10 Şubat 2013 Pazar

"Sağlam Kuvvet Millettir!" Millete Gidilecektir! / Banu AVAR

http://www.guncelmeydan.com/pano/saglam-kuvvet-millettir-millete-gidilecektir-banu-avar-t33839.html
"Sağlam Kuvvet Millettir!"
Millete Gidilecektir!


Bugün SkyTurk ekranlarına 'Ergenekon' sürecinin baş aktörü Tuncay Güney karakteri Kanada'dan konuk oldu.

Demek bir döngü tamamlanmıştı. 5 yıl öncesinde ‘Açılış’ı yapan ‘karakter, ‘kapanış’ ı yapacaktı!

Kimsenin tanımadığı bilmediği bir isim, aniden TRT'ye fırlamış ve yüzlerce kişinin adını anarak ‘Ergenekon’ dosyasına açılışı yapmış sonra kayıplara karışmıştı..

Ekrana çıktı ve dedi ki: ‘Ergenekon süreci bitti. Şimdi Başkanlık Dönemi başlıyor! RTE, Kemal Atatürk'ten sonra bu ülkeye gelmiş en büyük devrimcidir!’

Sürecin bittiğini, topluma yapılan psikolojik/ekonomik/askeri operasyonun şekil değiştireceğini ‘müjdeliyordu’!

Ardarda darbe almış, çökertilmiş ev üzerine yeni bir bina çıkılacaktı. Çatıya ‘başkan’ oturacaktı..

Toplumda ‘barış’ sağlanacak, ‘İmralı’ ile ‘Silivri’ el sıkışacak, bu sürecin çocukları celladlarının yerli uşaklarından çiçekler alacaktı!

İrlanda'da olduğu gibi katiller ve maktul yakınları, zalimler ve mazlumlar, TSK ve onu tarumar edenler ekranlardan, gazete sayfalarından, filmler, diziler ve kliplerden, haber ve tartışma programlarından fırlayacaklar birbirleri ile YÜZLEŞECEK (!), AFFEDECEK (!) BARIŞACAK (!) ÖPÜŞÜP KOKLAŞACAKlardı...

Etrafı katillerine bin teşekkür eden maktul yakınları saracaktı!

Bir dönem kapanacak, BARIŞ güllerinin kan deryasını kapadığı soluk sessiz bir korkunun kılıcının hep enselerde ışıldadığı bir başka dönem açılacaktı! Gak diyen baro kapanacak, guk diyen, teröre yardım ve yataklıkla suçlanacak, evine barkına el konacaktı.. Yasalar hazırdı!

Sisteme girmeyen bertaraf edilecekti. Sistem içi 'MUHALEFET' serbestti. Sokakları doldurup, renkli şapkalar ve zilli davullu Amerikan tarzı protestolar hoşgörülebilirdi. Ama hukukun müdafaası, esnaf, işçi, çiftçi, madenci, öğretmen, memurun birliği, her cenahtan MİLLİ KUVVETLERİN kucaklaşması bu milletin hafızasından hiç silinmemişti ve emperyalizmin en büyük kabusuydu..

Yedi düvel, çapulcu sürüsü olarak gördükleri bu milletin karşısında bu birlik sayesinde paramparça olmuştu!

O nedenle 1940’lardan beri sistematik olarak damarlara sızma yoluyla, eğitimi, basını ele geçirerek, aynı anda açlıkla terbiye ederek bu milleti devşirmeye çalıştılar. 1940’larda alenen ifade etmişlerdi: Türkiye 'BATILI KALIPTA İNSAN YETİŞTİRİLECEK LABORATUAR ÜLKE' ilan edilmişti.. Üzerinde bu kadar uzun süredir 'çalışılan' başka bir millet yok. Ve bu kadar uzun süre çalışıldığı halde başarısız oldukları bir başka ülke de YOK.

Amerikalı psikolojik harekat uzmanları saç baş yoluyor.. BU milletin RUHU dimdik ayakta ve her baskıyla biraz daha dikiliyor.. İnanmayan Anadolu'nun bağrına gitsin.. Bu kadar çalışmaya yüzde 10-15'in kafası kaydırıldıysa geri kalan güçlenerek diş gıcırdatmaktadır!

Yüzde 50 masalı ile iktidara destek verenler! Bu masalı kesin artık! 50 milyon seçmenin sadece yüzde 16'sı AKP'ye oy vermiştir. Onlar da muhalefetin düzenbazlığından gına getirmiş olan yüzde 5-6’lık bir kesimle paraya, mevkiye tamah eden bir gruptur.. Ve çok küçük bir azınlık ampulün tam etrafındadır ve şu sıralar ne yapacakları meçhul zigzaglamaktadır..

Artık Gün O Gündür!

Bu millet, işçi, çiftçi, memur, esnaf, öğrencisiyle, PARTİLER ÜSTÜ bir MİLLİ BİRLİK oluşumu için elele verecektir..

"Önce Partim" değil ÖNCE VATAN diyenler birleşecektir. Bu tarihin emridir! Ve Mustafa Kemâl’in dediği gibi MİLLETE gidilecektir. 1918 Mütareke İstanbul’unda harekatını şöyle belirlemiştir:

    “Mütareke imza edilmişti. İstanbul’un hamiyetli kimselerince türlü adlar altında programlar ve fırkalar teşkil olunmak suretiyle kurtuluş çaresi aranmakta idi. Bunların her birini ayrı ayrı inceledim. Hiçbiri sağlam bir kuvvete dayanmıyordu. Dolayısıyla hiçbiriyle işbirliğinden bir sonuç beklemedim. SAĞLAM KUVVETİN, doğrudan doğruya MİLLET olacağı kanaati bende pek kuvvetli idi..”

Sağlam Kuvvet Millettir. Ve bunu dosta düşmana yakında gösterecektir!

SIRASIMIYDI BE DOSTUM ÖLÜMÜN!!!!



YOL ARKADAŞIMIZ, YİĞİT İNSAN DERYA KOCABAY'I KALP KRİZİ SONUCU KAYBETTİK.CENAZESİ 11.02.2013 PAZARTESİ KARŞIYAKA CAMİNDE KILINAN CENAZE NAMAZI SONRASI KARŞIYAKA MEZARLIĞINDA TOPRAĞA VERİLECEKTİR. ANISI MÜCADELEMİZE ÖRNEK OLSUN,RUHUN ŞAD OLSUN YİĞİT İNSAN. TÜM ADD.ÖRGÜTLERİNİN BAŞI SAĞOLSUN.





“Koynuma idamlar alır, idamlar alır yatarım,
Ve sonra sabırla beklerim,
Bulutları çekersiniz üstümden,
Suçsuzluğumun yargılayıcılarını yargılarsınız,
Ve o güzel geleceği getirirsiniz bana...
Ölüm tanımaz işte o zaman sevgim,
Tırnaklarımı geçirip toprağın sırtına, doğrulurum,
Gözlerimde güneş koşar,
Ve çiçekler ekersiniz, çiçekler ekersiniz toprağıma...”


Güney: Ergenekon bir projeydi bitti

Tuncay Güney, SkyTürk 360’ta Şimdi Söz Sende programına konuk oldu

 Ergenekon davası savcılarının verdiği ifadeleri referans gösterdiği Tuncay Güney, SkyTürk 360’ta Şimdi Söz Sende programına konuk oldu. Kanada’nın Toronto kentinden canlı yayın bağlantısıyla programa katılan Güney, ilginç açıklamalarda bulundu. “Ergenekon davası bir projeydi bitti artık. İçerdekilerin çıkması gerekir” diyen Güney “Benim yüzümden tabii ki insanlar cezaevine girmesinler. Ben vicdanen rahatsızım. İşkence görmeseydim o konuşmaları yapmazdım. Ergenekon’un temeli sayılan emniyette verdiğim ifadeler geçersizdir. Devlet beni kullandı. Türkiye’de adalet aramak genelevde bakire aramaktan farksızdır” diye konuştu. Güney, Paris’te öldürülen üç PKK’lı kadının katili Ömer Güney’i tanımadığını belirterek “Paris suikastı faili meçhul kalacaktır” dedi. Ocak 2009’da TRT’de bir programa katılan Güney en son 5 Mayıs 2012’de yazarımız Mustafa Mutlu’ya yazdığı mektupta “Ergenekon bir oyundur” demişti. (Vatan)

9 Şubat 2013 Cumartesi

Sayın Kılıçdaroğlu'na açık mektubumdur...

Prof.Dr. Tülay ÖZÜERMAN

Sayın Kılıçdaroğlu;
Çok değil CHP'de vekil olduğunuz 2002 tarihinden, 6. Genel Başkan Sayın Deniz Baykal'ın kaset komplosu ile gönderilmesi ile Genel Başkan olduğunuz 2010 tarihleri arasında CHP'nin temel ideolojisi hakkında bir kafa karışıklığı olmadığını en iyi bilenlerdensiniz. Bir anımsatma: Siz 2009'da İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne başkan adayı olduğunuzda arkanızda güçlü bir medya desteği vardı. Ne giydiniz, ne dediniz, nereye gittiniz haber programlarında yer buluyordu. Aynı şans CHP'nin diğer iddialı adayları Karayalçın, Kocaoğlu, Akaydın için tanınmamıştı medyada. Seçimi kazanmamıştınız ama İstanbul'da CHP'nin oylarını arttırmıştınız... Medya seçim sonrasında da arkanızdaydı. Ve kaset operasyonu sonrası sizi işaret eden medyanın ancak sizinle şişirilecek balonmuş gibi elinize tutuşturduğu bir CHP buldunuz. Operasyon tam da CHP oylarını yükselttiği dönemde yapılmıştı.

Sayın Kılıçdaroğlu, CHP artık sizin teslim aldığınız parti değil. Zaten siz de böyle olmadığını anlatmak için partinin başına "yeni" kelimesini eklediniz. Türk siyasal hayatında ilk kez, kurumsal kopuş yaşanmadan parti kimliği dönüştürülmüş oldu. Yıllarca CHP için çalışmış, ideolojisi ile partiye yürekten bağlı partililer (CHP'liler) partiye yeni gelen particilerce (CHP'dekiler) devre dışı bırakılarak parti erimeye başladı. Medya'da rüzgarlar artık sizden yana değil, size karşı şekilde estiriliyor. Toplum AKP'nin yaptıkları yerine, çarmıha gerilen CHP'yi konuşuyor. Medya görevlileri CHP'yi gündemde tutacak her manevrayı uygularken; şişirerek elinize tutuşturdukları balonu yavaş yavaş söndürmekteler. Bu arada haksız tutukluluklar, hukuk devletinin yasa ile yok edilişi, devletin temel çatısını ortadan kaldıracak anayasa çalışmaları, ayrılıkçı söylemlerin yayılışı, kimliklerin ortaya saçılışı üzerinden yürütülen ulusalcılık karşıtı politikalardan, özelden kamu sektörüne kadar mali denetim yolu ile kurulan baskılardan, toplumsal yaşama müdahale eden düzenleme ve fiili uygulamalardan yılmış olan toplumda muhalefet özlemi çığ gibi büyüyor.

Sayın Kılıçdaroğlu; siz bu çığı görebilirseniz ve bugün CHP'de yer bulmuş olan ve büyük bir olasılıkla AKP anayasasına oy vermek için CHP'ye sızmış olan partidekilerin kovduğu partilileri yeniden partiye kazanacak bir yapılanmaya giderseniz, CHP bu çığı kartopuna dönüştürebilir, aksi halde görünen o ki, Y-CHP ısrarınız partiyi bu çığın altında bırakacaktır.

Satır başları ile, demokrasiden uzak, tekçi bir yapı ile oluşturulacağı anlaşılan yeni anayasa çalışmaları içinde Y-CHP yer aldı. CHP böyle bir oluşumun içinde yer almazdı. Bu meşru olmayan süreci meşrulaştırmaz, çarpıklıkları topluma anlatmayı görev bilirdi. Nitekim CHP'ye kaset operasyonu yapılmasının sebeplerinden biri de buydu.

Hani şu iki kişiden biri iktidara oy verdi söylemi var ya... Aslı astarı yok. Ama bunu anlatacak muhalefet de yok. Kimlerle bir araya gelsek, herkes ülke adına endişelerini dile getiriyor. Korkusundan susmayı seçiyor bazıları, ancak iktidar yandaşıyım diyen tek kişi göremiyoruz etrafımızda. Tüm yaşananlara, özellikle özel yaşama kadar uzanarak artan baskılara açık ve örtülü dillendirilen hoşnutsuzluk yanında, giderek fütursuzlaşan otoriter/keyfi uygulamalar nedeniyle artan endişe ve tepki var.

Sayın Kılıçdaroğlu; CHP'nin ulusalcı kimliğini ve dolayısı ile ulusalcıları tahkir eden söylemlerin arttığı bir süreçte, konuyu bilimsel duyarlılıkla anlatmaya çalışan Birgül Ayman Güler Hoca'nın söylemini çarpıtan medyanın linç harekatı sonrasında getirdiğiniz konuşma yasağı hepimizi şaşırttı ve üzdü. Parti ideolojisine aykırı söylemleri olan Hüseyin Aygün için söz konusu bile edilmeyen yasak, ulusalcılığı ile tanınan bir kadın milletvekili üzerinden giydirilmiş oldu CHP'ye. "Sus" telkini, kadın için umut gördüğümüz partide, kadın üzerinden verilmiş oldu. Giderek taraftar ve sempatizanlarını kaçıran bu yapılanma ile yerel seçimlere giderseniz, partinin ideolojisinin dışına çıkarılışından rahatsız olan partililerden gelecek tepkileri de iyi hesaplamanız gerekiyor. Toplumun değişik katmanlarında yeni bir parti arayışı ciddi bir şekilde dillendirilmeye başlandı. Bu arada, kurmaylarınız toplumun ilettiği uyarı mesajlarına kulak vermek yerine, tepki göstererek eleştirileri baskılamaya çalışıyorlar. İzmir'e lütfen kulak verin ve İzmir'i kurmaylardan değil, tabandan dinleyin. İzmir yalnız CHP'nin değil, Türkiye'nin kaderinin belirleyicisi bir kenttir.

Sayın Kılıçdaroğlu; hiçbir ideoloji karşıtına dönüşerek büyüyemez. AKP ideolojisinin anayasal kılıf arayışına girdiği bu sürece destek vererek büyütemezsiniz CHP'yi. Lütfen toplumdaki muhalefet özleminin oluşturulduğu çığı görün. Oklarını kırıp kendisine saplayan, konjonktürle sürüklenen bir parti değil, kurucu felsefesi ile ayakta dimdik duran bir CHP özlemi var toplumda. Savunmada değil, atakta bir parti özlemi var. Partinin kuruluş felsefesinin gereklerini yerine getirmek ve sıkıştırıldığı yerden çıkarılması gibi tarihi görevleriniz var. Partiye sızanların çekiştirdiği yöne doğru sürüklenmesine daha fazla izin vermeyiniz.

Sayın Kılıçdaroğlu; CHP'yi konuşmaktan AKP'yi konuşamaz hale gelen topluma sizin anımsatmanız gerekiyor. Bugün kurumsal ve ekonomik iktidar gücünü baskı yöntemleri ile elinde tutan AKP'nin gerçek oy oranının hesabını, sandıktan çıkan oyla değil; boşaltılmış sistem partileri ile yapmalısınız. Bu partilerin tavanları AKP'ye kaçarken, tabanları toplumsal muhalefette kaldılar. Siz hesap uzmanı olarak bu hesabı daha doğru yapabilirsiniz. Demem o ki; çarpıtılmış rakamlarla çoğaltılan konjonktürel bir parti Türkiye'nin kaderini belirlemeye çalışırken, bu kaderin anayasa ile topluma zorla giydirilmesine köklü parti CHP aracılık edemez. Siz Atatürk'ün koltuğunda oturuyorsunuz. Devlet kuran partinin koltuğunda!...

AKP gelinceye kadar tartışılmayan değerlerin kurucu ve koruyucusu olan bir partinin başındasınız. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne temel felsefesi ile yön vermiş bu parti dönüştürülmeden devlet çözülemez. Ulus yoksa devlet de yok. Kağıt üzerinde kurulan günümüz devletçiklerinin de gücü yok. Uluslaşmanın mimarı olan partiye ayrışmanın, çözülüşün katalizörü rolü verilmeye çalışılıyor.

Sayın Kılıçdaroğlu; toplum Y-CHP'yi istemiyor; yeniden CHP diyor. Lütfen bu sesi duyun. Eritilmeye çalışılan bir partinin başındasınız. Birbirinin benzeri göstermelik iki partili başkancı sistemin uydu partisi haline getirilmek isteniyor CHP. (Burada bir sözüm de MHP'ye: Anayasa çalışmalarına katkı koyarak hala milliyetçi olduğunu savunan MHP, AKP anayasası sonrasında artık Türk siyasal yaşamına veda edeceğini göremiyor olabilir mi gerçekten?!..)

CHP'nin ve devletin kurucusu Atatürk; "Benim Türk milletine, Türk cemiyetine, Türklüğün istikbaline ait ödevlerim bitmemişti, siz onları tamamlayacaksınız. Siz de sizden sonrakilere benim sözümü tekrar ediniz" demişti. Bu görev hepimize; ama bu konjonktürde herhalde en fazla O'nun kurucusu olduğu CHP'ye ve Genel Başkan olarak size düşüyor. Umudun ve geleceğin partisi CHP'nin partiyi konjonktüre teslim ettirmeyecek ulusalcı bir tabanı var. Çığ gibi büyüyen bir taban bu. CHP'nin bugünkü kadroları ya bu çığın sesini duyup, bundan kartopu yapacaklar; ya da çığın altında kalacaklar.
Sözümüz çok, yerimiz dar; mesajımız açık ve Türkiye'nin özlemi olan ancak bugünkü konjonktürün kaldıramayacağı, herkesin yayınlayamaya ya da paylaşmaya cesaret edemeyeceği kadar net.

ERDAL SARIZEYBEK

Bugün Başbakan emekli orgeneral Ergin Saygun'u ziyaret etti.
Yine bugün BDP Türk Bayrağı'nı duvara astı.

Yarın Başbakan İmralı'ya gidip bebek katilini ziyaret ederse şaşmayınız.
Yarın AKP-BDP kol kola girerse de şaşmayınız.

Tuzak kuruyorlar, yarın beyaz sayfa deyip PKK'ya karşılık askerimizi pazarlık konusu yaparlarsa da şaşmayınız.

Bunların asıl derdi Türk, Türk Milleti, bunların derdi Ergenekon, Türk Tarihi'nin gücünden korkuyorlar, Ne Mutlu Türk'üm diyenlerden korkuyor bunlar.

Anayasa'dan Türk Milleti ve Atatürk kavram ve değerlerinin çıkarılmasına izin vermeyiniz. Tarihi olmayan, adı olmayan bir millet yaşayamaz!

Attila Aşut Sen ey savcı...

Sen ey savcı... A Sen ey savcı...
Savcı” sözcüğü, öz Türkçe “sav” kökünden türetilmiştir. Dil Devrimi’nin bir kazanımıdır. Sözcüğün eylem biçimi “savlamak”tır. Derleme Sözlüğü’ne göre savlamak, “iddia etmek” demektir. “Savlayıcı” ise eski deyişle “müddei”dir. Cumhuriyet Savcılarına bu nedenle eskiden “müddeiumumi” denirdi. Yani, kamu adına iddia eden; görüş, düşünce, tez ileri süren kimse demektir...
     Türkiye Cumhuriyeti’nde savcılardan başka hiçbir meslek öbeğinin adının başında “Cumhuriyet” sözcüğü yoktur. Cumhuriyet Savcıları, bu devletin kuruluşunda böylesi bir ayrıcalıkla onurlandırılmışlardır. Ancak, bu onurun kendilerine ağır bir sorumluluk yüklediğini de unutmamak gerekir.
     Savcılık kurumunun tek işi, insanları suçlamak değildir. Sanık lehindeki belgeleri, kanıtları, tanık anlatımlarını toplayıp değerlendirmek de Cumhuriyet Savcıları’nın görevidir. İddianameler, somut olgulara, bilgilere ve gerçeklere dayanmalıdır. Varsayımsal yaklaşımlarla sanıkları suçlamak, hele hele “masumiyet karinesi”ni göz ardı ederek, insanlara “Gidin suçsuz olduğunuzu mahkemede kanıtlayın!” demek, çağdaş hukuk anlayışında yeri olmayan bir tutumdur.
     Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın “Savcıya” şiiri ünlüdür:

     Savcı, nedir düşündün mü,
     Dağları sorguçlu kılan?
     Onlar susmaz, gece gündüz, onlar haykırır yüceden.
     Gelmiş dağlardan yalnayak, durmuş kapına bir ıssız,
     Seni bile içli kılan.

     Savcı, nedir düşündün mü,
     Bıçakları uçlu kılan?
     Bir eski hak alınmamış, bir dere kan sorulmamış,
     Şunun bunun alın teri,
     Alınları taçlı kılan.

     Savcı, nedir düşündün mü?
     Yazıları suçlu kılan?
     Usla, yürekle büyümüş, gündüzler geceye karşı,
     Ama nedir çağlar üzre,
     Beni senden güçlü kılan.
    Fazıl Hüsnü Dağlarca, 1960’larda bir ara Aksaray’da “Kitap” adıyla bir kitabevi açar. Kitabevinin camekânına da her ay büyücek bir kartona yazdığı toplumsal içerikli şiirlerini asar. Dönemin Cumhuriyet Savcısı, bu eylemde “komünizm propagandası” kokusu sezer ve ünlü ozan için hemen soruşturma başlatır. Ama koca ozan durur mu, yukarıya aldığım ünlü şiirini yazar ve yine dükkânın camına asar! Müthiş bir olaydır! Basın ve aydınlar tepki gösterir; iktidara yaranma çabasıyla açılan soruşturma, başladığı gibi bitmek zorunda kalır!
     Âşık İhsani de savcılardan az çekmemiştir! Siyasal yergi yüklü şiirleri dolayısıyla gözaltına alındığında, o da Fazıl Hüsnü gibi geri adım atmamış; haksızlığa isyanını, “Sen ey savcı!” diye başlayan yeni bir şiirle dile getirmiştir:

     Sen ey savcı, suçlu ara, onu bul
     Ben kendi çağımda çoğu kula kul,
     Çoğu sakat, çoğu yetim, çoğu dul
     Olanların şairiyim, diliyim...

     * * *
     Yazarlar, ozanlar, sanatçılar, gazeteciler; her dönem siyasal iktidarların boy hedefi olmuş, ağır baskılara uğramışlardır. Bugün de yetmişin üzerinde gazeteci, mapus damlarında çile doldurmaktadır. Cezaevlerinden mektuplar alıyorum. Öyle şeyler anlatıyorlar ki, insanın kanı donuyor!
     Çağdaş hukuk düzeninde yeri olmayan “Özel Yetkili Savcılar”,  yaşanan bu acıların ve olumsuzlukların bir ölçüde sorumlusudur. Sapla samanı ayırmak, onların görevidir. Düzmece ve üretilmiş belgelere dayalı binlerce sayfalık iddianameler düzenleyerek insanların yaşamını karartmak hiçbir biçimde savunulamaz.
     Yazarların, ozanların, sanatçıların -bugün hangi olağanüstü yetkilerle donatılmış olurlarsa olsunlar- güdümlü savcılardan “çağlar üzre güçlü olduğu”, artık bilinmelidir!

CHP faşist mi? Attila Aşut

Tüm dönek ve yandaş kalemlerin dilinde bu sözcük. Arkası da var. AKP’ye boyun eğmeyenleri susturmak için hemen salvoya başlıyorlar: “Irkçı, milliyetçi, kafatasçı, şoven, faşist...”
          Kavramlar ayağa düştü. Terimler, bilimsel içeriklerinden soyutlanarak uluorta kullanılıyor. Tayyip’in gazına gelenler, AKP’yi eleştirenlere karşı linç kampanyası yürütüyor. “Nefret dili”nden en çok yakınanlar bile bu tuzağa düşüyorlar. “Kafkaslardan, Boşnaklardan gelenler, siz bu ülkenin sahipleri değilsiniz!” demek de ırkçılık ve ayırımcılık değil midir?
     * * *
     Son günlerin en yaygın geyiği, “CHP’nin genetiği” üstüne yapılıyor.
     CHP’nin genetiği bozukmuş, hücrelerinde faşistlik varmış! Yandaşlar nasıl da şehvetle yineliyorlar bu sözleri! CHP’nin genetiğine laf edenler, AKP’nin köklerine bakma gereğini duymuyorlar nedense. Peki, CHP’deki uzmanlar, danışmanlar ne güne duruyor? Neden onlar da AKP’nin ve RTE’nin gerici, antikomünist şeceresini sermiyorlar ortaya?
     “Faşizm”, en kestirme tanımıyla, “sermaye sınıfının kanlı diktatörlüğü”dür. Peki, ülkemizde sermayenin irili ufaklı tüm örgütleri bugün kimin yanında? TÜSİAD’ı, MÜSİAD’ı, TUSKON’u, hatta sarı sendika konfederasyonu HAK-İŞ’i arkasına alan AKP’nin her gün adım adım hangi otoriter ve totaliter çizgide ilerlediğini görmüyor mu CHP’ye “faşist” diyen kalemşorlar?
     CHP’nin tarihini her fırsatta kurcalamaya meraklı olanlar (aslında dertleri CHP değil, TC!), biraz da AKP’nin kökenini araştırsalar ya! Bakalım İttihad-ı Muhammedi Fırkası’ndan günümüze uzanan şeriatçı çizgide Derviş Vahdeti’den Said-i Nursi’ye kadar kimlerle karşılaşacaklar! “Milli Nizam”dan “Milli Görüş”e, bu akımın dokusunda, kimyasında neler var, bir bir görecekler!
     * * *
     Şimdi bir çift söz de döneklere... Geçmişte içinde yer aldığınız, hatta yöneticiliğini yaptığınız sosyalist partilerin programlarını anımsıyor musunuz? Sözgelimi, Türkiye İşçi Partisi’nin programı ve siyasal çizgisi “ulusalcı” değil miydi? Bu partide antiemperyalist politikaları canla başla savunan Aybar’lar, Boran’lar, Aren’ler, Tarık Ziya Ekinci’ler “ırkçı” ya da “milliyetçi” miydiler? “Milli Demokratik Devrim” (MDD) ya da “Ulusal Demokratik Cephe” (UDC) politikalarının mimarları Mihri Belli’ler, İsmail Bilen’ler faşist miydi? Bakın bu tezlerin, programların hepsinin başında “Milli” ya da “Ulusal” sözcükleri vardır. Siz dünyada ulusal çıkarlarını savunmayan bir tek devlet biliyor musunuz? Buna geçmişteki sosyalist ülkeler de dahildir.
     Gölge boksunu bırakın, gerçeklerle yüzleşin! Dün “Parti Okulları”nda okuduğunuz dersleri unutmuşa benziyorsunuz. Açın Komintern’in kararlarını, “Faşizm Tezleri”ni ve Dimitrov’u bir kez daha okuyun! Belki “faşizm”in unuttuğunuz tanımını yeniden anımsarsınız.
     Komünist Enternasyonal’in 1935 yılındaki VII. Kongre’sinde onaylanan belgede, “faşizm”in tanımı aynen şöyledir: “Faşizm, finans-kapitalin en gerici, en şovenist ve en emperyalist öğelerinin açık teröre dayanan diktatörlüğüdür.” Bu tanım günümüzde de geçerlidir.
    Oysa sizler önünüze gelene “faşist” derken; sermaye sınıfını, finans-kapitali, emperyalizmi es geçiyor, yalnızca “şoven”lik üzerinden ucuz demagoji yapıyorsunuz. Üstelik onu da gerçek bağlamından kopararak, “küfür” olarak kullanıyorsunuz...
    CHP’yi eleştirmek için çok şey söylenebilir. Ama insaf edin, bu partinin yapısı, bileşimi, tabanı ve siyasal çizgisi yukarıdaki “faşizm” tanımına hiç uyuyor mu?