Sevr’i incelemenin, insana acı veren bir yanı vardır. Yüzyıl önce, Kurtuluş
Savaşı ve Türk Devrimi’yle önlenen bu emperyalist saldırının, bugün
uygulanan politika haline gelmesi, örneği olmayan toplumsal bir trajedidir.
Antlaşma’nın siyasi ve ekonomik koşulları, Atatürk’ün ölümünden sonraki
süreçte özellikle de 2000’den sonra hemen tümüyle gerçekleşti. Türk Silahlı
Kuvvetleri, 1952’de NATO’ya girişle büyük zarar gördü ama kendini bugüne dek
korumayı bildi. Ancak,15 Temmuz’dan sonra yürürlüğe koyulan OHAL kararlarıyla,
Sevr’in orduyla ilgili koşulları 96 yıl sonra uygulandı ve ordu büyük oranda
bir polis gücüne dönüştürüldü. Bu gerçeği, Sevr Antlaşması’nı inceleyen herkes
kolayca görecektir.
Parçalanma
Antlaşması
Birinci Dünya
Savaşı’nın galip devletleri, 10 Ağustos 1920’de Paris’te bir araya gelerek
Osmanlı İmparatorluğu’na bir yenilgi antlaşması imzalattılar. Paris’in
banliyösü Sévres’te, yapılan barış görüşmelerinde, birbirleriyle
ilişkili beş ayrı anlaşma imzalandı. Ana anlaşmaya Türk Antlaşması denmişti.
Bu anlaşmayla, Osmanlı İmparatorluğu parçalanıyor ve Anadolu’daki Türk
egemenliğine son veriliyordu.
Osmanlı
İmparatorluğu, bir oldubittiyle Almanya yanında Birinci Dünya Savaşı’na
katıldığında, büyük bir öfke dalgasının yayıldığı İngiltere’de, “Almanya
kazanırsa Alman sömürgesi olacaksınız, İngiltere kazanırsa mahvoldunuz” diye
açıklamalar yapılıyordu. “Türkler’ in yok edilmesi, Anadolu’dan kovulması ve
Türk pençesine düşmüş halkların özgürlüklerine kavuşturulması” gerektiği
söyleniyordu.1 İngiltere Başbakanı Lloyd George, Sevr
Antlaşması yapılırken, “cennet Mezopotamya’yı çöle, Ermenistan’ı
mezbahaya çeviren ve Avrupa’nın başına her zaman dert açan Türkler bir daha
devlet kurmayacaktır, bunun ihtimali bile yoktur” diyordu.2
Sevr Anlayışı
Sevr, Osmanlı
İmparatorluğu’nun egemenliğine son verecek siyasi ve ekonomik koşulların
tümünü, en ince ayrıntısına dek kapsıyordu. İyi düşünülmüş ve en küçük
ayrıntıya dek her şey hesaplanmıştı. 433 maddeden oluşuyordu. Türkler, “Orta
Asya’ya sürülmüyor” ama 600 yıllık büyük bir imparatorluk, parçalanıp
sömürgeye dönüştürülüyor ve geri dönüşü olmayan bir biçimde ortadan
kaldırılıyordu.
Sevr’in siyasi
ve ekonomik hedefi; bugün, değişik adlar ve biçimler altında gerçekleşmiş
durumdadır. Silahla kazanılan ve tarihin her döneminde her ülkede gerektiğinde
silahla korunan ulusal haklar, küreselleşme ya da serbest ticaret adına
ve hemen hiçbir sınır konmadan yabancılara devredilmiştir. Türkiye, Sevr’in
amaçladığı gibi, bugün bir açık pazar ya da yarı-sömürge durumuna
getirilmiştir.
Türkiye, Atatürk’ten
sonraki süreçte; silahlı güç kullanılmadan, ekonomi ve siyaset yoluyla ve
işbirlikçiler aracılığıyla egemenlik altına alındı. 21.Yüzyıla gelindiğinde;
ekonomisi çökertilmiş, yeraltı-yerüstü varsıllıkları paylaşılmış ve büyük bir
borç yükü altına girmişti. Gizli işgal olgusunu yaşıyordu. Ancak, hala
güçlü bir orduya ve savaşkanlık geleneğine sahipti. Sıra onun güçsüzleştirilip
dağıtılmasına gelmişti. AKP dönemindeki kumpaslarla önce
güçsüzleştirildi, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra yürürlüğe konan OHAL
kararnameleriyle; ordu, tarihsel geleneklerinden koparılarak yokoluş sürecine
sokuldu.
Sevr ve Ordu
Sevr
Anlaşması’nda, savaş sonrasında yenen-yenilen arasında yapılan başka
anlaşmalarda pek görülmeyen ilginç bir yan vardı. Genel bir tutum olarak, yenenler,
yenilenlerin ordu gücünü sınırlıyor ya da tasfiye ediyordu. Ancak Sevr’de,
Türk ordusunun tasfiyesi yapılırken, alınan onca önleme karşın, geleceğe
yönelik kaygı duyuluyor ve bu kaygıyı giderecek önlemler geliştiriliyordu.
Batılılar,
Türklerin kurduğu ordulardan ve savaşım gücünden, tarihin her döneminde korkmuş
ve önlem almaya çalışmıştır. Bu korku, onların genlerine işleyen bir gelenek
haline gelmiştir. Winston Churchil, Birinci Dünya Savaşı başlarken;
Türkler için, “kolayca yutulur, eli ayağı tutmaz ve meteliksiz”3
diyordu ama İngilizler Türklerin ilerde bir gün yeni bir ordu kurmasından ciddi
biçimde korkuyor ve bunu önlemek için elinden geleni yapıyordu. Sevr, bu amacı
gerçekleştirecek yaptırımlar düzeninin, Türklere kabul ettirilerek
uluslararası antlaşma haline getirilmesiydi.
İngiltere
Dışişleri Bakanı Lord Curzon, Sevr Antlaşması’na çok güveniyor ve
antlaşmadan sonra, Türkler’ in artık askerlik yapamayacağını söylüyor ve alaylı
bir dille; “Türkler için, askerlik mesleği tümüyle kapanmıştır. Kuşkusuz,
Türkler askerlik yapmak isterlerse, başka bir yere gidebilirler. Fransız
lejyonu onları kabul edecektir. Ancak, İngiltere buna bile karşıdır. Çünkü
Türkler öteki düşmanlarımızdan farklıdır, başka bir yerde bile askerlik
yapmaları iyi değildir. Türkiye’ye dönüp yeni bir askeri dönem başlatabilirler”
diyordu.4
Sevr’in Orduyla
İlgili Kararları
Sevr
Antlaşması’nda, Türklerin bir daha ordu kuramaması için her türlü önlem
alındı ve bunlar padişaha kabul ettirildi. Antlaşmanın 152’den 208’e dek 56
maddesi, ordusuzluğu sağlayacak yaptırımları kapsıyordu. Her madde, bir
başka maddenin tamamlayıcısı oluyor ve kesin kurallara bağlanmış uygulamalar
seti, sağlam bir bütünlük oluşturuyordu.
Sevr koşulları
o denli ağırdı ki, bu antlaşmayı kabul eden herhangi bir ulusun yeniden ordu
kurması gerçekten mümkün değildi. Ancak, Sevr’in imzalandığı günlerde
Mustafa Kemal, Anadolu’da yokluklar içinde yeni bir ordu kuruyor, Londra’da
alaycı açıklamalar yapan Curzon’a, sözle değil eylemle yanıt veriyordu.
Ordudan Polis
Gücüne
OHAL
kararlarıyla, Jandarma tümüyle İçişleri Bakanlığı’na, kuvvet komutanlıkları
Milli Savunma Bakanlığı’na bağlandı. Sivillerin orgeneral rütbesiyle jandarma
genel komutanı olabilmesi sağlandı (bu uygulama, Abdülhamit’in okuma
yazma bilmez kimi kişileri paşa yapmasına benzemektedir). Genel Kurmay’ la
kuvvet komutanlıkları birbirinden ayrıldı. Genel Kurmay Başkanı, sivil
dönemlerde ordu komutanı olmaktan çıkarıldı… Bu uygulamaların açık olmayan
anlamı, ordunun polis gücü haline gelmesi yani tasfiye edilmesiydi.
Sevr’in
152.maddesi, Türk ordusunu tasfiye ederken, silahlı güç olarak, yalnızca üç
küçük birim bırakıyordu. Bu üç birim; padişahın güvenliğini sağlayacak 700
kişilik özel koruma birliği (hassa alayı), “içerde düzen ve güvenliği
sağlayacak ve azınlıkların korunmasını güvence altına alacak” 35 bin
kişilik jandarma birlikleri ve “önemli karışıklık durumunda jandarma
birliklerini destekleyecek” 15 bin kişiyi aşmayacak özel birlikler.5
Askeri Eğitim
OHAL
kararlarıyla; ilki 1789’da kurulan (Harbiye-i Umumiye) askeri liseler;
1834’te kurulan Kara Harp Okulu, 1873’te kurulan Deniz Harp
Okulu ve 1848’de kurulan Harp Akademisi kapatıldı. Cumhuriyet
döneminde eriştiği eğitim düzeyiyle uluslararası üne kavuşan bu kurumlar, Türk
Silahlı Kuvvetleri’nin nitelikli subay gereksinimini karşılıyordu.
Sevr’in 168.ci
maddesi; askeri liseleri, Kara ve Deniz Harp Okullarını ve Harp
Akademisi’ni kapatıyor, Anadolu’daki her imtiyaz bölgesi için 1 subay
okulu ve bir astsubay okulunun açılmasına izin veriyordu. Bu
okullara girecek öğrencileri ve sayısını, Müttefikler Arası Denetleme ve
Örgütlenme Komisyonu belirliyordu.6
AKP’nin
kuracağını açıkladığı ve imam hatiplilerin de gireceği bir adet
askeri üniversite düşüncesi, yüzyıllık Sevr anlayışının güncel
versiyonuydu.
Askere Alma
AKP, yönetime
geldiği 2002’den bugüne dek zorunlu askerlik süresini birkaç kez düşürdü
ve kısa dönem adını verdiği bir biçimle 5 aya dek indirdi. 15 Temmuz’dan
sonra, daha da indirileceği açıklandı.7 Bedelli askerlik
adıyla, para ödeyerek askere gitmemeyi sağlayan uygulamada, bedel
küçültülerek yararlanacak kitle sürekli genişletildi. Profesyonel ordu
söylemiyle, ordu maaşlı çalışanlardan oluşan bir tür polis teşkilatına
dönüştürülmeye çalışıldı.
Sevr’in
“Askere Alma” başlığını taşıyan 165.maddesi; zorunlu askerliği kaldırıyor,
barış döneminde 36 ay olan askerlik süresini 12 aya indiriyordu. Ayrıca,
askerlik (jandarmalık demek daha doğru olur çünkü ondan başka silahlı bir güce,
hassa alayı dışında izin verilmiyordu), “etnik köken ve din ayrılığı
gözetmeksizin”, Osmanlı uyrukların tümüne açılıyordu. Bu madde, hem
subayları hem de erleri kapsıyordu.8
Bu maddeye
dayanılarak, özellikle Fransızların işgal ettiği bölgelerde, Ermenilerden
oluşan Osmanlı Jandarma birlikleri kuruldu, bunlar Türk halkına şiddet
uyguladı, kırım yaptı.
Donanma ve
Deniz Kuvvetleri
AKP döneminde,
Türk Silahlı Kuvvetleri’ne karşı, örneği yalnızca Türkiye’de değil herhalde
dünyada olmayan, şiddetli bir saldırı ve tasfiye hareketi düzenlendi. Saldırı
ordunun tümüne yönelikti ancak hava ve özellikle de deniz kuvvetleri ana hedef
durumuna getirilmişti. Büyük bir gelişme içindeki Deniz Kuvvetleri, kendi
gemisini yapar hale gelmiş, çok nitelikli bir komuta düzeni sağlamıştı.
Yüzlerce rütbeli subay ordudan atıldı, hemen hepsi tutuklanarak cezaevine
kondu. 15 Temmuz’dan sonra, OHAL kararnameleriyle, Deniz Kuvvetleri’nin liman,
fabrika ve tersaneleri elinden alındı, gemi yapması önlendi.9
Sevr
Antlaşması’nda, deniz ve hava kuvvetlerinde uygulanacak yaptırımlara özel önem
verilmiş ve bu yaptırımlar 15 ayrı maddede ayrıntılı biçimde ele alınmıştır.
İşgalciler, bu iki gücü sıfırlamak için gereken her türlü önlemi
düşünmüşlerdi.
Antlaşma’nın
181.nci maddesi, Osmanlı savaş gemilerinin tümünün, müttefik güçlere “kesin
olarak teslim edilmiş sayıldığını” söylüyor; Türkiye’de, “balıkçılık
ve polis hizmetlerinde kullanılacak”, 7 gambot ve 6 torpidodan başka savaş
gemisinin bulunmasına izin vermiyordu.10
184.Madde, “Türkiye’de
yapılmakta olan bütün gemiler yok edilecektir” diyor; 188.madde, Deniz
Kuvvetleri’ne alınacak subay ve erlerin sayı ve niteliğine, Müttefikler
arası Deniz Kuvvetleri Denetleme Komisyonu’nun karar vereceğini söylüyordu.11
Hava Gücü
Türkiye,
Cumhuriyet’le birlikte ve Atatürk’ün öngörüsüyle havacılıkta büyük
atılımlar yapmış uçak fabrikaları kurmuştu. O ölünce fabrikalar kapatıldı ve
havacılıkta tümüyle dışa bağımlı hale gelindi. ABD, Türkiye’ye savaş uçağı
satıyordu ama mülkiyetini vermiyor, fabrika kurulmasını da önlüyordu. Uçak
yapmak adeta yasaklanmıştı. Bu tutumun da kökleri Sevr Antlaşması’na
dayanıyordu. AKP dönemindeki kumpas davalarında, en büyük darbeyi, Deniz
Kuvvetleri’nden sonra Hava Kuvvetleri alıyor, onlarca nitelikli subay ordudan
atılıyor ya da ayrılıyordu.
Sevr’in
191.maddesi, Türk ordusuna henüz girme aşamasında olan hava gücünü kesin olarak
yasaklıyor ve “Türkiye’nin askeri kuvvetlerinin hiçbir biriminde hava
kuvveti bulunmayacaktır” derken. 192.Madde, “işbu antlaşma yürürlüğe
girişinden başlayarak iki ay içinde Türk kara ve deniz kuvvetlerinde kadrolu
olan bütün havacı personel terhis edilecektir”deniyordu.12
Hava Sahası
AKP, 15 Temmuz
darbe girişiminden bir hafta önce, Türk hava sahasını NATO’ya açmıştır. İncirlik
başta olmak üzere hemen tüm hava üslerini ABD’ye kullandırmaktadır.
Bu uygulamanın
da kökleri Sevr’e dayanmaktadır. 193.Madde şöyle söylemektedir; “Müttefik
devletlerin uçakları, Türkiye’nin tümünde; havadan transit geçiş ve iniş
özgürlüğüne sahip olacaktır”.13
Cehaletin Sonu
İhanet
Tarih
affetmiyor. Geçmişten ders almayanlar benzer olayları yeniden yaşıyor. Bu
gerçek, insanlar için olduğu kadar toplumlar için de geçerli. İnsanın geçmişten
ders almaması, kişiyi ilgilendiren sonuçlar doğuruyor ancak söz konusu toplum
olduğunda, meydana gelen olumsuzluklar milyonlarca insanı etkiliyor. Toplumsal
çözülme ve çatışmalar ortaya çıkıyor.
Bir toplumun
yaşamı ve geleceği için en büyük tehlike, bilgi ve bilinçten yoksun yetersiz
kişilerce yönetilmesidir. Her toplum kendine uygun yöneticiler tarafından
yönetilir yaklaşımı yanlış değildir. Ancak, kimi toplumlar kimi
dönemlerde uygun olmayan yöneticiler tarafından yönetilebilir yaklaşımı da
yanlış değildir. Toplumun gelişme isteğine uygun olmayan yöneticiler, kimi özel
dönemlerde yönetime gelebilir ve baskı uygulayarak geçici egemenlikler
kurabilir. Toplumsal gelişim yasalarıyla çelişen bu tür gerici ve tutucu
egemenlikler kalıcı olamaz ancak insanların acı çektiği çalkantılara neden
olur. Tarih, yöneten-yönetilen ilişkisinin uyumsuzluğu nedeniyle,
ülkeleri felakete sürükleyen olaylarla doludur.
Türkiye, bilgi
ve bilinçten yoksun yetersiz kişiler tarafından yönetilmekte ve kaçınılmaz
olarak çalkantılı bir yöne doğru gitmektedir. Sevr gibi bir antlaşmadan, Kurtuluş
Savaşı gibi bir mucizeyle kurtulunmuşken ve geleceğe umutla bakan uygar
bir toplum yaratılmışken; bugün aynı noktaya gelmek tarihte örneği olmayan bir
geri dönüştür. Toplumsal bir trajedidir.
Yüz yıl aradan
sonra Sevr’i kendi ülkesinde uygulayan bir yönetim için en uygun tanımı
kuşkusuz tarih verecektir.
Metin Aydoğan
DİPNOTLAR
- “Osmanlı İmparatorluğu’nda Ayrılıkçı Arap Örgütleri” Arba Yay., 2. Bas., İst.-1993, sf.103
2. “Devrim Hareketleri İçinde Atatürk ve Atatürkçülük”
Tarık Zafer Tunaya, Arba Yay., 3.Baskı, sf.141 ve “Çanakkale
Olayı” David Walder, İst. 1971, sf. 287 ak. D.Avcıoğlu “Milli Kurtuluş
Tarihi” İst. Mat. 1. Cilt sf.35
3. “Goben’in Kaçışı ve Türkiye Savaşta” Richard Humble,
“20. Yüzyıl Tarihi”, Arkın Kit., 11 Mart 1970, 18.Sayı, sf.346
4. “Milli Kurtuluş Tarihi” D.Avcıoğlu, I.Cilt, İst.Bas.,
İst.-1974, sf.106
5. “Mondros, Sevr, Lozan Antlaşmaları”, İbrahim Sadi
ÖZTÜRK, Ankara Ticaret Odası Yayını, sf.90
6. a.g.e. sf.95
7. Mili Savunma Bakanı açıkladı: Askerlik süresi kaç ay olacak;
www.star.com.tr
8. a.g.e. sf.94
9. “Yüksek Askeri Şura Sivilleşti, Askeri Tersaneler
Bakanlığa Bağlandı”, www.denizhaber.com.tr
10. “Mondros, Sevr, Lozan Antlaşmaları”, İbrahim Sadi
ÖZTÜRK, Ankara Ticaret Odası Yayını, sf.105
11. a.g.e., 107 ve 108
12. a.g.e.sf. 110
13. a.g.e.sf. 110
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder