ve Fransız gemilerine kapatmasıydı. Bu durum herhangi bir milleti az ya da çok sarsabilirdi, ama Rusya gibi nüfusu fazla bir millet bu duruma dayanamazdı.” 57
Mustafa Kemal, Çanakkale Savaşı’nın önemini ve dünyaya yapacağı etkinin siyasi-askeri boyutunu bilmektedir. İçinde yer alarak yazgısını belirlediği bu savaşı, Doğuya yönelen Batı saldırganlığının yeni bir aşaması olarak değerlendirir. Çanakkale’de ülkeyi savunurken, aynı zamanda, Batıyla işbirliği içindeki Rusya’yı çökertmekte olduğunu söyler.
Eylül 1915’de, yani Rus Devrimi’nden yaklaşık 1,5 yıl önce, Anafartalar cephesindeki çadırında hasta olarak yatarken kendisini görmeye gelen Alman Doktor Ernest Jackh’a söylediği sözler, onun bilinç düzeyini ve öngörü yeteneğini ortaya koyar. Söyleşide, Almanya ve Türkiye’nin okyanuslardaki etkisizliğini, Rusya’nın o günkü çaresizliğine benzetir ve Rusya için, “Boğazları kapatarak Ruslar ’ı Karadenize tıkadım, onları müttefiklerinden ayrı düşürdüm. Bu nedenle Rusya ’nın çökmesi kaçınılmazdır”der. 58

DİPNOTLAR

  1. Çanakkale Savaşı”, Robert Rhodes James, “20.Yüzyıl Tarihi”, Arkın Kit., Mart 1970, Sayı 19, sf.363
  2. Millitary Operations, Gallypoly” Aspinall-Oglander: C.II, sf.485; ak. Y.Hikmet Bayur, “Atatürk- Hayatı ve Eseri-I” Atatürk Araş. Mer., Tıpkı Bas., Ank. 1997, sf.98
  3. Tek Adam” Ş.S.Aydemir, I.Cilt, Remzi Kit., 9.Bas., İst.-1983, sf.235
  4. Çankaya” Falih Rıfkı Atay, Sena Mat., İstanbul-1980, sf.92
  5. Büyük Larousse, Gelişim Yayınları, 4.Cilt, sf.2357
  6. Çankaya” Falih Rıfkı Atay, Sena Mat., İstanbul-1980, sf.92
  7. Atatürk” Lord Kinross, Altın Kit. 12.Baskı, İstanbul-1994, sf.99
  8. Çankaya” Falih Rıfkı Atay, Sena Mat., İstanbul-1980, sf.92
  9. a.g.e. sf.86
  10. Anafartalar Komutanı Mustafa Kemal ile Mülakat” Ruşen Eşref, Yeni Mecmua, İstanbul-1918; ak. Uluğ İldemir “Anafartalar Muharebatı’na Ait Tarihçe”, T T. K. Bas., Ankara-1990, sf.XVII
  11. Atatürk’ün Devrimi Yarım Kaldı” Prof.Cihan Dura, Erciyes Üniv. Yay., Kayseri-2000, sf.83
  12. Atatürk’ün İstanbul’daki Çalışmaları” Sadi Borak, Kaynak. Yay., 2. Bas., İst.-1998, sf.124
  13. Kurt ve Pars” Benoit Mechin, Kum Saati Yay., İst.-2001, sf.59
  14. a.g.e. sf.57
  15. a.g.e. sf.57
  16. Mustafa Kemal” Benoit Mechin, Bilgi Yay., Ankara-1997, sf.110
  17. Kaynakçalı Atatürk Günlüğü” U. Kocatürk T.İş B.Yay., Ank., sf.30
  18. Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal İle Mülakat” Ruşen Eşref, Yeni Mecmua, İst.-1918; ak. Uluğ İldemir, a.g.e. sf.XXV
  19. a.g.e. sf.XXV
  20. Mustafa Kemal” Benoit Mechin, Bilgi Yay., Ankara-1997, sf.111
  21. Kurt ve Pars” Benoit Mechin, Kum Saati Yay., İst.-2001, sf.60
  22. a.g.e. sf.112
  23. Atatürk” Lord Kinross, Altın Kitaplar, 12.Bas., İst.-1994, sf.123
  24. a.g.e. sf.123
  25. Tek Adam” Ş. S. Aydemir, I.C,lt, Remzi Kit., 9.Bas., İst.-1983, sf.256
  26. a.g.e. sf.257
  27. Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal İle Mülakat” R.Eşref, Yeni Mec., 1918; ak.U.İldemir, “Anafartalar Muharebatına Ait Tarihçe” T T.K.
  28. Müttefiklerin Uğradığı Felaketler” J.M. Roberta, “20.Yüzyıl Tarihi”, Arkın Kit., İst.-1970, sf.361
  29. Kurt ve Pars” Benoit Mechin, Kum Saati Yay., İst.-2001, sf.55 ve 59
  30. Tek Adam” Ş.S.Aydemir, I.Cilt, Remzi K., 9.Bas., 1983, sf.237, 238
  31. Çanakkale Savaşı”, R.R.James, “20.Yüzyıl Tarihi”, Arkın Kit., İst.-1970, sf.368
  32. a.g.e. sf.364
  33. a.g.e. sf.364
  34. a.g.e. sf.264
  35. Kaynakçalı Atatürk Günlüğü” U. Kocatürk T.İş B.Y., Ank., sf.27
  36. Mustafa Kemal” Benoit Mechin, Bilgi Yay., Ankara-1997, sf.107
  37. Tek Adam” Ş. S. Aydemir, I.Cilt, Remzi Kit., 9.Bas., İst.-1983, sf.246
  38. a.g.e. sf.246
  39. a.g.e. sf.246
  40. a.g.e. sf.246
  41. Atatürk” Lord Kinross, Altın Kitaplar, 12.Bas., İst.-1994, sf.369
  42. Anafartalar Muharebatına Ait Tarihçe” Uluğ İldemir, T T. K. Bas., Ankara-1990, sf.XXII
  43. Çankaya” Falih Rıfkı Atay, Sena Mat., İstanbul-1980, sf.91
  44. Atatürk’ün Hayatı ve Eseri”, Hikmet Bayur, 1963, sf.95; ak. Prof.U.Kocatürk, “Kaynakçalı Atatürk Günlüğü”, T.İş Ban.Kül.Y., sf.42 ve “Kurt ve Pars” Benoit Mechin, Kum Saati Yay., İst.-2001, sf.68
  45. Kaynakçalı Atatürk Günlüğü” U. Kocatürk T.İş B.Yay., Ank., sf.45
  46. Atatürk’ün İstanbul’daki Çalışmaları” S.Borak, Kaynak Yay., 2. Bas., İst.-1998, sf.84
  47. Atatürk” Lord Kinross, Altın Kitaplar Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.125
  48. Atatürk’ün İstanbul’daki Çalışmaları” S.Borak, Kaynak Yay., 2. Bas., İst.-1998, sf.84
  49. Atatürk” Lord Kinross, Altın Kitaplar Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.125
  50. Kaynakçalı Atatürk Günlüğü” U. Kocatürk T İş Ban.Yay., Ank. sf.46
  51. Kurt ve Pars” Benoit Mechin, Kum Saati Yay., İst.-2001, sf.70
  52. Çanakkale Savaşı”, R.R.James, “20.Yüzyıl Tarihi”, Arkın Kit., 1970, S.19, sf.363
  53. Osmanlı Tarihi Kronolojisi” 4.Cilt, sf.242; ak. Ş.S.Aydemir, “Tek Adam”, I.Cilt, Remzi Kit., 9.Bas., İstanbul-1983, sf.241
  54. Tek Adam” Ş. S. Aydemir, I.Cilt, Remzi Kit., 9.Bas., İst.-1983, sf.242
  55. Savaş Yayılıyor” General J.L.Moulton, “20.Yüzyıl Tarihi”, Arkın Kit., 11 Mart 1970, Sayı 18, sf.354
  56. Ey Vatan”, Osman Pamukoğlu, İnkilap Yay., İstanbul-2004, sf.26
  57. Goben’in Kaçışı ve Türkiye Savaşta” Richard Humble, “20. Yüzyıl Tarihi”, Arkın Kit., Mart 1970, sf.345
  58. Savaş Yayılıyor” General J.L.Moulton, a.g.d. sf.354
  59. Atatürk’ün Resmi Yayınlara Girmemiş Söylev Demeç Yazışma ve Söyleşileri” Sadi Borak, Kaynak Yay., 2 Bas., İst.-1997, sf.26

16 Mart 2015 Pazartesi

Bu VATAN 'atanmış' siyasetçilerden bir gün kurtulacaktır.



Bu VATAN 'atanmış' siyasetçilerden bir gün kurtulacaktır.
Bu MİLLET bir gün kendi asaletinin, 'asillerin, 'atanmış' vekillerden çok daha etkili olacağını fiiliyatta anlayacaktır. Elimizi sallasak 'aday adaylarına' çarpıyor. Bu millet, vekillerini kendisi meclise yollamıyor. Mecliste olmak isteyen sevilen sayılanlar, milletvekili olabilmek için a, b, c partisinin genel başkanlarına yüz sürüyor icazet alma derdine düşüyor. Kişiliklerinden, davalarından taviz vermek zorunda kalıyorlar. Sonuçta 'sistemin' içinde eritiliyorlar. 'Dışarda' çok daha geniş kitleleri bir araya getirecek, etkili olacak kanaat önderlerini de böylece sisteme kurban veriyoruz.
A, B, C partileri ve başkanları 70 yıldır bu vatan bu millet için ne yaptılar? Soru bu! Milli mücadele partiler üstü Müdafaayı Hukuk teşkilatı ile yürütüldü ve VATAN bu YÖNTEMLE kurtarıldı.
Ne yazık ki hafıza nisyan ile malul! Bu 'efsane kurtuluş' unutuldu.
Hatırlanması için yine kuyruğumuzun fena sıkışması gerekiyor!
O zaman yeniden milli mücadelenin olağanüstü dahiyane yöntemleri bu milletin bağrında yeşerecektir..

Banu AVAR 10 Mart 2015

14 Mart 2015 Cumartesi

ŞEYTANIN ÜÇ ATLISI: SEVR- AB-D VE BOP / Figen ÖZEN



Bugünü anlayabilmemiz için dünü çok iyi bilmemiz gerekmektedir. Bağımsızlık Savaşı’nı kazanan Türk milletinin çöpe attığı Sevr Antlaşması, şeytanın üç atlısı tarafından yeniden hayata geçirilmek istenmektedir.
Yeni Sevr’in hazırlık süreci ,AKP iktidarı ile nemalanmış, Ergenekon düzmecesi ve TSK’ne saldırı bu sürecin alt yapısını güçlendirmiş, STK’ların NGO’laştırılması ve partilerin dönüştürülmesi ile devam etmiştir.
İki dil, demokratik özerklik, ayrı bayrak ve öz savunma güçleri istekleri ile de bu sürecin son perdesinin hazırlıkları yapılmak istenmektedir.
SEVR ANTLAŞMASI’NIN MADDELERİ, GÜNÜMÜZDE YASALAŞAN AB UYUM YASALARIYLA ÖRTÜŞEN SEVR’İN HAZIRLIK SÜRECİ:
1.Dünya Savaşı bitmiş, İttifak Devletleri’nin yanında yer alan Osmanlı, zamanın emperyalist güçlerine teslim olmuştur. Savaşın galiplerinin savaş sonrası dünya düzenini kendi çıkarlarına göre belirlemek için topladıkları Paris Barış Konferansı’nın ardından (18 Aralık 1919 ) Almanya, Avusturya, Macaristan ve Bulgaristan ile barış anlaşmaları imzalamışlardır. Ancak Osmanlı ile yapılması gereken barış görüşmeleri belirsiz bir tarihe ertelenmiştir.
TIPKI UCU AÇIK AB MÜZAKERELERİ GİBİ…
Barış Müzakerelerinden sonra, İttifak Devletleri’ne ait topraklarda paylaşım amacı güdülmezken; İtilaf Devletleri Yüksek Konseyi’nin 7 Mayıs’ta aldığı karar uyarınca,15 Mayıs’ta İzmir emperyalist İngiltere’nin oyuncağı olan Yunanistan tarafından işgal edilmiştir. Daha sonra bu işgal, Osmanlıya baskı yapmak amacıyla Anadolu’nun batısına dek yayılmıştır. İzmir’in işgali Anadolu’da ulusal bir tepkiye yol açmıştır. Mustafa Kemal’in önderliğinde 19 Mayıs 1919’da başlayan ulusal direniş, Sivas Kongresi’nden sonra “YA İSTİKLAL YA ÖLÜM” anlayışıyla Türk ulusuyla bütünleşerek, bağımsız Türk Devleti’nin temelleri atılmıştır. İstanbul Hükümeti özellikle Sivas Kongresi’nden sonra ülke üzerindeki idari ve askeri denetimini kaybetmiştir.
Günümüzde ise iktidar, Türk ordusunu AB’nin “sivilleştir-etkisizleştir” emrine uyarak, küçük düşürmek ve suçlu göstermek adına her şeyi yapmaktadır.
İtilaf Devletleri 18 Nisan 1920’de San Remo Konferansı’nda Osmanlı Devletine uygulanacak barış şartlarını hazırlamışlardır.22 Nisan 1920’de eski sadrazam Ahmet Tevfik Paşa’nın başkanlığında bir heyet Paris’e gönderilmiştir.
23 Nisan 1920’de Ankara’da toplanan Büyük Millet Meclisi ,30 Nisan günü taraf devletlerin dış işleri bakanlıklarına gönderdiği bir yazıyla İstanbul’dan ayrı bir hükümet kurulduğunu bildirmiştir.
Paris’te barış şartlarını öğrenen Ahmet Tevfik Paşa, barış şartlarının devlet kavramı ile bağdaşmadığını ileri sürerek görüşmelerden çekilmiştir. Bu zaman sürecinde Balıkesir, Bursa,Uşak ve Trakya kısa sürede Yunan Ordusu tarafından işgal edilmiştir.
Sadrazam Damat Ferit Paşa başkanlığında bir heyet Paris’e giderek 10 Ağustos 1920’de SEVR ANTLAŞMASI’nı imzalamıştır. Ancak antlaşmanın yürürlüğe girmesi için Meclis-i Mebusan tarafından görüşülüp onaylanması gerekmektedir.. Meclis-i Mebusan kapalı olduğundan antlaşma hiçbir zaman görüşülmemiş ve onaylanmamıştır..
Ankara’daki Büyük Millet Meclisi antlaşmayı sert bir bildiri ile kınayarak Sevr’e imza koyanları VATAN HAİNİ ilan etmiştir. Sevr 1. Paylaşım Savaşı’nın en onur kırıcı antlaşmasıdır. .
Sevr Antlaşmasının maddeleri günümüzde yasalaşan AB uyum yasalarıyla örtüşmektedir.
Bu nedenle Meclis-i Mebusan tarafından onaylanmadığı için geçerliliği olmayan Sevr Antlaşması’nın maddelerini; T.B.M.M.’nde yasalaştığı için Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni bağlayıcı hükümler içeren AB Uyum Yasalarıyla birlikte incelemek gerekmektedir..
Sevr’i imzalayan emperyalist devletlerin ana amacı Osmanlı’nın elinde kalan son toprakları, Anadolu’yu paylaşmaktır.( Sevr Ant. 1-2-3-4-5-6. maddeler )
Günümüzün kağıt kaplanı emperyalist AB ise hedef olarak Türkiye’yi bölmeyi, parçalamayı seçmiştir. Bu konuda altına imza atılan antlaşmaları ve çıkarılan yasaları incelersek yazılanlar bir öngörüden öte gerçeğin ifadesidir.
2003 yılı Brüksel Zirvesi Sonuç Bildirisi’nin TÜRKİYE Başlıklı bölümünden: *Madde 23-Müzakerelerin yalnız Türkiye ile değil diğer devletlerle de yapılabileceğini….
Müzakereler sırasında Türkiye birkaç devlete bölünürse veya Güneydoğu Bölgesinde bir Kürt Devleti kurulursa ,yeni bir karara gerek olmaksızın onlarla da müzakere yapılacağına..

23.Madde AB’nin Türkiye üzerindeki niyetini açıkça ifade etmektedir.
Tarih 4 Haziran 2003; T.B.M.M.’den iki yasa AB’nin dayatmasıyla aceleyle geçirilmiştir.’’ Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi’’ ve ‘’Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi’ ’adlı AB Uyum süreci çerçevesinde yasalaşan İkiz İhanet Yasaları’nın 1.Maddelerinin 1. Bentlerini aynen aktarıyorum :
‘’Bütün halklar kendi kaderlerini tayin hakkına sahiptir. Bu hak vasıtasıyla halklar kendi siyasal statülerini serbestçe tayin edebilir ve ekonomik sosyal ve siyasal gelişmelerini serbestçe sürdürebilirler.’’
Sevr’in 62.63.64.maddeleri ise Fırat’ın kuzeyinde İngiliz, Fransız ve İtalyan temsilcilerden oluşan bir komisyon denetiminde Kürt vilayetlerinde yerel yönetim düzeninin kurulmasını öngörmekte ve bir yıl sonra Kürtlerin dilerse Milletler Cemiyeti’ne bağımsızlık için başvurabileceğini belirtmektedir.
İkiz Yasalar; Türkiye’yi eyalet sistemine sokmayı ve bölmeyi hedef alan yasalardır.
AB Uyum Yasalarının bağlayıcı hükümleri nedeniyle Türk Milleti bölünme tehlikesi ile karşı karşıyadır. Emperyalist ABD ve AB yeni servi Türk-Kürt çatışması üzerinden kurgulamıştır.
AB dayatmasıyla ikiz yasaları kabul eden Yugoslavya parçalanmıştır. Bu parçalanışın son örneği de sözde bağımsız (!) Kosova Devleti’dir. Ne yazık ki ABD Bayrağının gölgesinde zafer çığlıkları atan Kosova Halkı sömürge bir devlet olduklarının farkında değiller. Emperyalist devletler dünya üzerinde oluşmuş 200 civarındaki devlet sayısını az görmekte daha kolay sömürmek ve yönetmek için ulus devletleri bölmeyi hedef olarak benimsemektedir.
Şimdiki hedef ülke Sevr’in ikiz kardeşi AB Uyum Yasaları çerçevesinde TÜRKİYE’DİR. Almanya eski Başbakanı Kohl ‘’Türkiye için Yugoslavya modeli öngörülmektedir’’ derken AB’nin Türkiye’yi bölmek için plan yaptığını açıkça ifade etmektedir.
Sevr’in 140’dan 151’e dek olan tüm maddelerinde azınlıkların tüm mallarının iade edilmesi ve azınlıkların her seviyede okullar ve dini kurumlar kurması konusunda serbestlik tanıması gerekliliği vurgulanmıştır.
20 Şubat 2008-Vakıflar Yasası: AB, Rockfeller Vakfı, Saros ve Dünya Kiliseler Birliği’nin dayatması sonucu AKP ve DTP’li 242 milletvekilinin oyuyla T.B.M.M.’nde yasalaşmıştır.20 Şubat 2008,Türk Milletinin asla unutmaması gereken bir tarihtir. Çünkü Vakıflar Yasası Sevr’den çok daha ağır hükümler içermektedir. Vakıflar Yasası ile :
Türk Milletinin öz malı olan taşınmazlar azınlık vakıfları adı altında faaliyet gösteren, Mustafa Kemal’in deyimiyle “şer yuvalarına” geri verilecektir.
Kısacası İstanbul’un göbeğinde Ortodoks Din Devleti kurulacaktır.
Fener Rum Patrikhanesi tıpkı Vatikan gibi özerk ve evrensel bir dini merkez olacaktır.
Azınlık vakıfları okul açabilecek. İstedikleri kadar toprak satın alıp mülk edinebileceklerdir.
Vakıflar Yasası’nın maddeleri Sevr’in 140–151.maddelerinin çok daha geniş kapsamlı ifadesidir.
Sevr Antlaşmasıyla azınlıklara kendi dillerinde eğitim, yazışma serbestisi verilmiştir. Ulus dilin milletin birliği, devletin bütünlüğündeki gerekliliğini çok iyi bilen emperyalist AB ‘’Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi’’nin 27. maddesiyle azınlıklara kendi dillerini kullanma hakkının tanınmasını sağlanmıştır.Bu sözleşmenin 27. maddesi Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez 3.Maddesine aykırıdır.
Vakıflar Yasası nedeniyle bu bölücü vakıflara taşınmazlar teslim edilmeye başlanmıştır.
Anayasamızın 3. Maddesi: TÜRKİYE DEVLETİ ÜLKESİ ve MİLLETİ İLE BÖLÜNMEZ BİR BÜTÜNDÜR. DİLİ TÜRKÇEDİR.
Ulus dile yapılan saldırı sadece adı geçen sözleşmenin 27. maddesiyle sınırlı kalmamıştır. TRT kanunu değiştirilerek’ ’ana dilde’’ yayın ve eğitimin alt yapısı hazırlanmıştır. TRT 6 bu değiştirilen yasanın ürünüdür.
AB ülkelerinde ana dilde yayın ve eğitim yasak olmasına rağmen emperyalist Avrupa 2000 ve 2003 Katılım Ortaklığı Belgesi ile ‘’ana dil ‘’ olgusunu Türkiye’ye şart koşmuştur. Amaç; çok dile geçilerek Anayasa’nın 3.Maddesini geçersiz hale getirip, milletin birliğine darbe indirerek bölünmeyi kolaylaştırmaktır.
Sevr’in 269–411. maddeleri ise doğrudan doğruya Osmanlı Hukukuna müdahale eden maddelerdir.
Günümüz Türkiye’sinde ABD ve AB Türk yargısına dayatmalarda bulunmakta bir AB projesi olan Bölge İstinaf Mahkemeleri hayata geçirilmektedir. Buna en iyi örnek AB parasıyla inşa edilen Diyarbakır İstinaf Binası’dır.
Adalet Bakanı M. Ali Şahin’in ‘’Yargı Reform Taslağına’’ AB Komisyonun Genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn’e sunması, Sevr’in günümüzdeki en çarpıcı örneğidir. Sevr’in 88-93.maddeleri Osmanlı Hükümetinin Ermenistan Cumhuriyetini tanımasını istemektedir. Ayrıca bu maddeler gereğince Türk –Ermeni sınırını hakem sıfatıyla ABD Başkanı belirleyecektir. Başkan Wilson bu hakemliği yapmış 22 Kasım 1920’de verdiği kararla Trabzon, Erzurum, Van, Bitlis illerini Ermenistan’a vermiştir.
Günümüzde de ABD ve AB Ermenistan’ı tanımamız ve Ermeni Soykırımı yalanını kabul etmemiz konusunda baskılar yapmaktadır. Bu baskıların altında yatan gerçek ise Ermenilerin toprak ve tazminat talebidir. Ayrıca Türk-Ermeni İşadamları Deneği kurulduktan sonra, ABD vatandaşı Ermeniler Kars ve yöresinde %30 civarında toprak satın almışlardır. Sevr’e göre Osmanlı Maliyesi müttefik devletlerin denetimine bırakılacak, kapitülasyonlar yeniden kurulacaktır.
Günümüzde ise Milli Ekonomi çökmüş; Türkiye’nin geleceği IMF,AB ve Dünya Bankası’nın insafına terkedilmiştir.1938’den sonra ötelenen milli politikalar nedeniyle alınan dış borçlar yüzünden Türkiye namerde muhtaç duruma gelmiştir. Borsanın %72’si,bankaların %47’si küresel sermayenin elinde geçmiş durumdadır. Gelir getiren kamu kuruluşları AB’nin emriyle hızla yabancı sermayeye devredilmektedir.
Müttefik devletlerin Sevr’de öngördüğü her şey ne yazık ki günümüz Türkiye’sinde fazlasıyla yaşanmaktadır. Sevr ile paylaşılan Türk toprakları AB Uyum Yasaları çerçevesinde çıkarılan kanunlar nedeniyle yabancılar tarafından parayla satın alınmaktadır. 2010 Türkiye’sinde bu işgalci sürüye Çinliler, Hongkonglular, Ruslar, Danimarkalılar, Almanlar, Hollandalılar, Suuidiler,  Dubai’lililer ve İsrailliler de katılmıştır. Namusumuz dediğimiz anavatan toprakları Yağma Hasan’ın böreği misali yağmalanmaktadır.
Başkent Ankara, Sevr’in göstermelik başkenti İstanbul’a taşınmak istenmektedir.. Emperyalistlerin ve işbirlikçilerin amacı Mustafa Kemal’in Ankara’sını tasfiye etmektir. SEVR’İN MASKELİ SÜVARİSİ: B.O.P
Büyük Ortadoğu Projesi, emperyalist ABD’nin yayılmacı siyasetinin aynaya yansıyan yüzlerinden biridir. ABD’nin Ortadoğu’daki planları Başkan Wilson’la başlamıştır. Temeli sömürüye ve bölgedeki devletleri parçalayıp küçültmeye dayanan bu siyaseti baba Bush ‘’Yeni Dünya Düzeni’’ adı altında dünyaya duyurmuştur. ( Yıl 1990 )
Günümüzde ise Ortadoğu’yu dönüştürme ve parçalamanın şifre adı Büyük Ortadoğu Projesidir. Amerika’nın İsrail merkezli kaos politikalarıyla oluşturduğu BOP tamamen ülkeleri devletsizleştirme, bölme; ulusları ise kimliksizleştirme politikasıdır.
Fransa Yeşiller Grubunun önemli liderlerinden Yves Cochet bu proje için ‘’İnsani ve demokratik giysilere sokulan ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi, aslında bölgedeki tüm petrol kaynaklarına el koyma girişimidir’’ demiştir.
Aslında Ortadoğu, güney batı Asya’da tarihsel ve kültürel yakınlığı olan devletlerin oluşturduğu bir bölgedir. Bu alanı Arap Ülkeleri ile Arap olmayan üç ülke oluşturmaktadır. Bu tanıma göre Ortadoğu ülkeleri; Azerbaycan, Türkiye, Suriye, Irak, Ürdün, İsrail, Lübnan, İran, Suudi Arabistan, BAE, Umman, Kuveyt, Bahreyn ve Yemen’dir. Görüldüğü üzere bu ülkeler en büyük petrol rezervlerine sahip ülkelerdir.
Türkiye’de ise çok büyük petrol damarlarının olduğu jeofizikçiler tarafından iddia edilmekte ancak arama çalışmaları emperyalist devletlerle yapılan antlaşmalar nedeniyle çok uluslu şirketler tarafından engellenmektedir. BOP ile ilgili en çarpıcı açıklamayı 7 Ağustos 2003’te ABD’nin Güvenlikten Sorumlu Danışmanı bugünkü Dışişleri Bakanı Condeleezza Rice, Washington Post Gazetesinde yayınlanan ‘’Ortadoğu’yu Dönüştürmek’’ adlı yazısında yapmıştır. Rıce bu yazısında, Fas’tan Basra Körfezine kadar Ortadoğu’da bulunan 22 DEVLETİN REJİMİNİN, SINIR ve HARİTALARININ DEĞİŞECEĞİNİ TÜRKİYE’NİN DE DEĞİŞİME UĞRAYACAK DEVLETLER ARASINDA OLDUĞUNU VURGULAMIŞTIR.
ABD, BOP’ un Truva atı olarak İran, Irak, Suriye ve Türkiye’deki Kürt kökenli vatandaşları kullanmakta ve onların her türlü bölücü faaliyetlerini desteklemektedir. Irak’ın kuzeyinde yuvalanmış terör örgütü PKK’ya her türlü desteği vererek onu BOP’ un bir piyonu olarak kullanmaktadır. Sivil insanları katlederek Irak’ın sınırlarını değiştiren ABD, Türkiye’yi BOP’ un jandarması olarak görmektedir. Türkiye daha doğrusu İstanbul, BOP’ un merkez üssü seçilmiştir. Bu merkez üs İstinye’deki ABD Konsolosluğu’ndan idare edilmektedir. İşte bu nedenle Cumhuriyetin Ankara’sı İstanbul’a taşınmak istenmektedir. ABD, BOP ile Türkiye Cumhuriyeti’ni 22 eyalete bölmeyi hedeflemektedir.
Kendisini BOP’ un Eşbaşkanı ilan eden Başbakan Erdoğan 2003’te “Kamu Yönetimi Reformu” adı altında yaptığı çalışmalarla bu projenin taşeronluğunu yapmaktadır. SEVR OSMANLININ İNTİHARIDIR. BOP ve AB İSE LOZANIN İNTİKAMINI ALMAYA ÇALIŞAN EMPERYALİST ABD ve AB’NİN TÜRK MİLLETİNİ DİRİ DİRİ MEZARA SOKMA, ÖZ VATANINDA KÖLELEŞTİRME VE KİMLİKSİZLEŞTİRME PROJESİDİR.
ABD askeri dergisinde yayınlanan bölünmüş Türkiye haritası Sevr’i gölgede bırakacak niteliktedir.
8 Mayıs 2007’de Baas Rejimine muhalif Suriyeli Kürt Gruplar Washington’daki konferansta dağıttıkları haritalarda Trabzon, Ankara ve Antalya Kürdistan sınırları içinde gösterilmiştir. ABD’li senatörler ise Nahabt Kürt Devleti’nin (!) sözde bayrağı önünde kadeh kaldırmışlardır.
İşgalciler gene ülkemizde. Toplarını, tüfeklerini getirmemişler bu sefer. Ama daha güçlü silahları var şimdi. Projeleri ve paralarıyla, BOP’la, AB Uyum Yasalarıyla, dolarlarla avrolarla işgal ediyorlar ülkemizi.
Şeytanın üç atlısı;  Sevr, AB ve BOP. Emperyalistlerin kanlı silahşörleri  Türk Devleti’ni bölmek ve parçalamak için birbirleriyle yarış ediyorlar. Sevr’in imzalandığı kalemi Damat Ferit’in elinden alıp kıran Türk Milleti; BOP ve AB için de aynı azim ve kararı göstermek zorundadır. Çünkü; BOP ve AB Sevr’in yeni yüzüdür.
Şeytanın üç atlısının seyisliğini yapan iktidar, Güneydoğu’da artık prova olmaktan çıkmış kalkışma hareketlerini sadece seyretmekte, ABD-Öcalan birlikteliğinin önüne koyduğu yol haritasının sınırlarının tamamlanmasını beklemektedir.
Yapılacak tek şey vardır. Sevr’i çöpe atan Türk milleti tüm işbirlikçileri ve bölücüleri, emperyalizmin uşaklarını tarihten silmeli ve onları layık olduğu yere göndermelidir.
Figen ÖZEN