3 Şubat 2014 Pazartesi

CHP NEDEN İKTİDARA YÜRÜYEMİYOR?



AKP-Cemaat kavgasında ortalık tarumar. Kavgalı taraflar devletin kapısını kilitleyip anahtarı denize attılar. Devlet kurumları iş yapamaz durumda. Kurumlar arası kavganın duracağı yok.

Yargı ne tarafsız ne de bağımsız. Cumhuriyetin savcıları birbirlerinden dosya kaçırmaktalar. Yargıçlar vicdanlarından çok, iktidarın sesini dinlemekteler. Polis AKP ile Cemaat arasında mekik dokumakta.

Yüksek yargı ise dillere destan. Topyekûn hareket etmek bu ara moda. AKP, yüksek yargıyı kendinden sanıyordu, Cemaat yandaşı çıktılar. AKP’nin büyük hayal kırıklığı bu.

Kimin telefonunun, kimlerce dinlendiği belirsiz. AKP ile Cemaat birbirlerini dinleme yarışındalar. Cemaat bir adım önde… Yakında kimsenin mahremi kalmayacak.

Ekonomik bunalım, insanların yaşamlarında zehirli hançer. Yurttaşlar, meteliğe kurşun atacak durumda neredeyse. Borçlu olmayanlar ise parmakla gösterilecek. Yoksulluk yazgıdan öte bir şey… İşsizlik, ev içlerinde kol gezmekte. Aşevlerindeki kuyruklar her gün daha da uzamakta. Çöpten geçinip karnını doyuranlar günden güne artmakta.

İnsanlar yoksulluktan inim inim inlerken yolsuzluk çığ gibi büyümekte. Bakan çocukları, başbakan yakınları, AKP’li işadamları ayakkabı kutularında paraları istiflemekteler. Eskiden evlerin bölümleri yatak, oturma ve çocuk odası diye adlandırılırdı. Şimdilerde AKP yolsuzlukçularının evlerinde bir de para odası var artık. Kasalı, para sayma makineli ve ayakkabı kutulu…

Dış politikada tam bir çöküş var. AKP, dost bırakmamış; herkesle kavgalı. RTE, kimsenin yüzüne bakacak durumda değil. Yüz yılda oluşan diplomasi birikimi bir çırpıda harcandı.

Türkiye’nin yollarında ortaçağ teröristleri kol gezmekte. Bölücü teröristlerse gemi çoktan azıya almış durumdalar.

AKP iktidarı, on bir yılda her şeyi alt üst etti. Halkın güveneceği bir kurum kalmadı neredeyse. Tüm bu koşullara bakınca muhalefetin doludizgin iktidara yürümesi gerekmez mi? Evet…

Peki, neden muhalefet partileri durgun? Neden muhalefet partileri, iktidar seçeneği olamamaktalar bir türlü? Bunun üzerinde düşünmek gerek.

Yolsuzluğun kol gezdiği bir ülkede dürüstlük iktidara yürür. Yönetemeyen bir iktidar partisinin yerine, halkı yönetebileceğine inandıran bir muhalefet partisi hızla iktidar seçeneği olur. Şöyle bir baktığımızda ne CHP ne de MHP’de bir iktidar yürüyüşü gözükmemekte. Neden mi?

Önümüzde yerel seçimler var. CHP aday belirlemeyi tıpkı AKP gibi yapmakta. Genel merkezden… Neredeyse belediye meclis üyelerinin tamamına yakını tepeden atanacak.

Yolsuzluk yapan gitsin istiyor halk. Ama sen ne yapıyorsun? Adı şaibeden şaibeye bulaşmış birini İstanbul’a aday yapıyorsun.

Devlet kilitlendi demiştik. Kilitleyen AKP ve Cemaat. Sen ne yapıyorsun? Cemaat’e, tek bir söz söylemiyorsun. Hatta bazı yöneticiler çıkıyor, Cemaat liderine saygılarını sunup övgülerde bulunuyor. O zaman da yurttaş diyor ki, “Siyasetçilerin birbirinden ne farkları var? Hepsinin kumaşı aynı.”

Bu durumda ne yapmalı? Kumaşı farklı adaylarla ortaya çıkmalı. İstanbul adayıyla ilgili fısıltı gazetesinde her gün yolsuzluk söylentileri dolaşmakta. Çekmelisin bu adayı geriye. Koymalısın onun yerine laf söz edilmeyecek birini. Bakalım ne olur o zaman? Yer yerinden oynamaz mı? Halk kenetlenmez mi dürüst adayın çevresinde? O zaman İstanbul’u yüzde doksan kazanır CHP. Açar iktidar yolunu kendine. Bunun için cesaret ve niyet gerekli…

İktidara yürümek istersen iktidar olursun. Yeter ki iste bunu.

Söylemler değişmeli. Hem de ivedilikle… Algı oluşturamıyor CHP. Yolsuzluğu gündemde tutamıyor. AKP-Cemaat kavgasını işleyemiyor ilmik ilmik. AKP’ye benzemeyi beceri sanmakta ufuksuz bazı yöneticiler. Cemaat’e güç bahşetmedeler bonkörce. Devletin derinlerine kök salmış bir yapıyı, meşrulaştırmanın sonuçlarını görememek büyük bir gaflet değil mi?

CHP, eleştirilere kulak asmalı. Özellikle Kemalistleri can kulağıyla dinlemeli. Dinlemeli ki iktidara yürüyeceği yol haritasını oluştursun. CHP yöneticileri, Cumhuriyet’in kuruluş yıllarını iyi incelemeli. Türkiye’nin kurtuluş reçetesi orada… Yeter ki görecek gözler, anlayacak kişiler olsun.

                                               Adil Hacıömeroğlu

                                               1 Şubat 2014
 http://adiladalet.blogspot.com.tr/2014_02_01_archive.html


2 Şubat 2014 Pazar

ADD, HİZBULLAHİLERİN AYETULLAHLARIN HAMİSİ Mİ OLDU?/MUSTAFA YILDIRIM



30 Ocak 1990'da Emin Çölaşan'la söyleşisinde Muammer Aksoy'un “irtica” diye adlandırdığı, İslam devleti yolunda yürüyenlerle, yine onun “gaflet” içinde dedikleri kişi ve kuruluşlar “demokrasi” geliştirmek amacıyla “geçici ittifak” kurarken gelişmelere engel olunamayacak ve 30 Ocak 1990'da yayınlanan al Kudüs Kuvvetleri'nin hedefe koyduğu kişileri sıraladığı listenin sonuçları aynı günün akşamında anlaşılacaktı.
Hedefteki kişilerin adreslerini bulmak için bir postanede telefon rehberine bakmak yeterliydi. Muammer Aksoy’un rehberde hem ev adresi hem de büro adresi vardı.
Muammer Aksoy’un eve geliş-gidiş saatlerini belirleyen Ferhan Özmen, 31 Ocak, Çarşamba akşamı 2. Cadde’ye arabasıyla geldi. Kendi anlatımına göre sol kaldırımdan evine doğru yürüyen Muammer Aksoy’u geçerek apartmana girdi ve içerde beklemeye başladı. Bir süre sonra ana kapıdan giren Muammer Aksoy’a telaşsızca bakan Özmen, susturucu takılmış Baretta tabancasını kaldırdı ve arka arkaya üç el ateş etti. İki mermi Muammer Aksoy’un yüzüne, bir mermi de göğsüne…
73 yaşındaki Prof. Dr. Muammer Aksoy kanlar içinde yavaşça oturmak ister gibi yere yığıldı; dayanamadı ve sırtüstü uzanıp kaldı. Ferhan Özmen caddeye çıktı, aşağılara bıraktığı arabasıyla oradan uzaklaştı. Bir görev daha tamamlanmıştı. Görgü tanıkları da yalnızca sessiz, sakin caddeye bırakılmış olan o aracı anımsama çalışacaklardı.[1]
Cinayetin ardından alışıla gelmiş açıklamalar birbirini izledi. Yakın tarihlerdeki, özellikle Ankara’daki, terörist saldırılar ve “devrim ihracı” ile güçlenenlerin açık tehditlerine de dikkat edilmedi. Muammer Aksoy’un son sözlerine de aldırmayanlar, daha sonraları Turan Dursun’un asıl katilleri işaret eden açıklamlarına da aldırmadan, suikasti yıllarca suikastı ABD’ye bağlayarak işin kolayına kaçtılar ve Hizbullahilerle onları yöneten Kum Ayetullahlarını gölgelediler.
Sonraki seri cinayetlerde de görüleceği gibi bu tutum değişmedi. Hatta suikastçılar yakalanıp, İran’daki eğitimlerini, İranlı ameliyatçıları, Nasır Tagipur’u, Mehdi Haşemi’yi, Tahran’da ilişki kurdukları Selahattin Eş aracılığıyla Sepah yöneticileriyle girdikleri ilişkilerini, silahlı eğitim ayrıntılarını açıklamalarına karşın bu gölgeleyici tutum değişmeyeceklerdi. Daha da ilginci, Muammer Aksoy, İslam darbecilerine karşı savaşım için ADD’yi kurmuştu. Suikast yıl dönümlerinde önce İslam darbecilerini öne çıkaran ADD’nin yöneticileri yıllar geçtikçe aynı gölgeleyici tavrı takınacaklardı.
Aksoy’un kurduğu ADD, cinayetten ve ortaya çıkan gerçeklerden habersizmişçesine, 23 yıl sonra bile tavrını değiştirmedi. Aydınlık gazetesinin arka sayfasında manşetten ADD Genel Sekreteri Öner Tanık imzasıyla yayınlanan yazıda “Prof. Dr. Muammer Aksoy’u 24 yıl önce bugün yitirdik. Onunki eceliyle bir ölüm değildi, faili meçhul bir katliamda yitirdik” denilecek ve İran bir yana bırakılarak al Kudüs Kuvvetleri’nin, İslami hareket Örgütü’nün öteki suikastleriyle birlikte Aksoy’un öldürülüşü de “Kontrgerilla-CIA” odaklarıyla ABD’ye bağlanacak ve İran ayetullahları aklanacaktı.[2]
ABD yayılmacılığına karşı çıkacağız derken Türkiye'ye saldırmaktan geri kalmayan Kum'un ayetullahlarıyla kol kola girmek isteyenler bilmelidirler ki toplumu yanlış bilgiyle yönlendirmekte CIA-MOSSAD ile yarışmaktadırlar!



[1] Emin Çölaşan, Muammer Aksoy ile görüşen son gazeteciydi. Görüşmeyle ilgili ayrıntıları suikast gecesi kaleme alarak bir gün sonraki Hürriyet’te yayınladı. Emin Çölaşan, “Dava Adamı Muammer Hoca”, Hürriyet, 1.2.1990 Aynı yayın için ayrıca bkz. Muammer Aksoy, Atatürk’ün Laik Hukuk Devleti, s.180 - 182
[2] ADD nGenel Sekreter Yardımcısı Öner Tanık, “Öncesi ve sonrasıyla Muammer Aksoy cinayeti”, Aydınlık, 31 Ocak 2014, s.20

28 Ocak 2014 Salı

Zulüm 1923’te Başladı! / Sinan MEYDAN



Doğru!
Zulum 1923’te başladı!
İşgalci  Haçlı emperyalizmine destek olan “işbirlikçiler” için zulum 1923’te başladı!
Kuvay-ı Milliye’ye karşı “ihanet fetvaları” yayımlayan “Teali İslam Cemiyeti“ liderleri Şeyhülislam Mustafa Sabri ve İskilipli Atıf hainleri için zulum 1923’te başladı!
Anadolu’da yokluk ve yoksulluk içinde kelle koltukta Haçlı emperyalizmine karşı mücadele eden Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarını idama mahküm eden Sadrazam Damat Ferit ve Padişah Vahdettin gibi soysuzlar için zulüm 1923’te başladı!
Anadolu’dan Haçlı emperyalizmini tepelemek amacıyla  halkın kurduğu “Kuvay-ı Milliye”yi yok etmek için Saray altınlarıyla, İngiliz silahlarıyla oluşturulan Vahdettin’in paralı ordusu “Kuvay-ı İnzibatiye” (Halifelik Ordusu)’nin komutanı Süleymen Şefik Paşa gibi hainler için zulum 1923’te başladı!
Bursa’da Orhan Gazi türbesini çiğneyen, Uşak’ta camileri ahıra çeviren, İstanbul’un tarihi camilerine çan takmak isteyen, Manisa’da Müslüman kadınlara tecavüz eden işgalci Yunan ordularının vahşetine karşı kılını kıpırdatmayan teslimiyetçi soysuzlar için zulum 1923’te başladı!
İşgalci Yunan ordularını Manisa’ya davet eden onursuz Hüsnüyadisler için zulum 1923’te başladı!
Alparsalan’ın 1071’de Türk yurdu haline getirdiği Anadolu’yu ve Fatih’in 1453’te fethettiği İstanbul’u 1922’de Haçlı işgalinden kurtaran Mustafa Kemal ve kahraman Mehmetçiğe düşmanlık besleyen vatansızlar için zulüm 1923’te başladı!
Tam bağımsız, kendi ayakları üzerinde duran, başı dik Türkiye Cumhuriyeti’nden; yani Lozan’dan  rahatsız olan Türkiye Cumhuriyeti karşıtları için zulum 1923’te başladı!
Osmanlı’da yüzyıllar boyunca “Etrak-ı bi idrak” (İdraksiz Türk) diye aşağılanan, dönme -devşirmelerin merkeze/devlet yönetimine  getirilmesiyle, merkezden çevreye itilerek dışlanan, çoban, çiftçi, köylü olmaya zorlanan, buna karşın savaş zamanlarında cepheden cepheye sürülen Türklerin yeniden çevreden merkeze taşınmasından, tarihiyle, diliyle Türk’ün milli benliğinin hatırlanmasından, Türk Ulus Devleti’nden rahatsız olan Türk düşmanları için zulum 1923’te başladı!
Halkı kul ve sürü/reya olarak gören, halifelikle yarı tanrısallık kazanmış, kendisni “Allah’ın yeryüzündeki gölgesi“ sanan,  sultanlık/padişahlık şirk düzeninin yıkılmasından rahatsız olan Emevi torunları için zulum 1923’te başladı!
Halkı Allah ile aldatan din bezirganları için zulum 1923’te başladı!
Din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması, hukuk kurallarının dinlere göre değil de sosyal ve toplumsal hayatın gereklerine göre belirlenmesi, din ve vicdan özgürlüğü, her türlü prangalardan kurtulmuş “özgür aklın” güvencesi durumundaki  laiklikten rahatsız olan dinden geçinenler için zulüm 1923’te başladı!
Kuran’ın, ayetin, hadisin, ezanın, hutbenin, kısacası din dilinin Türkçe, yani anlaşılır olmasından, İslam dininin anlaşılmasından rahatsız olan din oyunu aktörleri için zulum 1923’te başladı!
Sarık sarmayı, fes giymeyi dindarlık; onları çıkarıp şapka takmayı dinsizlik sanan kara cehalet için zulüm 1923’te başladı!
Müslüman Türk insanının “aklını” kullanıp”bilimle” uğraşıp çağdaşlaşmasından/muasırlaşmasından rahatsız olan karanlığın bekçileri için zulum 1923’te başladı!
Arap harflerini kutsadığı için Yeni Türk harflerinden rahatsız olan, aslında Türk insanının okur yazar olmasını istemeyen millet düşmanları için zulum 1923’te başladı!
Türk insanının resim yapmasından, tiyatroya gitmesinden, çok sesli müzik dinlemesinden, heykel yapmasından rahatsız olan, “sanatın içine tüküren”  yobazlar için zulüm 1923’te başladı!
Türk insanını çağdaşlaştıran kurumlardan; Millet Mekteplerinden, Köy Eğitmen Okullarından, Halkevlerinden, Köy Enstitülerinden,Kız Enstitülerinden rahatsız olan ortaçağ kafası için zulüm 1923’te başladı!
Türk insanının Atatürk’ün ifadesiyle “üstü kaval altı şişhane” durumundaki “garip” kılık kıyafetten kurtulup “medeni” kılık kıyafet giymesinden rahatsız olan gericiler için zulum 1923’te başladı!
Türk insanının ağanın, şeyhin, şıhın, hoca efendinin “müridi”, “kulu” olmasından kurtulup “özgür bireyler” haline gelmesinden korkan sömürücüler için zulüm 1923’te başladı!
“Üreten köylünün milletin efendisi olmasından”, Atatürk’ün “tarım devrimi”nden, örnek çiftlikler projesinden rahatsız olan halk düşmanları için zulüm 1923’te başladı!
Osmanlı’nın yabancılara peşkeş çektiği milli varlıklarımızın yabancılardan geri alınıp millileştirilmesinden, devletçi kalkınmadan, ulusal sanayinin kurulmasından, milli fabrikalardan, milli bankalardan, milli demiryollarından rahatsız olan millet düşmanları için zulüm 1923’te başladı!
Türk kadınının siyasi ve sosyal haklar kazanarak erkeğiyle omuz omuza hayatın her alanında kendisini göstermesinden, çalışıp üretmesinden; kadın erkek eşitliğinden, kadının kadınlık onuruna yaraşır şekilde özgür birey haline gelmesinden rahatsız olan “örümcek beyinliler” için zulüm 1923’te başladı!
Binbir güçlükle, bir  kurtuluş savaşıyla kurulan Türkiye Cumhuriyeti’ni parçalamak isteyen “bölücler” için zulüm 1923’te başladı!
Menemen’de “tekbir“ getirerek Teğmen Kubilay’ın başını kesen meczuplar için zulum 1923’te başladı! 
Kurtuluş Savaşı yıllarında Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarına kin kusan Mütareke basınının kirli kalemleri için; Ali Kemaller için zulüm 1923’te başladı!
Doğru!
Zulum 1923’te başladı:
İslam dünyasında ilk kez emperyalizme karşı kazanılan bir bağımsızlık savaşıyla kurulan tam bağımsız Türkiye’den  ve bu Türkiye’nin “aklın” ve “bilimin” rehberliğinde çağdaşlaşmasından rahatsız olanlar; Haçlı artığı işbirlikçi hainler; İslam dinini istismar ederek halkı kandıran, kişisel çıkar elde eden sahte din adamları, dinciler; Türk kadınının özgür, eşit birey olmasından rahatsız olan “kadın düşmanları” için zulüm 1923’te başladı! Haliyle zalim de Mustafa Kemal Atatürk’tü!
“O 1923 zulmü” sayesindedir ki, 65 yıllık Amerikancı-İslamcı Karşı Devrim’e rağmen Türkiye Cumhuriyeti bugün hala İslam dünyasının bağımsız(kısmen) ve çağdaş(kısmen) tek ülkesidir.
1923 Cumhuriyet Devrimi’ni “zulüm” olarak adlandırıp güya “bu zülme” karşı mücadele edenlerin gerçek amacı bugün diğer İslam ülkelerinin içinde bulunduğu gibi “bağımlı” ve “hurafelerin bataklığında debelenen” bir Türkiye yaratmaktır.  İşte asıl zulüm o zaman başlayacaktır.
Sinan MEYDAN
28 Ocak 2014

27 Ocak 2014 Pazartesi

TÜRK MİLLETİNE SUİKAST




Mustafa Kemal Atatürk, 1927 yılındaki ünlü Söylev'inde Lozan Barış Antlaşmasını, “Bu antlaşma, Türk ulusu aleyhine, yüzyıllardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşması'yla tamamlandığı sanılmış büyük bir suikastın sonuçsuz kaldığını bildirir bir belgedir. Osmanlı tarihinde benzeri görülmemiş bir siyasî zafer eseridir" sözleriyle değerlendirir.

Peki, Mustafa Kemal in sözünü ettiği bu “büyük suikast” nedir? Kimler düzenlemişlerdir bu suikastı? Kimler katkı ve destek vermiştir? Tetikçiliği kimler çekmiştir? Türk ulusu aleyhine, yüzyıllardan beri hazırlanmış “büyük suikast” ten bu gün vazgeçilmiş midir? Vazgeçilmemişse, bu günün suikastçıları kimlerdir?

İşte bu kitapta bu soruların yanıtlarını, doğrudan, yani birinci elden belgelerle bulacaksınız. Yakın geçmişte ve günümüzdeki ihanet erbabı hainleri, vatan satıcılarını ve vatan kahramanlarını yakından tanıma olanağı bulacaksınız. Yılmaz DİKBAŞ, her zaman olduğu gibi yine  “EĞİLMEDEN-BÜKÜLMEDEN” (u.m.) gerçekleri belgeleri ile gözler önüne seriyor…