Sağlığa kar temelli yaklaşıma
karşı hak temelli yaklaşım
Bugün
“Dünya Sağlık Günü”. Dünya Sağlık Örgütü Anayasası’nın kabul edildiği 7 Nisan
1948 tarihine ithaf edilen Dünya Sağlık Günü, her yıl sağlıkta hak temelli
yaklaşımın simgesi olarak kutlanıyor.
Sağlığa hak
temelli yaklaşım Avrupa’da 1848 barikatlarında doğmuş, 1871 Komün günlerinde
kısa bir süre yaşama geçmiş, fakat esas olarak 1917 Ekim devrimiyle Sovyetler
Birliği’nde ete – kemiğe bürünmüştür. Sovyetler Birliği sağlık hizmetlerini
sosyalleştirmiş ve bir devlet hizmeti olarak emekçilerin gereksinimlerine göre
ve hak temelinde örgütlemiştir.
Sovyetler
Birliği’ndeki bu gelişme, sermaye egemenliğindeki dünyaya uzun süre
yansımamıştır. Ancak 1929’da içine düştüğü bunalımını aşamayan ve bunalımın
yükünü emekçilerin sırtına yıkan sermaye, başta gelişmiş sanayi ülkeleri olmak
üzere dünyanın bütün coğrafyalarında büyük prestij kaybına uğrayınca, faşizm tırmanışa
geçmiş ve sermaye bunalımını aşabilmek için dünyayı İkinci Paylaşım Savaşı’na
sürüklemiştir. Sermaye egemenliği altındaki toplumlar, sağlığa hak temelli
yaklaşımla İkinci Paylaşım Savaşı sürecinde birlikte oldukları Sovyet askerleri
sayesinde tanışmışlardır.
İkinci
Paylaşım Savaşı’ndan utkuyla çıkan anti-faşist güçlerin baskısıyla Dünya Sağlık
Örgütü Anayasası’nda sağlık bir “insan hakkı” olarak tanımlamışsa da, savaş
sonrası kendisini kısa sürede toparlayarak ekonomiyi düzeltmeyi başaran
sermaye, sağlığa hak temelli yaklaşımı sağlık hizmetlerine “erişimi
kolaylaştırmaya” indirgemeyi başarmıştır. Kapitalizmin 1960’larda “altın
çağına” girmesiyle birlikte sermaye gelişmiş sanayi ülkelerinde emekçiler
arasında yeniden prestij kazanmıştır.
Sermayenin
gönenci uzun sürmemiş ve kapitalizm 1970’lerde yeniden durgunluğa girmiştir.
Petrol krizinin körüklediği bunalım sermayeyi yeniden zora sokmuş, emekçiler
arasında hoşnutsuzluğa yol açmıştır. Bu ortamda İkinci Paylaşım Savaşı sonrası
parçalanan sömürge sisteminin boyunduruğundan kurtulan ülkelerin bağımsızlık
kazanarak Dünya Sağlık Örgütü’nde sosyalist ülkelerle birlikte tutum almasıyla,
sağlığa hak temelli yaklaşım daha da güç kazanmış ve bu güçle 1970’lerin sonuna
doğru Kazakistan’ın başkenti Alma-ata’da Temel Sağlık Hizmetleri Konferansı
toplanarak Alma-ata deklarasyonunu kabul etmiştir.
Alma-ata
deklarasyonu, Dünya Sağlık Örgütü Anayasası’nda sağlığın bir “hak” olarak
tanımlanmasını bir kez daha, fakat bu kez çok güçlü bir şekilde teyit etmiştir.
Sağlığa ve sağlık hizmetlerine bütüncül ve kapsamlı bir yaklaşım benimseyen
deklarasyon, sağlığın politik, sosyal, ekonomik ve ekolojik belirleyicilerine
vurgu yapmakta, insanların sağlığından devleti sorumlu tutmaktadır.
Ancak
deklarasyona imza atmak zorunda kalan sermaye birkaç yıl içinde yeniden
toparlanarak, emeğe karşı küresel ölçekte bir savaş başlatmıştır. Sermaye’nin
Reagan – Thatcher ekürisi önderliğinde yürüttüğü bu savaşta önce geri
bıraktırılmış ülkelerin emekçileri askeri, faşist darbelerle dize getirilmiş,
daha sonra sosyalizmin çözülmesiyle birlikte birkaç ülke dışında bütün dünya
sermayenin neoliberal politikalarına teslim olmuştur.
Neoliberal
politikalarla sağlık ortamına kar temelli yaklaşım egemen olmuş ve emekçiler
İkinci Paylaşım Savaşı sonrası elde ettikleri bütün kazanımları hızla yitirmeye
başlamışlardır. Dünya sağlıkta karanlık bir döneme girmiştir. Dünya Sağlık
Örgütü’nün sermayenin güdümüne girmesiyle birlikte Dünya Bankası ve diğer
sermaye örgütleri eliyle sağlık bir hak olmaktan çıkartılmış ve sağlığa kar
temelli yaklaşım egemen olmuştur.
Neoliberal
politikalar 1990’lı yıllarda sağlıkta büyük bir tahribata yol açtmıştır. Sağlık
hizmetlerine erişim sınırlanırken, sağlıkta eşitsizlikler hızla tırmanmaya
başlamıştır. Toplumların sağlık gereksinimleriyle, sağlığın özelleştirilmesi ve
piyasalaştırılması arasındaki çelişki derinleştikçe neoliberal politikalara
tepkiler yükselmeye başlamıştır. Başta Latin Amerika ülkeleri olmak üzere
dünyanın çeşitli coğrafyalarında sağlığa hak temelli yaklaşım talebi yeniden
yükseltilmeye başlamıştır. Bu gelişmelere daha fazla sessiz kalamayan Dünya
Sağlık Örgütü, 2008 yılında yayınladığı Dünya Sağlık Raporu’nda bu çelişkiyi şu
tümcelerle ifade etmiştir:
“Sağlık
bakımına erişimdeki ve sağlıktaki en büyük eşitsizlikler, sağlığın meta olarak
görüldüğü ve sağlık hizmetlerinde amacın kar olduğu yerlerdedir. Bu durum
gereksiz tetkikler ve işlemler yapılmasına, insanların hastanelere daha sık
gitmesine ve hastanelerde daha uzun süre kalmasına, toplam maliyetlerin artmasına
ve ödeme gücü olmayanların dışlanmasına yol açmaktadır”.
Bugün
sağlık ortamında sağlığa hak temelli yaklaşım düşüncesi yeniden güç
kazanmaktadır. Sermayenin neoliberal politikalarının hiçbir sağlık sorununa
çözüm olamadığı, aksine bizzat kendisinin bir sağlık sorunu haline geldiği her
gün daha iyi anlaşılmaktadır. Kuşkusuz sağlığa kar temelli yaklaşımın ortadan
kaldırılması ve hak temelli yaklaşımın benimsenmesi sınıf savaşımının
sorunudur. Dünyada sağlıkta hak temelli yaklaşımın egemen olması, işçi sınıfının
mücadelesiyle mümkün olacaktır.
Dünya
Sağlık Günü kutlu olsun.
http://haber.sol.org.tr/blog/sinifin-sagligi/akif-akalin/sagliga-kar-temelli-yaklasima-karsi-hak-temelli-yaklasim-112802