Murdoch'dan Rockefeller ve Rothschild ile Türkiye'yi
de içeren dünya gerçekleri... ÇARPICI BİR RÖPORTAJ
(Yazının(Röportajın), kendisinin de bir propaganda olduğu-
Rockefeller ve Rothschild’in ideolojileri,
ulusal değerleri itibarsızlaştırma amaçlarına hizmet ettiği unutulmadan okunmalıdır.( Mahmut
ÖZYÜREK))
Zamanın Ruhu, sizlere Zeitgeist teması ile
para-ekonomisi düzenini sürdüren Şirketokrasi'nin imparatorları hakkında iki
belgesel film sunmuştu... İzleyenler futurist, bilim adamı ve toplum mühendisi
Fresco'nun görüşlerini hatırlayacaklar...
Aşağıda okuyacağınız röportaj, bu
filmlere paralel bir temayı işliyor... Kişiler ise Murdoch, Rockefeller,
Rothschild aileleri ki, 100 yılı aşkın bir süredir dünyaya yön veren
şirketlerin ve örgütlerin başındaki gerçek kişiler ve niyetlerini düne kadar
başarıyla saklayabiliyorlardı...
Fakat "güneş balçıkla
sıvanmaz" misali, farklı ülkerdeki bir avuç gazeteci, araştırmacı ve yazar
ile bürokrat, bilim adamı ve politikacı, yaptıklarından, alet olduğundan utanç
duyarak insafa gelen itirafçıların şahit olduğu entrikalar, olaylar, artık
medyaya haber ve cilt cilt kitaplara konu oldu... En önemlisi de İnternet'e
aktarılarak hızla yayılmaya başladı...
Bu kez, gazeteci/yazar/araştırmacı ve
belgeselci Banu Avar'dan Murdoch'un tanık olduğu son derece çarpıcı, dünya
gerçekleri ile birebir örtüşen, kimileri için fantastik, kimileri içinse gerçek
ötesi denilebilecek bir röportajı sunuyorum.
YCY
Illuminati’nin çekirdek üyesi ve
Amerikan Medya imparatoru Rupert Murdoch şöyle anlatıyor:
Trokya Toplantısı, Illuminati’nin
yemek buluşmasıydı. David Rockefeller, Baron de Guy Rothschild ve Yale,
Harvard, Princeton ve MIT üniversitelerinin yöneticileri ile buluşmuştuk.
Yemekten sonra Rockefeller ve
Rothschild dışındaki konuklar okullarına dönmüş, üçümüz özel bir odada baş başa
kalmıştık. Onlarla geçtiğimiz sohbetlerimizin hepsini vermiyorum ama sizin
merak ettiğiniz ve bilmeniz isteyeceğimiz şeyleri de söyleyebilirim.
KRALİÇE VE KİLİSEYİ GÖZDEN DÜŞÜRDÜK
Rockefeller: Fransız İhtilali
öncesinde Kraliyet ve Kilise mensuplarını halkın gözünden düşürmek için şöyle
bir oyun oynandı. Kraliçe Marie Antoniette adına devrin ünlü bir kuyumcusuna
iri elmaslardan oluşan bir gerdanlık siparişi verildi. Kuyumcu bu siparişi
hazırlayıp Kraliçe’ye götürdü; ama Kraliçe doğal olarak gerdanlığı kabul etmedi
ve para ödemedi. Fakat bu olay kraliçenin parayı çarçur ettiği şeklinde bütün
basında yer aldı. Devrin kardinaline, durumu izah etmek isteyen Kraliçe adına;
adamlarımız tarafından genelev olarak işletilen şehrin bir otelinde randevu
verildi. Otele gelen Kardinale bir fahişe Kraliçe olarak tanıtıldı ve fahişe
ile Kardinal bütün basında yer aldı. Böylece hem Kraliyet Ailesi, hem de en
yüksek kilise makamı yıpratılmış oluyordu. Eski başkanlardan Nixon bizim
yolumuzdan çıkınca, Watergate Skandalı ile bir anda gözden düşürülüp istifa
etmek zorunda bırakılmıştır.”
KENNEDY VE MARILY MONROE NEDEN ÖLDÜLER?
“John F. Kennedy suikastı bir diğer
güzel örnektir. Aslında yaramaz çocuk Kennedy tam bizim isteklerimiz
doğrultusunda hareket ediyordu; fakat vücudunu bitkin düşüren rahatsızlıkları
vardı. Devlet başkanlığı yapmak çok yorucu bir iş olduğu için uyarıcı ilaçlar
kullanıyordu. Fakat son zamanlarda özellikle seks yaşamını sürdürebilmesi için
bu ilaçların dozunu arttırmaya başlamıştı ve ilaçlar içkiyle karışınca ağzından
çıkanların farkına varmıyordu. Marily Monroe ile yakın ilişkisi vardı ve biz
bir gün yatak odasını dinlemeye aldırdık ve bize karşı çıkararak o sıralarda
sürmekte olan Vietnam Savaşı’nı sona erdirmeyi planladığını öğrendik. Bizler
ise bu savaşın çıkması için çok büyük paralar harcamış; ama henüz
hedeflediğimiz cirolara ulaşamamıştık. Sonucu biliyorsunuz, her ikisi de
dünyaya erken veda etmek zorunda kaldılar.
AMAÇ, DÜNYADA TEK DEVLET, TEK DİN
Bizim amacımız yeryüzündeki bütün
devletleri birleştirip, tek bir dini olan tek bir dünya devleti kurmaktır.
Bütün dünya tek bir merkezden yönetilecek, ve başkenti de Kudüs olacak. Böylece
savaşlar, acılar, açlık gibi kavramları ortadan kaldıracağız.”
Ben de burada konuşmaya girmek isteyip
“Peki bu dünya devletinin yönetim biçimi ne olacak, Hegel Diyalektiği konusunda
neler söyleyeceksiniz, merak ediyorum. Yoksa komünizm geri mi geliyor?” diye
sordum.
VATANDAŞ DEVLETİ TANRI GİBİ GÖRMELİ VE KENDİNİ FEDA EDEBİLMELİ
Rockefeller cevap veriyor; “Komünizmin
kurucuları Marx ve Engel, Haham, Moritz Moses Hess’in öğrencileriydiler ve
Hegel’e fikir babalığı yapmışlardır. Hegel diyalektiği kısaca tez ile
anti-tezden bir sentez oluşacağını söyler. Bu sentez daha sonra yine tez olur
ve karşısına yine bir anti-tez çıkarak yeni bir sentez oluştururlar. Bu böylece
devam eder. Hegel’in diyalektiğine göre iki zıt gücü kontrol eden, yeni dünyanın
da efendisi olur. Hegel’in politik sisteminde devlet aynı zamanda Tanrı’dır;
köle olarak görülen vatandaşın tek görevi bu devlete hizmet etmesidir ve bu
hizmeti Tanrı’ya tapmak olarak algılamasıdır. Vatandaş kendini ülkesi için feda
etmeye her an hazır olmalıdır. İkiz Kuleler saldırısında ölen onbinlerce
Amerikalı buna güzel bir örnektir.
SEÇİMLER, TAMAMEN BİR ALDATMACA... AMAÇ; YENİ DÜNYA DÜZENİ
Seçimler tamamen bir aldatmaca olup,
vatandaşın düşüncesine bir değer veriliyormuş gibi gösterilmektedir. Seçimlerde
aday bol bol vaatlerde bulunarak seçmenin gururunu okşar ve seçmene
sorunlarının farkında olduğu izlenimi verir. Seçmen için ise birisinin
sorunlarını bilmesi yeterlidir, vaatlerin yerine getirilmesi onun için ikinci
planda kalır. Hiçbir zaman da seçim öncesinde verilen sözler tutulmaz ve bir
süre sonra da tamamen unutulur, gelecek seçimlere kadar. Seçimden sonra devlet
yine Tanrı rolünü oynamaya devam edecektir. Zamanımızda, Amerika Birleşik
Devletleri’nin kapitalizmi tez, Rusya’nın komünizmi anti-tez olmuştur ve
sentezi dünya “Küreselleşme” olarak sunduğumuz “Yeni Dünya Düzeni” olacaktır.
Bu yeni rejime faşizm diyebiliriz; çünkü otoriter bir devlet yönetimi, bizim
anlayışımıza göre, dünyayı yönetebilmek için en ideal rejimdir. Böylece kişilerin
yaşamı polis denetimiyle mutlak kontrol altına alınacak, varlıklarına devlet
her an el koyabilecek, toplumlar bizim istediğimiz şekilde yönlendirilecek. Bu
yeni düzende fakir yaşlı ve hastalara yer yoktur ve onların hemen yok
edilmeleri gerekmektedir.
KAPİTALİZM-KOMÜNİZM-SOSYALİZM...
FARK ETMEZ, HEPSİ BİZİM ESERİMİZ
İkinci sorunuza gelirsek, yukarıda bahsettiğim gibi
bir ülkenin Komünizm, Kapitalizm veya Sosyalizm’i benimsemesi hiç fark etmez.
Hepsi sonuçta bizim eserimiz olan aynı şeyler. Başta akıllı ve zengin, yönetici
bir avuç insan, geride hiçbir değeri olmayan ve istenildiği gibi yönlendirilen
bir köle sürüsü. Fransız İhtilali neden yapıldı sanıyorsunuz, Fransız halkı çok
fakirdi de açlıktan mı ölüyordu, ya da burjuvazi gerçekten çok mu zengindi?
Hayır, hayır, sınıf farkı tarih boyunca hep olmuştur, bugün de böyledir. Asıl
sebep Masonluğun en büyük kahramanlarından Jacques De Molay ve diğer Tapınak
Şövalyeleri’nin, 1314 yılında o devrin Fransa kralı IV. Philip tarafından
Tapınakçıların hazinesini kendisine vermediği için yakılarak öldürülmeleridir.
Bu ihtilalin Masonlar tarafından kışkırtıldığını biliyorsunuz. Devrim sonunda
XVI. Louis giyotinle idam edildiği zaman, bir devrimcinin; “Molay, intikamın
alındı.” Diye haykırdığı bilinen bir gerçektir.
Rus Devrimi başta bir sebepten dolayı
yapılmıştır. O zaman ki Illuminati yöneticileri, Hegel Diyalektiği gereği
Amerika Birleşik Devletleri’nde oluşan kapitalist sisteme bir karşı sistem
oluşturarak dünya yönetimini ellerine geçirmenin planlarını yapıyorlardı. Çünkü
istediğiniz gibi yönlendirebilmek için bir şekilde insanları avuçlarınızın
içinde devamlı baskı altında tutmanız ve korkutmanız gerekir. Rotschild
ailesinin özel desteğiyle Rusya’da devrim gerçekleştirildi ve Komünizm ilan
edildi. Amerikan Kapitalist sistemine karşı, Rusların Komünizm sistemi. Burada
Hegel Diyalektik yönetimi gereği, Marksist yönetim antitez olarak yani
Kapitalist yönetimin karşısına çıkarılıyordu. Bu iki zıt gücün sentezinden,
Amerikan Bir Doları’nın arka yüzündeki piramitin altında yazdığı gibi, Yeni
Dünya Düzeni ortaya çıkıyordu.
MEDYA VE SİNEMA ENDÜSTRİSİNİN ROLÜ ÇOK ÖNEMLİ
Böylece dünya ülkelerinin Komünist
rejime dahil olmayan yarısı, Komünizm tehlikesine karşı devamlı korkutuldu. Bu
sistem içindeki insanlar sahip oldukları mal ve mevkilerin Komünizm gelirse
ellerinden gideceği korkusu içinde, devlet yönetimine sonsuz destek verdiler.
Öte yandan eski Sovyetler Birliği ve Komünist sistemde yaşayan diğer insanlara
ise Kapitalizmin ne kadar öcü olduğu anlatılıyordu. Onlar da yaşadıkları yaşam
şartlarının en iyisi olduğuna inandırılmış, bunun da Komünist sistem sayesinde
olduğunu düşünüyorlardı. Böylece insanlar devamlı baskı altında tutuluyor ve
istediğimiz gibi yönlendirilebiliyorlardı. Tabii burada medyaya ve sinema
endüstrisine büyük görevler düşmüştür.
NÜKLEER SAVAŞ TEHDİDİ EN BÜYÜK BLÖFTÜ
Nükleer savaş tehdidi en büyük blöf
olarak tarihe geçmiştir. Ama doğal olarak insanları öyle ya da böyle bir
şekilde ömür boyu aldatmak imkansızdır. Bu yüzden Komünist rejimin sonunun
gelmesine karar verdik, daha da önemlisi komünist ülkelerin serbest piyasa
ekonomisine geçip Kapitalizme yönelmeleri gerektiği için sizin de bildiğiniz
gibi birkaç günde durup dururken ve hiç kan dökülmeden o çok korkulan Sovyetler
Birliği dağılıverdi; meşhur Berlin duvarı yıkıldı ve öcü komünizm balonu
söndürüldü.
GEREKTİĞİNDE ÇEŞİTLİ ÜLKELERDE PROVOKASYONLAR ÇIKARDIK
Rotschild ben hayretten faltaşı gibi
açılan gözlerimize bakarak sözü devraldı.
Rotschild: Bu arada, dünyanın çeşitli
ülkelerinde karışıklıklar çıkarılıyor, ülkeler provokasyonlar sonucu bir hiç
yüzünden kanlı savaşlara giriyorlardı. Doğal olarak bütün paralarını bizlerden
silah almak için harcıyorlar, daha sonra savaşta kaybedilen silahlarını yerine
koymak ve savaşta harap olan şehirlerini yeniden inşa edebilmek için yine
bizlerden borç alarak ömür boyu bize bağlı bir duruma düşüyorlardı. Eğer, bir
ülke yöneticisi bizimle işbirliği yapmayı kabul etmezse, o ülkede hemen bir
darbe ya da ayaklanma çıkarılıyor, daha önceden ayarlanmış ve istediklerimizi
harfiyen yapacak bir kişi yönetime getiriliyordu.
TÜRKİYE'YE
ADNAN MENDERES ZAMANINDA "MARSHALL YARDIMI" İLE EL ATTIK
Mesela Türkiye’yi ele alalım. Türkler
de yıllar boyu komünizme karşı savaşmıştır. 1950’lerde ülke yönetimine bize
desteğimizle Adnan Menderes gelmişti. Aslında Menderes bizimle başta gayet
güzel bir diyalog kurmuştu. Bizden seçimde aldığı destek karşılığında, Marshall
yardımı adı altında devamlı borç alıyor ve ülkesinde yatırımlar yaparak sanayi
yapısını geliştiriyordu. Fakat o kadar plansız ve programsız harcama yapıyordu
ki ödeme günleri geldiğinde, bizden, borç ödemek için tekrar tekrar borç
istemeye başladı. Biz de kendisinden ülkesini yabancı sermayeye açmasını ve
bizim şirketlerimize özel imtiyazlar tanımasını, diğer bir deyişle Osmanlı
İmparatorluğu’na dayatılan kapitülasyonlar benzeri şeyler talep ettik Menderes
bize bunu hiçbir zaman kabul etmeyeceğini söyledi ve bizden uzaklaşamaya
başladı. Ülke insanı ilk defa asfalt yollarla tanışıyor, fabrikalar arka arkaya
dikiliyordu. Ülkenin çoğunluğu Müslüman olduğu için ülkenin her yerine camiler
yaptırıyordu. Menderes bu şartlarda iktidarda ki yerini uzunca bir süre için,
sağlamlaştırdığını sanıyordu. Bir darbe ile bu işe bir son verildi ve sonunun
öyle bitmesini istemediğimiz halde, çalışma arkadaşlarıyla beraber idam edildi.
Sadece Celal Bayar kurtuldu, çünkü bir Masondu ve yakın arkadaşı Papa Roncalli
ya da diğer adıyla 23. John, Vatikan’ın baskısıyla onu idamdan kurtardı.
1980 DARBESİ BİZİM İSTEKLERİMİZ DOĞRULTUSUNDA YAPILDI
Aynı ülkede gerçekleşen 1980 darbesi
de bizim isteklerimiz doğrultusunda yapıldı. O zamanlar ülkede bir solcular,
bir sağcılar iktidara geliyor ve bizim isteklerimiz doğrultusunda ülke
ekonomisini yönlendiriyorlardı. Fakat Amerika ve Avrupa’da gelişmiş ülkelerin
piyasaları doyuma ulaşmışlar ve biz yeteri kadar mal satamaz olmuştuk. Bunun
üzerine diğer az gelişmiş ülkelere uyguladığımız planı onları da uygulamak
istedik ve serbest piyasa ekonomisine geçmelerini ve ithalatın serbest
bırakılmasını talep ettik. Bu istediğimizi kabul etmiş görünüyorlar, fakat işi
uzatıyorlardı.
BİNLERCE TÜRK GENCİ UYDURMA İDEOJİLER UĞRUNA CAN VERDİ
En sonunda bu ikilem yine bildiğimiz
yollarla, Ordo Ab Chaos ile çözüldü. Yani önce kaos, sonra düzen.
Provokatörlerimiz aracılığıyla sağ ve sol ideoloji kavgaları başlatıldı.
Aslında başında onay vermiş gibi göründüğümüz Kıbrıs Savaşı’ndan sonra ülkeye uygulanan
ambargo sayesinde halk canından bezmiş, ülkede yağ ve tuz bile bulunamaz
olmuştu. Karaborsacılar zenginleşirken halk iyice sefalete düşmüştü. Ülkeye
gönderilen provokatörlerimiz için bu halkı kışkırtmak hiç zor olmadı. Ülke
halkı sağcı ve solcu olarak iyiye bölündü ve çatışmaya başladılar. Olaylar öyle
bir dereceye geldi ki, hergün elli-altmış kişi sokak çatışmalarında ölmeye
başlamıştı. Bütün ülke terör korkusu altında eziliyordu. İnsanlar akşamları
sokağa çıkamaz olmuştu. Her an bir serseri kurşuna hedef olmak vardı. Binlerce
Türk genci uydurma ideolojiler uğruna can vermişti. Hükümetler birbiri arkasına
iktidara geliyor fakat olayları önleyemiyorlardı. Sonra darbe geldi ve bütün
olaylar bıçak gibi kesiliverdi. Zavallı ülke halkı bu sözde başarıyı darbenin
bir neticesi olarak gördüler. Çünkü nihayet terörizm sona ermiş, ülkeye huzur
gelmişti. Aslında provokatörlerin görevi bitmiş, sahneden çekilmişlerdi. Burada
oynanan oyun, halkı umutsuz ve çaresiz bir duruma düşürmek ve onlara bir
“kurtarıcı” sunmaktır; ondan sonra bu kurtarıcı ne yaparsan yapsın hemen
kabullenecektir.
ÖZAL, İSTEKLERİMİZ DOĞRULTUSUNDA KAPILARI SONUNA KADAR AÇTI
Askeri hükümet bir süre devlet
yöneticiliği yaptı ve bizim belirlediğimiz bir kişiye yönetimi devretti. Bu
Turgut Özal’dı. Özal, tam da bizim isteklerimiz doğrultusunda ülkenin
kapılarını bize sonuna kadar açtı. Bizim şirketlerimiz bu bakir piyasaya
kurtlar gibi saldırdılar. İlk önceleri fiyatları çok düşük tutarak yerli
sanayinin rekabet gücünü düşürdüler. Ülke artık Amerikan ve Avrupa yapımı
mallarla dolmuştu. Sanayi şirketlerimiz stoklarını eritirken finans
şirketlerimiz de ülkeyi artan ithalatı karşılayabilmeleri için yüksek faizlerle
borç yatağına sürüklüyorlardı. Böylece, gelişmekte olan ülkeler olarak
adlandırdığımız bu ülkelerin hemen hemen hepsinde uygulanan ve 80’li yıllarda
başlatılan bu proje ile, bütün ülkeler, hem bizlerden aldıkları mallarla sanayi
şirketlerimizi zenginleştirmeye devam ediyorlar, hem de bu malların karşılığı
olan ödemelerini yapabilmek için bizim finans şirketlerimizden aldıkları yüksek
faizli kredilerle, her sene artan bir borç batağına sürükleniyorlar.
TÜRKİYE'DE PARA İTİBAR GÖRDÜ, ARKADAŞ, DOST, AİLE
GİBİ KAVRAMLAR UNUTULDU
Bu arada, Özal bütün bunların
yapılabilmesi için gereken kanunları yavaş yavaş çıkarmıştı. Bu ülke vahşi
kapitalist sistemle o kadar çabuk uyum sağladı ki, bizim bile düşünemediğimiz
hayali ihracat gibi vurgun yöntemleri keşfettiler. İnsanlar artık en kısa ve en
kolay yönden servet yapmanın peşine düştüler. Rüşvet, devlet bankalarının
çeşitli entrikalarla soyulmaları, banker skandalları birkaç örnek. Arkadaş,
dost, aile gibi kavramlar unutuldu ve sadece parası olanlar itibar görmeye
başladı. Bu arada, yerli sanayi can çekişiyor, küçük işletmelerden başlayarak
yavaş yavaş büyük işletmelere doğru bir iflas dalgası yayılıyordu. Devlet
işletmeleri ise bizim istediğimiz yöneticilerin atanmaları sağlanarak zarar
ettiriliyordu. Sonunda bu işletmeler ya kapatılıyor, ya da özelleştirme
hikayesiyle, ucuz fiyatlarla şirketlerimiz tarafından ele geçiriliyordu.
"KÜRT DEVLETİ PROJESİNİ" HAYATA GEÇİRMEK İÇİN ÖNCE ÖRGÜT YARATTIK
Beyni yıkandığı için temiz hayallerle
işe başlayan Özal, sonunda bu sistemin gerçeklerini görerek kendisini de
kapitalizmin çarklarına kaptırdı. Ailesini ve yakın çevresini zengin etmeye
başladı. Öyle bir duruma geldiler ki Özal’ın çevresinde prens ve prensesler
ortaya çıkmaya başlamış, biz ülke monarşizme dönüyor diyerek kaygılanmaya
başlamıştık. Aslında tam bir komedi oynanıyormuş. Her neyse, ülke insanının
tepkisini ölçmek için kendisinden Kürt devleti fikirlerinden bahsetmesini
istedik. Fakat bu düşünceler kendisine pahalıya maloldu. Biz de Kürt devleti
projemizi hayata geçirmek için *** denilen bir örgüt yaratıldı. Bu örgütle
uğraşmak ülke ekonomisine çok büyük zarar verdi ve şu anda koskoca Osmanlı
İmparatorluğu'ndan geriye kalan bir avuç toprakta varlığını sürdüren Türkiye,
bizim hiçbir istediğimiz geri çevirecek durumda değil. Sanırım yakın gelecekte
topraklarından biraz daha, bir süre sonra da bizim için hala geçerli olan Sevr
Antlaşması uyarınca hemen hemen tamamından fedakarlık etmek zorunda kalacak.
TÜRKİYE BİZİM İÇİN ÇOK ÖNEMLİ... SU KAYNAKLARININ
ÖNEMLİ BİR KISMI BURADA
Rockefeller de sözü devralarak
başlıyor;
Türkiye hakkında biraz daha durmak
istiyorum; çünkü dünyadaki en stratejik konumdaki ülkedir ve bizim için çok
önemlidir. Nedenlerine gelince:
Bir kere Büyük İsrail Devleti
topraklarının su kaynaklarının önemli bir kısmı şu anda Türkiye’ye aittir.
İkincisi, Müslüman ve demokratik bir
ülke olarak bu konuda öncü bir ülkedir. İslamiyeti yıkmak istiyorsak önce
Türkiye’den başlamalıyız.
Üçüncüsü, Avrupa ve Asya arasında bir
köprü durumdadır. Maden, petrol, doğalgaz gibi zengin yer altı kaynaklarına
sahip Ortadoğu ve Kafkasya’ya hakim olmak istiyorsak bu ülke elimizin içinde
olmalıdır. Ortadoğu hemen hemen elimizde sayılır. Kafkasya ve Orta Asya’daki
diğer Türk devletleri de yakında darbelerle kargaşaya boğulacaklar ve
avucumuzun içine düşecekler. Bu Türkler aslında birleşip bir araya gelseler
karşılarında hiçbir güç duramaz. Bu yüzden böyle bir olasılığa karşı,
ajanlarımız her an tetikte bekliyorlar. Türk devletlerinde kilit mevkilerdeki
adamlarımız, aralarında en ufak bir yakınlaşma sezdiklerinde hemen istikrarı
bozacak olaylar ve darbelerle bunu önlüyorlar.
EN ÖNEMLİSİ, TÜRKLER MEDENİYETİN BEŞİĞİDİR VE
KÖKENLERİ SÜMERLERE KADAR DAYANIR
Dördüncüsü, ülke bor madenleri
bakımından dünyanın en zengin ülkesidir ve bu maden dünyada yakın bir
gelecekte, petrolden bile daha önemli bir hale gelecek.
Beşincisi ve belki de en önemli olanı
Türkler medeniyetin beşiğidir. Türkler, Milattan Önce 4.000’lerde Orta Asya’da
yaşayan büyük bir felaketten sonra yaşadıkları yerleri terk edip,
Mezopotamya’ya ve Rusya üzerinden Avrupa’ya gelen Aryanlar, yani dünyadaki en
medeni olarak kabul ettiğimiz Ari Irk’tandırlar ve Avrupa’daki Finliler,
Macarlar gibi bazı uluslar Türk kökenlidir. Ayrıca Anadolu’da büyük uygarlıklar
kuran Hititler ve Asurlular’ın da Türk kökenli olma ihtimali yüksektir.
Milattan Önce 3.500 yıllarında
Mezopotamya’da yaşamış olan Sümerler ilk yazıyı bulan, toplumda adaleti
sağlamak için ilk yasaları çıkaran ve mahkemeleri kuran, ilk para kullanan ve
vergi toplaya, ilk okul açan ve tekerleği bulan ulustur: yani dünya
medeniyetinin başlangıç noktasıdır ve soyları tarihçilerimizin araştırmalarına
göre Türk kökenli insanlardır. Çünkü Sümerler o bölgenin yerli halkı
değildirler; yani göçebedirler ve tarihçilerimizin araştırmalarına göre “kız”
manasına gelen “kır” kelimesi, “öküz” manasına gelen “ökür” kelimesi gibi
bugüne kadar çözülebilen 1000 civarında Sümerce kelime ve “Ayağını yere sıkı
bas, Tatlı söz yılanı deliğinden çıkarır, Sel gibi silip süpürmek, Yağ gibi
erimek” gibi yüzlerce atasözü bugün Türkçe’de kullanılmaktadır. Sümerlerin Ay
Tanrısı’nın simgesi olan “Yarımay”, bugün Türk bayrağında kullanılmaktadır.
Roma ve Yunan medeniyetleri Sümerlerden oldukça fazla faydalanmışlardır; mesela
yapılarındaki süslemeleri ve Tanrıları Sümer tapınaklarından gelir.
Fakat biz bunu örtbas etmek için,
Milattan Önce 2.000 yıllarında, yani Sümerlerden 1.500 yıl sonra başlamış
olmasına ve Yunan medeniyetini, dünyadaki ilk medeniyet olarak dünyaya
tanıttık. Daha da ilginç olanı, Yunanlılardan önce Mısır Medeniyeti
başlamıştır; ama onlar da ancak Sümerlerden 1000 sene sonra piramitlerini
yapabilecek uygarlık düzeyine gelebilmişlerdir. Mayalar ve İknalar; Sümerlerden
2000 sene sonra ziguratlarını aynı biçimde yapmışlardır.
MEDENİYETİN BEŞİĞİ OLARAK TÜRKLERİ KABUL EDEMEZDİK,
BU MİRASA EL KOYMALIYDIK
Medeniyetin beşiği olarak Türkleri
kabul edemezdik; tam aksine binbir entrika ile bu kültür miraslarına el koyarak
biz onları bütün dünyaya barbar, hak hukuk tanımayan bir toplum olarak tanıttık
ve bunda da oldukça başarılı olduk. Sümer Kralları Urukagina ve Urnammu, çok
tanrılı bir toplum kurarak, insanlar arasında adaleti sağlamak ve haksızlıkları
önlemek için yasalar çıkararak, çağımız toplumlarına öncü olurlarken, bugün tek
tanrılı bir toplum olan Türkiye’de bizim çalışmalarımız sonucu, fuhuş, rüşvet,
hırsızlık, haksız kazanç ve gelir dağılımı aşırı düzeylerdir.
Aslında insanlar tarih kitaplarını
açıp okusalar, bütün gerçeği görecekler ama insanoğlu için duyduğuna inanmak
yeterlidir, okumak çok zor gelir.
Ben de o ana kadar en medeni ulus
olarak İngilizleri görüyordum. Duydukları hiç hoşuma gitmeyince konuyu
değiştirmek istedim.
OSMANLI'YI YIKMAK ZOR OLMADI
“Dünya ülkelerini nasıl ele geçirmeyi
düşünüyorsunuz?” diye sordum. Rothschild kendimden emin bir tavırla konuşmayı
sürdürdü.
Rothschild: Sana tarihten örnekler
vererek gücümüzü göstermek istiyorum; Birinci Dünya Savaşı, Avrupa’da bize
karşı olan imparatorlukları dağıtmak ve en önemlisi Osmanlı İmparatorluğu’nu
parçalayarak Ortadoğu’daki petrol yataklarını ele geçirmek ve İsrail devletinin
yolunu açmak için çıkarılmıştı. İsrail devletinin kurucusu sayılan Theodor
Herlz, o zamanki Osmanlı Padişahı II. Abdülhamit’e giderek, bizim ailemizin
desteğiyle Filistin topraklarını satın almak istedi. Fakat padişah bize karşı
çıktı. Bizim için Osmanlı İmparatorluğu’nu yıkmak çok zor olmadı. Çünkü
padişahlar genellikle Türk kadınları yerine, fethettikleri ülkelerden köle
olarak getirdikleri başka din ve ırklara mensup kadınlarla evleniyorlardı.
Tabii Hürem Sultan gibi bu kadınlar zamanla ülke yönetiminde söz sahibi oldular
ve kendileri gibi yabancı kökenli adamlarıyla bizim istediğimiz gibi, ülkeyi
yıkıma götüren bir şekilde yönetmeye başladılar. Padişahlar ise devlet
yönetiminin emin ellerde olduğu düşüncesiyle zevk ve sefaya dalmışlardı. Bu da
Osmanlı’nın çöküş devrini başlattı. Mason örgütleri tarafından kışkırtılan
insanların çıkardıkları isyanlarla topraklar kaybedilmeye başlandı. Hazine
plansız harcamalarla tüketildi. Savaş sonunda hedefimize ulaşmamıza az
kalmıştı; ama Atatürk adında bir lider ortaya çıkarak planlarımızı bir
süreliğine ertelememize neden oldu. Tabii ki sonuçta bizim finans ve silah
sanayi şirketlerimiz servetlerini onlarca kez katladılar. I. Dünya Savaşı
sonunda Monarşizm tez olarak, Demokrasi antitez olarak, Komünizm’i yani sentezi
oluşturdu.
HİTLER, BİZİM TARAFIMIZDAN GETİRİLDİ, ÇÜNKÜ BURADAKİ
YAHUDİLER İSRAİL DEVLETİNİ KURMAYA YARDIMCI OLMADILAR
İkinci Dünya Savaşı’nın asıl sebebi şu
an olduğu gibi dünyada başlayan ekonomik krizlerdi; diğer bir önemli neden ise
Diaspora’nın yani kutsal topraklar dışında yaşayan Yahudilerin, yeni İsrail
devletini kurmaya yardımcı olmamaları ve bu ülkeye dönmeyi kabul etmemeleriydi.
Hitler’in bulunduğu mevkiye gelmesi ve Alman ulusunu büyülemesi, yine bizim
tarafımızdan aldığı mali yardımlar sayesinde olmuştur. Harriman, Guaranty
tröstü gibi Amerikan finans devleri, Alman çelik kralı Thyssen’ın mali
yardımları ve Thule Örgütü’nün desteğiyle Hitler, dünya savaşı başlatacak güce
erişiyordu. Bu iş için Hitler seçilmişti; çünkü Yahudilerden nefret ediyordu.
Sebebi ise, babaannesi o zamanlar zengin bir Yahudinin yanında hizmetçi olarak
çalışıyordu ve babaannesi bu Yahudi patronu tarafından hamile bırakılmış,
durumdan haberdar olan evin hanımı tarafından evden kovulmuştu. Babaanne
kucağında bir bebek ile, yani Hitler’in babasıyla, başka bir iş bulamayınca
koyu Katolik olan baba evine geri dönmüştü. Hitler zamanla bu gerçeği öğrenmiş,
Yahudilere kin duymaya başlamıştı. İsrail topraklarına dönmemekte ısrar eden
Yahudileri korkutmak amacıyla birkaç katliama izin verildi ve söylenenden çok
daha az kişinin öldüğü bu katliamlar kullanılarak sözde milyonların yok
edildiği Yahudi katliamı senaryoları üretildi. Şimdi aynı katliam senaryosu
Ermeni Soykırımı adı altında Türklere uygulanmaktadır. Bu saçma soykırım masalı
Türklere yüklenecek ve böylece Türkiye yüz milyarlarca dolar tazminat ödemek
zorunda kalacak. Bu da Türk ekonomisi için büyük bir darbe olacaktır.
ATOM BOMBASI, YAHUDİLERİN YAŞADIĞI ALMANYA'YA
ATILAMAZDI, BU NEDENLE JAPONYA KIŞKIRTILDI
Almanlar’dan nefret eden o zaman ki
Siyonist başkanımız Einstein’ın Amerikan Başkanı Roosevelt’e bir öneri mektubu
göndermesiyle atom bombası çalışmaları Manhattan Projesi altında başlatılmış ve
kısa sürede sonuç alınmıştı. Ama bir sorun vardı, bu bomba çok güçlüydü ve
deneme yapılabilmesi için Amerika’nın halkın desteğiyle savaşa girmesi
gerekiyordu. Ayrıca Alman şehirlerinde çok sayıda Yahudi yaşıyordu; bu ülkeye
atom bombası atılamazdı. Japonlar kışkırtıldı ve daha önceden haber alınmasına
rağmen, halkın duygularıyla oynanarak desteğinin kazanabilmesi için yüzlerce
Amerikan askerinin ölmesiyle sonuçlanan Pearl Harbor baskınına göz yumulmuş ve
bu sorun da aşılmış oluyordu.
İSRAİL DEVLETİ, ROTSCHILD AİLESİ'NİN CÖMERT MALİ
DESTEĞİ İLE KURULDU
Ve böylece Büyük İsrail İmparatorluğu’nun temelini
oluşturan İsrail Devleti 1948 yılında Rotschild Ailesi’nin cömert mali
desteğiyle kuruldu. Ordo Ab Chaos yine işe yaramıştı. Bu arada savaşta iflas
eden ülkelerin ekonomilerinin düzeltilmeleri için Harriman, Rockefeller,
Vanderblit ve Rothschild finans kurumlarından aldıkları borç paralar devreye
giriyordu.
SOVYETLER
BİRLİĞİ'NE YETERİ KADAR ÜLKE TAHSİS EDİLMİŞ, MALİ DESTEK VERİLMİŞTİ
Sovyetler Birliği, Hegel Diyalektiği
gereği bir karşıt güç yaratılması gerektiği için, Amerikan International
Barnsdall Corporation şirketinin verdiği ekipman ve yine Amerikan W.A Harriman
Company ve Guaranty Tröstü tarafından verilen mali desteklerle petrol kuyuları
ve maden yatakları açarak, ekonomisini geliştirdi. Bu arada dünya ülkeleri
komünizm ve kapitalizm arasında seçimlerini yapmaya başlamışlar; Sovyetler
Birliği’ne kapitalizmi savunan bizlere karşı eşit bir güç oluşturması ve bu
oyunun sürdürülebilmesi için yeteri kadar ülke tahsis edilmişti.
ÇİN, HENÜZ KONTROL EDEMEDİĞİMİZ BİR ÜLKE AMA ABD
EKONOMİSİNE KATKISI BÜYÜK
Çin ise Amerikan Bechtel
Corporation’ın verdiği teknoloji ve beyin gücüyle süper bir güç haline geldi.
Bu ülke henüz kontrol edemediğimiz, dünyadaki tek ülke. Fakat Amerikan
ekonomisine büyük katkıda bulunuyorlar; çünkü iş gücü çok ucuz, ayda 30 dolara
çalışacak işçi bulmak bizim ülkelerimizde patronların en tatlı rüyası olurdu.
VİETNAM, KORE, KAMBOÇYA, TAYLAND, ENDONEZYA,
AFGANİSTAN, İRAN-IRAK, YUGOSLAVYA SAVAŞ ENDÜSTRİSİ'NİN DENEME VE GELİŞMESİNE
YARADI
Size dünyadan kısa örnekler vererek
konuşmamıza devam edeceğim; Vietnam savaşında, Amerika Birleşik Devletleri ve
Sovyetler Birliği silah endüstrileri, yeni imal ettiği silahları deneme fırsatı
bulmuştu ve silah sanayisini canlandırmak için devlet, eskileri kullanarak
elden çıkarmıştı. ‘Agent Orange’ adlı kimyasal silah ile bu zehirin bitkiler
üzerinde ölümcül etkileri görülmüş oldu. Bir ülke ekonomisi batağa sürüklendi.
Kore savaşı ile bu ülke iyiye bölündü
ve kalkınma hayalleri suya düştü. Böylece ülke ekonomisi tahrip edildi. Ayrıca
bu ülkede mikrop bombaları ve dioksin gibi çeşitli zehirler ile biyolojik savaş
denemeleri yapıldı.
Kamboçya’da Amerika ile ticaret
yapmayı reddeden lider Sihanuk 1970 yılında bir darbe ile devrildi ve yerlerine
ülkeyi kaosa sürükleyen Pol Pot ve Kızıl Kmerler geçirildi.
Tayland’da yine ülke yönetimi
devrilerek yerine diktatörlük rejimi kuruldu. Ülke ekonomisi yıllarca bize
çalıştı.
Endonezya devlet başkanı Suharto
1957-58 yıllarında Amerika Birleşik Devletleri’nin verdiği silahlarla Doğu
Timor’u işgal etti ve yıllarca sürecek bir kaos yarattı, binlerce insan öldü.
Afganistan savaşı Ruslara silah
sanayisini geliştirmek için büyük fırsatlar sunmuştur. Biz de yeni üretilen
silahların etkilerini deneyebilmek için büyük bir fırsat yakalamıştık. Ayrıca
ülke çok zengin yer altı kaynaklarına sahiptir. Afganistan yönetimi şu anda
tamamen bizim kontrolümüz altındadır.
İran-Irak savaşı Saddam’a büyük
vaatler yapılarak başlatıldı. İlk iş olarak birbirlerinin petrol kuyularını ve
tesislerini bombaladılar. Tabii sonunda petrol zengini bu iki bizlerden daha
fazla silah satın alıp savaşı kazanabilmek için ülke ekonomilerini iflas
ettirecek düzeye getirdiler. Sonuçta bütün şehirleri ve petrol tesisleri yine
bizler tarafından yeniden kurulacaktı. Bu de yine bizlerden daha fazla borç
almakla mümkün oluyordu.
Saddam dolduruşa getirilerek
başlatılan 1990 yılındaki Körfez savaşı, ile ırak ekonomisi bir kez daha
çökertildi; Kuveyt’i tekrar inşa etmek için milyarlarca dolarlık iş
bağlantıları yapıldı; Amerikan askerleri bölgeye ilelebet yerleşti. Bu savaşta
test amacıyla tüketilmiş uranyum bombaları kullanıldı. Bu bombalar, etkisi
yıllarca sürecek radyoaktif maddeler yayarak bölgedeki yüz binlerce insanın,
tabii bu arada bizim askerlerimizin de ölmesine yol açtı, hala da insanları
öldürmeye devam ediyorlar.
1990 Yugoslav savaşında salkım
bombaları kullanıldı. Bu teknoloji harikası bombalar yere yaklaştıklarında
yüzlerce küçük bombalara ayrışıyorlar ve yere düştüklerinde hala patlamamış
olanlar her zaman aktif birer bomba olarak kurbanlarını bekliyorlar.
Rotthschild konuşmasına “Bu ülkelerin
şimdi tamamen bizim kontrolümüz altında olduğunu sanırım söylememe gerek yok”
diyerek ara verdi. Onun kaldığı yerden Rockefeller devam etti.
ZAİRE, ÇAD, YEMEN, GUATEMALA, ŞİLİ, BREZİLYA,
DOMİNİK, SOMALİ, PANAMA, EL SALVADOR, BOLİVYA, EKVATOR, PERU, URUGUAY,
ANGOLA'DAKİ SAVAŞLAR VE DARBELER BİZİM PLANLARIMIZDI
Zaire devletinin başına CIA destekli
bir darbe ile 1965 yılında geçen Mobutu, George Bush’un deyimiyle Afrika’daki
en iyi adamımız oldu.
Çad Hükümeti 1982 yılında bir darbe
ile devrildi ve yerine diktatör Hissen Harbe geçirildi. Bu geçiş sırasında on
binlerce insan öldü.
Yemen 1990 yılına kadar iki ayrı
devlet halinde uzun yıllar birbirleriyle savaştılar. Bizim şirketlerimiz
zenginleşmeye devam ettiler.
Guatemala’da hükümet, komünist rejim
tehlikesi bahane edilerek CIA yardımıyla 1953 yılında devrildi ve bugüne kadar
bizim tayin ettiğimiz askeri hükümetlerle ülke sonsuz bir kargaşa içinde
yönetilmektedir.
Şili’de General Pinochet, 1973 yılında
iktidarı ele geçirerek, yıllarca bizim isteklerimiz doğrultusunda ülkeyi
yönetti. Amerika Birleşik Devletleri’ne aktardığı milyarlarca dolarla ülke
ekonomisi bataklığa sürüklendi. Ülke insanları sefalet içinde yüzerken, bizler
daha zengin olduk.
Brezilya da komünizmden kurtarılan bir
diğer ülkeydi. Ülke yönetimi 1964 yılında bir darbe ile devrildi, ülke Amerika
Birleşik Devletleri’nin Güney Amerika’daki en güvenilir müttefiklerinden biri
oldu.
Dominik Cumhuriyeti, aynı şekilde 1963
yılında bir darbe ile bizim istediğimiz yöneticilere kavuştu. Ülkenin serveti
bizlere aktı.
1990’lı yıllarda Kolombiya’da
uyuşturucu ile mücadele etmek maskesi altında ülke yönetimi ele geçirildi. CIA
bu ülkeden gelen uyuşturucu parasıyla dünyanın çeşitli ülkelerindeki
operasyonlarını finanse ediyor.
Fiji, Grenada, Panama, Somali, El
Salvador işgal edildi. Sarin, hardal gazı gibi sinir gazları halk üzerinde
denendi. Yüz binlerce insan öldü ve hala ölmeye devam ediyor.
Bolivya, Gana, Ekvator, Haiti,
Filipinler, Peru, Uruguay, Angola, Seyşel adaları gibi üçüncü dünya ülkelerinde
yapılan darbeler ve karışıklıklar hep bizim planlarımızın bir parçasıydı.
BÜTÜN ÜLKE YÖNETİMLERİNİ KONTROL
ALTINDA TUTUYORUZ,
AKSİ HALDE TERÖR OLAYLARINI DEVREYE
SOKUYORUZ
Avrupa ülkelerinde kurulan İtalya
Gladio’su benzeri istihbarat örgütleri sayesinde, bütün ülke yönetimlerini
kontrol altında tutmaktayız.
İstanbul’daki sinagoglara yapılan
saldırılar ve Madrid’deki tren bombalama olayları, bu ülkelere bizim
isteklerimizi görmezden geldiklerini hatırlatmak için yaptırıldı.
New York İkiz Kuleler, Pentagon
saldırıları, Kenya ve Suudi Arabistan’daki bombalama olayları ise tamamen bizim
planlarımız doğrultusunda icra edildiler.
Ben “dünyada el atmadıkları başka ülke
kaldı mı acaba” diye düşünüyordum. Rockefeller böyle beni şaşkınlığa uğratmanın
zevkiyle içkisini bir yudumda bitirerek sözlerini tamamladı;
DÜNYADA HİÇBİR YERDE MAFYA VE
KAÇAKÇILIK OLAYLARI BİZİM İZNİMİZ OLMADAN YAPILAMAZ
“Bu arada, bütün organizasyonların çok
yüksek olan maliyetleri konusu var. Onların kaynağı ise vergiden muaf olan
vakıflarımızın topladığı bağışlardan ve mafya ile olan bağlantılarımız
sayesinde finanse diliyor. Dünyanın hiçbir ülkesine mafya veya kaçakçılık
faaliyetleri, o devletin haberi ve izni olmadan yapılamaz. Yapılması için, üst
kademelerde işbirlikçilerin olması gerekir. Bu işbirlikçiler gözünü para hırsı
bürümüş insanlar seçilir ve bir kere bu işlere bulaşıldı mı, bir daha çıkış
yoktur. Dünyanın her yerinde tamamen bizim kontrolümüz altında çalışan mafya,
özellikle uyuşturucu ve silah kaçakçılığı ile ilgilenir, çünkü en tatlı para bu
alanlardadır. Bu paradan biz en büyük payı alırız ve bu parayla birlikte masum
görünüşlü vakıflarımızın desteğiyle bütün bu faaliyetlerimiz finanse edilir ve
buna işbirlikçilere dağıtılan para ve rüşvetler dahildir.
NEDEN KUZEY AMERİKA VE BATI AVRUPA
VARLIKLI BİR YAŞAM SÜRER
DÜNYADAKİ 5 MİLYAR İNSAN, BİZİM 1
MİLYAR İNSANIMIZ İÇİN ÇALIŞIR
Bu örnekler inanın bana sadece
buzdağının dışarıdan görünen başı. Gördüğünüz gibi dünyanın her noktası
kontrolümüz altında. Hegel Diyalektiği’nin amacımız doğrultusunda ne kadar çok
işe yaradığını görüyorsunuz. Hiç düşündünüz mü, Kuzey Amerika ve Batı Avrupa
ülkeleri vatandaşlarına rahat ve varlıklı yaşam olanakları sunarken, dünyanın
diğer ülkelerinde neden sefalet ve bitmeyen bir kargaşa var? Çünkü bizim
ırkımız seçilmiş ırktır, diğerleri sadece köledirler. Eğer yaşamak istiyorlarsa
ömür boyu bize bu şekilde hizmet etmek zorundadırlar. Dünyadaki 5 milyar insanı
bizim toplumlarımızdaki 1 milyar insan için çalışıyorlar. Bütün zenginlikleri
bizim şirketlerimize ve dolayısıyla bizim ülkelerimize atkılıyor. Biz gelişmiş
ülkeler, her geçen gün daha da zenginleşirken, üçüncü dünya ülkeleri,
ekonomileri çökertilmiş, halkı uydurma savaşlar ve olaylarla sefalete
sürüklenmiş çaresiz bir halde; refah içinde yaşayan işbirlikçi yöneticileri ve
zengin tabakları bizim emirlerimizi bekliyorlar.
Bizimle işbirliği yapanlar, çok
yakında yeni dünya hükümetinde kendi bölgelerini bizim idaremiz altında
yönetecekler. Üçüncü sınıf ülkelerin halkları eğitim düzeylerine göre işçi
olarak çalışacaklar, bizim gibi gelişmiş halklar da bunların üstünde bir
hiyerarşi içinde yönetici olarak görev yapacaklar. Bu sınıfa giren ülke
insanları için cumartesi günleri dışında bütün bayram ve tatil günleri
kaldırılacak ve ancak karınlarını doyurabilecekleri bir maaş karşılığında,
bütün yıl boyunca haftanın altı günü çalışacaklar. Bizim insanlarımız günün çok
az bir kısmını çalışmaya ayıracak ve günün geri kalan kısmını zevk ve
eğlenceyle geçirecekler.
İlk önce bütün bu anlatılanları çok
büyük hayaller olarak görmüştüm; ama diğer ülkelerin durumu aklıma gelince
gerçekleşme olasılıklarının olduğunu hesapladım. Gerçekten de çok az televizyon
seyretmeme rağmen savaş ve ayaklanma haberleri gözüme çarpıyor, açlıktan ve
sefaletten sürünen insanları seyrettiğimi hatırlıyorum. Ama ben medya adamıydım
ve bütün bunların sebeplerini araştıracak zamanım yoktu....
Kaynak